• Sonuç bulunamadı

Ekonomide devletin rolünün etkin olduğu Keynesyen politikalar 1973 Petrol Krizi sonrası küresel boyut kazanan bir ekonomik kriz sonucu tıkanmıştır. Bu döneme kadar uygulanan kitlesel üretim ve tüketim modeli Keynesyen ekonomik politikaların tıkanması ve ekonomik bunalım nedeniyle işleyemez hale gelmiştir (Urhan, 2005: 58).

Bunun sonucunda 1979 yılında ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher ile Neo-liberal politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Neo-liberal politikalar devletin ekonomideki rolünün, refah uygulamalarına yapılan harcamaların azaltılması ve

64 özelleştirme politikalarının uygulanmasını öngörmüştür (Temel, 2012: 109). Neo-liberal politikalar ilk etapta sermayeyi güçlendirerek, yabancı yatırıcıları destekleyerek, yeni yatırım alanları açsa da devletin ekonomi üzerindeki rolünün azalması, işçileri koruyan uygulamaların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Neo-liberal politikalarla bireylerin kişisel tercihlerinin ön plana çıkması, kolektif bilinci azaltmış, örgütlenme ve sendikaya üye olma anlayışı eski önemini yitirmiştir. Burada sadece bireysel tercihler değil, sendikaların iç işlerindeki sorunlar da kolektif bilinci etkilemiştir.

Kitle üretim modelini benimseyen işletmelerde üretimin teknoloji sayesinde kesintisiz devam etmesi ürün fazlalığı ve talep yetersizliğine neden olmuş, şirketler yeni pazarlar bulma konusunda sıkıntı yaşamışlardır. İşletmeler ellerindeki malları stoklamak için ekstra maliyetlere katlanmak zorunda kalmış, şirketlerin üretim maliyetini azaltma çabaları ise; işyerlerinde işçi eylemlerini ve grevleri beraberinde getirmiş, bu durum verimliğin düşmesine neden olmuştur. Kitle üretim modeli kendi içinde verimsiz, kâr elde edemeyen bir krize girmiştir. Krizi aşmak için ise; Neo-liberal politikalar devreye girmiş, dünyada küresel bir yapılanma başlamıştır. Neo- liberal dönemde küresel rekabet artmış, üretim sistemi yeniden yapılanmıştır. Neo-liberal politikaların dünyanın tüm ülkelerinde uygulanması, özelleştirme politikalarını kurtuluş olarak görülmesine ve refah devleti anlayışından uzaklaşılmasına neden olmuştur. Keynesyen, müdahaleci ve korumacı politikalarının egemen olduğu, sendikaların ve bürokrasinin gücünün hissedildiği politikalardan uzaklaşma bunun yerine ekonomik bağımsızlığı savunan, devlet müdahalesinin daha az olduğu ve sermayenin daha da güçlendiği modellere yönelme sendikaların gücünü sınırlamış, grevlerin azalmasına neden olmuştur (Urhan, 2005: 58-59).

Keynesyen politikalar refah anlayışı ile emek korunurken, Neo-liberal politikalarla sermaye daha fazla korunur hale gelmiştir. Karmaşık mevzuat yapısı, askeri müdahaleler, sendikaların yeni düzene ayak uydurma ve adaptasyon sorunları grev ve işçi eylemlerini etkilemiştir.

Türkiye Neo-liberal politikalara 24.1.1980 tarihli “24 Ocak Kararları” ile uyum sağlamıştır. Türkiye’de ekonomi 1963-1970 yılları arasında istikrarlı bir şekilde büyümüş, bu dönemde büyüme hızı ortalama %6.5 civarında, enflasyon ise; ortalama %5,5 civarında

65 seyretmiş, refah seviyesinde ortalama %3.8 oranında iyileşme görülmüştür. Ancak 1970 yılından sonra ekonomik dalgalanmalar yaşanmış ve fiyat istikrarı bozulmuştur. 1971-1977 yılları arasında ortalama enflasyon oranı %18’i aşmış, Petrol Krizi’nin de etkisi ile 1974 yılı itibariyle ekonomik kriz belirtileri görülmeye başlamıştır. 1978-1979 yıllarında artan ekonomik kriz karşısında bazı önlemler alınsa da olumsuz iç ve dış koşullar bu tedbirlerin uygulanmasına imkân vermemiştir. Radikal değişimler içeren 24 Ocak Kararları, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) temsil ettiği çevrelerden kredi desteği alınarak uygulamaya konulmuştur (Tokol, 2015: 154-155).

Kararlarla; Türk Lirası’nın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla, ihracat teşvik edilmiş, ekonomide sübvansiyonlar kaldırılmış, ücret ve taban fiyatları dondurulmuş ve günlük kur uygulamalarında faizler yükseltilip serbest bırakılmıştır. Alınan bu karar ile kısa dönemde ekonomik istikrar sağlamak değil, uzun dönemde ekonomide yapısal değişiklikler gerçekleştirerek dünya ekonomisine uyum sağlamak hedeflenmiştir. İstikrar politikalarının bütün özelliklerini içeren bu kararlar, ekonominin ihtiyaç duyduğu dövizi sağlayarak, dış borç ödemelerinin gerçekleşmesini öngörmektedir. İhracatın ön planda olduğu bu modelde yüksek faiz ve döviz kuru ile düşük ücret politikaları uygulanmıştır (Soyak, 1998: III, 510).

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, 24 Ocak Kararları’nın rahatça uygulanmasına imkân sağlamıştır. 1980-1983 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetimindeki hükümet tarafından uygulanan kararlar ile arz talep dengesi sağlanmış, ödemeler bilançosu açıkları ve dış ödemeler rahatlamış, enflasyon gerileme sürecine girmiştir. Ancak bu olumlu gelişmelerin yanında işsizlik artmış, gayri safi milli hâsıla, büyüme oranları düşük kalmış, devletin ekonomideki rolü önemli ölçüde azalmış ve sosyal dengesizlikler ortaya çıkmıştır (Tokol, 2015: 155-156).

Türkiye’de; 24 Ocak Kararları ile hız kazanan özelleştirme politikası kamu istihdamını daraltmıştır. Özel sektör yatırımları desteklenerek ihracata yönelik uygulamalar yapılmıştır. Devletin yaptığı sanayi yatırımları daraltılırken, özel sektörün sanayiye yapacağı yatırım teşvik edilmiş ancak sanayileşme istenilen düzeyde sağlanamamıştır. Bu nedenle Türkiye emek yoğun mallara dışarıdan tahsis etmek zorunda kalarak, ara tüketim

66 mallarında uzmanlaşmak zorunda kalmıştır. Dış piyasalara bağımlı büyüme stratejisi sürekli işsizlik, ekonomik istikrarsızlığa yol açarak, kısa aralıklarla süren ekonomik krizlere yol açmıştır. Krizlerin bu denli tekrar etmesi, emek açısından işsizliği sıradanlaştırarak, güvencesiz bir ortam yaratmıştır. Neo-liberal dönem işçiler arasındaki dayanışma ve sendika yapısında çözülmelere yol açmıştır (Urhan, 2005: 60-61).

24 Ocak Kararları’nın alınması ve ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin önlemler, çalışma ilişkileri alanına yansımış ve bir baskı oluşturmuştur. Bu baskı sadece ücretler üzerinde değil, sendikalar ve emek hareketleri üzerine de yoğunlaşmıştır. 1980 Askeri Darbesi’nden sonra grev hakkının kullanımına getirilen sınırlamalar, 1980’den sonraki yılları takiben çalışma hayatında yoğun şekilde hissedilmiştir. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında; sendikaların, 1980 sonrasında kolektif mücadeleler ve işçilerin ücret pazarlığı üzerindeki etkileri gitgide azalmıştır (Makal, 2003: 137-138). Neo-liberal politikaların etkisi sendikalar, işçi ücretleri, işgücü piyasaları, ekonomi ve siyasal yapıyı değiştirerek, yeni ekonomik dar boğazlara yol açmıştır. Bu dar boğazlar içinde sendikaların etkinliği ve işçi eylemlerinin etkinliği azalmıştır.

Neo-liberal dönemde yoğunlaşan; özelleştirme politikaları sendikaların etkinliğini zayıflatan bir uygulamadır. Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nde çalışan işçilerin azalması özellikle kamuda yoğun örgütlenen sendikaların üye kaybetmelerine ve örgütlenme sorunlarını ortaya çıkarmıştır. 1980 sonrasında yapılan düzenlemelerle işçilerin en az

%10’unu örgütlemeyi öngören işkolu sendikacılığı, işyeri ve meslek sendikacılığının yasaklanması örgütlenme özgürlüğüne getirilen sınırlama olarak görülmüştür. Ancak 1980 yılından sonra kamu kesiminde yürütülen Bahar Eylemleri grev benzeri eylemlerin yoğunlukta olduğu tabana dayalı örgütlenmeler ve mücadeleler işçi eylemleri adına umut verici olmuştur (Yorgun, 2005: 144-145).

Neo-liberal dönemde uygulanan özelleştirme, yabancı sermayeyi destekleme politikaları işsizliği tüm devletlerin kronik sorunu haline getirmiştir. Türkiye’de işsizlik, işgücüne katılma ve istihdam oranları Avrupa Birliği ülkelerinin her zaman gerisinde kalmıştır. Geniş ve karmaşık yapılı işsizlik sorunu Neo-liberal dönemde Türkiye sendikal

67 hareketini etkileyen olumsuz bir unsurdur. İşçi sınıfının korkulu rüyası olan işsizliğin kaynakları arasında teknolojik nedenler sınırlı bir yer tutmaktadır. Neo-liberal dönemde yaşanan ekonomik krizler buna bağlı olarak işyerlerinde küçülmelere gidilmesi, ihracatın azalması ve yeni istihdam alanlarının yaratılamaması işsizlik sorununu arttırmıştır (Yorgun, 2005:143).