• Sonuç bulunamadı

Ebeveyn Olarak Baba ve Babanın Çocuk Eğitimi Üzerindeki Etkisi

2.1. Ailelerin Eğitimi

2.1.1. Ebeveyn Olarak Baba ve Babanın Çocuk Eğitimi Üzerindeki Etkisi

oluşturur. Bu ortamda bir aileye ve topluma aidiyet duygusuyla büyüyen çocuk önce anne ve babasının davranışlarından etkilenir. Aile ortamında çocukların fiziksel ihtiyaçları karşılanırken bir yanda da psikolojik ve zihinsel gelişimleri zamanla şekillenir. Ailenin sosyo-kültürel yapısı ve anne-baba tutumları bu süreçte oldukça önem kazanır. Annenin çocuk üzerindeki etkisi onun doğmadan önceki sürecini kapsarken babanın etkisi ise çocuğun doğumundan sonraki döneminde daha yoğundur. “Babanın varlığı, çocuğun babası ile kurduğu ilişkiler, annesi ile olan ilişkilerine yeni bir değişiklik, yeni bir çeşitlenme olarak girer.” (Dönmezer, 1999:34) Bununla birlikte çocuk annesinin dışındaki bir dünyayı keşfetmiş olur. Çocuğun ilk keşfindeki süreçte babanın rehberliği eğitim seviyesine bağlı olarak ilerler.

Aile-çocuk arasındaki ilişkiler anne ve babanın çocuk yetiştirmedeki bilincine ve aldığı eğitime bağlı olarak değişkenlik gösterir. Aile kurumunun mimarı sayılan ve gücü temsil eden baba, otoritesi ile aile birliğini muhafaza etmede anneyle bu rolü paylaşır. Babanın aile içerisindeki iletişimi ve çocuğuna yönelik tutumları sağlıklı ailenin

oluşmasında oldukça önemlidir. Aile içi ilişkideki uyumda ve babanın çocuk eğitimindeki başarısında babanın eğitimli, kültürlü, bilinçli bir birey olup olmadığı aynı zamanda çocuk eğitiminin kalitesini de etkiler.

Baba, aile için güven duygusunun kaynağıdır. İlk dönemler bu bağı annesiyle kuran çocuk, büyümeye başladıkça bu güveni baba ile pekiştirir. Babanın çocuğa verdiği bu duygu ve güç, çocuğun kişilik gelişiminde, sosyalleşmesinde önemli rol oynar. Çocuğun baba güvenini ve desteğini fazla veya eksik hissetmesi baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi düzenlerken aynı zamanda onun toplumdaki varlığını nasıl konumlandıracağını da şekillendirir. Tanzimat romanlarında aile birliğini sağlayan babanın tutumunun ve eğitiminin çocukla ilişkilendirildiği görülür. Romanlarda özellikle baba otoritesinden ve güveninden mahrum kalan kahramanlar bu eksikliği hem eğitimleri açısından hem de bireyleşmeleri açısından fazlasıyla hissederler. Genellikle erken yaşta babasını kaybeden gençler, annenin eğitimine tabi olurken baba eğitimini yeterli şekilde almadıkları için sosyalleşmede ve bireyselleşmede sorunlar yaşarlar.

Namık Kemal, İntibah romanında Ali Bey’in babasının özelliklerinden bahsederken evladının maddi ve manevi yönden en iyi şekilde yetişmesini sağlayan bir baba profili yansıtır. Ali Bey’in babası oğluna düşkün, onu nazik ve terbiyeli yetiştirmeye çalışan fedakâr bir kişidir. Yazar, Ali Bey’in babası için daha romanın başında “evlat kadrini gerçekten bilenlerden” (s. 9) diyerek babalığı hakkında yorumda bulunurken okurun zihninde de olumlu bir baba izlenimi oluşturmak ister. Hâl ve tavırlarındaki naiflikten dolayı “âdeta bir melek zannedilecek” (s. 9) kadar güzel huylara sahip olan bir babanın evladını da aynı şekilde terbiye etmek istediği vurgulanırken babanın bu çabasına kısaca değinilmektedir. Ali Bey’in babasının terbiye ve eğitim konusundaki yetkinliğini aynı şekilde oğluna aktarmak istemesi ve bunun için çabalaması bir mesaj niteliği taşır. Çünkü eğitimli bir baba tarafından çocuk yetiştirme konusunda nasıl bir yol izleneceği okura gösterilir.

Namık Kemal, çocuk eğitiminde anne baba rollerinin önemine sıkça değinerek onların çocukluktaki yetişme tarzlarının çocuk eğitimi üzerinde etkili olduğunu söyler. Özellikle baskıcı, otoriter, yeniliğe kapalı bir babanın tutumuyla yetişen çocukların özgür iradesiyle hareket edemeyerek baba sözünden çıkmayan kişiler olacağını söylerken bu davranışları “memleketimizde pederlerin, validelerin yüzde doksanı çocuk

terbiye etmiyorlar, adeta kedi yavrusu alıştırıyorlar.” (Namık Kemal 2005:489) benzetmesiyle eleştirir. Böylece çocuk eğitiminin kutsiyetini okura hatırlatır. Ali Bey’in babası oğlunun eğitimine büyük önem vermekle birlikte evladı için ciddi derecede endişelenen bir babadır. Toplumun eğitimle aydınlanacağına inanan ve eserleriyle bu aydınlanmaya katkı sağlayan Namık Kemal, İntibah’ta kötü huylara sahip olan evladının ancak eğitim ve terbiye ile ıslah edileceğine inanan babayla aynı sorumluluğu taşımaktadır. Bu inanca sahip olan baba, aslında ülkesinin modernleşmesi ve medenileşmesi yolunda tek anahtarın “maarif” olduğunu savunan Namık Kemal’dir.

Ali Bey’in merakı ve arzu ettiği şeylere ne pahasına olursa olsun ulaşma hırsı kişiliğinin yanlış şekillenmesine neden olur. Bu kötü huyun eğitimle düzeltilebileceği fikri romanda okura verilen en önemli mesajlardandır. Ali Bey’in “pederi ise dünyada hem en büyük kemâlât hem de en büyük nekâsin sâiki olan bu meşreb-i mussırrâneyi çocuğun tabiatından çıkarmağa imkân göremediği için o meyelânı dâimâ tahsil ve terbiye cihetlerine sevkederek oğluna bir salâh istifade etmek isterdi.” (s. 10) Bireyin sahip olduğu yanlış davranışların eğitim ve terbiye ile düzeleceğine inanılması zamanında iyi bir tahsil ve terbiye ile bilinçlenmiş ideal bir insanın –Ali Bey’in babası- farkındalığını göstermektedir. Çocuğundaki bu kötü huyun farkında olan baba, eğitim ve terbiyenin en büyük destekçilerindendir.

Ali Bey’in babası, oğlu için “mürebbi, müsteşar, râzdaş, yâr-ı sâdık”dır. Dünyaya gözlerini açtığından beri yol gösterici olan babanın bir anda beklenmedik vefatı oğlu Ali Bey için çok büyük sarsıntıya sebep olur. Hayatının tadını kaybeden Ali Bey derin bir üzüntüye boğularak uzun süre babası için gözyaşı döker. Babasının hayatta olduğu dönemde onun desteği ve etkisiyle bütün ilgisini derslerine verir. Meşgalesi eğitimi olan Ali Bey’in, babasının kaybından sonra bütün hayatı olumsuz bir yönde değişir. Böylece okur Ali Bey için tahsil ve terbiyenin düzenleyicisi olan otoritenin yokluğunu idrak eder. Her daim eğitimi, ahlakı ve davranışları ile ilgilenen bir öğretmeni, yol göstericisini kaybeden Ali Bey yirmi yaşına girdiği dönemden sonra değişmeye başlar. Ali Bey’de gözlenen bu değişikliklerin olumsuzluğu romanda “envâ- ı tagayyür, enva-ı belâ” (s.10) diye nitelenerek özellikle vurgulanır. Ali Bey’in babasının ölümünden sonra baba otoritesinin kaybolmasıyla yaşadığı boşluk çevrenin daha etkili olmasına neden olur. Bireyin yaşadığı bu ikilem çevrenin mi yoksa alınan eğitimin mi baskın olacağı sorusunu hatırlatır. Adler çevreden gelen bu etkinin de bir

eğitim olduğunu belirtir. Adler “anababalara ne kadar dikkatli olurlarsa olsunlar hakkında hiçbir şey bilmedikleri ya da fark etmedikleri, başka çevrelerden yayılan o eğitimin çocuğu kendi bilinçli üstün eğitimlerinden daha fazla etkilediği söylenmelidir.” (Adler, 2008:363) diyerek çevrenin eğitimdeki rolüne değinir. Anne babaların çocuk eğitiminde çevrenin etkisini göz ardı etmemeleri gerekir. Bu gerçeği İntibah romanında Ali Bey örneğinde görmekteyiz.

Oğlunun eğitimi ve terbiyesi için her açıdan faydalı olmaya çalışan Ali Bey’in babası, çocuğunun ahlaki gelişimini de önemser. Babanın ahlaki gelişimle ilgili tutumu Ali Bey’in annesine yalan söyleyip pişmanlık duyduğu kısımlarda hatırlatılır. Namık Kemal, oğlunu ikaz eden bir baba sertliğinde okuruna seslenmektedir. Yazar burada doğru söylemenin erdemine ve yalan konuşmanın sakıncalarına dair uyarı mahiyetindeki sözlerini Ali Bey’in babası üzerinden aktarır. “Hemen söylediğine pişman oldu. Çünkü pederi kendine daima ‘halka söylemekten utanacağın bir işi yapmaktan nasıl utanmazsın? Sen herkesten alçak mısın ki yaptığın bir işi ötekinin berikinin bilmesinden hicâb lâzım gelsin de yalnız senin bilmekliğinden hicâb lâzım gelmesin’ der idi. Bir kerre de ‘sevdiğini üzmemek için doğruyu ketmeyleme! Zira bir vakit gelir ki, sevdiğin o ketimden haber alır da korktuğundan ziyade üzülür’ demiştir.” (s. 21) Gerek sözlü uyarılarıyla gerek oğlunun tahsil ve terbiyesi için yaptığı girişim ve gösterdiği destekle hayatta olduğu süre boyunca ilgilenmeye çalışan bilinçli bir baba İntibah’ta görülür. Böyle bir babanın evladı üzerindeki eğitimi kısa bir süreyi kapsamış olsa bile okura eğitimli bir baba profili yansıtılır. Bir gencin baba otoritesini kaybetmesiyle eğitimden uzaklaşması ve yanlışa yönelmesi İntibah’ta Ali Bey’le dile getirilir.

Cezmi romanında Cezmi’nin babası aracılığıyla baba-çocuk eğitimine dikkat çekilir. İyi bir baba ve anne tarafından yetiştirilen çocukların sağlıklı bir kişiliğe sahip olacaklarını savunan Namık Kemal, Cezmi’nin babasında görülen davranışlarla bu fikrini pekiştirmektedir. Romanda oğluna küçük yaşta kaybettiği annesinin sevgisini ve terbiyesini aktarmaya çalışan fedakâr bir baba modeli çizilir. Baba, oğlunun anne şefkatinden mahrum kalmaması için elinden gelen çabayı gösterir. Cezmi’nin babasının “hareminden kendine yadigar olan çocuğu erkekçe büyüttü[ğü]” (s. 39) romanın başında belirtilir. Oğlunun ilk eğitimini de kendisi verir. “Çünkü mürebbiyesi pederiydi. Pederi ise asker olduğundan çocuğunu askerce terbiye ederdi.” (s.37) Cezmi’nin aldığı

eğitim babanın mesleğiyle ilişkilendirilir. Cezmi’nin disiplinli bir şekilde büyümesi ve eğitim alması babasının asker olmasından kaynaklanır. “Aile, çocuk için belli sosyal statüyü temsil eder. Hatta çocuk babasının mesleğinden bile etkilenir. Öyle ki, bu onu belirli bir kültürel çevre içine yerleştirir.” (Aslan, 2002:27) Cezmi’nin hem asker bir babanın evladı olmasından hem de Türk aile yapısında erkek çocuklarının vatanına, milletine kendini adayan cesur bir kahraman olarak yetiştirilmesi geleneğinden dolayı yaşadığı çevrenin kültürel özelliklerini kişiliğinde taşıdığı görülür. Onun “anadan asker doğmamış olsa bile baba ocağından olsun asker olarak ayrılması mukarrerdi[r]..” (s. 37)

Cezmi’nin güçlü bir vatan sevgisiyle yetişmesinde, korkusuz, yiğit bir asker olmasında babanın rolünün ne derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Cezmi’nin bu şekilde yetişmesinde babası gibi asker olan amcasının katkıları da göz ardı edilemez. Yeniçerilerin, askerlerin hepsinin tahsil görmesi için çabalayan Cezmi’nin amcası aynı desteği Cezmi’ye de gösterir. Derslerini amcasından dinleyen kahraman farklı alanlarda da eğitim görür, öğrenmesi gereken ilimleri ta’lim eder. Bunun yanında askerliğe ait konuları da öğrenir. Cezmi’nin ilerde kahraman bir asker olup vatanını savunması fikri amcası tarafından da sıklıkla aşılanır. Romanda askerlik eğitimi üzerinde özellikle durulur ve bu konudaki eğitimin temelinde şu fikir yatar: “Askerliğin şanı gülerek ölmek ve hatta ölürken bile gülmektir. Asker gözyaşını, şahid olduğu vakit vücudunu tezyin eden yahut düşmanını öldürdüğü zaman kılıcından o mağlubun üzerine dökülen kandamlalarında görür. Asker sahihan asker ise mezarının en karanlık köşesinde cennette bir pencere bulur.” (s. 40) Askerlik eğitiminin anlatıldığı kısımlarda yazar, çocuk eğitiminde vatan sevgisinin ve bilincinin de küçük yaşlarda kazandırıldığını Cezmi’nin babası ve amcasının davranışları üzerinden duyurur. Romanda bir babanın çocuk eğitimine yön vermesi ve etkisi Cezmi ile dile getirilir.

Taaşşuk-ı Tâl’at ve Fitnat’ın girişinde Talat’ın babası Rif’at Bey’den çok kısaca bahsedilir. Talat altı- yedi yaşlarındayken babasını kaybeder. Hasta yatağında oğlunun yetişmesine, eğitimine yardımcı olamayacağı için oldukça üzülen Rif’at Bey oğlunu iyi bir şekilde terbiye etmesini eşine vasiyet edecek kadar düşünceli bir babadır.

Taaşşuk-ı Tâl’at ve Fitnat romanındaki Hacıbaba ise Fitnat’ın üvey babasıdır. Altmış yaşlarında, Hacı Mustafa adında bir tütüncüdür. Romanda geri kalmışlığı temsil

eden bir babadır. Hiçbir şekilde yeniliği kabul etmeyen aksi, kaba, tutucu bir kişiliktir. Hacıbaba, Fitnat’ın annesi öldükten sonra kızına gün yüzü göstermez, onun evden dışarı çıkmasına izin vermez. Dışarı çıktığı zaman kadınların nazarı değer diyerek kızının başına bir kötülük geleceğinden endişe duyar ve bu nedenle kızını eve kapatır. Fitnat’ın düşüncelerini önemsemeyen despot bir baba olduğu için kızını kandırarak zorla evlendirir. Çıkarları uğruna kendi isteklerinden vazgeçmeyen, eski zihniyetli bir baba olarak kızının kötü bir sona gitmesine sebep olur. Romanda baskıcı ve tutucu bir babanın çocuk eğitimini kişisel isteklerine göre gerçekleştirdiği görülür. Kızının duygu ve düşüncelerini önemsemeyen baba, otoritesini kötüye kullanarak baskıcı bir eğitim anlayışı benimser. Çocuk eğitiminde böyle bir anlayışın en çok çocuk açısından zararlı sonuçlar doğuracağı gerçeği Fitnat üzerinden duyurulur.

Asaf Paşa, Sergüzeşt romanındaki Celal’in babasıdır. Mısır’da pek çok memuriyette bulunarak İstanbul’a gelir ve ailesiyle orada yaşar. Çocuklarının eğitimi Asaf Paşa için çok önemlidir. Bir baba olarak onların eğitimi konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini düşünür. Asaf Paşa, Batılı bir hayat görüşüne yakındır. Çocuklarını iyi bir tahsil sürecinden geçirdikten sonra ailesine yakışır kişilerle evlendirmeyi arzular. Bu nedenle oğlu Celal’in bir cariyeye gönül verip evlenmesine oldukça karşı çıkar. Çünkü cariye olan bir kadını hem sosyal konumundan hem de eğitiminden dolayı oğluna yakıştıramaz. Eşinin de aynı görüşte olduğu Asaf Paşa aslında kendi istekleri doğrultusunda evladının hayatını kurmaya çalışan otoriter bir tavrı yansıtır. Çocuğuna iyi bir tahsil süreci yaşatarak babalık görevini yerine getirdiğini düşünür. Kendi hayatı hakkında oğlunun söz sahibi olmasını istemeyen katı tutuma sahip oluşu aslında oğlu Celal’i Dilber’den çok da farklı bir konuma getirmez. Nasıl ki evin cariyesi üzerinde evin hanımı ve pederinin sözü etkiliyse aynı durum kendi oğlu için de geçerlidir. Bir cariyenin kendi hayatı için söz hakkı yoksa Celal’in de geleceğini ailesinin istediği bir kişinin haricinde kurma hakkı yoktur. Asaf Paşa’nın oğlunun isteğini reddeden duruşu annenin tutumuyla da desteklenir. Anne babanın bu davranışı evladının sonunu kendi elleriyle hazırladıklarını gösterir. Sergüzeşt romanında babalığın kendi istediği bir hayatı çocuğuna yaşatma duygusu olmadığının eleştirisi yapılır.

Ahmet Mithat Efendi’nin Dünyaya İkinci Geliş Yahut İstanbul’da Neler Olmuş romanında Osman adlı bir babanın çocuk eğitimindeki olumlu davranışları anlatılır. Osman’ın beş buçuk yaşına kadar mağarada yetişen ve gerçek hayata dair bilgisi

olmayan oğlu Güngörmez’e olan davranışları çocuk eğitiminde bir babanın örnek tutumunu yansıtır. Güngörmez, anne ve babasının dışında kimseyi tanımayan, kimseyle iletişime geçmeyen bir çocuktur. Bu nedenle çok kısıtlı kelime dağarcıyla büyür. Halkbuki “doğduğu günden beri içinde yaşadığı toplumla gizli bir anlaşma imzalamış olan insanın arzu ve iştirak etmek istemesinin temelinde iletişimde bulunmak ihtiyacı yatar. Bu ilişkiler şebekesindeki tıkanıklık, niceliksel ve niteliksel bakımdan çatışmalara yol açar.” (Özcan, 2000:104) Güngörmez’in de bu iletişim ihtiyacı babası aracılığıyla giderilmeye çalışılır. Bu nedenle Güngörmez zihninin algılayamadığı ve bilmediği her şeyi babasına sorar. Osman Bey oğlunun cahil kalışına içten içe çok üzülse de büyük bir sabırla Güngörmez’in sorduğu her soruyu onun anlayacağı şekilde cevaplar. Ahmet Mithat Efendi, anne ve babanın davranışlarının çocuk eğitimi açısından ne kadar önemli olduğunu gerek bu konuyla ilgili yazdığı eserlerinde gerekse romanlarında işler. Baba Osman Bey “her hâlin cahili olup hatta zarurî kelimelerden başka lisan bilme[yen]” (s. 65) Güngörmez’in garip sorularına oğlunun yeni bir şeyler öğrenmesine katkı sağlayacağı için cevap verme zorunluluğu hisseder. Osman Bey’in bu sabrı çocuk eğitiminde faydalı bir davranışı kazandırmak adına izlenmesi gereken en önemli yollardan biri olduğu için romanda sıkça vurgulanır. Osman Bey’in sakin ve sabırlı bir baba oluşunun çocuk eğitimi üzerindeki etkisi okura hissettirilirken yeni bilgilerin öğretilmesinde çocukların seviyesine uygun bir şekilde anlatımın yapılmasına da değinilir. Uzun bir zamandan sonra ilk defa güneş ışığı gören ve mağaradan yeryüzüne çıkan Güngörmez, çok basit kavramları, nesneleri bile anlayamaz. Osman Bey oğlunun sorduğu her şeyi Güngörmez’in o zamana kadar gördüklerinden ve öğrendiklerinden örneklendirmeler yaparak izah eder. “Gök, deniz, sabah, yarın” gibi kelimelerin anlamlarına dair hiçbir fikri olmayan Güngörmez’e yaşadığı şeylerden yola çıkarak açıklamalar yapar. “Sabah” kelimesini “güneşin deliğe geldiği zaman” (s.97) benzetmesiyle anlamlandırır. Ahmet Mithat Efendi’ye göre çocuğun merak duygusuyla sorduğu sorular onun öğrenme isteğine işaret eder. Burada anne babaya düşen en önemli görev çocuğun öğrenme hevesini kırmadan onu bilgilendirmektir. Bunu yaparken çocuğun seviyesine uygun bir şekilde anlatmak da dikkat edilmesi gereken diğer bir noktadır. Yazar, baba çocuk arasındaki bu eğitimin güzel bir örneğini Dünyaya İkinci Geliş Yahut İstanbul’da Neler Olmuş romanında Osman Bey’in tutumuyla işler.

Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanında Mustafa Merakî Efendi, Felatun Bey’in babasıdır. Çok erken yaşta evlendirilen Mustafa Bey’in Felatun ve Mihriban adında iki çocuğu olur. Alafranga bir meşrebe sahip olan Mustafa Merakî Efendi’nin hâli vakti oldukça yerindedir ve alafranga yaşamak için ne gerekirse yapar. Oturduğu ev, yaşam tarzı, evinde çalışanlar alafranga kültüre uygundur. Fakat Mustafa Merakî Efendi alaturka bir yaşamdan alafranga yaşama hızlı geçiş yapmış biridir. Bu hızlı geçiş kendisinde, ailesinde Batılılaşmanın yanlış anlaşılmasına ve uygulanmasına neden olur. Yazar, bu değişimin özellikle aile kurumunda ve çocuk eğitiminde yaşattığı tehlikeyi babanın tavrıyla da ele alır.

Ahmet Mithat Efendi’ye göre çocuk eğitiminde babalara annelerden daha çok sorumluluk düşer. “Evladın terbiye-i maneviyesine analar kadar hatta nisvanında henüz bu kabiliyet olmayan halk ve familyalara göre analardan evvel ve onlardan ziyade babalar borçludurlar.” (Ahmet Mithat, 2013:31) diyen yazar romanında da bu sorumluluğu babaya yükler. Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanıyla bir babanın çocuk eğitiminde yaptığı hataların nasıl sonuçlara yol açtığı Felatun’un kişiliğiyle aktarılır.

Mustafa Merakî Efendi’nin etkisiyle Batılılaşma adına ailesinde meydana gelen olumsuz değişim öncelikle Mustafa Bey’in çok iyi bir eğitim almamasından kaynaklanır. Bir hayat tarzı değişeceği zaman bunu mantıklı ve tutarlı bir şekilde gerçekleştirmeye çalışmak gerekir. Bu da eğitimli bireylerin üstesinden gelebileceği bir durumdur. Mustafa Merakî Efendi’deki bu yüzeysel alafranga hayranlığı ve buna bağlı olarak kendi kültüründen uzaklaşma onun sağlam bir eğitim ve terbiye almadığını gösterir. Yazar, babanın tutumundaki yanlışlığın kendi çocuğuna yansıyacağını çocuk eğitimiyle ilgili düşüncelerini açıklarken sıklıkla savunur. Nitekim Mustafa Merakî Efendi’nin çocuklarının eğitimi adına yaptığı birkaç girişimin içeriğini ve faydasını sorgulamadan yeterli görmesi onun cahilliğinden kaynaklanır. Ahmet Mithat Efendi, romanda babanın eğitimsizliğini ve çocuğunun eğitimine karşı duyarsızlığını şöyle aktarır: “Lâkin Mustafa Merakî Efendi öyle tahsil görmüş bir adam olmadığı gibi çocuğunun tahsiline nezaret dahi vakti olmadığından oğlunun mektebe gidip gelmesini ve Fransız hocasının dahi eve gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için kâfi görürdü.” (s. 5) Mustafa Merakî Efendi için gösterişe dayalı bu eğitim anlayışı aslında kendi eğitim seviyesini işaret etmektedir.

Alafranga ailelerde çocuklar okulun haricinde yabancı bir hoca ile eğitimine devam eder. Merakî Efendi de alafranga hayatın gereği olarak her gün okula gidip gelen oğluna bir de Fransız hoca tutar. Böylece Felatun’un eğitimi ile ilgili üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini düşünerek oğlunun eğitimiyle başka bir şekilde ilgilenmez. Çocuk eğitiminde maddiyata ve gösterişe dayalı bir eğitimi benimseyen baba, oğlunun psikolojik ve zihinsel gelişimini önemsemez. Mustafa Merakî için Beyoğlu’nda çocuk modası ne ise en güzellerinden alıp onu çocuklarına giydirmek onların tahsil ve terbiyesi için gerekli olan şeylerden daha önemlidir. Böyle bir babanın evladı olan Felatun’un da giyim kuşamına eğitiminden daha çok önem vermesi babanın çocuk üzerinde rol model olduğunu ortaya koyar. Mustafa Merakî Efendi’nin Felatun