• Sonuç bulunamadı

Ebeveyn Olarak Anne ve Annenin Çocuk Eğitimi Üzerindeki Etkisi

2.1. Ailelerin Eğitimi

2.1.2. Ebeveyn Olarak Anne ve Annenin Çocuk Eğitimi Üzerindeki Etkisi

ile iletişime geçen çocuk için bundan sonraki süreçte anne çok büyük önem taşır. “Anne, çocuk için, içinde yaşanılan dünyanın yorumlanmasında ve toplumun temsil edilmesinde ilk örnektir.” (Dönmezer, 1999:30) Çocuğun ilk dönemlerde fiziksel ihtiyaçlarını annesi aracılığıyla gidermesinin yanında aralarında oluşan bağ ile de psikolojik yönden gelişimi sağlanır. Bu ve bundan sonraki süreçlerde bu bağ ne kadar sağlam ve düzgün olursa çocuk da o kadar sağlıklı bir birey olarak yetişir. Bu şekilde yetişen bireyler de güçlü bir toplum oluşmasında ve topluma fayda sağlama konusunda temel olurlar. Bu nedenle “kadın anne olarak aile ve toplum arasındaki en sağlam köprüdür. İyi yetişmiş ve eğitilmiş kadın hem toplum hayatında daha tesirli olabildiği gibi, aynı zamanda eğitimci rolü oynar. Şu halde, ilk eğitim ana kucağındaki ve daha sonra aile ocağındaki eğitimdir.” (Erkal, 2000:354)

Sevgi, şefkat, merhamet gibi duygular annenin çocukla arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirir. Bunlar ne kadar tutarlı ve ölçülü olursa anne çocuk arasındaki iletişim de o kadar nitelikli olacaktır. Bu iletişimin çocuk üzerindeki etkisi bir ömür boyu sürer. Anne çocuk arasındaki bağın kalitesini sağlamanın ilk yolu da annenin eğitimli ve bilinçli olmasıdır. Bir kadın, ne kadar annelik güdüleriyle hareket etse de eğer eğitimli değilse belirli bir süre sonra çocuğuyla iletişiminde sorunlar yaşar. Sıkıntılar karşısında tutarlı, mantıklı düşünemeyen annenin bu durumu çocuğuyla olan ilişkisini olumsuz

etkiler. Annenin kendini yetiştirmesi ve eğitimli olması aynı zamanda çocuğun eğitiminin ve terbiyesinin verilmesinde de önemli bir husustur. Bilgili ve kültürlü bir anne, çocuğuna iyi bir terbiye verirken onun eğitimini de önemser. Bu farkındalığa sahip bir anne, ana kucağında başlayan ilk eğitimin ardından çocuğunun her yönden gelişimi için çaba sarfeder.

Geleneksel aile yapısında çocuğun doğumdan itibaren anne ile başlayan yakın ilişkisi ata erkil bir aile düzeninde değişime uğrar. Çocuğun anneye olan muhtaçlığının bitmesiyle babanın etkisi ve otoritesi daha hissedilir boyuta gelir. Bu da aile içerisinde annenin çocuk üzerindeki hakimiyetini biraz daha azaltır. Fakat babanın yokluğu durumunda annenin konumu farklılaşır. Tanzimat romanlarında da annenin eğitiminin ve tutumunun çocuk üzerindeki yansımaları genelde üç yönlüdür. Bunlardan ilk grupta yer alan anneler çocuğunun eğitimine hiçbir katkıda bulunmazken; diğer gruptaki anneler babanın yokluğundan dolayı çocuklarının eğitimini üstlenir. Son gruptaki anneler ise çocuğun eğitiminde eşlerine destek olurlar.

İntibah romanında Ali Bey’in annesi Fatma Hanım, eşinin anlattıkları ve uyarılarıyla hayatını idame ettirir. “Beyin validesi behredâr-ı maarif olan milletler kadınları gibi dânişli bir şey değilse de zaten zekâsı galip olduktan başka yirmi beş sene kadar beyinin terbiyesi altında kalarak gördüğü, işittiği hadiselerden onun irşâd-ı hakimânesiyle pek çok hakikatler isticrah etmiş bir kadındı[r].” (s. 11-12) Fatma Hanım dönemin romanlarında sıkça karşılaşılan geleneksel kadın profilini yansıtır. Çünkü o, eşinin sözünden çıkmayan hatta evliliği süresince eşinin eğitiminden geçen bir kadındır. Babasının ölümüyle hayatı altüst olan oğlunun davranışlarını görünce eşinin üzüntüsünü unutup Ali Bey’i düşünmeye başlar. Eşine göre pasif bir ebevyn olan Fatma Hanım onun ölümünden sonra evladı için çok kaygılanır ve bir arayış içerisine girer. “Böylelikle babanın başlattığı nazlandırma eğitimini anne sürdürür ve zamanından önce gelişen okullu Ali’yi şımartır.” (Finn, 2013:45) Fatma Hanım’ın babasızlığı yaşayan oğluna bu yokluğu hissettirmemek için sessiz kalışı aslında oğlunun gelişimi için sağlıklı bir davranış değildir. Çünkü Ali Bey, annesinin kendisine karşı olan bu yumuşak tavrını fırsat bilerek sorumsuz bir şekilde hareket eder. Bir zaman sonra annesine yalan söylemeye bile başlar. Fatma Hanım, oğlunun kendisine söylediği yalanı ilk başta fark etmez ve gece mesaiye kalmasını işinde ilerleyeceği inancıyla bağdaştırır. Hatta bu konuda oğluna destek olur. Fakat daha sonra durumun gerçekte böyle

olmadığını, kötüye giden bir şeylerin olduğunu sezer. Oğlunun düşmüş bir kadına tutulduğunu öğrenen Fatma Hanım, Ali Bey’i bu aşktan vazgeçirmek için çareler aramaya başlar ve sonunda bir cariye bulmaya karar verir. Tanzimat dönemi romanlarında babasız kalan çocuklara otorite kurma konusunda çaba gösteren anne profili genelde başarısızdır. Babalık görevini ve sorumluluğunu anneliği ile birleştirmeye çalışan pasif ama fedakâr anne, evladının başı derde girince onu kurtarmak için ilerisini tahmin edemeyeceği planlar kurar ve uygular. İntibah’ın Dilaşub adındaki cariyesi de çaresiz bir annenin, tutkularına esir olan oğlunu kötü bir hayattan kurtarmak için kendince bulduğu bir çözümdür. Fatma Hanım, oğlu üzerinde eşi kadar etkin bir yönlendirmeye sahip olamayıp Ali Bey’in terbiye ve ahlaki yönden çözülüşüne karşı koyamadığı için dışarıdan bir desteğe ihtiyaç duyar ve bu yardımla oğlunu kötülükten kurtarmaya çalışır. Bunun için umudu olan cariyenin Fatma Hanım’a göre eğitimli olması önemli değildir. Dilaşub’un eğitimliymiş gibi görünmesi cariye olması için yeterlidir. Biraz okuma yazma bilmesi, piyano çalması, dikiş nakış işlerinde becerisinin olması Fatma Hanım için oğluna cariye olmaya layık bir seviyeyi gösterir. Dilaşub’un çok iyi eğitim almaması Ali Bey’in annesi için öncelik teşkil etmez. Çünkü oğlu bundan sonrası için Dilaşub’u istediği şekilde eğitebilecektir. Fatma Hanım’a göre Dilaşub, oğlunun kurtarıcısıdır ve onun en önemli görevi Ali Bey’i içine düştüğü aşktan kurtarmaktır. Bunun için bulunan cariyenin çok iyi bir eğitim ve terbiye görmesinden ziyade bir erkeğin hoşuna gidecek güzelliğe, tavırlara sahip olması gerekir. Bütün bunlar Fatma Hanım’ın bir cariyede aradığı özelliklerdir. Bu tutum aslında kadınların tahsil ve terbiyesinden önce dişiliği ile toplum içerisinde değerlendirildiğine işaret eder. Fatma Hanım’ın da bir kadın olarak böyle bir düşünceyi benimsemesi kadınların toplum içerisindeki bu konumu içten içe kabullendiklerini gösterir. Eğitimsiz olan ve eğitimin gereğini tam olarak anlamayan bir annenin himayesinde yetişen Ali Bey gibi erkekler karşısına çıkan kadınların eğitim düzeyini önemsemezler. Bu durum bir zincirin halkaları gibidir. Anne tarafından zincire atılan ilk halkanın yanlışlığı çocuğunun da yanlışlarına yol açar. İntibah romanında Fatma Hanım’ın yaptığı hata evladı Ali Bey’in mahvına sebep olur.

Cezmi romanında annesini küçük yaşta kaybeden Cezmi, babasının ilgisiyle bu eksikliği telafi etmeye çalışır. Romanda annesi olmayan çocukların eğitiminde babanın yüklendiği rol öne çıkarılır. Anneliğin Allah tarafından sunulan en büyük ihsanlardan

biri olduğu vurgulanır. “Cezmi’nin validesi yerine kâim olan vücud ise şefkatte valideden pek de dûn olmayan pederiydi.” (s.38) denilerek bu ilahi hikmetten uzak kalan Cezmi’nin anne şefkatini aratmayacak bir babaya sahip olduğu belirtilir. Annesinin eksikliğini çocuğuna hissettirmeyen bir babanın merhametiyle yetişen Cezmi’de babanın sorumlulukları daha da artar. Namık Kemal’e göre anne merhameti baba da cüreti temsil eder ve çocuk da bunları anne babasından öğrenir. “Bu cihetle cennet validelerin ayağı altında bulunduğu gibi pederlerin koltuğu veya kılı sayesinde bulunur. Bir valide çocuğunu ifrât-i şefkatle şımartabilir. Fakat elbette maksadı şımartmak değil, terbiye etmektir. Bir peder evlâdını şiddetle yıldırabilir. Fakat elbette maksadı yıldırmak değil, terbiye etmektir.” (s. 38) Namık Kemal Cezmi romanında anne babanın çocuk eğitiminde nasıl bir tavır takınması gerektiğine dair okura bilgi verir.

Taaşşuk-ı Tâl’at ve Fitnat romanında Talat’ın annesi Saliha Hanım oğluyla ilgilinen bir annedir. Talat için endişelenen, çabalayan elli-elli beş yaşlarında bir kadındır. Eşini genç yaşta kaybeder ve eşinin kendisine vasiyet ettiği gibi oğlunu iyi yetiştirmeye özen gösterir. Yazar ideal bir annenin nasıl olması gerektiğini Saliha Hanım’la kurgular. Saliha Hanım diğer romanlardaki gibi evladı üzerinde söz sahibi olmayan, erkeğin sözünden çıkmayan pasif bir anne değildir. Saliha Hanım’ın olaylara verdiği tepkiler ve bazı düşünceleri kendisinin küçüklükten itibaren iyi bir eğitim aldığını gösterir. Yazar romanda Saliha Hanım’ın annelik becerisini oğluyla alakalı kararlarında ve yönlendirmelerindeki olumlu tutumuyla değerlendirir. Adler’e göre annelik becerisi anneye öğretilecek bir durum değildir. Çocuğun bulunduğu şartlar ve karşılaştığı duruma göre annenin tavrı ve yönlendirmesi sırasında anne bu beceriyi öğrenir. “Çocuğu şefkatle izleyen, çocuğunun sevgisini kazanmak ve esenliğini sağlamak için uğraşıp didinen bir anne, söz konusu beceriyi gösterebilir.” (Adler, 2009:124) Saliha Hanım da bu becerilere sahip bir anne profili çizer ve çocuğuna bu şekilde yaklaşır.

Saliha Hanım’ın akıl ve mantığı öne çıkarıp batıl inançlara ve hurafelere karşı duruşu onun eğitimli olduğunu gösterir. Bir anne olarak o döneme göre oldukça modern düşünür. Talat’ın hastalığı için hocaya başvurma fikrini öneren Ayşe Dadı’yı mantıklı düşünmesi konusunda uyarır. Akılcı bir kadın olan Saliha Hanım oğlunun bir hocaya değil bir hekime görünmesi gerektiğini söyler.

Saliha Hanım romanda “çocuklarının geleceği için özveride bulunmak, sevgiyi ve hoşgörüyü öncelemek ve deneyimleriyle yol gösterici olmak gibi bir takım yüksek değerleri temsil ede[n]” (Deveci, 2014:87) bir annedir. Talat’ın istikbali için endişelenirken kendi duyguları üzerinden oğlunun hayatını şekillendirmeye kalkmaz. Bu tavrını özellikle oğlunu görücü usulü ile evlendirmeye karşı olmasında daha da netleştirir. Bir defa görmekle gelin seçilemeyeceğini söyler. Kendi bulduğu kızla Talat’ın uyuşamayacağını düşünecek kadar mantıklı ve adaletlidir. “Ben bir kızı bir kere görmekle ne tanıyacağım? Çehresini bile anlayamam. Sonra, gelin yalnız güzel mi olmak lazım? Ben, bir kız, akıllı olmadıkça, afife olmadıkça, tabiatı iyi olmadıkça, ben hiç onu kendime gelin yapar mıyım? Sonra, benim beğendiğimi, senin beğendiğini oğlum beğenir mi bakalım?” (s. 8) diyerek çocuk eğitiminde demoktarik ve modern anne davranışının nasıl olacağını gösterir. Evladının geleceğini kurmasında onun kararlarını önemseyecek bir saygıya ve hoşgörüye sahiptir. Ayrıca maddiyata, dış güzelliğe önem vermeyip maneviyatı öne çıkaran bir kadındır. Saliha Hanım iyi bir evliliğin bireylerin kendi kararları sonucunda olacağını düşünür. Çocuk yetiştirmenin temelinde ise anne-babanın uyumlu olması gerektiğini belirtirken aslında romanda evliliğe dair öğütler verilir. “Koca karısıyla, karı kocasiyle ömür geçirecekler, ev idare edecekler. Evlâtları olacak, büyütecekler, terbiye verecekler. Birbirleriyle sevişmedikçe, imtizâc etmedikçe nasıl olur?” (s.9) ikazında bulunan Saliha Hanım eşler arasındaki uyuma dikkat çeker. Yazar böylece iyi bir aile kurup güzel bir evlat yetiştirmede nelere dikkat edileceğini Saliha Hanım üzerinden okuruna anlatır. Saliha Hanım Taaşşuk-ı Tâl’at ve Fitnat romanında kadın eğitiminin önce kişilik sonra da annelik üzerindeki olumlu etkisini yansıtır. Eğitimle bilinçlendirilen kadınların iyi bir anne olacağı ve bunun çocuk eğitimine fayda sağlayacağı Talat’ın annesiyle ispatlanır.

Sergüzeşt romanında iki farklı anne yer alır. Dilber’in satıldığı her iki evin hanımı/ annesi de Dilber’e esir muamelesi yaparak onu küçük görür. Yazar bu hanımların Dilber’e olan kötü davranışlarını anlatırken aslında kendilerinin bir kadın olarak “terbiye-i medeniyeden mahrum” olduklarını vurgular. Atiye’nin annesi, Dilber’i kendi kızından çok aşağıda bulurken öz kızı Atiye’nin terbiyesindeki noksanlığını görmez. Celal’in annesi Zehra Hanım ise Dilber’e kötü muamelede bulunmasa da onun evin cariyesi olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Yani her iki anne de insanları bulunuğu konuma göre değerlendiren, gösterişe meraklı tiplerdir. Bu durum Zehra Hanım’ın

kızının asil bir aileye gelin gitme safhasında oluşundan mutluluk duyduğu kısımlardaki anlatımlarda yer alır. Aynı duyguları oğlu için de yaşamak isteyen Zehra Hanım zengin, iyi eğitim görmüş bir gelin adayını oğluna layık bulur. Zehra Hanım’ın zihninde de eşinde olduğu gibi insanlara karşı bir sınıf ayırımı mevcuttur. Bu nedenle oğlu Celal’in Dilber’e ilgi duymasını kabullenemez. “Hele insaniyete mensubiyetinde şüphe ettiği bir mahlûku, heyet-i içtimaiyenin hiçbir hukukuna lâyık görmediği bir esiri, mahdumunun böyle kendisinden geçecek bir hâlde sezâvar-ı perestiş ve muhabbet addetmesi bir yıldırım gibi zihnine nüzul edince” (s.63) kendini kaybeden Zehra Hanım için bir esiri gelin olarak hayal etmek mümkün değildir. Ona göre Dilber sosyal hayatın hiçbir sınıfında yer alamayacak kadar değersizdir. Zehra Hanım’ın bu tavrı Dilber’i insani boyutundan şüphe duyduğu bir esir noktasına getirir. Bu düşünceler o dönemde esirlerin algılanışını da yansıtır. Dilber’in insanlığı ve kadınlığı değil esir oluşu en büyük sorundur. Mutlu bir evlilik için gerekli olan şartlar konusunda oğluyla aynı fikirde olmayan Zehra Hanım oğlunun geleceğinden ziyade sosyal konumunu düşünen bir annedir. Kızını şımarık yetiştirmesi, oğlunun isteklerine karşılık kişisel tutkularını öncelemesi kendisini hiçbir konuda geliştiremediğini ve cahil kaldığını gösterir. Bu özelliklere sahip Zehra Hanım’ın çocuk eğitiminde başarız olması kaçınılmazdır.

Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanında Felatun Bey’in annesinden gördüğü eğitime dair bilgi bulunmaz. Annesi kız kardeşi Mihriban’ı dünyaya getirdikten sonra loğusayken vefat eder. Felatun’un annesinin bu sürece kadar oğluna nasıl bir annelik yaptığı belli değildir.

Çengi romanında Dâniş Çelebi’nin annesi Saliha Molla çocuk eğitiminde hatalı davranışlarda bulunan bir annedir. Efsun, tılsım, sihir, büyü ile ilgilendiği için çocuğunu bu konuların içerisinde yetiştirir. Geçimini de bu yolla sağlayan Saliha Molla oğlunu peri ve cin masallarıyla büyütür. Bu masallarla gerçek hayatı karıştıran ve korkak bir hâle bürünen Dâniş Çelebi hatalı eğitimin kurbanı olan bir evlattır. Oğluna korkusunu alması ve rahat dolaşabilmesi için Sultan Süleyman mührü adında bir tılsım yapan Saliha Molla bu şekilde oğlunu daha çok tehlikenin içine atar. Bu mühürle kendini güçlü ve güvende hisseden Dâniş Çelebi hayalle gerçeği ayırtedemeden kendisini pek çok olayın içerisinde bulur. “Anne-babaların en önemli görevlerinden biri, çocuklarını dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak ve kontrol etmektir. Ancak koruma, çocuğun sağlıklı büyüyüp gelişmesine engel olacak düzeyde olmamalıdır.” (Çağdaş-

Seçer, 2011:145) Saliha Molla ise bu tehlikelere akılcı bir çözümle yaklaşmaz. Bir anne olarak çocuğunu gerçek hayata alıştırmak yerine gizemli bir dünya içerisinde yetiştirerek oğlunun psikolojisini bozar. Çengi romanında Canbert Bey’in kızına karşı olan yanlış tutumunun anne rolündeki temsilcisi de Saliha Molla’dır. Melek gerçeklerden soyutlanmış bir hayata mahkûm edilmeye çalışılırken Dâniş Çelebi de doğaüstü varlıklara sahip bir hayal âleminin içerisinde uyutulur. Her iki kahraman da anne-babanın yanlış eğitiminin kurbanı olur.

Peri Hanım, Daniş Çelebi’nin eşidir. Daniş Çelebi bir davette kendisine gösterilen cariyenin peri kızı olduğunu öğrenmesi üzerine kendisindeki Süleyman mührüne de güvenerek âşık olur. Peri kızın kendisini görünmez yaptığına inanan Dâniş Çelebi onunla evlenir. Romanda hânenin içerisindeki kötü kadını Peri Hanım temsil eder. Çünkü Saliha Molla’nın kazandığı paraları eğlence âlemlerinde, çalgı sefalarında gönlünce harcayan Peri Hanım kocasını da istediği zaman esrar vererek uyutur. Dadı Kalfa, Peri Hanım’ın gerçekten peri olmadığını ve paralarını da eğlence için harcadığını söyleyince Daniş Çelebi ile bir plan yapar. Planı öğrenen Peri Hanım, Daniş Çelebi’nin kendisinin yerine Dadı Kalfa’yı öldürmesine neden olur. Böylece Peri Hanım’ın kötü karakterinin yanında zeki bir kişilik olduğu da ortaya çıkar. Peri Hanım daha sonra oğlu Cemal’i babasına terk ederek evden kaçar. Romanın ilerleyen bölümlerinde Peri Hanım eğlencelerde dans eden Sünbül Hanım olduğunu açıklar. Aslında kendisi terk edip gittiği öz oğlu Cemal Bey’e bir oyun oynayarak ona bir hayat dersi vermek ister. Çünkü yüklü bir servete sahip olan Cemal Bey’in, babası Daniş Çelebi’den iyi bir terbiye almadığını, kötü âlemlere dalıp ömrünü ve servetini mahvedeceğini düşünür. Sünbül Hanım, Cemal Bey’den Melek’i görmek karşılığında sürekli para koparır. Aslında Sünbül Hanım aldığı bu paraları ileride oğluna geri vermek için biriktirir. Bir süre sonra oğlunun terbiye olduğuna ikna olan Sünbül Hanım, oğlunu Melek’le birlikte eski konaklarına gönderir ve onları babadan kalma servetle mutlu bir hayatın içine bırakır.

Sünbül Hanım, kurnaz ve güçlü bir annedir. Çok az okuyup yazmasına ve kötü ortamlarda bulunan bir kadın olmasına rağmen kuvvetli bir zekâya sahiptir. Cemal’in bazı şeyleri yaşayıp tecrübe ederek öğreneceğine inanır ve bu yolda oğlunun çektiği acılara göz yumacak cesarettedir. Sünbül Hanım’ın romanda oğluna bu şekilde bir ders vermesinin sebebi Cemal’in babasından iyi bir eğitim alamayışına bağlanır. Sünbül Hanım’ın Cemal’i geçirdiği bu terbiye yolu yazarın tecrübî eğitimi desteklediğini

gösterir. “Oğlum, evlâdım, çocuğuna külliyetli mal bırakan babalar, ekseriya çocuğuna insaniyet âleminde ömrünü şan ile geçirebilmesine medar olacak terbiyeyi vermeyenlerdir.” (s. 148) Babaların çocuklarına bırakacağı en büyük mirasın terbiye ve eğitim olduğu vurgulanırken babalığın asli görevinin çocuğuna maddiyat değil terbiye ile manevi zenginlik sağlamak olduğu ifade edilir.

Kafkas romanında Kaplan Bey’in annesi Şirinşah Hanım cesaretli, geçmişine bağlı bir Kafkas kadınıdır. Kafkas halkının birliği için elinden gelen her türlü fedakârlığı yapar. Eşinden miras kalan ülkülerini gerçekleştirmek için oğlu Kaplan Bey’e ve arkadaşlarına güvenir. Fakat Kaplan Bey’in Rus kızı Katerina’ya olan aşkını öğrenince ayrıca Rusların isteklerine karşı sadakat sözü verdiğini duyunca bütün ümitleri kırılır. Şirinşah, babası gibi yiğit bir asker olan oğlunun Moskoflu bir kıza âşık olmasına çok üzülür. Esma Can gibi huyunu, terbiyesini, ahlakını her yönden beğendiği örnek bir Kafkas kızını oğluna almak ister. Şirinşah, Kaplan Bey’i Katerina’dan vazgeçirmeye çalışarak oğluna bu aşkın yanlışlığını anlatır. Ama oğlunun Katerina’yla siyasi bir çıkar için görüştüğünü öğrenince onu affeder.

Şirinşah oğlunu tarih ve vatan bilinciyle yetiştirir. Atalarının toprakları için verdiği savaşları anlatarak Ruslara karşı mücadeleden sakınmayan bir evlat olmasını ister. Kaplan Bey de annesinin istediği gibi bir evlat olur. “Hele vatan muhabbetine gelince onun kudsiyetine nispetle Esma Can bile hiç kalır. Anacığım. Doğru özden çıkan doğru söze darılmazsın ya. Sen benim anamsın. Başımın tacısın. Veliü’n-nimetim, sebeb-i hayatımsın. Ama vatan benim için senden daha pek çok büyük bir şeydir.” (s. 122) Annesine bu şekilde seslenen Kaplan Bey kişiliği ve terbiyesiyle vatanı için örnek bir Kafkas genci olduğunu ispatlar. Şirinşah “lâzım olan şey vatanperverlik hissini kaybetmemek” (s.120) diyerek başta oğlu olmak üzere etrafındaki herkesin düşmana karşı savunmada üzerine düşeni yapması gerektiğini hatırlatır. Geleneklerine ve geçmişine bağlı bir Kafkas kadını olan Şirinşah yabancıların her açıdan tehlikeli olduklarını bildiği için onlardan gelen her hareketten şüphelenir. Bu nedenle oğlunu ve Kafkas halkını korumak adına milli duyguları perçinleyici sözleri ve teşvikiyle romanda cesur bir asker eşini ve annesini simgeler. Şirinşah milletine bağlı, cesaretli bir Kafkas kadınını temsil etmenin yanında misafirperverlik özelliğiyle de Kafkas kadınlarının nasıl olduklarını gösterir. Eve gelen misafire düşman bile olsa kendi hanelerinde kötü davranılmaması gerektiğini oğluna öğütleyecek bir annedir. Eric Fromm anneyi

“doğduğumuz yurttur, doğadır, topraktır, denizdir.” (Fromm, 2011:54) diye tanımlamaktadır. Bu tanıma göre çocuk da bu toprak içerisinde yeşeren bir tohumdur.