• Sonuç bulunamadı

I. HAREKET

1. Kişi için altı durak vardır; can, gönül, akıl, nefis, vücut ve kendi. 2. Can Hakk’ın huzurunda o cemâle gözünü kırpmadan sürekli bakmıştı.

3. Akıl onun sanatında kendini unutmuş; o denizde büsbütün bakıp kaybolmuştu. 4. Gönül onun için deli olmuş; bu yüzden zapt edilemiyordu.

5. Nefis o eşikte toprak olmuş; dünyaya dokunmadığı için tertemizdi. 6. Vücut da korkuya kapılmamış ve nimetlere kavuşarak uykuya dalmıştı.

7. İşte o zaman kişi, büsbütün Hak’la beraberdi ve onun takdiri ile iş yapardı. O, kişi ile; kişi de, O’nunla sevgili idi.

II. HAREKET

8. O vakit kişide benlik yoktu; hatta orada ne zaman ne de mekân vardı. Onun birliğinden başka bir şey yoktu; o sonsuz bir hazine idi ve kendini gösterip tanınmak istedi.

9. Kudreti ile âlemi yarattıktan sonra, âlem içinde de Âdem’i yaratıp yüce kıldı. 10. Allah bu insanları dünyaya gönderince, her biri gelip bir varlığa bağlandı. III. HAREKET

11. Asıl hazineyi isteyen, diğer şeylere gönül vermez ve ondan başka bir şeye takılmaz.

12. Kişi dünyaya gelince, dünyayı altı şeyin tuttuğunu ve onların her varlığı emri altına alıp inlettiğini görür.

13. Kimse bunlara uğramadan gidemez. Allah bunu böyle yaratıp, düzenlemiştir. 14. Dünyaya her gelen, bunlarla karşılaşır. Çünkü gitmek için bunlardan başka yol yoktur.

142 IV. HAREKET

15. Kişi, ilk yere varınca bir kişinin hükmünün geçtiğini ve ona bütün cihanın boyun eğdiğini gördü.

16. Mal, nimet, hizmetçiler, taht, taç ne isterse onda ve her gün orada binlerce aç yiyip içmekteydi. Süslü saltanatı, adaleti olan bu zatın yanında ister tanıdık, isterse yabancı olsun kimsenin emri geçmemekteydi.

17. Bu kişinin kim olduğunu, böyle bir işi kimden aldığını sorduğunda; bunun sultan olduğunu, bu devleti de Tanrı’nın verdiğini söylediler.

18. Hiç kimse uğramadan ve ondan emir almadan buradan geçemezdi.

19. Sonunda vücudunu, o kapıya hizmetçi bıraktı. Vücut zenginliğe ve yoksulluğa razı olup; o eşikte hizmete başladı.

V. HAREKET

20. Sonra ikinci konağa geçti ve orada bir yere daha uğradı.

21. Orayı da hareketli, sözü sağlam ve güzel; doğru emir verilen bir yer olarak gördü. Dünyada güzel güzel yiyip içmek, zevk safa sürmek için nefse hayatı öğretiyordu. 22. Bu yaratılışın ne ile devam ettiğini biliyor ve bütün mahlûkata yol gösterip anlatıyordu. Eğer yaratılış gevşek olursa, kuşun kafesten uçup gitmesi gibi, nefis de durmazdı.

23. O mecliste biz söz söylendiğini dinleyince, bu ilmi çok iyi bildiğini gördü.

24. Mutlak hâkim olan korkup çekinmeden her kişide hükmünü eksiksiz yapmaktaydı.

25. Bu kez tabiat üstüne hâkim olan bu kimseleri sordu. Fen ve sanat bilenin, madenlerde işe yaramaz curuf kısmı ayıranların bunlar olduğunu söylediler.

26. Deli olsun uslu olsun, herkesin uğrayıp geçtiği o kimselere bu bilgi Hak’tan verilmişti.

143 28. “Nereye gidiyorsun, bu işi anlamadın mı? Geçme, hikmet, ilim ve sanat eksiksiz buradadır, böyle bir yer nerede bulunur?” dedi.

29. Sonra o kişi, nefsi bunlarla bıraktı ve nefis, menzile ulaşamadı. Artık nefis, şerbet içmek ve sağlıklı bir hayat sürmek için dünyada kaldı.

VI. HAREKET

30. Kişi üçüncü konağa geldi, burada da sağlam bir meclis kurulmuştu.

31. Bunların İslâm evinde yer tuttuklarını, her türlü insanın günde beş defa birlikte toplandıklarını gördü.

32. Bunlar din içinde kürsüsü bulunan ileri gelenler olup, halka Tanrı’dan haber verirlerdi. Herkese Allah’ın ve peygamberin buyruğunu söylerler cennet ve cehenneme nasıl gidileceğini anlatırlardı.

33. Yapılıp yapılmaması gereken şeyleri, iyilik ve kötülükleri anlatan bu kişilerin sözünü halk dinler ve tutardı.

34. Bunlar, Kur’an’ı delil almış, çalışkan, hareketli ve doğru işli insanlardı.

35. Bu kez de; halka iyiyi kötüyü bildiren insanların toplandığı bu mahfilin , nasıl bir meclis olduğunu sordu.

36. “Bunlar ilim sahipleri olup; akılları da herkesten fazladır.” dediler.

37. Tanrı’dan peygambere gelen emirler; onun dilinden bunlara miras kaldı. Bunların açıkça söyleyip bildirdiği İslâmiyet’ti; akıllı kimse de burayı mekân tuttu.

38. O kişi yoluna devam edip, tekrar asıl ülkesine gelmek istiyordu. Fakat aklı, “geçme, burayı terk etmek akıl kârı değil, kimse böyle yapmadı.” dedi.

39. Sonra o kişi, aklı kullukta bulunsun diye kalkıp, hizmet için o kapıda koydu. Akıl o kapıda, bir saadet zamanını gözeterek, ibadet için kaldı.

VII. HAREKET

40. O kişi bu defa dördüncü konağa geldi, orada da bir meclis kurulmuştu.

41. Burada zikir, tespih ve tevekkül eden başka düşünceleri bulunmayan kimseler gördü. Dilleri devamlı Allah’ı anıyor, her birinin gönlü aşk ateşi ile yanıyordu.

144 42. Bunlar baştan aşağı birlik ülkesini tutmuşlar ve insanların gönlünü kendilerine bağlamışlardı.

43. Mumla topluluk uygunluk gösterip birbirini süslemişti; bütün insanlar bunlardan faydalanırdı.

44. Bunlara makam, doğruluk ve gönül hoşluğu idi; bunlar sözlerinde durup vefa gösterenlerdi.

45. Bunları hoş görünce, kim olduklarını sordu.

46. “Bunlar Allah’ın güzel huylu kıldığı, kendi yolunda ilerleyen kullarıdır. Bunlar kimseyi horlayıp kötülemediler, kimseyi ayırmayıp herkesi aynı gözle gördüler, kimse de bunları bırakıp gitmedi. Asıl konak yeri buradır, gitme kal; buradakilerin hepsi güzel huyludur.” dedilerse de o kişi daha ileri geçip, içeriden içeriye gitmek isterdi.

47. Gönlü, “kal, gitme arzuladığın meclis bu konaktadır.” diyordu. 48. Ve o kişi, gönlünü, o kapıda hizmet etmesi için, bunlarla bıraktı. 49. Gönlü o eşikte, bir gün rahmete kavuşurum diye sohbet için kaldı. VIII. HAREKET

50. O kişi ise beşinci konağa yürüdü ve orada bir meclise ulaştı. O mahfilin üstünlüğünü ve her an insanın kendinden haber verdiğini gördü. Bunların sözü insanın kendini bilmesi, işleri de kendine gelmesi idi.

51. Bunlar, daha gitmeden irfan davası içinde, devamlı yeri göğü dolaşıp gelirlerdi. Bütün insanların gönlündekiler ve onların her bir dileği bunlara açılmıştı.

52. Vücutları zayıf ve güçsüzdü, ayda yılda bir defa da olsa, evlerinden çıkmaya takatları yoktu. Canları ise kuvvetlenmiş ve bunlar yerle gök arasını doldurmuştu. 53. Bunları hep böyle gördüğü için durumlarını sordu. “Hâllerinden hayrete düştüğüm bu insanların kimler olduğunu söyleyin.” dedi.

54. “İşte o gönül gözü açık, sırlara vâkıf yerde yürürken arşta yazılanları okuyan ârif veliler bunlardır. Bunlar bütün varlıkları aydınlatan ve pervane gibi, bütün canlıları

145 bir araya getiren mumlardır. Kimsenin canı bunları bırakıp gidemedi, doğrusunu istersen seninki de onlarla kalacak.” dediler.

55. O kişi burada da durmayıp geçmek isteyip ve o makama varmak için sabırsızlanırken; canı, “bundan öteye yol yok, ben bu meclisi çok beğendim, sen de kal.” diyordu.

56. Bu kez de canını, kendini bilmesi için, o ârif velilerle birlikte bıraktı. Can orada kaldı, o kişi geçip altıncı konağa ulaştı.

IX. HAREKET

57. Burada rastladıkları şaşılacak kimselerdi.

58. Bunlar ne yerlerinde durabiliyor; ne de bir istekte bulunuyorlardı. Kendilerini bilmedikleri gibi başkalarını da tanımıyorlardı; günah işlemezler, Hakk’ın emrini de yapmazlardı. Dilleri iyi kötü hiçbir söz söylemezdi; gözlerini açmaya bile kudretleri kalmamıştı. Her biri kendini kaybetmiş ve âcizlik içinde Allah’a yönelmişti.

59. Bu yolda böyle mahkum olan bu insanların da kimler olduğunu sorunca, “bunlar âciz kalıp padişahlık denizine kavuşup, batanlardır. Seçilmiş ve seçilmemiş herkes bu âcizlik evinde kaldı; bu makam, ne kadar varlık varsa hepsini hiçe saydırdı. Nice hızlı gidenler burada son buldu; ne kadar akıllı varsa, bunu kavramayıp âciz kaldı. Bu nice sermayeleri savurdu; sahipleri de bu konakta düşüp kaldı.” dediler.

60. O kişi burayı da geçmek istedi; fakat geçmeye gücü yetmedi. Âciz, şaşkın, inleme sızlama içinde kaldı, artık gayret, ar namus çekilip gitti.

61. Bu âcizlik konağından ayrılmak için çalışıp geçmeye vücut lâzım, hani o nerede? O kişi için binek olan nefis de yok; halbûki onunla dört bir tarafı dolaşırdı. Âcizlik evinden onu çıkaracak, ona en yakın dost olan akıl ve bilgi de kalmadı. Artık gönül de yok; gitmeğe çalışan canı da kaybetti, o olsaydı belki bu âcizlik mülkünden çıkabilirdi. Bunların hepsi o kişiden uzak düştü, ve bu âcizlik evi durak oldu.

62. Hak’tan başka tanıdığı ve yakını kalmadı; işte bu defa ağlayıp Allah’ı andı. 63. Ona, “ey düşkünleri kaldıran! Yer ve gökte ne varsa hepsine sen hayat verirsin. Düşüp kalana kuvvet senden gelir, sıkıntı gününde herkesin feryadını sen işitir, yardım edersin. Vücut, nefis, akıl, bilgi, gönül ve can gibi sevdiklerimden hiçbiri

146 gelmedi; senden başka da elimden tutanım yok. Önünde sonunda delilim sensin; ben senden tarafa ancak seninle gidebilirim. Ey cömertler cömerdi! Senin ihsanların çok, iyiliklerinde pek fazladır. Ey herkse acıyan! Beni bu düşkünlük evinde bırakma. Benim kendime imdadım olmaz; benlik benden uzaklaştı ve bütün işler sana kaldı.” dedi.

64. İşte Hakk’a olan bu yalvarmaları bitince; o her zaman diri ve sonsuz olan Allah, altı şey bağışlayarak o kişinin bütün sözlerini hâle çevirdi.

X. HAREKET

65. Önce inayet önüne çıkıp, elini tuttu ve onu üzüntülerden kurtardı. 66. Sonra hidayet gelip onu Hakk’ın dergâhına götürdü.

67. Uygunluk gelip ona güç kuvvet oldu ve Hak’tan tarafa gitmek için yoldaşlık yaptı.

68. Ondan sonra akl-ı kül göründü; ona bu yolda usül içinde usül öğretti. 69. Ardından sevgilinin aşkı gelip onu üstüne bindirdi.

70. En sonunda ise saadet geliverdi; o zaman nereye baktıysa o sevgilinin cemalini gördü.

71. İşte Hakk’ın bağışladığı bu altı şey onu, elinden tutup âcizlik evinden çıkardı. Sonra o yüce huzura götürüp muradına ulaştığında; ihsan, rahmet, yumuşaklık ve adalet gördü.

72. Kim onun adaletine rastladıysa; huzura kavuşmadı ve yollarda kaldı demektir. Kim de fazlına ve ihsanlarına yoldaşlık etti ise, sonunda onun huzuruna ulaştı.

DURAK

147