• Sonuç bulunamadı

1.1.2. İnsanın Duygusal Yapısı

1.1.2.3. Din Duygusu (İnanma İhtiyacı)

İnsanın yüce bir varlığa inanması, bu inancın nasıl ortaya çıktığı, insanı inanmaya götüren nedenlerin neler olduğu, inançların bireysel ve toplumsal yaşam üzerindeki etkinliği her zaman tartışılan konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle insanı tanımaya ayırdığımız bu bölümde bu konular üzerinde durmamız önem arz etmektedir.

İnsanı inanmaya götüren iki nedenden söz edebiliriz. Birincisi inanma insanın yapısına yerleştirilmiş bir içgüdüdür. İkincisi inanmak insan için bazı ruhsal ihtiyaçlarını onunla karşıladığı bir gerekliliktir. İnsanda dinî bir kabiliyetin ve yüce bir varlığa inanma ihtiyacının bulunduğu antropolojik veriler tarafından desteklenmektedir. İlkel toplumlar ve kültürlerin dinleri ile ilgili gerçekleştirilen bütün araştırmalar, dünya üzerinde yaşadığı bilinen büyük küçük tüm insan topluluklarının güçlü dinî yönelişlere; insanüstü ilahî bir varlık anlayışı ile ölüm sonrası hayat inancına sahip olduklarını;

114 Tarhan, Duyguların Psikolojisi, s. 67.

115 Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 97. İnsan Allah arasındaki sevgiye daha sonra yer verileceği için bu başlık

ayrıca inanç sistemlerine uygun bir takım ibadetler ve dinî törenler geliştirdiklerini ortaya koymuştur.116 Dolayısıyla bütün insanlar hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak bir iman kaynağına ihtiyaç duymuşlar ve toplumun temelini o iman kaynağına dayandırarak medeniyetler kurmuşlardır.117

Din, insan yaşamını bütün yönleriyle etkileyen temel bir unsurdur. İnsanın duyguları, düşünceleri ve eylemleri inançlarıyla şekillenmektedir. Bu nedenle, bireyin yaşamının bütün ayrıntılarına dokunan inançların temel kaynağının ne olduğu merak edilmiş ve araştırılmıştır. Özellikle din psikolojisi alanında çalışmalar yapan bilim adamları insanın dinî inanış ve yaşayışlarının kaynaklarını ortaya koymak için uğraşmışlardır. Mesela Erich Fromm, insanın hayatında sürekli bir huzursuzluk, kaygı ve karmaşa yaşadığını, bu durumdan kurtulmak için de bazı insanların dine başvurduğunu, insanların bu kararı vermelerinde onların güvenlik arayışı içinde olmalarının etkin olduğunu118 ifade ederek insanın bir inanca sahip olmasını psikolojik gereksinimlerine bağlamıştır. Carl Gustav Jung ise dinin insana özgü içgüdüsel bir davranış olduğunu ve insanın ruhsal dengesini sürdürebilmesinin dinin amacı olduğunu119 savunarak imana ontolojik bir temel göstermiştir. Din ihtiyacının kökeninde insanın zayıflığı ve çaresizliğinin etken olduğunu söyleyen Freud'a göre, çocuktaki ürkütücü çaresizlik duygusu, babanın sağlayacağı bir korunma ihtiyacı yaratmış ve bu çaresizliğin bir ömür boyu devam edeceğinin kavranması, çok daha güçlü bir babanın varlığına sığınmayı zorunlu kılmıştır. Ona göre Tanrı yüceltilmiş babaydı ve baba özlemi din gereksiniminin köküydü. İnsanın yaşamın tehlikeleri karşısında duyduğu korkuları ancak ilahî bir güç dindirebilecektir. Freud, bütün bunların ise bir yanılsama olduğunu söylemektedir.120 Freud'un din duygusunu oğul- baba ilişkisi şeklinde aile içerisindeki ilişkilerle temellendirmeye çalışması eleştirilmiştir. Çünkü Tanrı'ya iman, çocuksu ve patolojik bir tutum olamaz. İnsanın ayırt edici bir özelliği olan din, insanın durumlarından herhangi birine indirgendiğinde insanın değeri düşer veya sakat bir insan ortaya çıkar.121 Kerim Yavuz Girgensohn'un dinin kaynağı hakkındaki görüşlerini şu şekilde aktarmaktadır: “İnsan kendi emniyeti

116 Bahadır, Abdülkerim, İnsanın Anlam Arayışı ve Din, İnsan Yay., İst., 2011, s. 148-149. 117 Özakpınar, İnsan İnanan Bir Varlık, s. 39.

118 Fromm, Erich, Psikanaliz ve Din, ç. Elif Erten, Say Yay., İst., 2010, s. 15. 119 Jung, Carl Gustav, The Undiscovered Self, New York, 2005, s. 18.

120 Freud, Sigmund, Uygarlık Toplum ve Din, çev. Emre Kapkın, Payel Yay., İst., 2004, s. 186-187.; Ali

Ayten, Din Psikolojisi, İz Yay., İst., 2010, s. 67-68.

bakımından birine veya bir şeye dayanma ve bağlanma ihtiyacı duyar. Bu ihtiyaç onun içinden kendiliğinden doğup ortaya çıkan bir duygudur. Bu ihtiyaç, insanın tabiatında var olup akılla ispatlamaya da gerek yoktur. Çünkü o duyuluşuyla bir realitedir”.122 Kısaca görüşlerini vermeye çalıştığımız psikologların insanın inanma ihtiyacını bir kaynağa dayandırmaya dair bakış açılarında, insanın güvende olma, sevme ve sevilme, çaresizlik duygusundan kurtulma gibi psikolojik unsurların etkin olduğunu görmekteyiz. Ancak Girgensohn ve Jung insandaki inanma ihtiyacına psikolojik bir temel koymakla birlikte bu durumu insan fıtratına dayandırmaktadır. Bunlarla birlikte insanın dini bağlılığını çevresel faktörlere dayandıranlar da olmuştur.

Din duygusu insanın yaratılışına bağlı tabiî ve fıtrî, fakat basit bir duygu olarak kabul edilmiştir. Ancak bu duygu, birçok elemanın katılımları ve karışımlarıyla karmaşık, olgun bir topluluk meydana getirir ki, buna din ve ulûhiyet şuuru denir. Din duygusu, fıtrî ve ilkel haldeyken aklın ve tecrübenin müdahalesi yoktur; fakat olgun bir şekle gelince aklın ve tecrübenin müdahalesi başlar. İnsan, ilim ve tecrübeyle, mantıkî analizler yaparak bu basit kabiliyete aklî kavramlar da ilave eder. Diğer taraftan aile ve toplum, eğitim ve telkinlerle ferdin şuuruna belirli itikatlar ve dogmalar aşılamaya başlar. Artık fertte belirsiz din duygusu yerine belirli itikatlar ve ahlakî kurallarla beslenen bir din şuuru teşekkül eder.123 Bu bakış açısı bize Hz. Peygamber'e dayandırılan: “Her doğan çocuk muhakkak fıtrat üzerine doğar. Sonra annesiyle babası onu yahudi yahut hıristiyan yahut mecûsî yaparlar...”124 hadisini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla insan doğuştan bir inanma duygusuna sahip olmakla birlikte bu duygunun bir dine kanalize edilmesi ve şekillenmesi ailenin ve içinde yaşanılan toplumun etkisiyle olmaktadır. İnsanın dini inançlarında aile ve çevrenin etkisi göz ardı edilmemekle birlikte akıl ve özgür iradenin varlığı insanın sorumlu tutulmasının gereğidir.

İnsanın bir dine yönelişi sadece bir duyguya indirilecek kadar basit bir olay değildir. İnanmak ve inancının gereklerine uygun yaşamaya çalışmak insanın fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak bütün yönlerinin aktif katılımıyla gerçekleşir. Bireyin bir dine yönelmesinin temelinde, bazen fıtrî duyguları, bazen acizlik ve çaresizlik duyguları, bazen entelektüel etkinlikleri, bazen bireysel ihtiyaçları, bazen korkuları, bazen içinde yaşadığı toplumun gelenekleri, bazen bunlardan birkaçı, bazen farklı

122 Yavuz, Kerim, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, DİB. Yay., Ank., 1987, s. 130. 123 Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 104-105.

124 Buhârî, Muhammed b. İsmail Ebu Abdullah, Sahihi Buhârî, (Arapça-İngilizce), çev. Muhammed

Muhsin Han, Daru's-Selam, Riyad, 1997, II, s. 267; Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût- Adil Mürşid ve dğr., Müessesetü'r-Risale, Beyrut, 2001, c. XIII, s. 510.

düzeylerde hepsi etkili olabilir.125 Çünkü insan biyolojik, psiko-sosyolojik ve kültürel özelliklere sahip bir varlıktır ve birçok davranışında onun bu özelliklerinin, beraberce karmaşık etkisi vardır.126

İnanma duygusu insanın ayrılmaz bir parçasıdır ve kutsal bir varlığa inanmak insanda bir ihtiyaçtır. İnanma duygusunun kaynağı konusunda onun fıtrî olmadığını ileri sürenler olduğu kadar, onun insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve fıtrî olduğunu söyleyenler de vardır. Her iki durumda da din, insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır.127 İnsan yaşamı incelendiğinde büyük felaketlerin yaşandığı korku dolu anlarda, acizlik ve çaresizliğin olduğu hallerde, haksızlık ve adaletsizlik yaşandığı durumlarda, başarısızlık, hayal kırıklığı, sevgisizlik suçluluk duygusu, pişmanlık gibi negatif duyguların giderilmesinde din ve Allah inancı insan için en önemli sığınak ve ümit kaynağıdır. Mesela ölüm korkusunun yıkıcı etkilerine karşı, kişiler ve toplumların güvenip bağlanabilecekleri ve onları hayata bağlayabilecek en önemli şeyin Allah'a tevekkül ve ahiret inancı olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu anlamda her halde dinin dışında ve onun yerini doldurabilecek hiç bir profan mutlak değer mevcut değildir.128 Din insana yaşamın devam edeceğine dair verdiği umutla ve bu sayede insandaki yok olma korkusunu dindirerek insana en büyük armağanlardan birisini vermiştir. Bu anlamda din insanı ölüme ve çürümeye teslim olmaktan kurtarmıştır.129

Tanrı inancının kaynağını insanın çaresizliğine, tabiat olayları karşısında yaşadığı korkulara dayandıran psikologlar da olmuştur. Kur'an, çaresizlik ve kriz halini yaşayan insanların tasvirlerini yaparak, böyle bir durumda yaşanan duygulara, yönelimlere, tutum ve davranışlara açıklık getirmiştir. Kur’an insanda çaresizlik anında doğal olarak, kendiliğinden ortaya çıkan tanrıya yönelme eğiliminin bilinçli ve istemli bir Tanrı inancına dönüşmesini istemiştir. Çaresizlik durumunda insanın Allah'a yönelişi Kur'an'da: “Onları gölgelikler gibi bir dalga kapladığında dini Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder”130 ayetiyle ifade edilmektedir. Kur'an, insanın doğuştan Allah'ı

125 Kayıklık, Hasan, "Bireysel Dindarlığın Psikolojik Kaynakları", Dinî Araştırmalar, V, S. 13, 2002, s.

27-40.

126 Peker, Hüseyin, Din Psikolojisi, Çamlıca Yay., İst., 2011, s. 76. 127 Köylü, Mustafa, Gelişimsel Basamaklara Göre Din Eğitimi, s. 29. 128 Günay, Ünver, Din Sosyolojisi, İnsan Yay., İst., 2012, s. 416-417.

129 Malinowski, Bronislaw, Büyü Bilim ve Din, çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yay., İst., 2000, s. 47 130 Lokmân, 31/32; Benzer bir âyet için bkz. Yûnus, 10/22-23.

tanımaya ve iman bilincine varmaya yönelik kapasiteye sahip, ilahî gerçekleri benimsemeye yetenekli olarak, kısacası “fıtrat üzere” yaratıldığını131 “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler”132 ayetiyle açıklamaktadır.

İnanmak, insanın zihinsel anlamda istikrara kavuşması için zorunludur. İnsan, nasıl bir inanca sahip olursa olsun zihinsel şüphe ve tereddütlerden uzak olmalıdır. İnsanın inanç ya da inançsızlık arasında kararsız kalması düşünülemez. Çünkü insan zihni belirsizlikten kurtulmak ister. Belirsizlik durumu insan zihninde uzun süre devam ederse, bireylerde dengesizlikler meydana gelir. Müzmin kararsızlık ve yapılacak fiilin seçimi hususunda çatışmalı hisler içine girme, bireyleri ruhen muzdarip ettiği gibi, toplumsal açıdan da uyumsuz yapar.133 Dolayısıyla insanın zihinsel anlamda huzura kavuşması, şüphe ve tereddüt içinde bocalamadan kararlaştıracağı eylemler yapması ancak bir iman kaynağına bağlanması ile mümkün olabilir.

İnsanda inanma duygusunun ya da bir dine bağlanmanın kaynağı konusunda farklı yaklaşımların olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşımları üç maddede toparlamak mümkün görünmektedir: 1) İnanmak insanın doğasında var olan bir içgüdüdür ve doğumundan sonra çevresel faktörlerle şekillenir.

2) İnsanda korunma, kendini güvende hissetme, yalnızlık ve çaresizlik anlarında bağlanma gibi duygusal ihtiyaçlar bulunmaktadır. İnsan bu ihtiyaçlarını ancak yüce bir yaratıcıya inanarak giderebilir.

3) Bir dine bağlanma başta anne baba olmak üzere çevresel faktörlerin kişiyi etkilemesiyle ortaya çıkar. Aslında insanda inancın ortaya çıkmasında bu maddelerin her biri birer basamak gibidir. İnsanın yaratılışında yüce bir varlığa inanma içgüdüsü olmasaydı çaresizlik anında ona yönelip sığınması ve ondan yardım istemesi söz konusu olmazdı. Dolayısıyla insan kendisine potansiyel olarak verilmiş inanma duygusuyla manevi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Diğer taraftan insanın inanç dünyası içinde yaşadığı ailenin ve toplumun inançlarıyla şekillenmektedir. Ancak insan kendisine sunulan inançları aklı ile sorgulayarak eleştirebilir, özgür iradesi ile de kabul ya da reddedebilir.

131 Kasapoğlu, "İnsanın Çaresizliği ve FıtratınUyanışı", Kelam Araştırmaları, 3/1, 2005, s. 61-90.

132 Rûm, 30/30; Allah inancının fıtrî olduğuna delil olarak gösterilen bir başka âyet için bkz. A'râf Sûresi,

7/172. Fıtrat kavramı daha sonra ele alınacağı için burada üzerinde durulmamıştır.

İnancın bireysel olarak hayatımıza kattığı anlamlara gelince, son yıllarda yapılan araştırmalara göre; kendi ötesinde ve üzerinde yüce bir varlığa inanıp bağlananlar, inançsız olanlara göre çok önemli sağlık avantajlarına sahiptirler. Bunlar: a) Kriz, stres veya sosyal çatışmaları daha kolay aşabilme, b) Bunalıma ve diğer psikosomatik hastalıklara yakalanma riskinin daha az olması, c) İyileştirmeye yönelik daha güçlü bir umut ve güven geliştirme, d) Alkol, uyuşturucu, sigara gibi bağımlılık yaratan alışkanlıklar geliştirme tehlikesinin düşüklüğü, e) Acı tecrübeleri ve ölümü daha bir sükûnetle karşılama, hayatın son aşaması ve ölüm sonrası hayat için korku ve endişelerden uzaklık. Bu noktada inanç, önemli bir düzenleyicidir.134

Dinler var olmak için toplumlara ihtiyaç duyduğu gibi toplumların da birçok açıdan dinlere ihtiyacı vardır. İnanç sistemlerinin (dinlerin) bir takım toplumsal fonksiyonlar icra ettikleri de bir gerçektir. Dinin en önemli toplumsal fonksiyonlarından biri, onun toplumsal düzenin korunmasını sağlayıcı “muhafazakâr fonksiyon”unda toplanmaktadır. Bu yönü altında din, dinî inanç ve normlar, toplumda önemli bir sosyal kontrol rolü'nü üstlenirler. Dindeki günah-sevap ve helal-haram gibi normlar, aynı zamanda ve birçok durumlarda toplumdaki “ahlâkî normların temel ölçütlerini sağlayıcı fonksiyonlar” görürler. Dinin, dinî inançlar ve uygulamaların, ayin ve törenlerin “toplum dayanışmasını güçlendirici roller”i bulunmaktadır. Aynı şekilde din, kişi ve topluma, içinde yaşanan dünyaya ve hayata bir “anlam kazandırma fonksiyonu” görür ve böylece onların dünya görüşleri ve hayat anlayışlarının şekillenmesinde önemli roller üstlenir.135