• Sonuç bulunamadı

Diğer Sanatkârlar/Zanaatkârlar

Örücü: Burada kastedilen yeni bir ürünü ortaya çıkaranlar değildir. Ne yün

ipliklerden ne de halıların ilk defa örülmesinden bahsedilmiyor. Buradaki örücüler, kullanılmış ürünlerin bir şekilde görmüş olduğu zararları onaran kimselerdir. Bugün

526 HH.MFŞ, nr.9/1.

527 HH.MFŞ, nr.11/2, 4 Ks 1304. 528 HH.MFŞ, nr.8/19, 8 Nisan 1303.

hâlâ bu işi yapan, az sayıda da olsa, vardır. Örücüler, sarayın dekorasyonunda (artık biz de tefriş kelimesini bırakıp dekorasyon diyoruz) kullanılan kumaşları ve halıları, daha iyi dursun diye bulundukları mekânlara çeşitli araçlarla sabitliyorlardı. Böylece hem görünümleri güzel ve düzgün duruyordu hem de bu düzenlerini sık sık bozma gibi bir durumla karşılaşılmıyordu. Bu, hem odanın güzelliğini ve düzenini kolaylaştırılıyor hem de buradan sorumlu personele büyük kolaylık sağlıyordu. Ancak gerek mevsim dönümlerinde değiştirilmeleri gerektiğinde gerek eskidiklerinde gerekse yenilenmeleri istenildiğinde bu ürünler sabitlendiği yerlerden çıkarılıyordu. Bu seferde, sabitlendikleri noktalar büyük zarar görmüş olarak meydana çıkıyor; ürün, bir dahaki sefere kullanılamaz hâle geliyordu. O zaman da, ister aynı mekânda isterse başka bir mekânda kullanılmak üzere bu ürünlerin elden geçirilmesi; eskimiş, zarar görmüş, çürümüş bozuk yerlerinin tamir edilmesi gerekirdi529. İşte bu işlemleri de o zamanının ‘örücüler’ denilen meslek erbabı yapıyordu.

Örücüler genelde Yahudilerdendi530. Örücülük işinin neden özellikle Yahudiler tarafından yapılıyor olduğunu doğrusu biz de anlayamadık. Ama bu ‘Yahudiler’ lafını, saraya çağrılan bir veya iki kişinin Yahudi olmasından dolayı kullanmıyoruz. Belgelerde bunların adı dahi zikredilmeden “Örücü Yahudiler” diye tanımlanarak kullanılıyor. Dolayısıyla bu işi yapanlar kesinlikle Yahudiler. Ama neden Yahudilerin bu işi yaptıklarını belki ileride anlayabileceğiz.

Yaptıkları işleri detaylandıracak olursak; Dolmabahçe Sarayı’nın divan yerinde, muayede halılarının bazı bölgelerinin eskidiğini, bunların bazı yerlerinin yenilenmesi gerektiğini bazı yerlerinin de tamire muhtaç olduğunu, dolayısıyla Mefruşat İdaresinin bununla ilgilenmesini ifade eden bir belgede (12 Kasım 1900): “Mezkûr kaliçelerin yerlerine vaz edilmesi ve sonradan çıkarılmasından dolayı çivi

yerlerinin çoğunun kenarları yırtılmıştı. Çürüklerinin çıkarılmasıyla kullanıma

kabiliyetli olanlarının örücü marifetiyle eklendiği belli olmayacak surette

529 Dolmabahçe sarayında yazı dairesinde padişaha mahsus iki odanın kaliçeleri rutubetten çoğu yeri çürümüş ve bazı yerlerine dahi güve dokunduğundan dolayı isti’male gayr-ı salih bir hale geldiğinden bunların kendi cinsinden bulunur ise müsta’id (kabiliyetli) örücü marifetiyle icra-yı tamiri kabul etmediği halde olvecihle tecdidi (16 ks 1317 Müdir-i bekçiler). Yenisi alınıyor. (HH.MFŞ, nr. 28/69, 2. Belge).

örüverilerek uzunluk miktarlarına ulaştırılması” istenmişti. Ancak bu mümkün olmazsa noksan olanların kendi cinsinden olmak şartıyla yeniden ilavesiyle tamamlanması, bu da olmazsa toptan yenilenmesi gerektiği hususunda Mefruşata durum izah edilmişti531. Mefruşat İdaresi de, gerekli incelemelerden sonra yapılması gereken işleri belirleyip, tamir bölümü için örücü Yahudilere haber verilerek, işin mahiyetine göre yevmiye üzerinden hizmetlerinin bedellerini öderdi.

Örücü Yahudiler Aralık1877-Ocak 1878 tarihlerinde, iş çıktığında, yevmiye olarak Mefruşat İdaresinden 35 kuruş alırlardı532. Eylül-Ekim 1878533’de yevmiyeleri 70 kuruştu; 3 gün çalışıp 210 kuruş kazanmışlardı. Ekim-Kasım 1878534 tarihinde yevmiyeleri 80 kuruş oldu; 8 gün çalışıp 640 kuruş almışlardı. Aralık 1878- Ocak 1879 tarihinde yevmiye 80 kuruştan 32 gün için 2.560 kuruş ödenmişti535.

Örücüler, Yahudi ya da değil, sarayın arka planından yer alan, yaptıkları işlerle kendilerine yer ve önem kazandıramayan ancak önemli işler yapan bir esnaf grubuydu.

Yaldızcı: Saraydaki bazı metal veya ahşap eşyalar, bugün olduğu gibi

sentetik boya veya kaplama yapılmazdı. Ama bunların soğuk görüntüleri parlatılarak ‘yaldız’ adı verilen kimyasal ürünlerle boyanıyorlardı. Şimdilerde çok yaygın olmayan ve hatta tercih edilmeyen bir iş ve tercih olan yaldız boyaması, o dönemde, muhtemelen, yaygın bir yöntemdi. Maliyeti konusu tartışmalı olsa da, bu işi yaptıranlar elit gruba mensup idiler. Bu işin, o dönemde saraydakilere yaraşır bir uygulama olduğu söylenebilir. Bu sebeple, eşyalar daha saraya girmeden cilaysa cilası, yaldız ise yaldızı yapılarak kullanıma başlanırdı. Yaldızın kalitesini artırmak için de, bazen gümüş bazen de altın katkılar ilave edilirdi. Bu gibi katkılara dair bilgimiz bulunmuyor. Ancak, ilk kullanımda değil daha sonraki süreçlerde, ürünlerin bakımı, onarımı aşamasında, yaldızı eskimesi durumlarında bu ürünlerin (sandalyeler, kanepeler, kornişler, paravanalar, çerçeveler vs. gibi eşyaların)

531 HH.MFŞ, nr.27/24, 13 Ts 1316/26 Kasım 1900 532 HH.MFŞ, nr.5/3. 533 HH.d, nr.22338. 534 HH.d, nr.22337. 535 HH.d, nr.22341.

yaldızlarının yenilenmesi için ‘yaldızcılar’ görevlendirilmişlerdir536. Ekim-Kasım 1878 tarihinde Yaldızcı Mihael’e yevmiye 65 kuruştan iki gün için 130 kuruş verilmişti537. II. Meşrutiyet’ten sonra zanaatkârlara ödenen ücretler ayrı ayrı değil topluca gösterildiği için sadece yaldızcılara ödenen ücretleri takip edemiyoruz.

Avizeci: Avizelerin temizlenmesi için ‘avizeciler’ istihdam olunurdu. 1912

yılında Mabeyindeki Sedefli Odada bulunan avizenin temizlenmesi için görevlendirilen avizeciler, on gün boyunca çalışarak 200 kuruş almışlardı538. Buna göre yevmiyeleri 20 kuruşa gelmekteydi.

Cilacı: Bununla ilgili çok fazla belge bulunmamaktadır. Ancak 29 Mayıs

1923’te, Cilacı Andon Usta’nın çalıştırıldığını ve kendisine aylık 600 kuruş ödendiğini, itiraz üzerine maaşının 900 kuruşa yükseltildiğini görüyoruz539.

Hasırcı: Hasırcılar da, örücüler kadar önemsiz gibi görünen, ama çok sık ve

geniş bir alanda görev yapan meslek grubudur. Hasırcılar hakkında çok belge bulunmasına rağmen, konuyu dağıtmamak adına kısa bilgilerle ele almayı tercih ettik. Yer döşemeleri genellikle taş zemin olduğu için hasırlar, ayakların betondan temasının kesilmesi ve sağlık için elzem bir malzemedir. Hasır, bataklık bölgelerde, su kenarlarında kendiliğinden yetişen kamışlardan üretilen bir sergi malzemesidir. Maliyeti oldukça düşük olduğundan fakir işi sergi olarak da bilinir. Bu ürün, yazın, açık alanlarda da, kullanılabilmektedir. Kamışların içinde bulunan boşluk, zeminle teması kısmen kestiği için sergi ürünlerinin altına ikinci bir kat olarak saraylarda kullanılmaktadır. Günümüzde, hasırın kimyasal kopyalarıyla her yerde kullanılabilen ucuz bir malzeme elde edilerek; toplumun hasır kültürünün bir şekilde devam ettirildiğini söyleyebiliriz. Saraylarda her mekânda olmasa da, bazı bölgelerde hasırların kullanıldığını biliyoruz. Hasırlar, tıpkı halılar gibi kaymamaları için zemine hasırcılar tarafından hasır şişesi ve hasırcı çivisi kullanılarak sabitlenirlerdi. 22 Nisan 1908’de Şehzade Ahmed Efendi dairesine hasırların döşenmesi için bir

536 TS.MA.d, nr.1138/11, s.24a. 537 HH.d, nr.22337.

538 HH.MFŞ, nr. 49/2. 539 HH.d, nr.26326, s.96.

hasırcı gönderilmesi istenmişti540. Uzun yıllar boyunca hasırcılara ortalama 17 kuruş yevmiye üzerinden ücret ödenmiştir541.

III. MEFRUŞAT İDARESİ PERSONELİNİN SORUNLARI

Mefruşat İdaresinde görev yapanlar ‘kalemiye’ sınıfının içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi kalemiye sınıfının özlük hakları ve statüleri daha II. Mahmud’dan itibaren şekillenmeye başlamış, zamanla da sürekli güncellenerek geliştirilmişti. Mefruşat İdaresi çalışanları da bu konumdaydı. Bu bölümde, memurların hakları veya karşılaştıkları sıkıntılar ele alınmayacak; belgelerde rastladığımız Mefruşat İdaresiyle ve sarayın tefrişi konusunda yaşanan sorunları bir araya getirerek tartışmaya çalışacağız.