• Sonuç bulunamadı

Ağrıdağı Efsanesi’nde İşlenen Deyimler

THE OTTOMAN LEGACY ON THE BALKANS (CASE of BOSNIA-HERZEGOVINA)

I. Rusya ve Diğer Büyük Güçler Faktörü

19. yüzyılın hemen başında Anadolu’da, Balkanlarda ve Güney Rusya’da çok geniş bir Müslüman coğrafyası vardı. Bu sadece Müslümanların egemen bulunduğu bir ülke olmakla kalmıyordu, üzerinde Müslümanların çoğunluk oluşturduğu bir bölgeydi. Bu ülke, Kırım ile art-bölgelerini, Kafkasya yöresinin çoğu bölümünü, Anadolu’nun hem doğusunu hem batısını ve Arnavutluk ile Bosna’dan Karadeniz’e kadar uzanıp, hemen hemen tümü Osmanlı İmparatorluğu ülkesi içinde bulunan Güneydoğu Avrupa’yı kapsıyordu.

Ancak Rus İmparatorluğu’nun yayılmacı siyasetinin tarihi ve Balkanlar’da yeni ulusların tarih sahnesine çıkışları, geleneksel olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan Hıristiyan ulusların intikam alırcasına Türklere ve diğer Müslüman haklara saldırmaları tarihin daha çok yeni raflarında durmaktadır.

Panslavizm

Rusya sıcak denizlere inmek ve daha güçlü bir imparatorluk olabilmek için Çar I. Petro’dan buyana Balkan coğrafyasına yayılma siyaseti izlemiştir. Devanım da gelen Rus liderler de bu siyaseti takip etmiştir. Bu hedefe ulaşmak için de önlerindeki en büyük engel Osmanlı Devletiydi. Sıcak denizlere inmenin en kestirme yolu ise Türk Boğazlarıydı. Bu nedenle 18. ve 19. Yüzyıllarda Rusya Osmanlı Devleti ile büyük bir çekişmeye girmiştir. Çariçe II. Katerina 1782’de Çar I. Petro’nun politikasını devam ettirmek istemiş ve Yunan sorununu ortaya atmış ve tam bir netice alamasa da artık Balkanlar da isyanlar 19. Yüzyılda her yeri sarmıştır. Çünkü bu sefer Çarlık Rusya’sı Slav kartını oynamaya başlamıştı.

Osmanlı Devleti’nin o dönemlerde ki zaaflarından faydalanmak isteyen Rus Devleti ilk olarak Kırım’ı istila etti. Özellikle de II. Katerina Türkleri “yok etmekle” Karadeniz’e ardından da Boğazlar yoluyla günümüz Ege Adaları ve Akdeniz’e hâkim olarak Osmanlı Devleti’ne son vermek niyetindeydi. Doğu sisteminin büyük planı adıyla Prens Potemkin tarafından hazırlanan plana göre İstanbul işgal edilecek ve bir Rus Prensinin himayesinde Ortodoks Yunan devleti kurulacaktır. Böylelikle Türkler Avrupa’dan da kovulmuş olacaktı. Sırf bu emeller uğruna Çariçe II. Katerina1779’da doğan torununa Konstantin adını vermiştir. Dahası Rum ve Yunan gençlerine ihtilal ve çete faaliyetleri aşılamak için St. Petersburg’da subay eğitimi verilmek istenmiş ve bir okul açılmıştır. Çariçe bu planını Ekim 1782’de

Belgelerle Osmanlı Coğrafyasında Yaşanan Türk Diasporası

Türkler için daha da acı olanı ise Temmuz 1770’de İngilizlerin de yardımıyla Baltık Denizinden gelerek Cebeli Tarık Boğazını geçen Rus Donanması Çeşme Bozgunu adı verilen olayda Çeşme önlerinde Osmanlı Donanmasını yakmıştır. Dahası Kartal Muharebesinde otuz bin kişilik Rus Ordusu yüz seksen bin kişilik Osmanlı Ordusunu yenmiş ve bu ağır yenilgi sonucunda da Sultan III. Mustafa kahrından vefat etmiştir. Yerine geçen Sultan I. Abdülhamid ise barış istemiş ve 1774’de Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Slav halkaları ayrı grup ve topluluklar halinde 6. Yüzyıldan bu yana Avrupa’nın değişik coğrafyalarına yayılmış bulunmaktaydılar. Balkanların batısında kalanlar genelde Katolik Hıristiyanlık anlayışını benimserken, Orta ve Doğu Avrupa’dakiler ise genelde Ortodoks Hıristiyan mezhebine ve bazıları da İslam dinine tabii idiler. Siyasi anlamda da Batı Slavları Alman İmparatorluğunun etkisinde kalırken Doğu Slavları ise Osmanlı Devleti himayesindeydi. Ancak bu etkileşim sadece Almanlar ve Türklerle de sınırlı değildi. Balkanlarda yaşayan diğer halklarla da etkileşim halinde bulunmuşlardı.

Panslavizm fikir olarak esasında Küçük Kaynarca’dan bir önceki yüzyılda bir takım edebi ve eğitim çalışmalarında başlamış ve Rus Devleti ve Çarları önderliğinde Avrupa’da yaşayan bütün Slav kökenli halklara aşılanmak istenmiştir. Örneğin, Çar Aleksey Michayloviç Rus dilinin imlası için Hırvat ve ruhban olan görevlendirdiği Yuriy Krijlaniç’in kaleme aldığı eserinde şu cümleleri sarf etmektedir:

“Ey haşmetli Çar cenapları, sen elinde Musa’nın mucize yaratan asasını tutuyorsun ve bununla mucize yaratmaya muktedirsin; sen tebaalarının mutlak bir hükümdarısın ve dolayısıyla onlardan mutlak bir itaat görmektesin. Sen, Tanrının yardımı ile yalnız kendi devletini değil, diğer Slav ülkelerini de yükseltecek ve bu sayede devamlı bir takdir ve takdis kazanacak durumdasın. Bütün Slav milletleri ancak sen, haşmetli Çar, cenaplarına nazarlarını çevirmiş bulunuyorlar; darma dağınık bir hale getirilen çocuklara bir babanın ihtiyar edeceği bir harekette bulun ve onları bir araya topla.” Çara ithafen düzülen methiyelerden de anlaşılacağı üzere Krijlaniç Çara bütün Slavlara

önderlik etmesini istediği aşikârdır.3

Bununla birlikte, Doğu Sorunu yani Osmanlı sorunu unutulmamış ve Ruslar başta olmak üzere diğer Büyük Güçler tarafından geleneksel tarihi bir görev olarak kabul edilen başta Balkanlarda olmak üzere Hıristiyan Osmanlı tebaasının ulus devlet olma sevdaları, Boğazlar denetiminin yanına şimdi de Ermeni konusu Doğu Sorununa ekleniyordu.

Osmanlı Devleti 1877-1878’e kadar Rusya’ya karşı hep müttefik arayışında oldu. Bu yıllarda ise Rumi Takvime göre 1293 yılına denk gelmesi nedeniyle iki devlet yeniden savaşa tutuştu. Osmanlı Ordusu Doğu’da Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile Batı’da Gazi Osman Paşa komutasında olağan üstü başarılar göstermişti. Ancak geciken yardımlar nedeniyle Osmanlı Devleti belki de tarihinin en büyük yenilgilerinden birisini almıştır. Bugüne kadar sorunları diplomasi ile çözmeye çalışan Osmanlı Devleti artık Avrupalı devletlerce yalnız bırakıldı ve İmparatorluğun çökmesini daha da hızlandırmışlardır. 4

Avrupalı Büyük Güçler

Osmanlı Devleti diğer çok uluslu ve dinli kozmopolit imparatorluklar gibi 1789 Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları sonrasında her ne kadar Avusturyalı Matternich önderliğindeki diğer Avrupalı müttefiklerin engellemesine rağmen Avrupa’da ulus devlet fikrinin hedefinde oldu. Sultan ve yöneticiler sanayi devrimini ve dünya Pazar ekonomisinin meydan okumalarını yanlış okudular. Gerilemenin ve yenilgilerin nedenini de devleti ve insanları ıslah etme yoluna girdiler. Ancak artık her şey için çok geç kalınmıştı. Ulus devlet sevdalısı halkların meydan okumalarından nasibi sadece Osman Devleti almadı. Onlar gibi çok uluslu olan Avusturya-Macaristan, Rusya da nasibini almıştır. Osmanlı’nın sonu sürpriz değildi belki ancak esas Büyük Güçler için sürpriz olan onca savaşlara, zorluklara, haksızlıklara ve bilinçli katliamlara maruz kalmalarına rağmen Türklerin yeniden hayatta kalmayı becermeleridir. Hasta Adam diye tabir ettikleri Osmanlı’nın bir yüz elli sene daha fazladan yaşamasının nedeni kendi iradesinden ve çabasından çok Büyük Güçlerin Osmanlı topraklarını kendi paylarına nasıl daha fazla paylaşırım çekişmeleri ve müttefiklik politikalarıydı. Osmanlı’daki büyük reform ve dönüşüm hareketleri de daha başında Nanapolyon engeline takılmış ve Mısır’ın istilası ve daha sonrasında Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanı Kütahya önlerine kadar dayanmıştı. 5 Türkler ve bazı Müslümanlar için esas

siyasi tehlike yine Büyük Güçlerin gayrimüslim tebaa üzerinde kendi siyasi çıkarları için başlattıkları “misyonerlik” faaliyetleri olmuştur. Her biri de kendi mezheplerinden oldukları halkları himayeleri altına almak istemişlerdir. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri Protestanları, Fransa Katolikleri, Rusya ise Ortodoksların haklarını savunduklarını iddia ederek Osmanlı coğrafyasının her yerinde okullar, kiliseler, şirketler vb. sosyal, ekonomik ama gerçekte bölücü faaliyetlere girişmişlerdir. Sonucunda da aynı imparatorlukta yüzyıllarca huzur içinde yaşayan Türkler ve diğer unsurlar birbirlerini boğazlamışlardır.

Ergenekon SAVRUN

Justin McCharthy’nin Ölüm ve Sürgün (Death and Exile) adlı eserinde de değindiği gibi 1820’den 1923’e kadar Osmanlı topraklarında beş milyondan fazla Türk (Müslüman) katliama, zorunlu göçe ve daha birçok fenalıklara maruz kalmıştır. Ne yazık ki Batı dünyasının neşrettiği tarih kitaplarında gerçekleşen bu olaylardan neredeyse hiç bahsedilmemektedir. Ancak o dönemde yaşamış bir takım kişilerin tarafsız anıları ve gizli tutulmaya çalışılmış devlet kaynakları bu durumu tüm yönleriyle ortaya koymaktadır.