• Sonuç bulunamadı

2.4 Ilımlı Rasyonalizmin Değerlendirilmesi

3.1.2 Deneyimciliğin İki Dogması

Yukarda Quine’ın epistemolojik sorunlara yaklaşımı genel hatlarıyla incelenmiştir ve bu görüşlerin, onun sonraki bölümlerde incelenecek mantık ve matematik felsefesiyle doğrudan bağlantıları bulunmaktadır. Diğer taraftan Quine’ın mantığa ve matematiğe ilişkin epistemolojik görüşlerini anlamak için, yalnızca onun natüralist yaklaşımını değil, kendinden önceki deneyimciliğin mantık ve matematik epistemolojisine neden ve nasıl karşı çıktığını anlamanın da faydası bulunmaktadır

Quine mantık ve matematiğin epistemolojisine dair kendinden önceki görüşleri incelendiğinde, bu önermelerin epistemolojisinin doğa bilimlerinin epistemolojisinden ayrı olarak ele alındığını gözlemlemişti. Bu geleneksel çerçeveye göre (1) mantık ve matematiğin önermeleri doğa bilimi önermelerine karşıt olarak olası doğrulara değil, zorunlu doğrulara işaret eden önermelerdir. (2) Mantık ve matematiğin önermeleri doğa bilimi önermelerine karşıt olarak empirik içeriğe sahip değildir. Dolayısıyla bu öneme sınıflarının gerekçeliliklerinin kaynağı farklıdır. (3) Mantık ve matematik önermelerinin doğruluğunu görme yöntemimiz ile doğa bilimi önermelerinin doğruluğunu görme yöntemimiz birbirinden farklıdır.

Bu geleneksel çerçeve etkili olmuş bir çerçevedir, öyle ki kendinden önceki en etkili deneyimciler, yani mantıksal pozitivistler dahi bu çerçeve içinden kuramlarını geliştirmiş ve bu

çerçeve onların epistemolojisinde analitik ve sentetik ifadeler şeklinde bir ayrımla sonuçlanmıştır. Ancak kendisi de bir deneyimci olan Quine’a göre bu tür ayrımlar deneyimciliğin “deneyimsel olmayan dogmalarıdır” ve dolayısıyla bu ayrımların meşru olduğuna ilişkin inanç “metafiziksel bir iman konusudur” (1951: 34). O halde deneyimci felsefe kendi içindeki bu empirik olmayan dogmaları eleyerek daha ileri ve yetkin bir seviyeye yükselmelidir. Bu temelde Quine “Deneyimciliğin İki Dogması” (1951) makalesini kaleme alır ve bu makale zaman içinde 20. yüzyılın en tartışılan ve etkili makalelerinden biri haline gelir.

Quine’ın ünlü “Deneyimciliğin İki Dogması” makalesindeki argümanlarını anlamak için makalenin kaleme alınış öyküsü üzerine kısaca durmakta fayda bulunmaktadır. Söz konusu makale on beş yıla yakın bir çalışmanın ürünüdür ve temelde Quine’ın da bir dönem akıl hocası olmuş Rudolf Carnap’ın epistemolojisi başta olmak üzere mantıksal pozitivizmine karşı kaleme alınmıştır.

Hatırlanabileceği gibi Carnap, rasyonalistlerin kendinden önceki deneyimcilere yaptığı bir eleştiriyi kabul etmişti. Bu eleştiriye göre matematik önermelerinin epistemik kaynağının deneyim olduğunu iddia etmek, bu önermelerin “gelecekte yeni deneyimlerle çürütülebilmesinin mümkün olduğu şeklindeki kabul edilemez bir sonuca götürüyordu”. Böylece hatırlanabileceği gibi mantıkçı pozitivistler için “deneyimciliğin temel öğretisinin mantığın ve matematiğin doğasının tatmin edici bir açıklamasıyla kaynaştırılması” sorunu ortaya çıkmıştı. Sorunu Carnap ve mantıkçı pozitivistler bu önermeleri “dünya olguları hakkında hiçbir şey bildirmeyen”, dolayısıyla empirik içeriğe sahip olmayan analitik ifadeler olarak kabul ederek çözmeye çalışmıştı. Quine da bu noktayı gözlemlemiş biri olarak şunu ifade eder: “Sanıyorum Carnap’ın analitikliğe ilgilisi çoğunlukla onun matematik felsefesinden kaynaklanıyordu. Carnap’a göre sorunlardan biri empirik içerik sorunuydu: Bir deneyimci matematiği nasıl anlamlı kabul edebilir? Diğer sorun ise matematiksel doğruluğun zorunluluğuydu” (1991: 269).

Diğer taraftan bir natüralist ve kısmen de pragmatist bir düşünür olarak Quine zorunluluk diye bir kiplik statüsünü reddeder. Ona göre hiçbir inanç, mantık ve matematiksel inançlarımız dahi, terk edilemez değildir. Kendi ifadesiyle “[m]etafiziksel zorunluluğun benim natüralist görüşümde yeri yoktur (…) (Quine, 1991: 270). Bunun yerine Quine, mesleki yaşamının en başından beri, kesinliğin derece derece değişen bir şey olduğunu düşünür. Mantık ve matematik önermeleri doğa bilimi önermelerine göre daha kesindir ancak zorunlu değildir. Diğer bir deyişle onlar yasa değildir: Yeterli şartlar sağlandığında onlar dahi terk edilip yerini başkalarına bırakabilir. İkinci olarak Quine, Carnap’a karşı olarak, mantık ve matematik önermelerinin bir

empirik içeriğe sahip olmadığı görüşünü de (bu konuda uzun bir süre herhangi bir ciddi argümana sahip olmasa da) reddeder.

Quine bu iki noktayı Rudolf Carnap’la gerek yüz yüze, gerek mektuplaşma yoluyla defalarca tartışmıştır. Ancak bu tartışmaların hiçbirinde bu iki dost birbirini ikna edememiştir81. Yine de yıllarca süren bu uzun tartışma sürecinde Quine, Carnap’a karşı bir eleştiri makalesi kaleme almamıştır. Çünkü Quine, Carnap’ın analitiklik kavramına neden ısrarla başvurduğunu iyi biliyordu ve Carnap’a yönelik bu dönemde yaptığı eleştiriler, mantık ve matematik epistemolojisinin deneyimci bir yorumunu vermek için analitikliğe başvurma çözümünden “daha parlak bir çözüm önermeyen” salt eleştirilerdi (Quine, 1991: 267). Ancak Quine, mantık ve matematiğin epistemolojisini deneyimci çerçeveden açıklamak için, analitiklik kavramına başvurmaktan daha iyi bir alternatif bulduğunu düşündüğünde “Deneyimciliğin İki Dogması” makalesini kaleme almıştır.

Quine’ın bu makalede kendinden önceki deneyimciliğin iki dogması olarak ifade ettiği birinci dogma analitik ve sentetiklik arasında yapılan ayrımdır ve Quine’a göre deneyimci felsefe bu ayrımı artık terk etmelidir. İkinci dogma ise Quine’ın indirgemecilik adını verdiği dogmadır. Teknik ayrıntılar bir kenara bırakıldığında indirgemecilik, her anlamlı önermenin veya bilim önermesinin bireysel veya atomik olarak, tek başına sınabilmesini sağlayan kendine özel bir empirik içeriğe sahip olduğu düşüncesidir ve Quine’a göre bu düşünce de terk edilmelidir. O halde Quine’ın kendinden önceki deneyimcilere karşı geliştirdiği bu argümanlar ayrı ayrı incelenmelidir.

81Quine ve Carnap’ın ilk toplantısı 1933 yılı Mart ayında gerçekleşmiş olup Quine’ın (1991: 266)’da bildirdiğine göre Carnap o güne ilişkin ölümünden sonra ortaya çıkan bir notta şöyle yazmıştır: “Quine 31.03.33. Benim Sentaksı bir süre okuduktan sonra şunu söyledi: Mantığın aksiyomları ve empirik önermeler arasında ilkece bir farklılık var mı? O olmadığını düşünüyor. Belki de sırf kullanışlılığından dolayı böyle bir ayrımın peşindeyim, ancak haklı görünüyor: Aşamalı farklılık: Onlar süratle kabul ettiğimiz cümleler”. Bu el yazısı notu, Quine’ın mantık önermeleri ile empirik önermeler arasında aşamalı bir kesinlik farkından başka ilkece bir farklılık olmadığı şeklindeki bir görüşü Carnap’a sunduğunu gösteriyor. Bu ilk toplantıdan sonra Carnap ve Quine yıllarca mektuplaşma yoluyla haberleşmişlerdir. Okuyucu bu mektuplaşmaların metinlerine (Quine ve Carnap, 1990) yapıtında ulaşabilir. Carnap ve Quine arasında işaret edilen konular hakkındaki tartışmaların en hararetlileri ise 1940-41 yıllarında yüz yüze yaptıkları tartışmalarmış gibi görünüyor. Carnap kendi otobiyografisinde bu tartışmaları şöyle anar: “1940-41 yılında misafir profesör olarak Harvard’daydım. İlk yarıyıl Russell da oradaydı (…). Tarski de o yılı Harvard’da geçirdi. Mantık sorunlarına dair bir tartışma grubu oluşturduk ve grupta Russell, Tarski, Quine ve ben en etkin üyelerdik. Mantığın doğasına ve mantıksal doğruluğu semantik bir kavram olarak tanımlamanın olanakları üzerine çeşitli konuşmalar yaptım. Sonradan kendi konumum ile Tarski ve Quine’ın konumunda, ki mantıksal ve olgusal doğruluk arasında yapmayı arzuladığım keskin ayrımı reddettiler, açık bir uyuşmazlık olduğunu keşfettim” (Carnap, 1963a: 34-35). Aynı tartışma Quine’ın otobiyografik nitelikli “İki Dogmaya Yeniden Bakış” (1991) makalesinde şöyle anılır: “1940-41 sonbahar-kış döneminde Carnap, Tarski ve Russell’la birlikte yine Harvard’daydı. (…) Tarski ve ben, Carnap’la (…) analitikliğe başvurup durmasını ısrarla tartıştık” (Quine, 1991: 267).

3.1.2.1 Analitikliğin Reddi

Quine analitik önermeler sınıfının varlığına ilişkin eleştirilerine Kant öncesi bazı ayrımlara dikkat çekerek başlıyor. Bunlar Hume’un olgu durumları ve kavramlar arası ilişkiler ayrımı ile Leibniz’in olgu doğruları ile akıl doğruları arasında yaptığı ayrımdır. Bunlardan akıl doğruları, “mümkün bütün dünyalarda doğru” veya “aksi kendi kendisiyle çelişen doğrular” olarak tanımlanmıştır. Ancak Quine’a göre bu tür ayrımların bir “açıklayıcılık değeri” yoktur. Çünkü “aksi kendi kendisiyle çelişik” gibi ifadeler analitiklik kavramından daha da az açıklanmaya muhtaç değildir. Böylece analitikliği bu şekilde izah etmeye çalışmak, bu kavramı en az onun kadar muğlak kavramlarla açıklamaya çalışmak olur (Quine, 1951: 20).

Kant ise analitik yargıları, yüklemi öznesine öznede kavramsal olarak içerilenden daha fazlasını özneye yüklemeyen bir yargı sınıfı olarak tanımlamıştı. Ancak Quine’a göre bu tanım yalnızca “özne-yüklem formundaki yargılara uygulanabilir” ve “içerme gibi metaforik seviyede kalmış bir nosyona başvurur” (Quine, 1951: 21)82.

Geleneksel olarak analitik önerme örnekleri olarak ileri sürülen önermelere bakıldığında ise Quine’a göre bunlar iki çeşittir. Birinci çeşit önermeler şöyle örneklendirilebilir:

- (1) “Hiçbir evli olmayan evli değildir”.

Quine’a göre bu önermeyi oluşturan “hiçbir” ve “olmayan” ve benzeri mantıksal bağlaçlara dokunmayarak kalan bütün terimleri değiştirdiğimizde dahi doğruluk değeri değişmez (Örneğin “hiçbir temiz olmayan hava temiz değildir”). Diğer bir deyişle analitik önerme örneği olarak sunulan bu birinci tür önermeler aslında birer mantıksal doğru örneğidir ve onları mantıksal doğru olmalarından başka (felsefi olarak) özel kılan bir şey yoktur. Öte yandan analitik önermelerin şöyle bir ikinci çeşidinin daha olduğu ileri sürülmüştür:

- (2) “Hiçbir bekar evli değildir”.

Quine’a göre asıl felsefi sıkıntı analitik önerme örneği olarak ileri sürülen bu ikinci önerme çeşidindedir ve onların nasıl karakterize edilebileceği sıkıntılıdır. Geleneksel bir yoruma göre bu tür önermeleri oluşturan sözcükler eş anlamlılarıyla değiştirilerek birinci önerme sınıfından örneklere, yani mantıksal doğrulara dönüştürülebilir. Örneğin bekar sözcüğü eş anlamlısı olan “evli olmayan” ile değiştirilerek bu önerme birinci tipteki bir önermeye dönüştürülebilir. Ancak Quine’a göre bu noktada şöyle bir sıkıntı bulunuyor: Eş anlamlılık kavramı, analitiklik kavramından daha az muğlak bir kavram değildir ve en az onun kadar açık kılınmaya muhtaç bir kavramdır. Böylece

82Hatırlanabileceği gibi bu iki eleştiriyi Kant’ın analitiklik tanımına karşı ileri süren ilk kişi Bernard Bolzano’dur. Ancak Quine’ın makalesinde Bolzano’ya bir atıf bulunmamaktadır.

analitiklik kavramı tekrar, bu kavramdan daha az muğlak olmayan bir kavramla açık kılınmaya çalışılır (1951: 23).

Peki neden? Örneğin “bekar” sözcüğünün “evli olmayan” sözcüğüyle eş anlamlı olduğunu kabul etmek, açık kılınmaya neden muhtaçtır? Geleneksel olarak konuya ilişkin en temel açıklama yollarından biri “tanım” kavramına başvurmaktır. Şöyle ki bu açıklamaya göre “bekar” sözcüğü “evli olmayan” sözcüğünün eş anlamlısıdır çünkü biri diğerinin tanımıdır. Şimdi, Quine’a göre böyle bir açıklamayı “bazıları ikna edici bulabilir” ancak hiç de ikna edici değildir; çünkü tanım kavramı, eş anlamlılık kavramını varsayar. Quine bu iddiayı savunmak için çeşitli argümanlar geliştirmiştir. Örneğin birinin diğerinin sözlük tanımı olduğunu iddia edebiliriz. Ancak sözlükçü sözcüklerin genel ve tercih edilen kullanımlarını raporlayan empirik bir bilim adamıdır ve sözlükçü eğer bekar sözcüğünü evli olmayan olarak tanımladıysa, bu durum yalnızca sözcüklerin genel ve tercih edilen kullanımlarında bir eş anlamlılık gördüğündendir. Böylece eş anlamlılık kavramını açık kılmak için başvurulan tanım kavramı, bir çember çizerek yine eş anlamlılık kavramına dayanır (Quine, 1951: 24). Dahası buna benzer terim çemberleri durumu, eş anlamlılığı birbirinin yerine kullanılabilirlik kavramına başvurarak açıklama çabasında da bulunur (Quine, 1951: 27- 31). Sonuç olarak analitiklik kavramını açık kılmak için “aksi kendi kendisiyle çelişik”, “eş anlamlılık”, “birbirinin yerine kullanılabilirlik” gibi kavramlara başvurmak ya analitiklik kavramından daha da az muğlak olmayan kavramlara başvurmaktır ya da döngüsel olarak biri diğerini gerektiren kavramlara başvurarak terimler çemberi çizmektir.

Şimdi, bu noktada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: Analitiklik kavramını tanımlamaya veya açık kılmaya yönelik bu teşebbüsler yalnızca doğal dil üzerinden yapılan teşebbüslerdir. Ancak hatırlanabileceği gibi doğal dil yaklaşımı tek yaklaşım değildir. Örneğin Rudolf Carnap’ta analitiklik kavramı incelenirken görülmüştü ki, Carnap bu kavramı biçimsel diller üzerinden tanımlamaya ve açık kılmaya çalışmıştı. Carnap’a göre analitik ifadeler belirli bir biçimsel dilde, doğruluğu deneyime değil, bu dilin semantik kurallarına dayanan ifadelerdi. Şimdi, doğal dil teşebbüslerinin analitiklik kavramını açık kılmakta gerçekten başarısız olduğunu kabul edelim. Bu durum aynı zamanda biçimsel dil yaklaşımının da başarısız olduğunu gösterir mi? Kaldı ki bu biçimsel diller yaklaşımı analitikliği eş anlamlılık gibi Quine’ın açık kılınmaya muhtaç olduğunu düşündüğü kavramlar üzerinden değil, apaçık semantik kurallar yoluyla tanımlar.

Ancak Quine Carnap’ın biçimsel diller yaklaşımının da analitiklik kavramını açık kılmadığını düşünür ve bu temelde biçimsel dil yaklaşımını da eleştirir. Bu eleştiri, Quine’ın doğal dil yaklaşımına getirdiği terimler çemberi eleştirisine paralel şekilde gelişmiştir:

Semantik kuralları belirleme, yineleme veya başka bir yolla bu dilin bütün analitik ifadelerini açık kılan bir L0 dilini varsayalım. Bu kurallar, şu ve şu ifadelerin ve yalnızca bunların L0’ın analitik ifadeleri olduğunu

belirtir. Şimdi, burada sıkıntı basitçe şu ki bu kurallar 'analitik' gibi anlamadığımız bir kavramı içeriyor! Bu kuralların hangi ifadelere analitiklik özelliğini atfettiğini anlıyoruz; ancak bu kuralların o ifadelere neyi atfettiğini anlamıyoruz (Quine, 1951: 32).

Kolayca görülebileceği gibi Quine biçimsel kurallar yoluyla bir biçimsel dilde neyin analitik ve neyin sentetik önerme olduğunu muğlaklığa düşmeden ve keskin bir şekilde birbirinden ayırabileceğimizi kabul ediyor. Ancak Quine’a göre bu kurallar bu dildeki belirli bir takım önermeleri analitik önermeler olarak diğerlerinden ayırırken, neden bu önermeleri analitik kılıp da başkasını kılmadığını, yani onları analitik önermeler olarak dilin diğer önermelerinden ayırmanın felsefi önemini açık kılmıyor. Böylece Quine’ın ifadesiyle şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: “Semantik kuralların bir yapay dilin analitik ifadelerini belirlediği fikri, yalnızca analitiklik kavramına ilişkin [önceden] bir anlayışımız olduğunda ilgi çekicidir; bu kurallar bu anlayışın kendisini kazanmada hiçbir yardımda bulunmaz” (Quine, 1951: 34).

Yani Quine’a göre yapay dil yaklaşımında da, tıpkı doğal dil yaklaşımında olduğu gibi, bir döngüsellik bulunur. Şöyle ki, yapay dil yaklaşımında açık kılınacak kavram olan analitikliği, semantik kurallar belirler. Ancak bu semantik kuralların bazı önermeleri analitik kılıp diğerlerini kılmayacak şekilde ortaya koyulmasını sağlayan ölçütü, dili oluşturmadan önceki dil öncesi analitiklik anlayışı belirler. Böylece bu biçimsel dil yaklaşımı açık kılınacak olan muğlak kavramı (yani analitiklik kavramını) açık kılmak için yine nihai olarak açık kılınacak kavramın kendisine dayanmaktadır.

Böylece sonuç olarak Quine’ın savunmaya çalıştığı şey analitiklik kavramını tanımlamak ve açık kılmak amacıyla gerek doğal dil yaklaşımı içinden gerek yapay dil yaklaşımı içinden yapılan sayısız bütün teşebbüslerin başarısız olduğudur. O halde Quine’a göre bu kavram ve genel olarak analitik-sentetik önermeler ayrımı terk edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle doğruluğu olguya veya deneyime değil anlama veya dile dayanan, dolayısıyla empirik içeriğe sahip olmayan önermeler ile doğruluğu olguya veya deneyime dayanan, böylece empirik içeriğe sahip önermeler arasındaki ayrım terk edilmelidir. Bu ayrımın varlığına ilişkin inanç, Quine’a göre kendinden önceki deneyimciliğin deneyimsel olmayan iki dogmasından birincisidir83.

83Quine analitik geleneğin doğal dil kanadını oluşturan filozoflardan Grice ve Strawson tarafından “Bir Dogmayı Savunma” (2001)[1954] adlı ve ortak olarak kaleme aldıkları bir makalede eleştirilmiştir. Öncelikle Quine’ın analitiklik-sentetiklik ayrımını reddine ilişkin bazı genel eleştirilerle başlayan bu makale ardından Quine’ın tek tek argümanlarını değerlendirip eleştirerek devam eder. Onların Quine’a yaptıkları bir genel eleştiriye göre “gerek

3.1.2.2 İndirgemeciliğin Reddi

Quine’ın karşı çıktığı ikinci dogmaya gelindiğinde ise bu dogma hatırlanabileceği gibi indirgemeciliktir. Bu dogma kısaca, Quine’ın ifadesiyle “[h]er anlamlı ifadenin, doğrudan deneyime göndergede bulunan terimler üzerine [kurulan] bir mantıksal yapı olduğuna ilişkin inançtır” (1951: 20). Bu tanım şöyle de okunabilir: Anlamlı her ifade, onu oluşturan terimlerin kaynağının aracısız şekilde doğrudan deneyim olduğu bir mantıksal yapıdır.

Quine’a göre indirgemeciliğin bazı türleri bulunmaktadır. Bunlardan en eski fakat “naifçe” olanı, radikal indirgemeciliktir. Radikal indirgemeciliğe göre “her anlamlı ifade, doğrudan deneyim hakkında (doğru veya yanlış) bir ifadeye çevrilebilir” (1951: 36). İndirgemeciliğin bu klasik biçimi Locke ve Hume gibi bazı klasik deneyimcilerde bulunmaktadır ve bu fikir onları şöyle bir sonuca götürmüştür: “Her ide ya duyu deneyiminden doğrudan kaynaklanır ya da bu şekilde kaynaklanan idelerin bileşimidir”, eğer bu terimlerin oluşturduğu yargı anlamlı kabul edilecekse. Diğer bir ifadeyle tez şunu ifade eder: “(…) eğer bir terim [üzerine tartışmamızı sağlayacak] bir öneme sahip olacaksa, ya bir duyu verisinin adı, ya bu adların bir bileşimi, ya da böyle bir bileşimin soyutlaması olmak zorundadır” (1951: 36). Böylece indirgemeciliğin bu radikal biçimine inanan klasik deneyimciler, deneyimciliğin hiç de makul olmayan bir türü olan “terim terim deneyimcilik” yapmıştır (1951: 36, 39). Ancak böyle bir çerçeve içinden bilimin deneyimci bir temellendirmesini yapmaya çalışmak nihai olarak başarısız olmuştur.

felsefede ve gerek felsefe dışında”, “felsefi olarak yeterli açıklama bekleyen” pek çok ayrım vardır; ancak bu ayrımlara ilişkin keskin sınırlar koymaya yönelik geçmiş teşebbüslerin başarısız olması, bu ayrımları bir kenara atmayı gerektirmez (2001: 463). Analitiklik ve sentetiklik gibi kavramlara gelince Grice ve Strawson’a göre bu kavramların oturmuş [İng. established] bazı genel kullanımları bulunmaktadır. Öyle ki analitik ve sentetik gibi kavramları kullananlar, bu kavramları “az çok aynı durumlara” uygular. Dahası bu durum yalnızca şimdiye kadar “öğrenilmiş” durumlar konusunda değil, aynı zamanda “yeni durumlar” için de geçerlidir. Kısaca bu sözcüklerin “az çok oturmuş felsefi kullanımları” bulunur ve bu nedenle analitiklik ve sentetiklik ayrımını reddetmek “saçma ve hatta anlamsızdır” (2001: 464). Grice ve Strawson’ın ileri sürdüğü bu nokta, otobiyografik nitelikli (1991) makalesinde ifade ettiği gibi Quine’ın da dikkatini çekmiştir. Quine şunu ifade eder: “Analitikliğin ortak-duyu seviyesinde göz ardı edilemez bir yeri vardır ve bu durum okuyucularımın görüşlerimi temelsiz bulmasına yol açmıştır. Çok eski bir örnek olan bekar örneğim tartışma götürmeyen bu pek çok örnekten biridir” (1991: 270). Bu temelde Quine “Deneyimciliğin İki Dogması” makalesinden yıllar sonra, “analitikliğin ortak-duyu seviyesinde göz ardı edilemez” durumunu açıklamaya yönelik bir analitiklik tanımı yapmıştı. Bu tanıma göre bir yargı, bir kişinin anadilinde analitik bir önermedir; ancak eğer kişinin bu yargının doğruluğunu öğrenmesi, yargıyı oluşturan sözcüklerin nasıl kullanıldığını öğrenmesine dayanıyorsa. Böylece “hiçbir bekar evli değildir” yargısının doğruluğunu görmemiz, dili öğrenme sürecinde bekar ile evli olmayan sözcüklerinin eş anlamlıymış gibi kullanıldığını gözlemlememize dayanır. Aynı durum mantığın önermeleri için de geçerlidir ve bizim modus ponensin doğruluğunu (ortak-duyusal seviyede) görmemiz mantık eğitimi sürecinde “ve”, “ise” gibi sözcüklerin nasıl kullanıldığını öğrenmemize dayanır (Quine, 1973: 78-80; 1991: 270). Ancak tekrar hatırlamak gerekiyor ki, Quine bu dil öğrenimine dayanan analitiklik tanımını, “kavramın ortak-duyu seviyesinde göz ardı edilemez” durumunu açıklamak için, yani Grice ve Strawson’ın, bu kavramların “az çok aynı durumlara uygulanmaları” gözlemine bir açıklama getirebilmek için ileri sürmüştür. Bunun ötesinde Quine, analitiklik kavramına herhangi bir epistemolojik rol vermemiştir.

Diğer taraftan felsefede, üzerine tartışılması gereken temel epistemolojik ünite zaman içinde terimlerden, terimlerin oluşturduğu şeye, yani önermelere veya cümlelere doğru kaymıştır. Quine bu dönüşüm konusunda “Deneyimciliğin İki Dogması” yapıtında o kadar açık olmasa da Teoriler ve Şeyler (1981) yapıtının “Deneyimciliğin Beş Kilometre Taşı” adlı bölümünde daha açıktır. Quine bu metinde, işaret ettiği dönüşümün özellikle Bentham, Frege ve Russell gibi