• Sonuç bulunamadı

Aleyna ÖZYAZICI1

Çocuk Yasası

Ian McEwan, Roza Hakmen (Çev.)

İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2016, 152 sayfa, ISBN: 978-975-08-3652-7

Yazar Ian McEwan’ın kaleme aldığı ve Roza Hakmen’in çevirisini yaptığı 152 sayfadan oluşan “Çocuk Yasası” isimli kitap, bir kişinin mesleğini gerçekleştirirken yaşadığı etik ikilemleri, etik sorunları ve karar verme süreçlerini ele almaktadır. Kitapta yasalar, geleneksel değerler, dini inançlar, insan hakları, ailenin çocuk üzerindeki yetkileri ve çocukların refahı arasındaki çatışmalar etik ikilemler yaratmaktadır. Temelde insanın refahını arttırmayı hedefleyen bir meslek olan sosyal hizmette de meslek elemanları birçok etik ikilemlerle ve etik sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bu açıdan kitapta konu edilen etik sorunlar ve etik ikilemlerle beraber karar verme süreçleri de ele alınmaya değerdir.

Kitabın ana kahramanı Fiona Maye hayatını Londra’da sürdüren Yüksek Divan Aile Hukuku Dairesi’nin birçok kişi tarafından takdir edilen en başarılı hâkimlerindendir. Evliliğinde yaşadığı kriz karşısında kendisini çaresiz ve gururu kırılmış hissetmektedir. Eşi Jack onu genç bir kadınla aldatmaktadır ancak boşanmayı da istememektedir. Fiona Maye hayatındaki bu önemli olayın yanı sıra mesleğinde de çözmesi ve karara bağlaması gereken birçok durum ile karşı karşıyadır. Üstelik alacağı kararlar 18 yaşından küçük çocukların yaşamını doğrudan etkileyecek kararlar olduğu için son derece önemlidir. Kitabın ana konusunu da Fiona’nın özel hayatındaki çalkantılı dönemde karşı karşıya kaldığı Adam Henry davası oluşturmaktadır. Adam Henry 18 yaşına girmesine birkaç ay kalan bir lösemi hastasıdır. Hastanenin kendisini yaşatmak için uygulaması gereken kan nakli tedavisini kendisi ve ailesi Yehova’nın Şahitleri’nden olması ve bu dini inançları gereği kan naklinin doğru karşılanmaması nedeniyle reddetmekteydi. Eğer kısa zaman içinde kan naklini kabul etmezse yaşama şansı çok azdı.

Fiona davada tüm tarafları dinleyerek en doğru kararı bizzat Adam ile görüştükten sonra vereceğini düşünerek onunla görüşmüştü. Her ne kadar Adam bu görüşmede de kan naklini reddetse de Fiona onun geleceğini ve refahını gözeterek bir karar verme süreci izleyerek kan nakli tedavisinin gerçekleşmesine karar vermişti. Adam, Fiona ile görüşmesinde ona duygusal olarak bağlandığından tedavisi gerçekleştikten sonra onunla bağlantı kurmaya çalışmıştır. Fiona mesleki etik açısından uygun olmadığını düşündüğü için Adam’la arasına mesafe koymaya çalışıp mektuplarını yanıtsız bıraksa da en

1 İstanbul Aydın Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Sosyal Hizmet Ana Bilim Dalı öğrencisi İletişim:

aozyazc@gmail.com

141 sonunda Adam onun karşısına çıkmış ve Fiona bu sefer mesafeyi koruyamayarak Adam ile duygusal yakınlık kurmuştur. Bunun doğru olmadığını düşünen ve yaşadığından dolayı kendini hatalı bulan Fiona bir daha Adam ile görüşmemiştir. Bir süre sonra Adam’ın tekrar lösemi olduğunu fakat bu sefer tedaviyi reddettiğini ve öldüğünü öğrenen Fiona bunda kendisinin rolü olduğunu düşünerek yaşadıklarından dolayı utanç duymuştur.

Bu olayda insanın kendi kaderini tayin hakkı, karar verme özgürlüğü ve yaşamının değeri arasında bir etik ikilem yaşandığını bununla beraber Fiona’nın Adam ile yaşadığı duygusal yakınlaşmayla da bir etik sorun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Sosyal hizmet uzmanları mesleklerini gerçekleştirirken Fiona’nın da karşılaştığı gibi farklı kültürden, dinden, inançtan insanlara hizmet sunmak zorunda kalabilmektedir.

Bu noktada sosyal hizmet uzmanının her insanın kendi kaderini tayin hakkına, inancına saygı göstermesi gerekmektedir ancak bu inançlar ve değerler kişinin iyilik halini tehdit etmemelidir. Bu durumda temel haklardan olan yaşama hakkı ile kendi kaderini tayin hakkı çatıştığında doğru karar vermek son derece önemlidir. Kendi kaderini tayin hakkı kişinin olumlu ve sağlıklı kararlar verebilme durumu dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Örneğin kitapta Fiona, Adam’ın baskı altında olmadığını, bu kararın tamamen kendisine ait olduğunu anlamak için onunla görüşmek istedi. Adam bu yaşına kadar belli bir çevrede ve anlayışta yetiştiği, bunun dışında bir dünya ile karşılaşmadığı için inancı uğruna ölmeyi kabul ediyordu. Her ne kadar neredeyse reşit olsa da ergenlik döneminde sayılırdı ve önünde onu bekleyen hayatın güzellikleri konusunda pek de bilgisi yoktu. Bu durumda vereceği karar ne kadar sağlıklı olabilirdi iyi değerlendirilmesi gerekmekteydi. Nitekim ameliyat olduktan sonra Fiona’ya “siz olmasaydınız ne genç olacaktım ne aptal, ölmüş olacaktım” (syf. 99) demesi de kan naklini reddetmesi kararının çok da doğru bir karar olmadığını düşündüğünü ifade ediyordu. Bu durumun sosyal hizmetteki etik konulardan olan, müracaatçıların kendi kararlarını alma haklarının olmasıyla beraber sosyal çalışmacıların da onların refahını artırma sorumluluklarının olması durumuyla ilişkilendirilebileceğini söyleyebiliriz. (Banks, 2006: 13’ten aktaran Gökçearslan Çiftçi ve Gönen, 2011: 151). Fiona ile Adam arasındaki duygusal yakınlığı da sosyal çalışma etiği bağlamında değerlendirmek gerekirse sosyal çalışmacıların mesleki rolleri ile müracaatçıları arasındaki sınırlarla ilgili konuların farkında olarak hareket etme sorumlulukları olduğunu söyleyebiliriz (Banks, 2006: 13’ten aktaran Gökçearslan Çiftçi ve Gönen, 2011: 151). Sosyal çalışmacıların hizmet ilişkisi kurduğu müracaatçılarla duygusal yakınlık ve temas kurması etik ilkelere aykırıdır. Sosyal çalışmacılar bireysel değerleri, tutum ve davranışları ile mesleki değerlerinin ayrımını da iyi yapmak zorundadırlar.

Kitapta konu edilen bir diğer olay ise yapışık ikizler davasıydı. İkizlerin ameliyatı gerçekleşmezse ikisi de ölecekti ancak ameliyat gerçekleşirse her iki durumda da yaşama şansı çok az olan Matthew ölecek, sağlıklı olma potansiyeli yüksek olan Mark ise yaşayacaktı. Hastane yaşama ihtimali daha fazla olan Mark’ı kurtarmak için ameliyat izni almak istiyordu. Bunun için Matthew’ı öldürmek zorundaydılar.

İkizlerin ebeveynleri ise inançları nedeniyle bunu onaylamıyordu. Bu noktada davada her iki çocuğun yaşam değeri bir ikilem yaratmakla beraber ebeveynlerin dini inançları ile çocukların yaşam hakkı da

142 yine bir etik bir ikileme yol açmaktaydı. Fiona kararını, bazı şartlarda daha büyük bir felaketi önlemek için ceza yasasını çiğnemenin caiz olduğunu ifade eden zorunluluk doktrini kavramından hareketle vermiş ve ameliyat gerçekleşmişti (syf. 27). Bu ameliyatta amaç Matthew’ı öldürmek değil Mark’ı yaşatmaktı. Matthew zaten ameliyat gerçekleşmese de altı ay içinde ölecekti ama Mark’ın yaşamak için şansı çok daha yüksekti.

Sosyal hizmet uzmanları da bazı durumlarda Fiona’nın verdiği karar gibi keskin kararlar vermek zorunda kalabilmektedir. Sosyal hizmet uzmanlarının karşılaştıkları vakalarda hizmetin sunumunda ya da sunulmaması durumunda kimlerin bu durumdan ne yönde etkileneceği konusunda iyi bir risk analizi yaparak karar vermesi son derece önemlidir. Hizmet sunumunda özellikle de sınırlı kaynaklar olması durumunda kimlerin daha öncelikli değerlendirilmesi gerektiği noktasında doğru değerlendirme yapılmalıdır.

Kitapta konu edilen bir başka olayda ise Fiona, boşanma aşamasında olan ve kızlarının eğitimi konusunda anlaşmazlık yaşayan farklı düzeyde dindar Ortodoks Yahudi bir anne babanın davasında çocukların kimde kalacağına karar vermek zorundaydı. Anne ve baba arasında kızların yetişme tarzları konusunda fikir ayrılıkları vardı. Anne, kızlarının karma okula gitmelerini, meslek sahibi olmalarını ve kendi ayaklarının üzerinde durabilecek şekilde yetişmelerini istiyordu. Baba ise kadınların çalışması ve belli bir yaştan sonra eğitime devam etmesini doğru bulmuyordu. Kızlarının cemaatin kurallarına uygun yaşamalarını istiyor ve karma okula karşı çıkıyordu. Yani anne ve baba arasında dini inançlar ve manevi değer ayrılıkları söz konusuydu. Fiona, refahın ve mutluluğun felsefi iyi hayat kavramını da kapsaması gerektiğini, böyle bir hayatın da bir çocuğun ekonomik ve manevi özgürlük, gelişen kişisel ilişkiler ve doyurucu çalışma ile gerçekleşebileceğini düşünüyordu (syf. 18). Fiona bu davada çocukların annenin seçtiği karma okula devam etmesine karar verdi.

Fiona verdiği bu karar ile sosyal hizmette de bireylerin en önemli haklarından olan kendini gerçekleştirme ve kendini geliştirme hakkını çocuklara tanımış oldu. Sosyal hizmet uzmanları da verecekleri kararlarda doğru değerlendirme yaparak özellikle çocukların üstün yararını ve refahını sağlamada özenle davranmalıdır. Doğru karar verme ancak doğru değerlendirme ile mümkün olacaktır.

“Çocuk Yasası” kitabının da bu bağlamda etik ikilemler, etik sorunlar ve karar verme süreçlerini ele alış şekliyle sosyal hizmet uzmanlarına bakış açısı kazandırabilecek nitelikte bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Kaynakça

Gökçearslan Çifçi, E. ve Gönen E. (2011) “Sosyal Hizmet Uygulamalarında Etik Karar Verme Süreci”. Toplum ve Sosyal Hizmet. 22 (2), 149-160.

143 SÜPER KAHRAMAN DEĞİLİZ AMA SÜPER OLABİLİRİZ!

Murat ŞAHİN1

İnsan hayata gözlerini yalnızca bir defa mı açar? Islak, acı dolu, daha önce hiç kullanılmamış gibi, etrafı yabancılayarak, görmenin ne anlama geldiğini bilmeden. Görmeye başladığında herkes etrafında toplanır. İlk seferinde popona bir şaplak yersin. Görmeye başladığın için mi o şaplak? Odağını mı değiştirmeye çalışır etrafındakiler? Gözlerimizi ilk açtığımız anda yediğimiz şaplağın masumiyetini ispatlayamam ama en azından uygulayanların güzel bir amaca hizmet ettiğine inandığını söyleyebilirim.

Peki ya sonraki göz açışlarında yediklerimiz?

İnsan sayısız defa gözlerini açıyor hayata. Bazen de açtığımızı düşündüğümüz oluyor. Ben bir sosyal hizmet uzmanıyım. Bazen bir sosyal çalışmacı. Bazen kavram karmaşasında çatışma arasında kalmış bir meslek elemanı. Sayısız defa açtım gözlerimi hayata. Üstelik Dante ve Cahit Sıtkı’nın belirttiği gibi henüz yolun yarısında bile değilim.

Henüz on sekizimdeyken dört yıl boyu insan hayatına nasıl dokunacağımı öğreneceğimi düşündüğüm bir eğitim serüvenine başladım. Hızlı geçecekti yıllar, çok şey öğrenecektim. Çok da eğlenecektim tabi geri kalan saatlerde. Belki bol bol da uyuyacaktım. O fakültenin içinde olduğum saatler beni bir süper kahramana dönüştürecekti. Dört yılın sonunda pelerinimi takıp çocuk, yaşlı, engelli demeden hemen herkesi kurtaracaktım. İlk yıl eğlenmenin çoğunlukta olduğu, ikinci yıl ise uyumanın zirve yaptığı bir dönemi geri bırakırken henüz cenin pozisyonunda keyfime bakıyordum. Bol bol okşuyorlar, sevimli sesler çıkararak beni seviyorlar hatta o korunaklı kesenin içerisinde tekmeleyerek eğlenmeme izin bile veriyorlardı. Gariptir ki hoşlarına dahi gidiyordu. Canımın istediğini yemem de cabası. Üçüncü yılın başlarında sancılar artmaya başlamıştı. Su torbası patlayacak cenin kendini dışarı atacaktı. Bir kuram dersi son ıkınma çığlığıydı!

- Gündelik hayatta sokakta karşılaştığımız çocuk işçilere nasıl müdahale edebileceğiz? Yetki kısıtlamamız nedir? Gözümüzün önünde istismar ediliyorlar. Hatta belki de bakışlarının altında yardım çığlıkları yatıyor.

Gözlerimi açışlarımdan biriydi. Şaplak bu sefer biraz sert oldu.

- Müdahale edemeyiz. Bizler kahraman değiliz. Mecburen zaman zaman görmezden geliyoruz.

Şaplağın acısıyla basarsın zılgıtı. Herkes gülmeye başlar, mutlu olurlar. Evet, o HAYATTA!

Hayatta olduğumuzu ağladığımızda anlarlar. Neden kimse nefes alıp almadığını kontrol etmez önce?

Önce neden canımızı yakarlar sonra sarıp sarmalarlar? İnsanoğlu güçsüzlüğü kabullenmez, güçlenmek

1 Sosyal Hizmet Uzmanı

144 için çaba da sarf etmez. Görmezden gelir. Odağını değiştirir. Solunda acı varsa sağına döner. Sağında mutsuzluk varsa arkasına. Dört yanı sarıldığında ise avuç içleri elmacık kemiklerinin üzerine kapanır…

Üçüncü yılı emekleyerek tamamlarsın, dördüncü yılın mucizenin başlangıcı olacağını düşünürsün. Evet, işte bu. Sahadasın artık ayaklarının üzerinde yürüyebilecek, diz kapaklarında sürünmekten kurtulacaksın! “Onlar gözlerini mi yumuyor, şaplak atan ben olacağım!” dersin. Elinde sopasıyla bekleyen “K(u)ralcıları” henüz tanımamışken. Koşmak istersin, ayağın takılır düşersin DUR derler.

Sorumluluk alıp kendin YE(n)MEK istersin, üzerine bulaştırırsın DUR derler. Sana sunulandan daha fazlasını öğrenmek için sorgularsın, sorular sorarsın, senin için henüz erken DUR derler. Büyümene, gelişmene izin vermezler. Yalnızca onların istediği düzeyde ilerlemene müsaade ederler.

Bir gün karşına bir fırsat çıkar. Kimseye haber vermeden çabalayıp tünelin ucundaki parıltıyı görürsün.

Gözlerin karanlıktan yoğun bir ışık huzmesinin içerisine girdiği anda acımaya başlar, ovuşturmak, gözlerinizi açıp ona bakmak istersin. Acıyla baktığında gözlerin bir kez daha açılır, bir kez daha görürsün. Başarabiliyorum! K(u)ralcılara gidip herkesin gözlerini açmasını sağlayabileceğinden bahsettiğinde bir kez daha DUR cevabını alırsın. “İş çıkarma!”

Dördüncü yılı koşabilir halde tamamlarsın ama koşmazsın. Konuşmayı tamamen sökmüşsündür ama konuşmak çene kaslarını yorar. Gözlerini birçok konuda açmayı bilirsin ama avuçlarını yüzünden çekmek zül gelir. Yıllarca böyle yaşarsan sırtına takmayı hayal ettiğin o pelerin ayaklarına bağ olur.

Koşmayı bırak yürümek için dahi oturduğun bilgisayar masasından kalkamazsın.

Böyle mi olmak istersin? İçine konulduğun kabın şeklini almak, yalnızca sana söyleneni yapmak-söylenen doğru olmasa dahi-, yeni ve doğru olan her şeyden kaçmak?

Bizler süper kahraman değiliz. Ama istersek SÜPER olabiliriz! Aksini iddia eden herkes için konuşuyorum. Açın gözlerinizi artık. Susmayı bırakın. Başarabilirsiniz.

Dört yıllık eğitiminizin hangi aşamasında olursanız olun, gelişebilirsiniz. Meslek hayatınızın hangi aşamasında olursanız olun, değişebilirsiniz. Karşılaştığımız her sorunu, burada yazılanlara inanan kişiler ile çözebilirsiniz. Daha fazla meslektaşımızı inandırabilirsiniz. Büyümek, gelişmek, değişmek, kısacası gözlerimizi yeniden ve yeniden ve yeniden açmak yalnızca bizim elimizde.

Bizler süper kahraman değiliz ama süper olacak potansiyeli barındıran dezavantajlı kimselerin hayatına dokunabiliriz. Bizden çok daha iyi olmalarını sağlayabiliriz.

Sizler biricik benliklerinizle süpersiniz, süper işler yapabilirsiniz…

145 SOSYAL HİZMETİN ÜNLÜLERİ: