• Sonuç bulunamadı

66

67

etmesi bağlamında iyiliklerin hoşnutluğu objelere değerini verirken, gerçekleştirilmeleri esnasında herhangi bir düşünsel çaba olmaksızın oluşan hazlar ile düşünsel bir çabanın söz konusu olduğu hazlar arasında bir ayrım yapılması gerekli görülmüştür. Hoşlanmanın bu iki türü de birbirinden oldukça farklıdır ve bu durum da Dewey’in tezini destekler.121 Örnek olarak pamuk şekeri yiyen bir çocuğun yaptığı gibi, birey bir şeye karşı hissettiği hoşlanma durumunda, önceki pasif konumundan çıkarak aktif bir şekilde hoşlandığı her ne ise onunla meşgul olur. Çocuk pamuk şekerine dilini değdirdiğinde bir yumuşaklık ve bir erime hissederken; tüm yönleriyle onu keşfetme çabası içine girer.122 Aktif olarak gerçekleşen bu faaliyetler, aynı zamanda çocuğun pamuk şekerini yemeye dair zevkinin, hoşlanmasının bir ifadesi olmaktadır. Yalnız bir şeye yönelik tesadüfen kazanılan hoşlanma ya da zevk ile o şeye ilişkin bir çaba neticesinde kazanılan hoşlanma ya da zevk aynı şeyi ifade etmeyecektir. Nitekim pamuk şekerinin arzu edilmesi ile onun arzu edilebilir olması araçlar ve sonuçlar bağlamında değerlendirildiğinde oldukça farklıdır.

Dewey, bir şeyin arzu edilebilirliğini biçilmiş değer olarak nitelendirdikten sonra bir değer olarak o şeyden hoşlanılmasının farkına dikkat çeker. Değer tutumları, hoşlanmalardan ayrı olmadığı gibi, araç ve sonuçları yönüyle düşünsel çabalar yoluyla ondan haz alma hususunda da bağımsız değillerdir.

Peki, pamuk şekerini ilk kez tadan bir çocuğun bu tadımdan sonra aniden/kendiliğinden, “Nefis!”, “Mükemmel!” diye sevinç içerisinde zıplaması bir değer yargısı içerir mi? Bu sorunun; değer yargıları, değer verme tutumları, değerlendirme veyahut değer biçme kavramlarıyla ilişkisinin anlaşılması nispetinde cevaba kavuşacağı aşikârdır. Öyle ki; değer yargıları, değer vermenin gerekli olup olmadığı ya da değerlendirmeye maruz kalıp kalmadıkları zaman ortaya çıkar. Esasında herhangi bir

121 John R. Shook, Amerikan Pragmatizminin Öncülleri, s. 125.

122 John Dewey, Theory of Valuation, in Later Works, vol. 13, 1939, s. 126.

68

değerlendirmeye tabi tutulmamış aniden ve kendiliğinden bir ünlem olarak söylenen

“Nefis!”, “Mükemmel” ya da "Ah, bu ne kadar iyi” cümlesi bir değer yargısı ifade etmeyen değer verme tutumudur. Çocuğun bu cümleleri, nesne hakkında yemekten hoşlandığı gerçeği dışında hiçbir şey söylemiyor demektir. Çocuğun pamuk şekerini sevdiği ve hoşlandığını belirten bir cümleyi bilinçli ve kasıtlı olarak söylemesi de onun öznel değer verme tutumunu gösterir ve bu öznel ifade ediş biçimi yine bir değer yargısı ifade etmez. Nitekim değer yargıları bir sorun karşısında en faydalı çözümün bulunması ile davranışa rehberlik eden araçsal ve pratik yargıları içerir. Ama bir ünlem cümlesi yargısı araçsal ve pratik olma durumunu yansıtmamaktadır.123

Değer verme tutumlarını yönlendirerek davranışa rehberlik edebilecek yargılar elde etmek mümkündür. Yapılması istenilen eyleme yönelik, “Değer mi?” sorusu aslında bir değer verme tutumunun irdelenmesine yönelik ihtiyacın hasıl olduğunu gösteren en temel sorulardan biridir. Bu soru eylemin yapılmasının doğrudan mümkün olmadığı ya da eylemin sonuçları bakımından kişiye beklediği tatmini vermediği zamanlarda ortaya çıkar. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten adındaki bir maddeye hassasiyeti olan bir kişinin buğday içeren bir kek yedikten sonra karın ağrısı, bulantı, ishal ve halsizlik gibi belirtilerinin olduğunu ve bunlara sebep olanın da glutenli bir ürünü tüketmesi olduğunu keşfetmesi hiçte zor olmayacaktır. Peki bu durumda kişinin kek yemekten vazgeçmesi mi gerekir veya o kişi kekin muadili olabilecek başka bir ürün alabilir mi? İçerisinde buğday, arpa ve çavdar gibi tahılların olmadığı glutensiz kek alternatifi var mıdır? Peki eğer böyle bir ürün varsa kişi bundan glutenli kek kadar lezzet alabilecek midir? Nitekim, bu durumda birbiri ile çelişen iki olası

123 John Dewey. "The Logic of Judgments of Practice", ss. 356-357; Elizabeth Anderson, "Dewey's Moral

Philosophy", The Stanford Encyclopedia of Philosophy,

<https://plato.stanford.edu/archives/win2019/entries/dewey -moral />.

69

sonucun bir aracı olarak değerlendirilebilecek; şu anki keki yeme keyfi ve keki yedikten sonraki sağlık durumu söz konusudur. Bu noktada devreye giren değerleme, davranış şeklinin doğrudan kabul ve hoş karşılamadan şüphe etmeye ve araştırmaya geçişi anlamına gelir.124 Böylelikle kişi, söz konusu durum karşısında bu ve benzeri sorularla kek yemenin alternatif yollarını bulmaya ve bu yolların değer vermenin nesnelerine dair sonuçlarını düşünmeye başlar. Bu alternatif çözümler neticesinde elde ettiği sonuçlar onun değer verme tutumuna rehberlik eder. Kişi büyük bir olasıklıkla “Gluten içermeyen kek yemek, glutenli bir kek yiyerek ince bağırsakta oluşacak iltihaplanma ve akabinde karın ağrısı, halsizlik gibi sıkıntıları yaşamaktan daha iyidir”, değerlendirmesini yaparak pratik bir yargıya varacak ve faydasını azamileştirmeyi seçecektir.

Netice olarak verilen örneklerde de görüldüğü üzere, değerlendirmelerin ya da değer yargılarının son bulması o şeye karşı yeni bir değer verme tutumlarıyla sonuçlanır.

Bu durum değer vermenin doğasıyla ilgili, diğeri değer yargılarının değer tespitiyle ilgili olmak üzere iki olası sonuca sahiptir. Birincisi, değer vermeler değer yargılarına tepki olarak değiştiklerinde, arzu, ilgi yahut beğeni olurlar. İkincisi, değer yargılarının işlevi, bireyin içinde bulunduğu zor durumu çözen yeni değer verme tutumları oluşturmak olduğu için, bu işlevi ne kadar iyi yerine getirdikleri açısından araçsal olarak değerlendirilebilirler.

Bu şekilde çalışmamızın ilk bölümünün sonuna gelmiş oluyoruz. Bu bölümde özellikle Dewey’in yaşam içerisinde değer anlayışının üzerinde durduk. Buna göre değerleri yaşamdan kopuk birer norm olarak görmek, onları her hal ve şartta uygulanması gereken bir dayatma şeklinde kabul etmek değerin yapısına aykırı bir tutum teşkil eder. Çünkü değerlerin sahibi haliyle insanın kendisidir. İnsan ise hayatın içerisinde

124 John Dewey. "The Logic of Judgments of Practice", s. 360.

70

şekillenen veya başka bir ifadeyle son nefesini verene kadar tamamlanmayan bir varlıktan ibarettir. İnsanın sahip olduğu bu ontolojik yapı ise onun için hem bir acziyet hem de özgürlük imkânıdır. Bu bakımdan her bir değer esasen insanın hayat içerisindeki karşılaşmalarıyla ilgilidir.

Bu çerçevede John Dewey değer/leme anlayışını, genel bir naturalist deneyim ve yansıtıcı/düşünümsel zekâ modeli olarak tasarlamıştır. Buna göre, değer kendini doğada gösterir ve bilişsel olarak değerin organizmanın bir talebi olarak bağlamına göre ve pragmatik anlamda doğru veya yanlış olabilme ihtimali taşır. Dewey, doğa ve organizmanın etkileşimi neticesinde ortaya çıkan değerin deneyim ışığında düzeltilebilir olabileceğini savunur. Yine o, değeri nihai bir son olarak veya eylemin başında dışarıda hazır olarak bulunan iyi olarak değil; bilakis onu çözüm odaklı düşünüp, araçlar sağlamak amacıyla, genellikle sorunlu durumlara yansıtıcı yanıtlar olarak telakki etmemiz gerektiğini savunur.

Gelinen noktada, Dewey'in risk barındıran doğada, organizmanın problem çözme amacı doğrultusunda her an değer üretmesini içeren görüşünün, dar anlamda sadece pratik olmaktan uzak olduğu tespit edilmiştir. Öyle ki değer yargısı, pratik olmanın yanında araçlar hakkında araçsal akıl yürütmeyi de kapsamaktadır. Bu yüzden, eğer sorunlu bir durum olarak sahile giden yolumuz dev bir kaya tarafından engellenirse, sahile ulaşmamızı sağlayacak başka bir rota belirlemek ya da kayaya tırmanmak gibi alternatif çözüm yolları düşünebiliriz. Ama söz konusu durum aynı zamanda değer yargısına yönelik amaç ve araçların yansıtıcı eleştirisini de içerir. Böylece, yolculuğun zorlu eylemler gerektiriyorsa, sahile gitme amacımızın ne kadar önemli olduğunu yeniden gözden geçirmemiz ve yeni yargılar oluşturmamız gerekebilir. Nitekim pratik yargı olarak sorgulama, onlara ulaşmamıza neyin dahil olduğu ışığında amaçlarımızı

71

yansıtmayı ve gözden geçirmeyi kapsar. Değerleme bu noktada genellikle değerlerimizi yaratıcı bir şekilde dönüştürmemize ve yeni hedefler geliştirmemize yol açar. Bu durumda yeni arzuların ve yeni değer yargıları oluşturmanın kapısını aralar. Bu bilgiler çerçevesinde Dewey’in değer/leme anlayışının temelinin atıldığı birinci bölümün sonuna gelinmiş olup, ikinci bölümde bu pragmatik natüralist meta-etik anlayışa uygun olarak, Dewey'in değer/leme, değerlendirme, sosyal teori ve ahlâkî teoriye farklı bir şekilde yaklaşması araştırılacaktır.

72 İKİNCİ BÖLÜM

JOHN DEWEY’DE DEĞERLEME, DEĞERLENDİRME VE SOSYAL TEORİNİN KOŞULLARI

1. Beğenme ve Beğenmeme Olarak Değerleme

Dewey'in ifadesi ile değer, bir nesneyi bir şeyi ya da onun içsel niteliğini belirleme olarak bir şeyi hak ettiği kıymet iken, değer/leme içgüdüsel olmakla beraber bilinçli ve hisli bir davranış olarak değer tahminini belirtir. Değerleme eylemini, içgüdüsel davranışlardan ayırt eden ilk şey, bilinçli bir ayırt etme içererek kadar dikkat çekici bir nitelikte olmasıdır.125 Dewey, değerlemenin (valuation) iki anlam içerdiğini belirterek onun ya övmek, beğenmek, aziz bulmak ya da değer vermek, değerlendirmek, kıymet takdir etmek anlamına geldiğini söyler. Birinci anlam; değer verme (valuing), değer iliştirme (prizing) ve değer atfetmeyi (esteeming) ifade eder ve bu anlam herhangi bir etik düşünüm içermemekle beraber değer yargısı oluşturmaz. Oysa değerlemenin ikinci anlamı olan değerlendirme (evaluation), değer biçme (appraising) ve değer saptamayı (estimating) içererek; kişiye sorununda en iyi çözüm bulma noktasında rehberlik edebilecek değer yargısı oluşturmasını sağlayacak düşünüm ve kıyaslamayı içerir.

Değerlemenin söz konusu birinci anlamında, salt arzu etme ya da beğenmeyi değerlemenin bir şekli olarak değerlendiren Dewey'i birçok felsefecinin takip ettiği söylenebilir; bununla birlikte, çoğu filozof değerlemeyi, bir şeyin sadece arzu edildiği veya beğenildiği değil, fakat iyi olduğuna veya değere sahip bulunduğuna hükmedilen emirlerle sınırlama eğilimi gösterir.126

125 John Dewey, Theory of Valuation, s. 4.

126 Elizabeth Anderson, "Dewey's Moral Philosophy",

<https://plato.stanford.edu/archives/win2019/entries/dewey -moral />.

73

Dewey‘in değerleme teorisinin gücü, fark edileceği üzere tüm değerlemelerin varsayımsal karakterine vurgu yapmış olmasında yatar.127 Değerleme, öncelikle beğenme ve beğenmeme durumunun izlenebilir ve tanımlanabilir davranış biçimleri açısından incelenmesi mümkün olan bir kavramdır. İzlenebilir ve tanımlanabilir davranış biçimleri ele alınırken davranışsal olarak “duygusal-motor” sıfatı kullanmak mümkündür.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus “duygusal” kavramının “duygular” olarak özel yorumundan kaçınılması ve aktifliği ve gözlemlenebilirliği ifade eden “motor”

öğesini geçersiz kılacak her türlü yoruma izin verilmemesi hususudur. Zira filozofun

“motor” ile kastettiği davranış kamusal ve gözleme açık dünyada gerçekleşmektedir.

Yine orada gerçekleşen herhangi bir şeyin gözlemlenebilir koşulları ve sonuçları mevcuttur. Tüm bu açıklamalar aslında “beğenme” ve “beğenmeme” ifadelerinin doğru yorumlanması için bir altyapı oluşturmaktadır. “Beğenme” ve “beğenmeme” davranış biçimleri için sorgulandıklarında onların özel ve duygu içerikli bir isim olarak telakki edilmemesi gerektiği, bilakis ne tür faaliyetler anlamına geldiğinin arandığı belirtilmelidir. Buna göre “Beğenme nedir?” sorusu beğenme ile yakından ilgili davranış biçimleri olarak öncelikle “önemsemek”, “bakmak” kelimeleri ve devamında “şefkat göstermek”, “adanmış olmak”, “katılmak”, “eğilip bakmak” gibi anlamlarla cevap teşkil edebilir. Bu durum, “beğenme” ifadesinin halihazırda var olan bir şeyden haz alma ya da zevk alma koşuluna işaret ettiğini gösterir.128 Bu hususlar bizi değerleme meselesinin bir diğer veçhesine götürtür.

127 E. T. Mitchell Ince, Dewey’s Theory of Valuation, s. 296-297.

128 John Dewey, Theory of Valuation, ss. 10-14.

74