• Sonuç bulunamadı

DEĞERLENDĠRME KRĠTERLERĠ

3.2. Makul Sürenin Değerlendirilmesinde Dikkate Alınan Ölçütler

3.2.2. Davanın Taraflarının Tutumu

Davanın tarafları kavramının sadece baĢvurucunun anlaĢılmaması gereklidir. Bu kavram, hukuk yargılamalarında hem davacı ve davalının (kamu – özel ayrımı olmaksızın), ceza davalarında ise Ģüpheliler, Ģerikler ve soruĢturma organlarını dava sürecindeki davranıĢlarını kapsar. Belirtilmeli ki; hem hukuk yargılamalarında davanın tarafı olan kamu kurumunun davranıĢları hem de ceza yargılamalarında soruĢturma organları, bu davadaki rolleri gereği, davanın makul sürede bitirilip bitirilmediğine dair bir baĢka kriter olan “yetkili otoritelerin davranıĢları kapsamında incelenebilir (Edel, 2007. s.51).

Davanın taraflarının davranıĢları kriteri, AĠHM içtihatlarında “yargılama süresinin makul olup olmadığının” değerlendirilmesinde kullanılacak bir kriter olarak sayılmasına rağmen bu kriterin tek baĢına bir davadaki uzun yargılama süresini mazur göstermeye yetip yetmeyeceği konusunda tam bir fikir birliği olduğu söylenemez. Örneğin, Dovydas Vitkauskas / Grigoriy Dikov baĢvurucu tarafından ister kasten isterse istemeden neden olunacak gecikmelerin makul süre değerlendirilirken dikkate alınmayacağını belirtirken (Vitkauskas ve Dikov, 2012. s.75); Nuala Mole / Catharina Harby bu durumda yani baĢvurucunun gecikmeye neden olduğu durumlarda Ģüphesiz ki baĢvurucunun Ģikâyetinin zayıflayacağını ifade etmektedir(Mole ve Harby, 2006, s.24). Calvez ise raporunda bu kritere daha fazla anlam yükleyerek, bu kıstasın özellikle, açıkça uzun bir yargılama süresi olmasına rağmen, mili otoritelere atfedilebilecek açık bir eylemsizlik olmaması durumunda, ihlal kararı verilmemesini sağlayacak tek kıstas olduğunu belirtmektedir. Calvez‟e göre “eğer baĢvurucunun davranıĢı yargılamadaki gecikmenin temel sebebi ise 6. maddenin ihlali söz konusu olmayacaktır” (Calvez, 2012, s.20).

104

77

Mahkeme içtihatlarını incelediğimizde, bu kriterin hiçbir Ģekilde dikkate alınmayacağını iddia etmek çok mümkün görünmemektedir. Yani bir baĢka ifade ile baĢvurucunun davranıĢları devlete atfedilemeyecek objektif bir faktör olarak kabul edilecektir (Edel, 2007. s.55). Devletler davanın taraflarının sebep olduğu gecikmelerden (davanın uzamasında yetkili otoritelerin bir dahli olmadığı müddetçe) sorumlu tutulamayacaklardır (Harris vd, 2009. s.279).

Fakat yine Mahkeme içtihatlarından ortaya çıkmaktadır ki, bu Ģekilde bir neticeye ulaĢabilmek için davadaki gecikmenin “asıl nedeninin” tarafların davranıĢları olması gerekmektedir. Aksi taktirde yani yetkili otoriteler davayı gerekli hızlılıkta ilerletmek için gereken gayreti göstermedikleri durumlarda, Mahkeme tarafların davranıĢlarından ziyade yetkili otoritelerin davranıĢlarını gecikmenin sorumlusu olarak kabul etme eğilimindedir.

AĠHM‟ne göre, aĢağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi, davaların makul süre içerisinde bitirilmesinde asıl sorumluluk yetkili organlara düĢmektedir. Bu nedenle “baĢvurucu yasada kendisine tanınmıĢ olan değiĢik usuli kuralları kendisi lehine kullanmaktan dolayı suçlanamaz.” BaĢvurucunun, cezai bir yargılama süreci söz konusu olduğunda, kendisinin mahkûmiyetine yol açacak bir davada süreci hızlandırmak için aktif bir Ģekilde iĢbirliği göstermesi gerekmemektedir (Mole ve Harby, 2006, s.24). Bu yaklaĢıma Mahkemenin Türkiye ile ilgili olarak verdiği Yağcı-Sargın kararı güzel bir örnek teĢkil eder.105Yine bu tür bir yaklaĢıma iliĢkin bir

diğer örnek, 8 Ekim 2009 tarihli Sopp - Almanya ve 9 Haziran 2009 tarihli Bendayan Azcantot / Benalal Bendayan - Ġspanya kararlarıdır. Bu kararlarda AĠHM, “baĢvurucu kanunen sağlanmıĢ bir hakkı ileri sürerse, bu kullanım gecikmenin tek sebebi olsa dahi (sözgelimi bilirkiĢi raporu talebi), bu davranıĢının eleĢtirilemeyeceğine” dair tespitte bulunmuĢtur. Benzer Ģekilde 11 ġubat 2010 tarihli Malet - Fransa kararında da Mahkeme iki defa temyize baĢvuran baĢvurucunun yargılamayı geciktirmediğini, zira sonuncusunda gecikmenin devlet otoritelerine

105“Mahkeme 6. maddenin bir cezai suçlama ile suçlanan kişinin yargısal otoritelerle aktif bir şekilde işbirliğini gerekli kılmadığını hatırlatır… Hiçbir durumda başvurucular savunmaları için iç hukuk düzeni tarafından tanınmış bütün avantajları tam olarak kullanmalardan dolayı suçlanmazlar.08.06.1995 tarihli Yağcı/Sargın – Türkiye kararı, par. 66.

78

atfedildiğini, ilk soruĢturma hâkiminin 18 ay süreyle hiç bir Ģey yapmaksızın beklediğini belirtmiĢtir (Calvez, 2012, s.21).

Hukuk yargılaması süreçlerinde birçok devlet sürecin yürütülmesinden tarafların sorumlu olduğuna dair bir sistem geliĢtirmiĢtir. Ancak bu sitemde dahi devletin davanın hızlı bir Ģekilde yürütülmesine dair sorumluluğu ortadan kalkmaz (Harris vd, 2009. s.279).106Tapulamaya iliĢkin süreçlerin uzunluğunun baĢvuru konusu yapıldığı Wiesinger - Avusturya davasında “baĢvurucuların çok fazla temyiz yoluna baĢvurması ve sık sık mahkeme iĢlemlerine itiraz etmesinin süreci gereksiz bir Ģekilde uzattığına” dair Hükümet iddiası üzerine Mahkeme, “başvurucunun

davranışları, davalı devlete atfedilemeyecek ve makul süre şartına uyumlu davranılıp davranılmadığının değerlendirilmesi sırasında dikkate alınacak objektif bir kıstastır. Ancak başvurucuların gittikleri itiraz yolları asıl dava konusunu yani tazminatın karara bağlanmasının üzerinde geciktirici bir rol oynamamıştır… Bu yüzden Hükümetin iddiasının aksine, başvurucuların itirazları gereksiz değildi. Davada başvuruculardan kaynaklanan bir gecikmeye rastlanılmamıştır”.107

tespitinde bulunmuĢtur.

Yani davanın yürütülmesinde asıl sorumluluk milli mahkemelere aittir ve milli mahkemeler, sözgelimi gereksiz erteleme veya süre uzatma taleplerini reddederek, davaları hızlı bir Ģekilde bitirme adına yetkilerini kullanarak, bilirkiĢilerin görevlerini zamanında yapmalarını sağlayarak, davaların makul sürede bitirilmesi adına üzerlerine düĢen görevleri yapmak zorundadırlar (Edel, 2007. s.55).

Bununla birlikte “baĢvurucunun davranıĢı” büsbütün de önemsiz değildir ve makul sürenin aĢılıp aĢılmadığını belirlemede dikkate alınacak objektif bir gerçek konumundadır. Ancak tekraren belirtelim ki yukarıdaki hem ceza hem de hukuk mahkemeleri süreçleri için belirttiğimiz gibi, davanın tarafları yargılamanın kısa sürmesi için yargı makamları ile iĢbirliği içinde olmak zorunda değildirler ve kendilerine tanınan usuli imkânları kullanmalarından dolayı suçlanamazlar.

106“Davanın taraflarından beklenen sadece “kendileri ile ilgili usuli aşamaları gayretli bir şekilde yerine getirmek, geciktirici taktiklerden kaçınmak ve iç hukukun dava sürelerini kısaltmak için geliştirdiği düzenlemelere uyumlu hareket etmektir”.07.07.1989 tarihli Union Alimentaria – Ġspanya

davası, par. 35.

107

79

Taraflar yalnızca davayı uzatma adına kötü niyetli olduklarında sorumlu tutulacaklardır. Ancak, Mahkeme mücbir sebep dolayısıyla neden olunan herhangi bir gecikmeyi kapsam dıĢında bırakır. Örneğin, baĢvurucunun, kötü sağlık durumu yüzünden yargısal süreç boyunca devamlı hastaneye gitmesinin onun sorumluluğu olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiĢtir (28 ġubat 2003 Lavens - Litvanya kararından aktaran Calvez, 2012, s.20).

Mahkeme, Sarı - Türkiye ve Danimarka davasında olduğu gibi, baĢvurucunun kaçtığı 23 ġubat 1990 ve tutuklandığı süre olan 29 Haziran 1992 tarihleri arasındaki 2 yıl 4 ay ve 6 günlük sürenin kendi isteğiyle adaletten kaçmasının kendi sorumluluğunda olduğunu beyan etmiĢtir. Mahkeme, bir mücbir sebep ya da yasal bir mazeret olmadıkça, davada hazır bulunma zorunluluğunun mahkeme prosedürleri açısından temel bir unsur olduğunu ve baĢvurucunun kendi isteğiyle adaletten kaçmasından faydalanmasının söz konusu olamayacağını belirtmiĢtir (Calvez, 2012, s.20). BaĢka bir davada da baĢvurucunun, yetkili otoritelere adresini bildirmeyerek süreci geciktirmesi dikkate alınmıĢtır.108

Yine, 15 yıl süren istisnai uzunluktaki mülkiyet uyuĢmazlığına dair bir Ġtalyan hukuk davasında Mahkeme, her ne kadar ilgili yargısal süreçleri etkin bir Ģekilde yürütmeyen yetkili otoritelerin davranıĢları gecikmenin bir kısmının nedeni olsa da, bu otoritelerin gecikmeden öncelikle sorumlu olmadıklarını belirtmiĢtir. Zira, yargılama sürecinde baĢvurucular asla davalarının incelenmesini hızlandırmak Ģeklinde bir davranıĢta bulunmamıĢlar, tam aksine devamlı erteleme talebinde bulunmuĢlardır (en az 17 adet ertelenmiĢ duruĢma). Bunun yanında, karĢı tarafça altı defa istenilen ertelemelere de itiraz etmemiĢlerdir. Hepsinden önemlisi (aĢağıda ele alacağımız konuyla bağlantılı olarak) Ġtalyan Parlamentosunun bu dava süreçleri sırasında Ġtalya‟da yaygın olan yargılama süreçlerindeki gecikmeleri azaltıp davaların hızlı bir Ģekilde yürütülmesini sağlama amacıyla tedbir almasını da olumlu görerek, gecikmelerden baĢvurucuların sorumlu olduğu neticesine ulaĢmıĢ ve 6. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiĢtir.109

10822 Aralık 2004 tarihli Mitev - Bulgaristan kararı, par.151. 109

80

16 Aralık 1997 tarihli baĢvurucunun maruz kaldığı bir saldırı nedeniyle açmıĢ olduğu tazminat davası sonrasında AĠHM‟de görülen Proszak - Polonya davasında ise, baĢvurucunun hukuk davalarında davacıların göstermeleri gereken gayreti göstermediğini, duruĢmalarda hazır bulunmadığını, baĢvurucu ile avukatı arasındaki zayıf iĢbirliğini ve özellikle de baĢvurucunun (saldırıdan sonra baĢvurucunun bu saldırı nedeniyle psikolojik durumunu tespit amacıyla alınan ve birbiriyle çeliĢen iki rapor sonrası mahkemenin almak istediği üçüncü rapor için) psikiyatrik incelemede hazır bulunmayı reddetmesini dikkate almıĢ ve davanın karmaĢıklığı ve yetkili otoritelerin davranıĢları kriterlerini de dikkate alarak sonucunda baĢvurucunun eylemlerinin yargılamadaki gecikmelerdeki önemli etkenler olarak kabul etmiĢ 6. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiĢtir.110

Ġki aĢamalı olup toplam 7 yıl 2 ay süren bir davaya iliĢkin Dostal - Çek Cumhuriyeti davasında AĠHM‟nin analizleri Ģu Ģekildedir: “Başvurucu, hukuki

prosedürleri düzenleyen kurallarla yönetilen yargılamalardaki tarafların göstermesi gerekli gayreti sarf etmemiştir, çünkü net olmayan ve tam ispatlanamamış usuli taleplerde bulunmuştur.” (25.05.2004 tarihli Dostal- Çek Cumhuriyeti kararından

aktaran Calvez, 2012, s.22.