• Sonuç bulunamadı

DĐNĐ ĐNANCIN ÖLÜMLE ĐLGĐLĐ TUTUMLARA ETKĐSĐ

A) ÖLÜM OLGUSU VE DĐNĐ HAYAT

3. DĐNĐ ĐNANCIN ÖLÜMLE ĐLGĐLĐ TUTUMLARA ETKĐSĐ

Çalışmamızın bu bölümünde, hem dindar olanların, hem de dindar olmayanların ölümle ilgili nasıl bir tutum içerisinde oldukları ortaya konmaya çalışılacaktır.

3.1 DĐNDARLARIN ÖLÜMLE ĐLGĐLĐ TUTUMLARI

Dindar insanlar ölüm problemini şuurlarında daha çok canlı tutma eğilimi göstermekte ve ölümle ilgili daha berrak hatıralara sahip olmaktadırlar. Onlar hem daha erken yaşlarda hem de daha açık bir şekilde ölümle ilgili düşüncelere sahiptirler. Ölüm konusunda daha duygusaldırlar ve bu konuda daha rahat düşünmektedirler. Đnanan insanlar, bu problemi ahiret hayatına daha çok önem vererek ve onun üzerinde daha çok durarak halletmeye çalışmaktadırlar.

Đnanan insan, inandığı dinin ölümü yorumlamasına dayanarak, ona inancına göre bir mana vermektedir. Mesela Müslüman bir insan için ölüm ve hayat, Allah Teala’nın kimin daha iyi amel ettiğini tespit etmek amacıyla yarattığı iki fenomendir. (Mülk, 67/2). Đnanan insanların, ölümü dini hayatlarına ivme kazandıran bir şey olarak algılamaları, duygusal olarak ondan hiç etkilenmedikleri manasına gelmez. Elbette duygusal bir varlık olan insanın, ister dini bir inanca sahip olsun ister olmasın, ölüm olayını algılayışında muhakkak duygularının da büyük etkisi olacaktır. Zira ölüm, sevenleri bir daha bu dünyada kavuşmasını engellemekte ve muhakkak bir hüzün yaratmaktadır. Düşünsel temelde ölümle ilgili kalıcı bir tutumun gelişmesi, daha çok fikir düzeyinde gerçekleşmekte ve bu konuda inanan insana, inandığı dinin dogmaları bir yol göstermektedir. Đnananlar ölümü, Allah’ın tabiata koyduğu kanunlardan biri olarak değerlendirerek, dini ve dünyevi hayatlarını

şekillendirmede ondan istifade etmeye çalışmaktadırlar. Mesela Hz. Ömer’in yüzüğüne “Ya Ömer! Sana vâiz ve nasihatçi olarak ölüm yeter” yazdırdığı rivayet edilmektedir. (Zebidi, 1979: 288).

Đslam’ın ölüm karşısında sergilenmesi istediği tutum, ilahi bir karakter ortaya koymaktadır.. Şöyle ki, Hz. Peygamber, herhangi bir ölüm haberini alan birisine “Biz Allah’ın kuluyuz. O’ndan geldik yine O’na döneceğiz” (Bakara, 2/56), ayetini okumasını tavsiye etmiş, ölüm karşısında metin olmak gerektiğini vurgulayarak, buradan dini inanca gitmek istemiştir. Bu tutum esasen kişinin kendi ölümü söz konusu olduğunda da sergilenmesi istenilen tutumdur. Zira Đslam dini, ölüm olayını Allah’tan gelen ruhun, öte âleme intikal etmek suretiyle yine O’na dönmesi olarak değerlendirmiş, inananların kendi ölümlerini bu çizgi üzere değerlendirmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Necip Fazıl Kısakürek de, inanan insanların ölüm karşısında sergilemeleri gereken tavrı, şu mısralarla dile getirmiştir;

“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü, Peygamber.” (Kısakürek, 1991: 151). Dindar insanların kendi aralarında ölüme ilişkin tutumlar hususunda birbirlerinin aynı olduğu söylenemez. Buna göre dindar insanların ölümle ilğili dört değişik tutum içerisinde olduğu söylenebilir. Bunlar:

1) Dünyevi şeylere tamamen bağlanıp, ölümle hiç ilgilenmeyenler. Bunlar dünyevi zevklerden ayrılmak istemezler. Bundan dolayı bu dünyada ayrılma ile ilgili fikir ve düşünceler, onları kederlendirir ve üzer.

2) Kendilerinde Allah (c.c) şuuru olan fakat ölümle yüzleşmeye kendilerini hazır hissetmedikleri için ölüm fikriyle tam olarak uzlaşamayan insanlar. Bu insanlar ölümü istemezler. Çünkü fiillerini düzelterek ölüm veya kıyamet gününe kendilerini hazırlamak isterler. Böylece belki Rableri de, onları görmekten hoşnut olabilir. Bununla birlikte bu insanlar için dikkatlerini başka noktalara dağıtmadan ölüme hazırlık yapmak zorunludur.

3) Samimi bir şekilde dindar olanlar. Bunların tövbeleri mükemmeldir. Ölümü severler ve arzu ederler. Hiçbir şey onlar için Rableriyle buluşmaktan daha güzel değildir. Bunlar için ölüm zamanı buluşma zamanıdır. Bunlar her zaman bu anı hatırlarlar ve hiçbir zaman onu unutmazlar. Bunlar samimi bir şekilde erken ölmeyi isteyen insanlardır.

4) Allah’ın iradesi(memnuniyeti) hariç hiçbir şeyi istemeyenler ise, inananlar arasında son ve en ileri kategoriyi oluşturur. Onlar kişisel iradelerine göre ne ölümü ne de

hayatı isterler. Allah’a olan aşklarıyla birlikte, sadece O’nu hoşnut etmek arzusundadırlar. Bununla birlikte ölümü hatırlamak, bütün durumlarda Allah

şuurunun bir işaretidir. Böylece bu kişilerde ölümün hatırlanması, hayatın rahatlığını kesecek, lezzetleri yok edecek ve dünyevi uğraşlar içine dalan insanları bundan bir dereceye kadar sakındıracaktır.

Netice olarak, ölümü hayatın temel gayesi olarak gören inanan insanlar, bir gün ölecekleri gerçeğini şuurlarının bir köşesinde canlı tutarak zevk ve metanetle yaşayabilmenin imkânını araştırırlar. Onlara göre ölümün berisindeki ve ötesindeki hayat, birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak görülür. Nitekim onlar kendilerini nihayetsiz bir istikbalin yolcuları olarak görürler. (Bilge, 1960: 290; Karaca, 2000: 268).

3.2 DĐNDAR OLMAYANLARIN ÖLÜME ĐLĐŞKĐN TUTUMLARI

“Dindar olmayanlar, ölümü hayatın tabii bir sonu olarak görme eğilimindedirler. Bu bir zirve değil daha ziyade bir gücün tedricen zail olması gibi, bir son manasındadır. Onlar için önemli olan, hayat ve hayatın getirileridir. Dini bir inanca sahip olmayan insanlar, inananların tam aksine, hayata daha fazla önem vererek bu problemin üstesinden gelmeye çalışırlar. Bu tip insanlarda iki temel psikolojik reaksiyon hâkimdir. Bunlar bastırma ve maskelemedir.” (Karaca, 2000: 268).

“Bastırma (repression) mekanizması ile egoya karşı olan bu tehdit, ölüm probleminin

şuurdan uzaklaştırılmasıyla bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bu durumdaki birisi, bu konuda düşünceli olabilir fakat düşündüğünde, ölümü düşüncesindeki konulardan biri olarak bulamaz. Yani bu düşünceyi bastırdığının farkında değildir.” (Hökelekli, 1991: 87). Yine ölümü hatırlamak ve düşünmek birçok insan için yaşama arzusuna zıt görünmekte, onun için bu insanlar, yaşamak için ölümü unutmak ihtiyacını hissetmektedirler. (Bilge, 1960: 290; Karaca, 2000: 268-269). “Bastırma çok değişik şekillerde olabilmektedir. Mesela ölüm karşısında insanlar genellikle irrasyonelliğe ve büyüye başvurmaktadır. Yine ölüm, ölüm

olarak adlandırılmamakta, onun yerine “vefat etti”, “göçtü” gibi anlamı bulandıran, ağdalı deyimler kullanılmaktadır. Bu durum bütün tarihi süreç içerisinde hemen hemen çoğu kültürler için geçerlidir. Đnsanların hiç ölmeyeceklermiş gibi ileriye dönük planlar yapmalarında, bir nevi ölüm olayının bastırılmasını görmemiz mümkündür.” (Karaca, 2000: 269).

“Ölüm karşısında inkâr tepkisi, diğer bütün savunma mekanizmalarının temelini teşkil eden bir savunma mekanizması olan bastırma ile benzerlik arz etmektedir. Dindar olmayanların ölüm karşısında sergilemiş oldukları diğer bir tutum olan maskelemede ise, kişi kendini tamamen günlük ve dünyalık meşgalelere vermekte, kendini ölümü düşünmeye bir fırsat bırakmamaktadır.” (Karaca, 2000: 270-271).

Dindar olmayan insanların ölümden kaçınmaları ve onu fazla düşünmemeye çalışmalarının bir nedeni de, inanmadıkları halde teorik olarak bildikleri veya çevrelerinde müşahede ettikleri dini inançların ortaya koyduğu ahiret hayatının gerçekten var olma ihtimali olabilir. Zira onlar açısından, gaybi bir konu olduğu için öte âlem, ceza ve mükâfat mevzularının olmama ihtimali olduğu gibi, aynı zamanda gerçek olma ihtimali de bulunmaktadır. Çevrelerinde gördükleri inanan insanlar, en azından onlarda bu şüphe durumunu oluşturabilmektedir. Bundan dolayı dindar olmayan insanlar, ölümle ilgili daha olumsuz tutumlar geliştirebilirler. Yine onların bu tutumlarında, belli başlı dinlerin inanmayanlar için ortaya koyduğu çeşitli ceza ve azaplar da etkili olabilir. Mesela Đslam dini, kâfirlere vaat edilen cezanın yanında, onların ölümlerinin de gayet zor bir olay olacağını bildirmektedir. Nitekim “Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak (Muhammed, 47/27) ayeti, inanmayan insanların ölüm süreçlerine işaret etmektedir.

“Ölüm karşısında sergilenen bastırma ve maskeleme tutumları, sadece dini inanca sahip olmayan insanların tutumları değildir. Zaman zaman dindar insanlar da bilinçsiz bir şekilde ölüm karşısında bu tip tutumlara sık sık, dindar olanların ise, daha seyrek müracaat ettiklerini söylemek mümkündür. Ayrıca bu durum, ölümle ilgili diğer tutumlar içinde geçerlidir. Zira dini bir inanca sahip olduğu halde, ölümü kabullenemeyen, onu inkâra çalışan ve bir nevi ona meydan okuyan insanlar yok değildir. Yine bir dini inanca sahip olmayan insanların

ölüm karşısında sergilemiş oldukları tutumlar, sadece bastırma ve maskeleme tutumları değildir. Ölümü inkâr, ölüme meydan okuma ve ölümü isteme tutumları, dini bir inanca sahip olmayanlarda daha sık gözlemlenmektedir. Yine dini bir inancı olmadığı halde ölümü tabiat kanunlarından biri olarak kabul edip, onu ahlaki açıdan değerlendirerek hayata yükümlülük katan bir faktör olarak değerlendirenler de yok değildir. Zira hümanistler ve ekzistansiyalist filozoflar, bu tip bir yaklaşıma iyi bir örnek teşkil ederler.” (Karaca, 2000: 273).