• Sonuç bulunamadı

A) ÖLÜM OLGUSU VE DĐNĐ HAYAT

2. DĐNĐ ĐNANCIN ÖLÜM KORKUSUNA ETKĐSĐ

korkusunu yenmek ve mantıklarının halledemediği problemleri çözebilmek amacıyla dine yönelmektedirler.” (Karaca, 2000: 245). “Zira geçmişte düzenli bir dini hayata sahip olmayan yaşlı insanlar, hayatın zevklerinin sona ermeye başlaması ve ölüm gerçeğinin varlığını kuvvetle hissettirdiği bu dönemde dini değerlere, hayatlarına bir anlam ve amaç sağladığı için kolaylıkla bağlanabilmektedirler.” (Hökelekli, 1993: 288). Korku, bizatihi olumsuz bir duygu değildir ve insanı neticede kendisine zarar getirecek şeylerden sakındırarak korumaktadır. Bu durum, dünyevi şeyler için olduğu kadar uhrevi şeyler için de geçerlidir. Đslam dini de onu bu özelliğinden dolayı yine insanların kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak istemektedir. (Enam, 6/51). Buradan hareketle, bütün inananlarda bulunması gereken Allah korkusunun, bir bakıma ölüm korkusuna da kaynaklık ettiğini söylemek mümkündür. Zira insan, ölümle beraber kendisinden korktuğu ve kendini yargılayacak bir varlığın huzuruna çıkmaktadır. Đslam’da korkunun yanında her zaman onun

şiddetini azaltacak ümitte zikredilmiş, inanan insanların hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeleri gerektiği vurgulanmıştır. (Zümer, 38/53). Mesela “O kendi üzerine rahmeti yazmıştır…” (Enam, 6/12) vb. gibi ayetlere dayanılarak, ne kadar günahkâr olsa da insanın Allah’ın rahmetine güvenebileceği, Đslam âlimleri tarafından ittifakla kabul edilen bir konu olmuştur. Yine Đslam dininde ahiret hayatıyla ilgili olarak, korkuyla beraber cezp edici ve hoş şeylerden de bahsedilmiştir. Böylece inanan insanın, bu korku ve ümit dengesi içerisinde dış dünyaya ve Allah’ın kendisinden istediklerine kendini adapte edebilmesine imkân tanınmak istenmiştir. Buna göre inanan insanlarda, bir bakıma Allah korkusuyla bağlantılı olan ölüm korkusunun bir dereceye kadar bulunabileceğini ve belki de bulunması gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak bu korkunun onların hayatını felce uğratacak kadar şiddetli bir boyutta olmaması, bunun tam aksine yaşamlarına bir mana ve yön verecek şekilde olması gerektiğini de gözden uzak tutmamak lazımdır. (Karaca, 2000: 248-249).

2. DĐNĐ ĐNANCIN ÖLÜM KORKUSUNA ETKĐSĐ

“Ölüm ve din arasındaki ilişkide belki de en önemli unsur, dinlerin ortaya koydukları ahiret inancıdır. Zira ahiret inancı, bir taraftan insanlara zulüm ve meşakkatler karşısında büyük bir teselli kaynağı sunarken, diğer taraftan ölümsüzlük arzusuna sahip olan insan için ebediyetin kapılarını açmakta, insanların ruhi dengelerinin bozulmaması hususunda büyük rol oynamaktadır. Ölümün, insanın maddi varlığının sona ermesi olarak tanımlanması ve

manevi alanın ise, en mükemmel şekilde dinsel çerçevede teşekkülünden dolayı, ölüm ile din arasındaki ilişki son derece açıktır. Yine öldükten sonra yeniden doğma inancı, ölüm endişesi konusunda önemli faktörlerden birisidir.” (Karaca, 2000: 250).

Đlkel dinlerden günümüze kadar gelen bütün dinler, ruhun ölümsüzlüğü ve öteki dünyanın varlığı inancıyla, insanların ölüm, yokluk ve hiçlik karşısında hissettikleri kaygı ve korkuyu azaltma yolunu seçmişlerdir. Onlar tanrıya sığınarak ölüm korkusunun günlük yaşamdaki etkisini azaltmaya çalışmışlar, ölümün insan için bir geçiş olduğunu, onunla birlikte daha güzel, iyi ve mutlu bir yaşamın başlayacağını vurgulamışlardır. (Köknel, 1998: 126). Yine dini sistemlerin, müntesiplerini endişe ve stresin kaynakları konusunda duyarlı hale getirdikleri ve onlara bu endişe ve strese, aşkın manalar atfetmeleri konusunda imkân tanıdıkları nispette, kişisel ölüm korkusu konusunda pozitif bir fonksiyon icra edebilecekleri ileri sürülmektedir. (Karaca, 2000: 251).

Dindarlığın ölüm korkusunu hafiflettiğini öne süren ve teorik olarak bunu ispatlamaya çalışan araştırmalar ve bunların yorumlarıyla ilgili olarak kısaca şunları söyleyebiliriz: Her şeyden önce ölüm, psikolojik olarak kabul edilmesi çok zor bir gerçektir. Çünkü insan, kendi yok oluşunu ve tükenişini düşünmek bile istememekte, geçmişteki anıları ve gelecekle ilgili ümitleriyle yaşamaktadır. Đşte din, bu noktada insana büyük bir yardım sunmaktadır. Zira Tanrı’ya sığınma, ölümü kabullenmede en önemli unsurlardan birisi olmakla birlikte din, insana bir gelecek vaadinde bulunarak, ölümsüzlüğe erişmesine imkân tanımaktadır. (Aydın, 1983: 223-224). “Gerçek manada inanan insan, ölümü doğurabilecek

şeylerden korkmadığı gibi, ölümden de çok fazla korkmamaktadır. Çünkü o, bunların arkasında bulunan esas güce inanmakta, bu tür olayların tek başlarına bir güç olmadıklarını bilmekte ve hastalık düzeyinde bir korku yaşamamaktadır.” (Özcan, 1985: 204-205). Bu manada insan devamlı bir Allah şuuru ile yaşamasının, bu konuda kendisine yardımcı olabileceğini söylemek mümkündür. Şöyle ki, zihnini devamlı Allah’a yoğunlaştıran, bütün aksiyonlarında bu haleti ruhiyeden ayrılmayan, yani Allah’tan irtibatını koparmayan bir insan için dünyevi meşgaleler ve genel olarak bütün âlem ikinci planda kalmaktadır. Zira her hareketinde Allah huzurunda olduğunu hisseden birisi için ölüm de Allah’ın huzurunda bulunmaktan başka bir mana ifade etmeyecektir. Çünkü ölümle birlikte bu bağlantıda bir kesilme olmayacaktır. Ayrıca zihni olarak Allah tasavvurunu yaşayan insan, aynı zamanda Allah ile beraber olduğunu, zorlandığı anda kendisine ilahi yardımın geleceği bilincini de

yaşamaktadır. Korkan, özellikle öldürülmekten korkan insanlara, Allah Teala’nın mesajı da bu yöndedir. Mesela Hz. Musa ve Harun’un Firavun ve kavmine tebliğ için giderken korkmaları üzerine onlara: “Korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Đşitir ve görürüm” (Tâhâ, 20/46) buyrulmuştur. Yine hicret hadisesinde Hz. Peygamber ve yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in sığındıkları mağarada, Hz. Ebu Bekir’in kendilerini kovalayan ve yakalandıklarında muhtemelen öldürecek olan insanlardan dolayı kaygılanması üzerine, Hz. Peygamber kendisine inen vahiyle “Korkma (kaygılanma). Çünkü Allah bizimle beraberdir. (Tevbe, 9/40). Ayetini okuyarak, onu rahatlatmaya çalışmıştır. Ayrıca insanda hayatı korumak güdüsü, ölümle yok oluş düşüncesine karşı isyan etmekte, dinler ise, inananlara başka bir var oluş sahası vaat ederek bu korkuyu yatıştırmada etkili olmaktadır. (Ulusoy, 1970: 19,48).

Dindar insanlar, ölüm problemini şuurlarında daha canlı tutarak, ölümle ilgili daha berrak hatıralara sahip olabilme eğilimi göstermekte, ölümle yüz yüze geldiklerinde ise, daha fazla hassasiyet göstererek konu ile ilgili tartışmalarda daha rahat davranmaktadırlar. Ancak bizzat kişinin kendi ölümü mevzubahis olunca, kaygı düzeyinde değişmeler müşahede edilebilmektedir. Ayrıca ciddi bir şekilde yeniden dirileceği ümidiyle yönlendirilmiş bir hayat, ölümün daha müspet bir şekilde değerlendirilmesine yardım edebilmekte, fakat öte dünya inancı, mahkeme, yargılanma, suçluluk ve günahkârlık duygularını da beraberinde getirdiği için, bu inanç zaman zaman ölüm korkusunu artırabilmektedir. (Hökelekli, 1991: 86-87).