• Sonuç bulunamadı

Dünyada Okul Öncesi Eğitimin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM

1.3. Dünyada Okul Öncesi Eğitimin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Çocuk eğitimiyle ilgili antik çağdan itibaren farklı medeniyetlerde pek çok düşünür tarafından görüşler ileri sürülse de, çocukların kendine has özelliklerinin bulunduğu ve bu özelliklerin onları yetişkinlerden ayırdığı anlayışı Batı’da ancak XVII. yüzyıldan başlayarak gelişmiştir. Özellikle Comenius, Locke ve Rousseau gibi düşünürler, in-sanın doğası ve doğasının nasıl şekillendiğine ilişkin ortaya koydukları görüşlerde çocuk eğitimi üzerine görüşler de ileri sürmüşlerdir.

Aydınlanma çağı filozoflarının çocukluk hakkındaki görüşleri ile birlikte özellikle 1800’lü yılların ilk yarısında Avrupa’da ortaya çıkan sanayi devrimi çekirdek aileyi

etkilemiş, ebeveynlerin fabrikalarda uzun süreli çalışmaları sonucunda 0-6 yaş arası çocukların bakımı, beslenmesi ve korunması önemli bir sorun olarak ortaya çıkmış-tır (Arslan, 2005). Bu nedenle bu dönemde okul öncesi dönemdeki çocukların eği-timleri daha çok bakım ve koruma amacı taşımıştır. Bu bakımdan çocuk gelişiminin Avrupa’da ilk öncüleri arasında sosyal reformcular ve tıp doktorları yer almıştır. Bir tıp doktoru olan James William Codagan (1711-1797), küçük çocukların bakımsız-lıktan ölmelerini önlemek için annelere dönük çocuk temizliği, beslenmesi, bakımı ile ilgili bilgiler veren çalışmalar yapmıştır.

Rousseau’nun çocuk merkezli eğitim anlayışından etkilenen İsviçre’li eğitimci Jo-hann H. Pestalozzi (1742-1827) çocuğun eğitiminde onun doğasına uygun davra-nılması gerektiğinin ve duyuların, duyguların, zihnin eğitimle gelişmesinin önemini vurgulamıştır Onun yaptığı çalışmalar çocuk gelişimi ile ilgili ilk bilimsel kayıt olarak kabul edilmektedir. Sosyal sorunların ancak yeni bir eğitim düzeniyle çözülebilece-ğini düşünen Pestalozzi, kırsal bölgelerde yoksul halk çocukları için, doğrudan de-neyime ve el becerilerine dayalı okullar açmıştır. Yine Pestalozzi’nin fikirlerinden et-kilenen İngiliz sosyal reformcu olan Robert Owen (1771-1858) 1816′da İskoçya’nın New Lanark kentinde fabrikasında çalışan kadınların çocuklarının bakımı için açtığı okulda, çocuklara ilginç etkinliklerde bulunabilecekleri, sağlıklı bir ortam sağlamayı amaçlamıştır (Ülküer, 1993).

Rousseau ve Pestalozzi’nin fikirlerinden etkilenen çocukların erken yaşlardan iti-baren eğitilmesinin gerekliliğine inanan ve ilk anaokulunu açan kişi olarak kabul edilen ise Alman Friedrich W.A. Froebel (1782-1852) olmuştur. Froebel, 1840 yılında Almanya’da “Kindergarten” (Çocuk bahçesi) adını verdiği ilk anaokulunu açmış-tır. Froebel, kindergatren uygulamalarında çocuğun gereksinimlerine uygun olarak oyunu ve müziği eğitimin bir parçası olarak ele almış, öğretici oyunları çocukların yeteneklerini geliştirmede kullanılması gereken önemli araçlar olarak görmüştür.

Froebel’le birlikte çocukların gelişimlerini erken yaşta desteklemek için bir kurumda eğitilmeleri fikri yaygınlaşmaya başlamıştır (Aytaç, 1982).

Yine bir tıp doktoru olan Maria Montessori (1870-1952), okul öncesi eğitime büyük katkılarda bulunmuştur. Zihinsel engelli çocuklarla yürüttüğü çalışmalarda uygula-dığı yöntemlerle büyük gelişmeler sağlayan Montessori aynı yöntemlerle normal çocukların gelişiminde de daha iyi sonuçlar alınabileceğini savunmuştur. Bu doğ-rultuda Roma’da 1907’de, kendi deyimiyle ilk çocuk evini açmıştır. Çocuğun do-ğumdan başlayarak “emici” zihinsel bir güce sahip olduğunu savunan Montessori, 0-6 yaş arasını bu emici zihnin büyük ölçüde alıcı olduğu kritik bir dönem olarak

tanımlamıştır. Montessori, çocukların ruhsal yaşamlarını doğal olarak geliştirip, iç dünyalarını ortaya koyabilecekleri, doğal eğilimlerini geliştirebilecekleri bir çevrenin yetişkinler tarafından hazırlanması gerektiğini belirtmiştir.

Frobel ve Montesorri’den sonra diğer ülkelerde de okul öncesi eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır. Margaret Mcmillan ve Rachel Mcmillan (1860-1931, 1859-1917), 1911’de Londra’da ilk çocuk yuvasını açmışlardır. McMillan kardeşler, ilk uygulamaların Londra’nın yoksul bir kesimindeki beş yaşın altındaki çocukların sağ-lık ve genel bakımlarının düzeltilmesine yönelik çalışmışlardır. Zamanla çocukların zihinsel ve sosyal gelişimlerinin sağlıkla ilişkisini gözlemleyen McMillan kardeşler daha sonraki çalışmalarında eğitsel etkinliklere yer vermişlerdir.

20. yüzyılın başlarından itibaren sosyal bilimler alanında çocuk gelişimi üzerinde yapılan çalışmalar, erken yaşlardaki eğitimin önemini vurgulayarak çocuk eğitimini toplumların önemli konularından birisi haline getirmiştir. Dewey, Piaget, Erik Erikson, Vygotsky gibi araştırmacılar çocuğa ve onun eğitimine verilen önemin artmasında büyük rol oynamıştır. Eğitimde “yaparak, yaşayarak” öğrenme ilkesini benimseyen ve ilerlemeci görüşü ortaya atan Dewey’e göre eğitim, çocuğun ilgilerini göz önüne alan bir yaşam süreci olmalıdır. Piaget ise çocuğun zihinsel gelişimi üzerinde yaptığı çalışmalarında, özellikle çocuğun kendi yaş grubu içindeki sosyal etkileşiminin öne-mi üzerinde durmuştur. Bu nedenle ona göre çocukların öğrenmeleri ve bilişsel ge-lişimleri için etkin katılacakları bir çevrenin oluşturulması önem taşımaktadır. Bilişsel gelişimde sosyal, kültürel ve tarihi çevrenin önemi üzerinde duran Vygotsky’ye göre de tüm öğrenmelerin kaynağı sosyal çevredir ve erken yaşlardan itibaren yetişkinler tarafından zenginleştirilmiş sosyokültürel çevre, çocuğun bilişsel gelişimine katkıda bulunur. Yine Erik Erikson çocukluk yıllarındaki duygusal ve sosyal zedelenmelerin, ileri yaşlarda kişilik yapısında doğurduğu sorunlara dikkat çekmiştir ve onun bu gö-rüşleri yaşamın ilk yıllarıyla ilgili eğitim düzenlemelerine yeni boyutlar kazandırmıştır.

Birçok ülkenin katıldığı ve dünya çapında etkiler yaratan I.ve II. Dünya Savaşların-dan sonra ortaya çıkan durum ülke yönetimlerini kimsesiz kalan çocukların bakım ve eğitimleriyle ilgilenmek durumunda bırakmıştır. Bu durum endüstrinin ihtiyacı olan kadın gücünden yararlanma gereksinimiyle birlikte okul öncesi eğitim kurum-larının yaygınlaşmasını desteklemişlerdir. Birçok ülkede okul öncesi eğitimin geliş-tirilmesine ilişkin çalışmalar yürütülmüş, okul öncesi kurumlar açılmıştır. Örneğin çalışan kadın sayısının 1960’lı yıllarda hızla artması sonucu, Amerika’nın öncülük ettiği “uluslararası erken çocukluğu yaygınlaştırma kampanyası” başlatılmıştır. Bu süreçte okul öncesi eğitime ilişkin farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde

okul öncesi eğitimde yaygın olarak kullanılan Montessori, Waldorf, Reggio Emilia, High/Scope gibi bu yaklaşımlar aynı zamanda okul öncesi eğitim kurumlarının yay-gınlaşması ve nitelik yönünden yükseltilmesi açısından etkili olmuş yaklaşımlardır.

Maria Montessori tarafından temelleri atılan Montessori yaklaşımı günümüzde bir-çok ülkede okul öncesinde ve ilköğretimde bir eğitim modeli olarak uygulanmak-tadır. Temeli bireysel eğitime dayanan bu yaklaşımda her çocuğun kendine özgü bir birey olduğu ve kendi kapasitesi doğrultusunda öğrenebildiği kabul edilir. Bu nedenle bu yaklaşımda öğretilecek olan bilgiler, çocukların anlayabileceği düzeyde somutlaştırılır ve ezber kaygısı olmadan öğrenilmeleri için de bir takım yöntem ve materyallerle sunulur. Gerçeklik ve doğallığın büyük önem taşıdığı yaklaşımda ço-cuklara ihtiyaçları olan çevreyi sağlamak ve o çevre içerisinde bağımsız bir şekilde öğrenmesine olanak sunmak esas alınır.

1919 yılında Rudolf Steiner tarafından Almanya’da geliştirilen Waldorf yaklaşımı eğitimi bir sanata dönüştürmeyi amaç edinen bütüncül bir yaklaşımdır. Çocukları çok yönlü biçimde geliştirmeyi amaçlayan bu yaklaşımda çocukların sanat, müzik, hareket ile öğrendikleri, keşfederek, deneyimleyerek yaşantılarını zenginleştirdikle-ri bir öğrenme ortamı oluşturulmaya çalışılır. Böylece çocukların birbizenginleştirdikle-riyle rekabet etmektense birbirlerine saygı duyarak, yardımlaşarak toplumsal aidiyet duygusu edinmeleri teşvik edilir.

Reggio Emilia yaklaşımı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’nın Reggio Emilia şehrinde Loris Malaguzzi önderliğinde ortaya çıkan bir yaklaşımdır. Yaklaşım eğiti-min her çocuğun hakkı olduğu düşüncesiyle çocukların kaliteli bir eğitim alabilmesi için okul, aile ve toplumun işbirliği içinde çalışılması gerektiğini esas almıştır. Çocu-ğun kendine güvenen ve yetkin, potansiyel açısından zengin olduÇocu-ğunu vurgulayan bu yaklaşımda, öğrenme ortamlarında çocuklara somut yaşantılar sunularak, bu sayede yeni deneyimler kazanmalarına yardımcı olunur.

High/Scope yaklaşımı, 1962 yılında ABD’de David P. Weikart ve meslektaşları tara-fından dezavantajlı ortamlarda yetişen çocukların okul başarılarının arttırılması ama-cıyla geliştirilen bir okul öncesi eğitim yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın oluşturulmasına Piaget’in kuramları rehberlik etmiştir. Çocukların en fazla kendi kendilerine planlayıp uyguladıkları etkinliklerden öğrendikleri anlayışını esas alan bu yaklaşımda “etkin öğrenme” kavramı eğitim yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. Böylece çocukların kendi tercihlerini yapmalarına, karar alma mekanizmalarının geliştirilmesine, sorum-luluk almayı öğrenmelerine, öz disiplin ve yeteneklerinin geliştirilmesine odaklanıl-maktadır.

Dünyanın pek çok ülkesinde günümüzde çocuklara, erken dönemde zengin bir uyarıcı, çevre ve planlanmış etkinlikler sunmanın ne denli önemli olduğu tartışması artık geride kalmış, bunun yerini okul öncesi eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve niteliğinin artırılmasına odaklanılmış gözükmektedir. Gelinen noktada okul önce-si dönemdeki çocuğun sadece bakımı değil, tüm gelişim alanlarını destekleyen bir eğitimin önemi kavranmış ve bu yönde uygulamalar ve yaklaşımlar yaygınlaşmıştır.