• Sonuç bulunamadı

Cemal Süreya’da Poetik Bir Söylem Olarak Kişilik

CEMAL SÜREYA ŞİİRİNDE MODERNİST BİR TAVIR OLARAK KİŞİLİK SÖYLEMİ

PERSONALITY DISCOURSE AS A MODERNIST APPROACH IN CEMAL SÜREYA’S POETRY

2. Cemal Süreya’da Poetik Bir Söylem Olarak Kişilik

1950’lerden sonra gelişen şiir anlayışının “yeni”, “çağdaş”, “çağcıl” şeklinde nitelendirilmesinin temel dayanağı, bu anlayış doğrultusunda yazılan şiirlerin sahip olduğu bireysel tını ve kişisel deneyime dayanan yöndür. Şiire bu saiklerle yaklaşan Cemal Süreya için de “[k]işilik, yeni şiir için her şeydir. Yeni şiir davranışında ancak şiirlerini kişiliklerine yaslayabilen şairler seslerini bugünden yarına duyurabilecek, öbürleri bunca gürültüler, kelime yağmaları, mısra talanları arasında toz olup gidecekler[dir].” (2013: 21). 1958 yılında gerçekleşen bir söyleşide dile getirilen bu görüşler, Süreya’nın daha sonra denemelerinde de sıkça anacağı kişilik kavramının yeni şiir için ne kadar değerli ve belirleyici olduğuna vurgu yapar. Burada işaret edilen “yeni şiir” tanımlamasını “modern şiir” olarak okumak pekâlâ mümkündür. Çünkü “yeni şiir”in kurucu unsuru olarak gösterilen kişilik, modern bir şiir tarzının temelini oluşturan özgünlük ve özerklik kavramlarıyla ilişkilidir. Bu noktada Cemal Süreya’nın, kişilik kavramını, yenilik söyleminden daha öncelikli ve değerli bulduğu bile söylenebilir. Yeniliği modern şiirin en büyük kaygısı olarak nitelese de Süreya’ya göre “şiirini yenilemek kişiliğini kaybetmek anlamına gelmemeli[dir].” (2012: 238). Kişiliği sık sık değişen bir sanatçının eseri yapay olmakla kalmaz, giderek olanaksızlaşır ve önceki birikimi de sıfırlar (2002: 277). Böyle bir tehlikeye düşmemenin yordamı olarak da o, şairin şiirini yenilerken kendi imkânlarının bilincinde olarak hareket etmesi gerektiğine işaret eder: “Şair şiirini yenilerken kendini tanıyarak, bilerek bu işi yapmalıdır diyeceğiz. Şair şiirinde ağırlık noktasını meydana getiren şeyi tamamen kaybetmemelidir. Kendine hiç uymayacak bir şiir türüne el uzatmak iyi sonuçlar vermiyor.” (Süreya, 2012: 237). Dolayısıyla Süreya’da kişilik

kavramıyla temsil edilen modernist söylem, sözde ve iğreti bir yenilik anlayışından uzakta, şairin kendi imkânlarını bilinçle uygulamaya çalıştığı bir düzeye yerleşmektedir.

Kişilik söylemine verilen bu değerin tezahürlerine, onun muhtelif şairlere ilişkin yazmış olduğu eleştirel denemelerde de sıkça rastlanır. Söz konusu yazılarda, takdire şayan bulduğu şairlerin temel kıymetinin kişilikli bir şiir üretebilmiş olmalarından ileri geldiğini belirtir. Kişilik, Süreya’nın indinde özgün ve değerli bir şiir üretebilmiş şairlerin de temel vasfıdır. “Folklor Şiire Düşman”, “Şapkam Dolu Çiçekle”, “Cevahir Yürekli Şair: Tevfik Fikret” ve “Üzgünüm Leyla” adlı yazılarında değerlendirdiği Tevfik Fikret, Behçet Necatigil ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirdeki başarılarını, onların kişilikli şairler olmalarına bağlar. Söz gelimi, Behçet Necatigil’le ilgili olarak şunları söyler:

“Okuyunuz bakın, onun o tutuk, o girişik, o atlamalı mısralarında asıl olan kişiliktir. Ben, bir şiir onu yazan şairden başka bir şey değildir diyorum. Eğer bu sözümü kabul ederseniz Behçet Necatigil’i çok iyi bir şair olarak düşünmeniz gerekecek, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı büyük bir şair olarak düşünmek gerekeceği gibi...” (Süreya, 2012: 214).

Süreya’nın poetikasındaki kişilik odaklı bu temsiliyetin seyrini, modernist sanatın dilin bireysel kullanımını önceleyen temel tutumunu eksen alarak şiirleri üzerinden izleyebilmek de mümkündür. Çünkü Süreya’nın kişilik söylemi, sadece poetik düzlemde kalmamış, şiir pratiğine de damgasını vurmuştur. Bu konuda Özdemir İnce, “[ş]iirinde, düzyazılarında ve söyleşilerinde pek az şair Cemal Süreya kadar kendisi olmuştur.” (2011: 178) der.

2.1. Kelime Temelli Bireysel Bir Dil ya da Folklor Kişiliğe Düşman

İkinci Yeni hareketinin Türk şiir ortamında meydana getirdiği kırılmanın, dönüşümün temelinde teklif ettiği dil ve anlatım tutumu bulunmaktadır. Hasan Bülent Kahraman’ın da belirttiği gibi “2. Yeni, dilden bir kopuş, dilin kendi uç sınırlarına doğru bir açılış olarak görülüyorsa, o takdirde bu gelişmeyi Modernizm ve onun çerçevelediği bağlamda ele almak gerekir. (...) 2. Yeni, esas itibariyle dile ve onun açılımlarına dayanan bir şiirsel arayıştır.” (2004: 128)

Cemal Süreya, modern bir şiir kurabilmenin temel yordamı olarak kelime temelli bireysel bir dil anlayışını öngörür. Bu görüşlerinin kristalize olduğu ve aslında poetikasının da temelini oluşturan “Folklor Şiire Düşman” adlı yazısında, modern bir şiir dili kurabilmek için alışılagelen sözdizimleri, halk deyimleri içinde kaynaşıp donan kelimelerin bireysel bir duyarlıkla sarsılmaları, yerlerinden ve anlamlarından koparılmaları gerektiğini belirtir. Dili uzlaşımsal/ anonim şekilde kullanma mantığını içeren folklor/ halk kültürünü yeni ve özgün bir dilin üretilebilmesi önünde bir engel olarak görür. Dilin yerleşik ve görünür imkânlarıyla yetinerek halk şiirinin ve deyimlerinin ortalama temlerine yönelen şairlerin kısa sürede bir tükenişe ve tıkanmaya düştüğü için bu yönelimden kaçınılması gerektiğine işaret eder. Bu belirlemelerden sonra Süreya kişilik konusuna gelir. Kişilik kavramı, folklordan kaçınmak için önemli bir neden olarak gösterilir:

“Folklordan kaçınmaya önemli bir sebep daha var: Kişilik. Bakın dikkat ederseniz şiirde kişiliğe bugün eskisinden daha çok önem veriyoruz. Sanırım gelecekte bu daha da çok olacak. (...) Kişiliğin tadı şiir dünyasını bir tuttu ki bugün, bir şiiri bir şair yazarsa güzel oluyor da aynı şiiri bir başkası yazınca olmuyor.” (Süreya, 2012: 193).

Bu satırlar, geleneksel tarzda şiir yazmanın artık dolaşımdan kalktığına inanan, özgünlük ve özerkliğin, dolayısıyla modernist bir şiir kavrayışının farkında olan bir şairle

karşı karşıya olunduğunu gösterir. Şairin kişiliğinin damgasını taşımayan bir şiirin artık estetiğe konu olamadığının söylenmesi de modernist sanatın biçimi önceleyen tavrının farkında olunduğuna işaret eder. Yine kişilik vurgusu taşıyan “Biçimi Anlamak” başlıklı yazıda dile getirilen “bir şiiri şiir eden o şairin genel fikir eğilimi değil, onun kişiliğinden ayrı olmayan özel perspektifidir. Yani biçim.” (2012: 211) cümleleri de Süreya’nın bu konudaki farkındalığına yorulabilir niteliktedir.

“Folklor Şiire Düşman” yazısının devamında Süreya, kişilik kavramını biraz daha somutlamak için sözü Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirine getirir. Dağlarca’nın “Kızılırmak Kıyıları” şiirinin başlıca kıymetinin, onun kendi havasından, kendi kişiliğinden damıtılarak yazılmasından ileri geldiğini söyler. Şu cümlesi ise, Süreya’nın kişilik kavramıyla modernist bir şiir anlayışına göndermede bulunduğuna vurgu yapar: “O şiirdeki açı kendi açısıdır, eşyayı ve yaşamayı kavrayış kendi kavrayışı.” (2012: 193). Bir şairin şiirini kurarken eşyayı ve yaşamı bireysel bir algıyla kavraması, doğrudan doğruya modernist şiirin özgünlük ve özerklik söylemiyle ilişkilidir. Charles Taylor’un da belirttiği gibi modern şiirin dili “köklerini şairin kişisel duyarlılığından alır.” (2011: 74). Tek fark, Süreya’nın bu modernist tavrı doğrudan dile getirmeyerek kişilik kavramıyla açıklamaya girişmesidir. Kişilik kavramına bilinçle yapılan bu vurgular ve folklorun konvansiyonel uygulamalarının “kişilik kazanmaya” müsaade etmediği konusundaki gerekçeli kararlar -“Folklordaysa daha çok anonim kalıplar var. Bu kalıplar kişilik kazanmaya hiç uygun değil.” (2012: 193)- adı konmasa da doğrudan doğruya modernist bir tutuma işaret etmektedir. Sonuç olarak Süreya için de “[ş]iirde muvaffak olmanın ilk şartı şahsi bir dil sahibi olmaktır.” (Tanpınar, 2007: 346).

Yazının son bölümünde, şiirde azalan verimler kanunundan söz edilerek dilin bir açıdan işlenmesinin şiirde bir tıkanmaya ve bunalıma yol açacağı belirtilir. Bu işaretlemenin, Türk şiirinin o tarihlerde yaşadığı durgunluk ve tıkanıklığı göstermek amacıyla yapıldığı söylenebilir. Bu tıkanıklık ve durgunluktan kurtulmak için, dilin temel yapı taşları olan kelimelerin “folklor gibi kesin klişeler”den kurtarılarak anlamlarından ufak tefek saptırılması, yerlerinden koparılması ve onlara yeni yükler yüklenmesi gerektiğini söyler. Ancak bu şekilde, yeni imajlara, yeni mısralara ve dolayısıyla özgün ve bireysel bir şiire varılabilecektir. Folklor ve klişeler karşısında yavaş yavaş oluşmaya başlayan bu yeni şiir yönsemesini Süreya, Türk şiirinde meydana gelen haklı ve zorunlu bir evrim olarak nitelendirir (2012: 194).1

Kişilikli, başka bir deyişle yeni ve modern bir şiir üretebilmek için kelimelerin yeni anlamlar ve yeni mısra düzenleri içerisinde farklı kombinasyonlarla kullanılması gerektiği yolundaki poetik görüşler, “Şapkam Dolu Çiçekle” adlı yazının da odak noktasını oluşturur.

1Yayımlandığı tarihte ve aslında çok sonraları da hararetle tartışılan, acımasız ve sert eleştirilere maruz kalan bu yazıya ilişkin mutedil ve samimi bir anlama kaygısı taşıyan açıklama, Süreya’nın “kişilik” söylemini sıklıkla üzerinden serimlediği Behçet Necatigil’den gelir. Necatigil, bir söyleşi kapsamında, bu yazının kastına dair görüşlerini şöyle ifade eder: “Şair bence şunu demek istiyor sanırım: Folklor tembel şairin hazır yemeği, kira arabası olabilir. Yani onun işini kolaylaştırır. Nasıl duygu ve düşüncelerimizi kendi dilimizle dışa vurmaya üşendiğimiz zaman atasözlerine sığınırız; folklor da olduğu gibi aktarıldığı zaman şiire renk verebilir. Ama zahmetsiz bir başarıdır. Folklorun şiire düşmanlığı burada şairi hazıra alıştırır. Bu noktada birkaç şairimiz kolaya kaçtılar gibime geliyor. Bütün öteki öğelerde olduğu gibi, bizde erimesi, bölünmesi, yok olması, yeni bir nitelikte tekrar doğması gerek.” (Necatigil, 2006: 67). Folklorik malzemenin şairin kendi duyarlığınca yoğrularak yeniden üretilmesi gerektiğini söyleyen son cümlenin kişilik vurgusu taşıdığı ve Süreya’nın görüşleriyle paralellikler taşıdığı söylenebilir.

Bir şiirin özgünlüğünün temel şartlarına, yine Fazıl Hüsnü Dağlarca şiiri üzerinden temas edilir: “Fazıl Hüsnü Dağlarca evreni eşyayı kavrayışında yüzde yüz özel ve salt kendine ilişkin formülleri, perspektifleri getiren tek şairimizdir. Ya da böyle bir yetiye sahip şairlerimizin en önemlisidir.” (Süreya, 2012: 198). Süreya, kişilik kavramını sıkça anarak kendi dönemindeki şairlerin ortak bir kelime dağarına ve mısra düzenine yaslanan şiirler yazmalarının birörnek bir şiir üretimine yol açtığını belirtir. Bu durumun, soyut bir şiir anlayışına yönelmekle aşılabileceğini, sanatın soyutlaştıkça da kişiliği, yani özgünlüğü daha belirgin bir şekilde yansıtabileceğini şu cümlelerle ifade eder:

“Sanat soyuta doğru gittikçe kişilik daha bir önem kazanıyor. Hatta bir noktadan sonra soyut sanatı ayakta tutan tek şey kişilik oluyor. Klee’nin resimlerinde konuşan tek şey stilizasyondur; bizim deyimimizle kişilik. O kadar olmamakla beraber Michaux’nun şiirlerinde de öyle. Fazıl Hüsnü’nünkilerde de deformasyon eğilimleri, bu eğilimlerin bunca gelişmesi sanatçıya doğrudan doğruya kendisi olmak imkânlarını tamamiyle kazandırmıştır” (Süreya, 2012: 198).

Soyutlamayla kastedilen şey, verili gerçekliğin deformasyon yoluyla stilize edilerek yeni bir forma kavuşturulmasıdır. Başka bir değişle, Süreya için stilizasyona dayalı soyutlama, bir sanatçının ürettiği esere kendi kişiliğini yansıtması demektir.

Süreya’da, şairin kişiliğinin damgasını taşıyan bir şiir üretebilmenin başlıca yolu olarak önerilen stilizasyon; dilin alışılagelen kullanımlarını sarsma, bozma, ihlâl etme, başka ve teknik bir deyişle yabancılaştırma esasına dayanmaktadır. Modernist şiirin temel kategorilerinden biri olan yabancılaştırma tekniği (Bürger, 2014: 57), özü itibariyle yerleşik bir dilsel normdan sapmak ve otomatikleşmiş gündelik söylemin bilinçle askıya alınması temeline dayanır. Bu çerçevede şiir, pratik iletişimin yaratıcı biçimde deforme edildiği bir alan olarak değerlendirilir. Terry Eagleton (2011: 77) bu durumu, şiir dilinin gündelik konuşmaya sistematik şekilde uyguladığı bir şiddet olarak değerlendirir. Dolayısıyla Süreya şiirinde, “lacivert bir çıngıraktır ölüm” (“Ortadoğu-II”, s. 107), “İşte tam bu saatlerde bir yara gibidir su” (“İşte Tam Bu Saatlerde”, s. 68) veya “İşgal acılarından mavi bir lirizm çıkaran” (“Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin...” s. 97) gibi sözcüklerin göndergesel anlamlarından koparıldığı dizeler, gündelik konuşmaya doğal olarak bir şiddet uygular.

Yeniliğin ve özgünlüğün yolu, eşyanın doğası gereği bu zorlamadan, aşındırmadan doğmaktadır. Süreya’da, kişilikli bir dil üretebilmek için uzlaşımsal dili zorlama ve aşındırma konusundaki poetik kararlılık, şiir pratiğinde çok açık şekilde karşılık bulmuştur. Süreya’nın ulaşmayı amaçladığı bu özgün ve özerk söylemin, şiirlerde muhtelif düzeylerdeki birtakım sapmalar, alışılmamış bağdaştırmalar ve aktarmalarla yani iletişim dilinin deformasyonu yoluyla belirginlik kazandığı söylenebilir.1

3. Kişilik Kavramının Şiirdeki İzdüşümleri: Yabancılaştırma ya da Anlamsal