• Sonuç bulunamadı

BÖLGELERİNDEKİ TÜRKMEN AŞİRETLERİ ÜZERİNDEKİ DİNİ VE SİYASİ PROPAGANDAS

2. Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar Dönemler

Erdebil tekkesinin veya daha bilinen adıyla Safeviyye tarikatının Şeyhlerinin “öbür dünya sultanlığını bırakıp bu dünyanın sultanlığına” heves etmeleri Şeyh İbrahim oğlu Şeyh Cüneyd ile başlamaktadır (Gündüz 2009:161). Dolayısıyla, tekkenin Şeyh Cüneyd’e kadar olan dönemindeki faaliyetleri tam bir sükûnet içinde gemiş olup, dikkat çekici bir problem oluşturmadığı ortaya çık- maktadır. Safevîyye tarikatının yayılması ve genişlemesinde büyük bir öneme sahip olan ve dö- neminde Şiî temayüllerin belirdiği Hoca Ali’nin 1429’da vefatı ile birlikte yerine tarikat postuna oğlu Şeyh İbrahim oturmuştur. Şeyh İbrahim’in de1447’de vefatı üzerine, yerine oğlu Şeyh Cü- neyd geçti. Ancak onun posta oturması Sünnî inanca sahip bulunan amcası Şeyh Cafer’i memnun etmemiş ve taraflar arasında gizli-açık mücadele başladı. Cüneyd amcası Cafer ile post mücade- lesinde başarılı olamayınca, Erdebil’i terk etmeye mecbur kaldı. Cafer ise, başarısını oğlunu kızı ile evlendirdiği Kara Koyunlu hükümdarı Cihanşah’a borçlu idi (Aka 1994: 89).

Şeyh Cüneyd’e kadar, Safevîyye tarikatının içinde en azından görünürde siyasi bir gayenin tezahürüne rastlanmamaktadır. Ancak Şeyh Cüneyd, zamanındaki karışıklıklardan yararlanarak Şeyhliğine şahlığı da ilave etmek üzere çalışmaya başlamıştır. Şeyh Cüneyd, Karakoyunlular za- manında faaliyetine başlamış ise de, siyasi nitelikteki emelleri anlaşılınca Cihanşah tarafından derhal hudut dışı edilmiştir. Bunun üzerine Anadolu’ya gelmiş ve alışmasını bir müddet burada sürdürmüştür. Bu arada Osmanlı Hükümdarı Sultan II. Murad’dan kendisine yer göstermesini is- temişse de, siyasi maksadı anlaşıldığından bu talebi reddedilmiştir (Dalkıran 2002: 59).

Şeyh Cüneyd Anadolu’ya yanında getirmiş olduğu dervişleri ile yerleşme isteğini (Kurt Beli mevkii) Osmanlı Sultanı II. Murad’a göndermiş olduğu heyet aracılığı ile iletmiş, fakat bu talebine olumsuz karşılık verilmiştir. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd orta Anadolu şehri Konya’ya – bu şehirde yaşadığı sıkıntılardan dolayı- ardından Toroslarda bulunan Varsak Türkmenlerine ulaş- mıştır. Şah İsmail’in huruc’unu (çıkışını) destekleyen Türkmenler arasında Varsakların da bulun- ması Şeyh Cüneyd’in propagandası sonucunda Tekke’ye bağlandıklarını göstermektedir. Buradan da büyük zorluklarla kaçan Şeyh Cüneyd, Canik tarafına gidip propaganda faaliyetlerine burada devam etmiştir. Aynı şekilde, Çepni Türkmenleri ile de bu seyahati sonucunda kurmuş olduğu temas ve etkileşim ile bu Türkmenlerin bir bölümünü tekkeye bağladığı görülmektedir. Şeyh Cü- neyd, Diyarbekir’de kalmış olduğu süre zarfında Akkoyunlu devletini meydana getiren konfedere

Türkmen aşiretlerden olan Avşar, Musullu, Döğer, Harbendelü, İnallu, Karamanlular ile ilişki ve temas halinde olduğu ortaya çıkmaktadır.

Şeyh Cüneyd’ten itibaren çok bariz bir siyasî iddia vardır. Fakat hala tarikat kimliğini ko- ruduğu için dünya-ukba ya da araç-amaç ayrımı netliğini kaybetmiş orijinal mesaj kaymaya uğra- mıştır. Böylesi bir değişimin parametrelerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Teber 2005: 56- 57):

-Tekkeye intisaplı müritlerin sayısının her geçen gün sürekli artarak muazzam bir kitleye dönüşmesi,

-Devrin muktedir ve nüfuzlu kişilerinin tazim ve bağlılıklarını sunmaları,

-Tekke Şeyhlerinin siyasî nüfuz ve iktidar sahibi olarak daha fazla kitlelere daveti ulaştırma niyetleri,

-Ehl-i Beyt olarak idareciliğe diğer insanlardan daha layık oldukları fikri,

-Dünya menfaatlerine pirim vermeyen Şeyhlerin yerini iktidar arzusu taşıyan Şeyhlerin alması,

-Akrabalık kurdukları devrin hükümdar hanedanlıklarında hak iddia etmeleri,

-Tekke müntesibi dervişlerin bu yolda can ve mallarının tümünü hiç çekinmeden verecek- lerine dair samimiyetlerinin menfaat çevrelerinde alet olması,

-Kendi arzu ve emellerini yaymak ve hayata geçirmek isteyen kişi ve fırkaların Tekkenin “kucaklayıcı mahiyeti”ni istismar etmesi,

-Devrin iktidarlarının Tekkenin insanlar üzerindeki manevî otoritesinden faydalanma is- tekleri.

Bütün bu temayüllerin ilk nüvelerini Hoca Ali zamanında görmekle birlikte, Hoca Alî dev- rinde Safeviyye tarîkatının aşırı Şiiliğe dayalı bir siyasî görüş hâline geldiği görüşü, kanıtlanması zor bir iddiadır. Gerek bu dönemde gerekse de Şeyh İbrahim zamanında tekke söylem ve yaşam tarzında bariz değişiklikler yoktur. Söz konusu değişimleri kesin ve net bir şekilde görmek Şeyh Cüneyd dönemine denk gelmektedir.

Şeyh Cüneyd’in Şirvanşah Sultan Halil ile giriştiği bir savaşta öldürülmesi üzerine (864/1460) geride kalan müritleri oğlu Haydar’ın etrafında toplandı. Şeyh Haydar, babasından Safevî tarikatının mânevî liderliğinin yanı sıra düşmanlarına karşı savaşmaya istekli geniş bir sûfî- gazi topluluğu ile Akkoyunlu hanedanlığı içinde güçlü bir pozisyon devralmıştı. Karakoyunlu ha- nedanına son vererek otoritesini bütün topraklarına yaymış olan dayısı Uzun Hasan tarafından 1469 yılında Erdebil’e yerleştirilen Haydar müritlerine on iki dilimli, üzerine beyaz bir tülbent sarılan sürahi biçiminde kırmızı bir taç (tâc-ı Haydar) giydirmeye başladı. (Öngören 2008:461). Şeyh Haydar, bu suretle kendinden olanlar ile ötekileri sembolik de olsa ayırmıştır. Bundan dolayı

Safevî tarikatının müritlerine tarikat dışından yapılan bir adlandırma ile “Kızılbaş” kavramı kul- lanılmaya başlanmıştır.

Şeyh Haydar’ın müritlerine giydirdiği başlığın renginin “Kızıl” olmasının Anadolu’da ko- nar-göçer Türkmenlerin kızıl börk giymelerinden kaynaklandığını da düşünmek gerekmektedir. Eröz (2014: 93-95)’e göre, insan, oymak, boy ve uruk isimlerinde kullanılan “börk” Türklerin eski bir baş giyimidir. Siyah başlık (papak, kalpak) giyen bir Türk uruğunun adı “Karapapak” veya “Karakalpak”tır.

Safiyyüddîn-i Erdebîlî’den itibaren tarikat mensupları iki karış uzunluğunda beyaz taç giy- miştir. İbrahim Zâhid Giylânî, Şeyh Safiyyüddin’e hilâfet verirken seyyid olması sebebiyle yeşil taç giydirmiş, ancak Safiyyüddin daha sonra seyyidliği konusunda şüpheye düşüp yeşil taç yerine beyaz tacı tercih etmiştir. Bu gelenek, Safeviyye’nin Somuncu Baba ile Anadolu’ya gelen silsilesi Bayramiyye’de de sürdürülmüştür. Şeyh Haydar’ın, müritlerine kızıl tacı Bayramî dervişlerinden ayırt etmek için giydirdiği belirtilmektedir (Öngören 2008:461).