• Sonuç bulunamadı

Batı dünyasında, engellilik ve engelliliğe bakıĢ açısında yüzyıllar içinde büyük değiĢiklikler meydana gelmiĢtir. Eski Yunan’dan baĢlayarak günümüze dek tıp alanında büyük geliĢmeler kaydedilmiĢtir. Eski Yunan’da tıp ile ilgili bilgilere Homeros’un eserlerinden faydalanarak ulaĢmak mümkündür. Homeros’un İlyada ve Odyseeus adlı

67 Nuran Yıldırım, “Sağlıkta Devrî Hamîdî”, II. Abdülhamit Modernleşme Sürecinde İstanbul, Ed. CoĢkun

Yılmaz, Ġstanbul 2011, s. 245.

68 Shefer-Mossensohn, a.g.e., s. 270. 69

eseri MÖ. 900’ler civarı tıbbının en önemli yazılı kaynağıdır. O dönem hekimleri gerçek anlamda doktorluk vazifesi yapan ve özellikle de cerrahlık görevini yerine getiren kiĢilerdir. Mitolojik açıdan daha sonraları tanrılaĢtırılan Asklepios bir kral olmasının yanında maharetli bir hekimdir. Ġki oğlu da savaĢlarda hasta ve yaralılara

bakmaktadırlar70

. Daha sonraları ise tapınaklarda tıbbi müdahaleler yapan rahipler ortaya çıkmıĢ ve Asklepios kutsallaĢtırılmıĢtır. Rahipleri de Asklepiad ismini almaya baĢlamıĢlardır. Bu tapınaklarda fiziksel engellilere de cerrahi operasyonlar yapılmıĢtır. Örneğin gözleri yaralı bir halde tapınağa gelen kadını tanrı Asklepios tedavi etmiĢ ve kadının gözleri iyileĢmiĢtir.

Eski Yunan’da doktorlar, görevlerini sosyal hayatta iki Ģekilde uygulamaya koymuĢlardır. Bazı doktorlar özel çalıĢmıĢ ve açtıkları muayenehanelerde hastalarını tedavi etmiĢlerdir. Diğer doktorlar ise “iatreon” ya da “taberna” denilen yerlerde görev yapmıĢlardır. Bunların maaĢları yöneticiler tarafından ödenmiĢtir. Doktorların ödemelerinin yapılması amacıyla bazen vergi de konulmuĢtur. Bazı aileler bir araya gelerek hekim ve ilaç ücretlerini kendi aralarında topladıkları paralardan temin etmiĢlerdir. Doktorluk mesleği sadece erkeklere özgü değildir. Aynı zamanda kadın doktorlar da görev yapmıĢlardır. Kadın doktorların uzmanlık alanı ise daha çok kadın

hastalıkları olmuĢtur71

.

Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinde insan bedeninin mükemmelliğine oldukça önem verilmiĢtir. Vücudun Ģekilsel anlamda güzel ve güçlü görünmesi temeline dayanan bu bakıĢ açısını dönemin heykellerinde görmek mümkündür. Aristoteles, eğer bir çocuk mükemmel değilse toplumun ondan kurtulabileceğini tavsiye etmiĢtir. Yunan kanunlarına göre, doğumdan sonraki 7 güne kadar yeni doğan bir bebek gerçek bir çocuk değildir, bu yüzden mükemmel bir bedene sahip olmayan çocuklar (kusurlu çocuklar) vicdan rahatlığı ile toplumdan çıkarılmalıdır. Güzel görünümü olanlar iyi,

güzel görünümü olmayan ve engelliler ise kötü inancı ortaya çıkmıĢtır72

. Bu inancın etkisiyle, Roma toplumunda ağır engeli bulunan çocuklar öldürülme, terk edilme, köle

70

Erdem Aydın, Dünya ve Türk Tıp Tarihi, Ankara 2006, s. 55; Asklepios’un oğullarının ismi Podaleiros ve Makhaon’dur. Babalarıyla birlikte hastaları iyileĢtirmede gösterdikleri baĢarı ile tanınmıĢlardır. Bkz. Bayat, a.g.e., Ġzmir 2003, s. 83.

71 Aydın, a.g.e., s. 56-59. 72

olarak satılma ve dilendirilmeyle baĢ baĢa kalmıĢ ve uygulama yasalarla da

desteklenmiĢtir73

.

Aristo, çocuklara küçük yaĢlarda yaptırılacak bazı egzersiz hareketlerin çocuğun

ileri yaĢtaki geliĢimi üzerinde faydasının olacağını belirtmiĢtir. Bebeklerin yumuĢak olan organlarının biçiminin bozulmaması için onlara iyi bakılmasını önermiĢtir. Çocuk bedeninin sağlıklı bir Ģekilde geliĢmesi için bazı kavimlerin özel aletler

kullandıklarından da söz etmiĢtir74

.

Eski Yunan dünyasında sağlıklı bir çocuğa sahip olunması için anne ve babanın ileri yaĢta çocuk sahibi olmaması gerektiği inancı hâkimdir. Yunanlılar ileri yaĢta çocuk sahibi olmanın sakıncalı sonuçlar doğuracağına inanmıĢlardır. Sokrates, gelecek kuĢakların sağlıklı olabilmesi için 55 yaĢından büyük erkek ve 40 yaĢın üzerindeki kadından doğan çocukların öldürülmesi gerektiğini söylemiĢtir. Çünkü ona göre bu çocuklar “sakat” doğacaklardır. Sakat doğan çocuklar ise toplumun geleceği açısından sorun olacaktır. Dolayısıyla bunlara yaĢam hakkı verilmemelidir.

Yunan aile yapısında baba otoriter bir konumdaydı. Aile içi iliĢkilerde ve her türlü sorumluluk halinde son söz babaya aitti. Yunan aile geleneğine göre istenmeyen çocuklar terk edilebiliyordu. Çocuk dünyaya geldikten sonra, baba onun yaĢamı hakkında karar veriyordu. Buna göre, çocuk doğduktan sonraki ilk birkaç gün içerisinde babanın kararıyla kabul veya terk ediliyordu. Çocuğun aile tarafından kabul edilmemesinde en önemli etkenlerden biri bebeğin engelli olarak dünyaya gelmesiydi. Bir diğer etken ise, ailenin ekonomik durumunun çocuğa bakamayacak derecede kötü olmasıydı. Terk edilen bebek, halka açık bir yere bırakılırdı. Özellikle kız çocukları çoğunlukla terk ediliyordu. Çocuğun halkın görebileceği bir yere bırakılmasındaki

temel amaç baĢkalarının bebeği sahiplenip büyütme ihtimalidir75

.

Yunanlılar, dönemin diğer kültürlerinin tıp alanında ortaya koydukları geliĢmeleri yakından izlemiĢlerdir. Yunanlı hekimler baĢta Mısır olmak üzere çevre kültürlerin tıbbi bilgilerinden istifade etmiĢlerdir. Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerinde geliĢme gösteren bilgiler daha sonra Yunan tıbbı kapsamında toplanmıĢ ve Hipokratik

73 Sezai Balcı, Osmanlı Devleti’nde Engelliler ve Engelli Eğitimi Sağır Dilsiz ve Körler Mektebi, Ġstanbul

2013, s. 17.

74 Nazmiye Mutluay, Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk, Ankara 2007, s. 49. 75

tıp76

ortaya çıkmıĢtır. Hipokrat öncesi Yunan tıbbı filozofların düĢünceleri ile yoğrulmuĢtur. Tıpla ilgili konuları felsefi düzeyde geliĢtiren filozoflar aynı zamanda hekimdirler. Filozof hekimler dönemi olarak da adlandırılan bu süreçte tıp ile ilgili

konulara daha çok felsefi açıdan çözüm yolları bulmuĢlardır77

. Tıp alanında yapmıĢ oldukları gözlemleri felsefe ile destekleyerek ortaya koymaya çalıĢmıĢlardır. Tıptaki ilk geliĢmeleri yapan Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında ise durum biraz daha farklıdır. Buradaki tıp daha çok pratik ihtiyaçlara cevap verme Ģeklinde geliĢme göstermiĢtir. Buna karĢılık Yunan tıbbı felsefeden oldukça etkilenmiĢtir. Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat, her ne kadar tıbbı felsefeden ayıran kiĢi olarak tanımlanmıĢ olsa bile kendisi de yetersiz kaldığı fizyoloji ve anatomi alanındaki eksikliğini felsefi düĢüncelerle

kapatmaya çalıĢmıĢtır78

. Gözlemler ve ayrıntılar neticesinde hastalara ne tür cerrahi operasyonların yapılacağına karar verilerek tedavi yöntemleri uygulanmıĢtır.

Hipokrat, Yunan tıbbını, M.Ö V. yüzyılda, felsefeden ayırarak rasyonel bir çizgiye girmesini sağlayan kiĢidir. Modern tıbbın babası olarak anılmasını, sihir ve büyü gibi geleneksel tedavi metotlarına karĢı aklı ve deneyi ön plana koymasında gösterdiği baĢarıya borçludur. Gözlemlerinden hareketle kaleme aldığı eserlerinde hastalıklara, doğaüstü güçlerin değil, sindirilemeyen besin artıklarından kaynaklanan ve giderek vücuda yayılıp insanın nefes almasını engelleyen gazların sebep olduğunu söylemiĢtir. ĠĢe yaramaz teori ve hurafelerden tıbbı temizlemeyi kendisine amaç edinmiĢtir. Hastalığı, vücudun kendisini hasta eden etkenlerle yaptığı mücadele olarak görmüĢtür. Hekim ise bu mücadelede hastaya yardımcı olan taraftır. Onun tıbba en büyük katkısı, tıbbı boĢ inanç ve uygulamalardan kurtararak hekimliğe yeni bir saygınlık kazandırmasıdır. Etkisi yüzyıllar boyunca devam etmiĢ ve modern zamanda halen

unutulmamıĢtır79

.

Hipokrat sonrası dönemde doktorların eğitimi usta-çırak iliĢkisi Ģeklinde devam etmiĢtir. Ancak bu durum sadece çırağın ustasına bağlı kalmasını ve tıbbi geliĢmenin sadece çırağın ustasından öğrendiği ile sınırlı kalmasını beraberinde getirmiĢtir. Bu durum ise Yunan tıbbının alıĢılmıĢ olandan vazgeçmemek, yeni olanı kabullenmemek

76 Hipokratik tıp, geniĢ bilimsel bilgi ile derinlemesine bir klinik tecrübe üzerinde yükselir. Hastalıklar

neden-sonuç iliĢkisi içinde açık ve tutarlı bir Ģekilde muhakeme edilir. Bu tıbbın bir diğer özelliği ise etik değerlerin önemidir. Anatomi bilgisinin azlığı doğru gözlem ve en ince ayrıntısına inilen akıl yürütmeleri ile giderilmeye çalıĢılır. Daha fazla bilgi için bkz. Aydın, a.g.e., s. 69-75.

77 Bayat, a.g.e., s. 87. 78 Aydın, a.g.e., s. 67. 79

ve onu dıĢlamak gibi durumlarla karĢı karĢıya gelmesine neden olmuĢtur80

. Hekimler, tıp alanında ortaya yeni fikirler koymaktan ziyade inandıkları teorilere sıkı sıkıya bağlanarak diğer teorileri çürütmek amacıyla büyük uğraĢlar göstermiĢ, bu durum ise

tıbbın duraklamasına sebebiyet vermiĢtir81

.

Eski Yunan’da gördüğümüz yeni doğan bir bebeğin yaĢam hakkının ailesinin kararına bırakılması, bazı farklılıkları olsa da, Roma toplumunda da geçerlidir. Yani çocuğun yaĢam hakkı ailesinin özellikle de babasının elindedir. Bebeğin aileye kabulü ve reddi kararı alınırken akraba, yakın ve komĢulardan oluĢan bir aile mahkemesi kurulur ve burada fikir alıĢveriĢinde bulunulurdu. Çünkü Roma’da engelli olarak dünyaya gelen veya istenmeyen çocuklar, kentin çöplüğüne bırakılıp ölüme terk edilirdi82.

Ortaçağ Avrupası’nda bilim ve düĢünce gerilemiĢtir. Bilimsel geliĢmelerin

durduğu bu dönemde tıp alanında da büyük bir durgunluk yaĢanmıĢ ve Galen’in83

ortaya koyduğu tıp etkili olmuĢtur. Ortaçağ Avrupa insanı, Galen’in tıp alanında ortaya koyduğu bilgilere sıkı bir Ģekilde bağlanmıĢtır. Skolâstik tıp ve Galenik tıp olarak isimlendirilen Ortaçağ tıbbı, Galen’in fikirlerine dogmatik bir biçimde bağlılık göstererek bu fikirleri hiçbir Ģekilde sorgulamamıĢtır. Daha sonraları Rönesans’la

birlikte Avrupa bu karanlık dönemden çıkmıĢtır84

. Her ne kadar Rönesans döneminin baĢında Galen’in ortaya koyduğu fikirler, geçerliliğini koruyor olsa da yine de tıp alanında değiĢimler yaĢanmıĢtır. Sayıları az olmasına rağmen, Galen’in fikirlerini sorgulayan ve Hipokrat dönemi ile Ġslam dünyasındaki ilerlemeyi inceleyenler vardır. Bunlar doğayı ve insanı, deney ve gözlem yoluyla anlama ve açıklamaya

çalıĢmıĢlardır85

.

Hıristiyanlık inancına göre, aciz ve yoksullara yardım edilmesine önem verilmiĢtir. Bedensel hastalıkların sadece Tanrı tarafından onun yardımıyla iyileĢeceği anlayıĢı hâkim olmuĢtur. Hz. Ġsa’nın Tanrı’nın yardımıyla fiziksel engellileri ve hastaları nasıl iyileĢtirdiği ile ilgili Ġncil’de yer alan bilgiler de bu anlayıĢın pekiĢmesinde önemli bir rol oynamıĢtır. Tedavi yapılırken kutsal su, dua ve ellerin

80 Aydın, a.g.e., s. 77. 81 Bayat, a.g.e., s. 94-95. 82

Mutluay, a.g.e., s, 103.

83 Claudius Galen’in hayatı ve tıp alanındaki faaliyetleri için bkz. Aydın, a.g.e., s. 83-90; Bayat, a.g.e., s.

115-117.

84 Aydın, a.g.e., s. 91. 85

vücudun üzerinde dolaĢtırılması gibi yöntemlere baĢvurulmuĢtur86

. Örneğin, 1664’te Saint-Nicolas-de-Port’da, on iki yaĢındaki kötürüm olan Jeanne Fardé, buradaki kilisede ayin esnasında Aziz Nicolas’ın gelip koluna, dizine ve bacaklarına dokunduğunu anlatmıĢtır. Aziz, burada Hz. Ġsa’nın kötürümleri iyileĢtirmesini kullanmaya

çalıĢmıĢtır87

.

Ortaçağ’da sürekli meydana gelen savaĢlar, kıtlık ve salgın hastalıklar nedeniyle manastırlar hastaların çok sık baĢvurduğu yerler olmuĢlardır. Tarikatların elindeki manastırlar, hasta, yaralı ve güçsüzler için sığınılacak bir yer olarak görülmüĢtür. Aziz Benedict tarafından kurulan ve ismiyle anılan tarikat, tıp ile yakından ilgilenmiĢtir. Hem manastır hem de hastane olarak kullanılacak olan pek çok bina inĢa edilmiĢtir. 720 yılında Ġrlandalı bir keĢiĢ tarafından kurulan Aziz Gall Manastırındaki hastane bunlardan en bilinenidir. Kendi baĢlarına, özerk olarak hizmet veren bu hastanelerde manastırın bahçesinde yetiĢtirilen bitkilerden ilaçlar üretilmiĢtir. Buradaki hastalara verilen tıbbi bakım ise oldukça zayıftır. Hastaların beslenme, giyim gibi temel ihtiyaçlarının karĢılanmasının yanı sıra tedavi yöntemi olarak ise dualar ve büyüden

baĢka pek bir Ģey uygulanmamıĢtır88

. Kilise ve tarikatın baĢındakilerin eliyle birtakım mucizeler yoluyla bedenen veya zihinsel anlamda engelleri olanlar sağlıklarına kavuĢuyordu. Bedensel rahatsızlıkları olanlar uykularında Hz. Meryem’i görmüĢlerdir. Hz. Meryem, onların kiliseye gelmesini ister. Ġbadetini yerine getirdikten sonra hasta kendisini çok daha iyi hisseder. Ancak sağlığa kavuĢmanın hemen olmadığı zamanlar da olmuĢtur. Bazıları ibadetini yerine getirdikten sonra hemen ayağa kalkarken, kimileri

ise uzun bir aradan sonra iyileĢebiliyordu89

.

Büyü ve telkin Ortaçağ Avrupa tıbbında önemli bir yere sahiptir. Hastalıkların nedeni ruhun Ģeytan tarafından ele geçirilmesi olarak biliniyordu. Bu tür durumlarda Ģeytan çıkartma yöntemi hastalıkların tedavisi için kullanılmıĢtır. Ayrıca pek çok cadılık

vakası da görülmüĢtür90

. Din adamlarının telkinlerinin etkisiyle Ortaçağ Avrupa insanı, içinde yaĢadığı toplumun insanüstü güçlere sahip ve gözle görülmeyen varlıklarla dolu olduğuna inanmıĢtır. Bu varlıklar, insanları istila ederek onlara tedavisi mümkün olmayan hastalıklar bulaĢtırır. Hastalıklarının ne olduğu hakkında fikir beyan etmekte

86 Aydın, a.g.e., s. 91. 87

Jacques Gélis, “Beden, Kilise ve Kutsal”, Bedenin Tarihi Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Haz. Alain Corbin, Jean-Jacques Courtine, Georges Vigarello, c. 1, Çev. Saadet Özen, Ġstanbul 2008, s. 71.

88 Aydın, a.g.e., s. 92. 89 Gélis, a.g.m., s. 71. 90

zorlanan hekimler, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanların bu tür metafizik varlıkların etkisinde olduklarını açıklamıĢlardır. Bunun yanı sıra engelli olarak doğan ya da hayatının daha sonraki bir döneminde değiĢik bedensel ve ruhsal hastalıklara

yakalananlara da cadı muamelesi yapmıĢlardır91.

Toplum için tehlikeli olabilecekleri düĢünülen bu insanlar kilise ve devletin sıkı takibi altındadırlar. Engizisyon mahkemelerinin kurulmasıyla, cadı olarak isimlendirilen fakat aslında özürlü olanların yargılanmasının ve onlara ağır cezalar verilmesinin yasal yolu da açılmıĢtır. Özellikle bedensel yönden yıpranmıĢ ve çirkin görünen veya zihinsel anlamda bir eksikliği bulunan insanlar, kilise ve pazar meydanlarında diri diri yakılmıĢlardır. Rönesans, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’nin baĢlarına kadar pek çok

insan, cadı oldukları gerekçesiyle yakılarak öldürülmüĢlerdir92

.

Ortaçağ’ın sonları Rönesans ile kendini gösterir. Deniz yollarının keĢfedilmesi, okyanuslara dayanıklı gemilerin yapılması, yeni keĢfedilen Amerika kıtasından getirilen bol miktarda altın ve gümüĢ ile para ekonomisinin güçlenmesi, yine kıtada yetiĢen tarım

ürünleri93, matbaanın icadı ve barutun yaygınlaĢmasıyla Avrupa’da Rönesans adı

verilen yeni bir yaĢam tarzı doğmuĢtur94

. Bu dönemle birlikte Avrupa toplumu, Hıristiyanlık ve kilise baskısından yavaĢ yavaĢ kurtularak bir uyanma dönemine girmiĢtir. Rönesans, bilimi ve felsefeyi, akılcı ve araĢtırmacı bir yaklaĢımla analiz etmeye baĢlamıĢtır. Tıp alanında da önemli değiĢimler yaĢanmaya baĢlamıĢ ve modern tıbbın doğuĢu bu dönemde hazırlanmıĢtır. Galen’in Ortaçağ boyunca temsilciliğini yaptığı ve kilise tarafından dogmatik bir hale getirilen tıp anlayıĢı, Rönesans’la birlikte eleĢtiriye ve bilimsel incelemeye tabi tutulmuĢtur. Dinin baskısından kendisini kurtarmaya baĢlayan tıp alanında önemli geliĢmeler yaĢanmaya baĢlamıĢtır. Bu dönemde Ġtalyan üniversiteleri büyük bir üne sahip olmuĢlar ve dünyanın farklı yerlerinden öğrenciler tıp eğitimi almak için buraya gelmiĢlerdir. Ġnsan bedeninin daha

iyi tanınması amacıyla artık daha fazla diseksiyon95

yapılmaya baĢlanmıĢtır. Ġnsan

91

Ali Seyyar, Özürlülere Adanmış Sosyal Politika Yazıları, Adapazarı 2006, s. 4.

92 Seyyar, a.g.e., s. 5.

93 Kıtanın keĢfiyle burada bulunan altın, gümüĢ ve tarım ürünleri Avrupa’ya taĢınmıĢtır. Bu değerli

ürünler, Avrupa’nın sosyal, ekonomik ve bilimsel anlamda geliĢmesine önemli katkıda bulunmuĢlardır. Daha fazla bilgi için bkz. David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, Ġng. Çev. Osman Bahadır, Ġstanbul 1995.

94 Bayat, a.g.e, s. 136.

95 Diseksiyon: Herhangi bir canlının içyapısını incelemek üzere kesip açma olayı, kesip ayırma açımlama.

www.tdk.gov.tr (EriĢim Tarihi: 20.08.2015); Ekrem Kadri Unat, Ekmeleddin Ġhsanoğlu, Suat Vural,

anatomisi ile birlikte cerrahi de öğretilmiĢtir96. Kimi anatomistler karĢı çıkmıĢ olsa dahi Ortaçağ’ın sonlarına doğru, anatomi çalıĢmaları için kadavra teĢrihi baĢlamıĢ ve

zamanla hız kazanmıĢtır97.

Rönesans, cerrahinin de yeniden doğmasını sağlamıĢtır. Modern cerrahinin temelleri bu dönemde atılmıĢtır. Anatomi alanındaki geliĢmeler cerrahinin de geliĢimine katkıda bulunmuĢtur. Barutun savaĢlarda kullanılmasıyla birlikte yaralanmalar ve cerrahi operasyonlara olan ihtiyaç artmıĢtır. Ayrıca Eski Yunan’da halledilemeyen cerrahi sorunlar için yeni çözüm önerileri getirilmiĢtir. Buradan hareketle 16. yüzyılın en önemli cerrahı Fransız Ambroise Paré (1510-1590) karĢımıza çıkmaktadır. O zamanlar cerrahi müdahalelerle ilgilenen berber-cerrahlar bulunmaktadır. Bunlar el, kol ve bacak gibi organları da kesmiĢlerdir. Ambroise Paré’nin baba ve amcası da bu iĢle meĢguldürler. Kurdukları cemiyetin üyeleri yaraların tedavisi, dağlama, abselerin açılması, merhem ve yakıların uygulanması gibi tıbbi müdahalelerde bulunmuĢlardır. Paré, Latince ve Yunanca bilmediği için üniversiteye gidememiĢ ve berber-cerrah olmaya karar vermiĢtir. Paris’te bir berber-cerrahın yanında çalıĢmıĢ ve daha sonra Hotel-Dieu hastanesinde revir cerrahlığı yapmıĢtır. Paré’nin bu meslekte asıl tecrübesi

orduda yaptığı çalıĢmalardır98

. 1559’da Paris’e dönen Paré, bir kitap kaleme almıĢtır. Bu kitap onun tanınmasını sağlamıĢ ve sarayda cerrah olarak ölünceye dek çalıĢmıĢtır. Fiziksel engellilerin tedavisinde de önemli katkıları olmuĢtur. Paré o zamana kadar uygulanan tıbbi tedaviye yenilerini eklemiĢtir. Kesilen organlardan sonra bölgenin dağlanmasından ziyade damarların bağlanmasının daha doğru olacağını söylemiĢtir. Paré’nin getirdiği bir diğer yenilik ise kangren olan dokunun sağlam olan kısmından

itibaren kesilmesidir99. Böylece ampütasyon100 sonrası hastaların kan kaybından

ölmesinin önü alınmaya çalıĢılmıĢtır. Kangren olmuĢ bölgedeki sağlam dokulardan kesilmesini tavsiye etmesi de hayati bir önem taĢımaktadır. Aksi durumlarda kangren olmuĢ bölge daha da geniĢleyerek hastanın kaybedilmesine sebep olabiliyordu.

17. ve 18. yüzyılda tıp alanında önemli geliĢmeler yaĢanmıĢtır. Özellikle 18. yüzyılda zihinsel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde kayda değer geliĢmeler yaĢanmıĢtır.

96 Aydın, a.g.e., s. 107.

97 Rafael Mandressi, “TeĢrih ve Anatomi”, Bedenin Tarihi Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Haz. Alain

Corbin, Jean-Jacques Courtine, Georges Vigarello, c. 1, Çev. Saadet Özen, Ġstanbul 2008, s. 255.

98

Aydın, a.g.e., s. 112-113.

99 Bayat, a.g.e., s. 138-139.

100 Ampütasyon: Vücudun herhangi bir organının özellikle de kol veya bacağın tamamının ya da bir

bölümünün cerrahi bir operasyon neticesinde kesilmesi, kesme, kesim. Bkz. Unat, Ġhsanoğlu, Vural,

Daha önceki dönemlerde kötü ruhlara ya da iĢlenilen bir günahın bedeli olarak algılanan ruh ve sinir hastalıkları artık doktorların ilgi gösterdiği bir alan haline gelmiĢtir. Sosyal koĢulların da insan psikolojisi üzerinde önemli bir etkisinin olduğu kabul edilmiĢtir. Bu dönemin önemli temsilcilerinin baĢında Fransız Philippe Pinel (1755-1826)

gelmektedir101. Fransa’da Philippe Pinel ve Ġngiltere’de ise William Tuke’un

öncülüğünde modern psikiyatri biliminin kuruluĢ yılları da bu yıllardadır. Zihinsel engelliler, artık evlere kapatılmayarak akıl hastanelerine tedavi amacıyla gönderilmeye baĢlamıĢlardır. Daha da önemlisi 1794’te Pinel, Paris’teki akıl hastalarının zincirlerini

kırarak onları tedavi etmeye baĢlamıĢtır102

. Pinel’in getirdiği yeni uygulama diğer Avrupa ülkelerinde de önemli bir tesir bırakmıĢtır. Pinel’in bu hareketi, Fransız Ġhtilali’nin getirmiĢ olduğu “eĢitlik, özgürlük, kardeĢlik” gibi ilkelere uygun olarak

önemli bir giriĢim olarak görülmüĢtür103

.

Daha önceleri berber-cerrahlar marifetiyle gerçekleĢtirilen el-ayak kesme iĢlemleri 18. yüzyılda yerini alanında baĢarılı olmuĢ doktorlara bırakmıĢtır. Ġngiliz J. Hunter (1723-1793), bir cerrahın el becerisi yanında genel tıp bilgilerine de sahip olması gerektiğini savunmuĢtur. Hunter’la birlikte cerrahi, bilimsel tıbbın bir alanı

haline gelmiĢtir104

.

19. yüzyılda tıptaki geliĢmeler devam etmiĢtir. Cerrahi alanında henüz istenilen seviyeye ulaĢılamamıĢtır. Acı, kanama ve ameliyat sonrasındaki tedavi için çözüm yolları tamamen bulunmuĢ değildi. Acının dindirilmesi için bir ara hipnoz yöntemi denenmesine rağmen baĢarılı olunamamıĢtır. Özellikle yaralardaki enfeksiyonlar ameliyatları zor bir duruma düĢürüyordu. BaĢarılı geçen operasyonlar kötü sonla bitebiliyordu. Ameliyat sonrası, açılan yaralar iltihaplandıktan sonra kabuk bağlıyordu. Ampütasyon vakalarında ölüm oranı %45’lere kadar ulaĢıyordu. Bir de ameliyat sonrası

hastalar kan kaybından hayatını kaybediyorlardı105. Bu yüzyıl doktorlarına yapılan en

büyük eleĢtiri, hastaların acılarını göz ardı etmeleri ve bunu küçümsemeleridir. Ölmek

101 Aydın, a.g.e., s. 124. 102 Artvinli, a.g.e, s. 16. 103 Artvinli, a.g.e, s. 50. 104 Bayat, a.g.e., s. 151. 105 Aydın, a.g.e., s. 129.

üzere olan hastalara dahi morfin kullanılmamaları onların acıya karĢı duyarsız oldukları

düĢüncesinin yerleĢmesine sebebiyet vermiĢtir106