• Sonuç bulunamadı

Basın Özgürlüğü Objektiflik İlişkisi

1.2. Gazete, Gazeteci ve Gazetecilik Kavramları

1.2.4. Basın Özgürlüğü Objektiflik İlişkisi

Basın hürriyeti; genellikle haber, fikir ve düşünceleri, çoğaltıcı araçlarla serbestçe açıklayabilmek özgürlüğü olarak tanımlanmaktadır. Yapılan bu tarife göre basın hürriyeti haber, fikir ve düşünceleri serbest olarak toplayabilmek, yorumlayıp, eleştirebilmek ve basabilmek yani çoğaltıcı araçlarla çoğaltabilmek ve bunları serbestçe yayınlayıp dağıtabilmek haklarını gerektirir(Güz, 1988: 5). Demokratik ülkelerde halkın haber alma hakkı, halkın tarafsız bir biçimde bilgilendirilmesi ve basın organlarının en önemli görevlerinden biri olan kamuoyunun özgürce oluşması gibi kavramlar basın özgürlüğünün gerekliliğini ve amaçlarını ifade etmektedir(Bostancı, 1996: 60).

Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü kapsamında düşünülmelidir. Basın özgürlüğü, kişinin serbestçe ve hiçbir engele uğramadan bilgi edinebilmesi, haber alabilmesi ve bu konuda bütün haberleşme araçlarını kullanabilmesini gerektirir. Özgür bilgi iki açıdan incelenebilir. Birincisi bilgi sağlama hakkı, ikincisi ise bilgi edinme hakkı. Birinci açıdan, editör ve muhabirlerin, serbest anlatım hakkına ve özgürlüğüne saygı olarak incelenir. İkinci açıdan ise, kişilerin doğru, tarafsız bilgi veya ahlaki değerlere uygun dürüst yorum elde etme hakkı olarak algılanır(Demir, 1998: 13–14). Düşünce açıklama özgürlüğünün belirtisi, eleştiri hakkıdır. Eleştiri

hakkı özgür ifade ortamında gerçekleşebilir. Özgür ifadenin temeli de özgür basındır. Ahlak, kişisel bir sorumluluktur. Bu yüzden de özgürlükle doğrudan ilgilidir. Bu noktada bir gazetecinin ne kadar özgür olduğu, kendi davranışlarından ne ölçüde sorumlu olduğu önem kazanmaktadır(Tılıç, 1999: 35).

Türkiye de 24 Temmuz 1960 tarihinde basın mensupları ve ilgili kurumların iradeleriyle kabul edilen Basın Ahlak Yasası’nda haberle ilgili sınırlamalar açıkça belirtilmiştir. Haberler ve yayınlarda ahlaka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamayacağı, şahsın, kurum veya zümreleri hedef tutan yayınlarda galiz kelimeler kullanılmayacağı, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamayacağı, kamu yararını ilgilendirmeyen hallerde kişilerin özel hayatlarının küçük düşürücü şekilde yayınlanamayacağı, kamu yararını ilgilendirmeyen hallerde, yine kişiler, kurumlar ve zümreler aleyhinde iftira ve isnatta bulunulamayacağı, dinin istismar edilemeyeceği karar altına alınmıştır. Aynı şekilde basın konseyi de basın meslek ilklerini oluştururken benzer hükümleri kabul etmiştir. Yayınlarda hiç kimsenin ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dini inançları sebebiyle kınanamayacağı ve aşağılanamayacağı, düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı, genel ahlak anlayışını, dini duyguları ve aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamayacağı, mesleğin özel çıkarlara alet edilemeyeceği, özel hayatın kamu çıkarları gerekmedikçe yayın konusu olmayacağı, suç olduğu yargı kararıyla belirtilmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilemeyeceği, mesleğin saygınlığına gölge düşürebilecek yol ve yöntemlerle haber araştırmaktan sakınılacağı, şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılacağı Basın Meslek İlkeleri’ nde yer almaktadır(Güz, 2005: 74).

Basın özgürlüğünü tehlikeye atan unsurların yani birinci güç konumuna gelmek arzusunun altında basının sermaye gruplarının eline geçmesi, sermaye sahiplerinin politikacılarla olan ilişkileri ve tekelleşmenin getirmiş olduğu yapı içerisinde muhabir ve yazarların bazı istisnalar hariç patronlarının sözünden çıkamamalarıdır(Demirkent, 1995: 175–176).

Aslında hemen hemen herkesin kabul ettiği şey, hür ve bağımsız bir basın aracılığıyla kaliteli bilgi sağlamadır(Schwobel, 1982: 17). Basın kullanıcısı konumunda olan toplumun rahatsız olduğu haber ve yorumlara tepki göstermesi, basın özgürlüğünün kaybolmamasına yardımcı olabilecektir(Demirkent, 1995: 177). Fakat görülen odur ki en büyük balık olan devlet karşısında var oluşunu ahlaki bir değer olan “özgürlük” le korumaya çalışan basın, kendisi büyük balık olduğunda küçükleri yutmakta hiç tereddüt etmemektedir. “Özgür basın” talebinde bulunan nice medya aktörünün kendi içine yönelik tahakküm ilişkileri, iktidarı manipüle etme girişimleri, çıkarlarıyla özdeşleştirdikleri “kamuoyu” oluşturma çabaları bu talebin meşruluğunu gölgeler ve basını acımasız eleştirilere açık hale getirir(Bostancı, 1998: 137).

Bir toplumda ideal anlamda basın özgürlüğünün tahakkuku her tür fikir çıkar grubunun kendini basın yoluyla kamusal alanda ifade edebilmesiyle mümkün olabilir. Yani basın özgürlüğü tek başına bir basın-yayın kurumunun hakkı ve kendini anlamlandırması değil tüm eğilimlerin aynı zamanda basın yoluyla kendini ifadesiyle ortaya çıkan toplam bir durumdur. Kısacası, medya ve özgürlük tartışması, görünenin ötesinde çok katlı anlamlara sahiptir ve tutarlı bir analiz için ilişkiler dünyasının jeolojisi iyi okunmalıdır(Bostancı, 1998: 142). Her kolektif kişilik için “basın özgürlüğü” talebini haklı kılacak en önemli’ karine ise, en az kendisinin konuşabilme hakkı kadar ötekilerin de hakkını savunması olacaktır. Ötekilerin sesini incelikli tekniklerle boğmaya çalışırken diğer yandan basın özgürlüğü talebinde bulunmak inandırıcı değildir(Bostancı, 1998: 145).

Özgür medya, demokraside ve demokrasi için özel bir sorumluluğa sahip olmalıdır. Demokrasinin bütün alanlarda, bu sorumluluğun bilincinde ve buna göre iyi eğitim almış, meslek ahlakına sahip gazetecilere ihtiyacı vardır. Çünkü çoğulcu liberal düşünceye göre medya, yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü güç olarak nitelendirilmiş ve temsili demokrasilere yönelen eleştirilere bir yanıt olmuştur.

Medya aynı zamanda halkı günün önemli sorunları ve çözüm yolları konusunda bilgilendirir. Ayrıca baskı gruplarına dayanan çoğulcu demokrasilerde

farklı çıkarların bir araya gelerek örgütlenmesinde ve baskı gruplarının sesini duyurmasında da medyanın vazgeçilmez bir önemi vardır(Mora, 2008: 18).

1982 Anayasasının 20. maddesinin gerekçesinde “...özel hayatın korunması her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması, başkalarının gözleri önüne serilememesi...” ifadesi yer almaktadır(Şen, 1996: 7–8).

Özel hayatın gizliliği ve korunması hakkının müdahalelere maruz kaldığı en önemli alan, 1982 Anayasası’nın 28. maddesinde düzenlenen basın hürriyeti ve dolayısıyla kitle iletişim araçları mensuplarının haber verme hakkı oluşturmaktadır. Haber verme hakkının hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmesi ve kullanılması sınırsız değildir ve kanun koyucunun çizdiği çerçevede haber verme hakkının kullanılmış olması halinde hukuka uygunluk sebebinin varlığından bahsedilebilir. Haber verme hakkının söz konusu olabilmesi için, duyurulan konunun öncelikle haber niteliği taşıması gerekir ve eğer ortada bir haber yok ise, haber verme hakkının varlığından da bahsedilemez. Açıklanan konunun haber niteliği taşıması için aranılacak unsurlar, gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamu yararının bulunması, kamu ilgisini çekmesi ve haber verme hakkına ait sınırların aşılmaması gerekir. Haber hakkının kullanılmasında başkalarının özel ve aile hayatına izinsiz olarak girmesi ve bu şekilde elde edilen belgeleri kanıt olarak kullanılması hukuken doğru değildir(Şen, 1996: 18–21).

Anayasamızın Basın hürriyetinin sınırlanmasında, anayasanın 26. ve 27. Maddeleri hükümleri uygulanır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar(Özgen, 1988: 61).

28’inci maddesi “Basın hürdür, sansür edilemez” cümlesi ile başlayarak temel ilkeyi koyarken, “Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır” ifadesi ile de basın özgürlüğünü güvenceye almıştır(Karaismailoğlu, 1996: 131).

Medyaya bahşedilen özgürlük toplumun çeşitli alt kültürlerine ve sınıflarına ifade hakkı tanımalı, kamuoyunun sesi olmalı, halk ve halkın seçilmiş temsilcileri arasında mesajları aktaran bir araç görevi görmelidir. Medyanın halktan bireylere hüsranlarını dile getirebilmelerini sağlayarak, isteklerini yönetimin dikkatine sunarak, geleceklerine dair çeşitli gelişmelerden haberdar ederek ve halkın vekillerinin yolsuzluklarını ve sorumsuz davranışlarını teşhir ederek halka hizmet ettiği görülür. Bunlar medyanın, tam anlamıyla sadece demokrasilerde yürütülebilecek en önemli rolleridir(Almagor, 2002: 125).

Nesnellik sözcüğü İngilizce “objective” kelimesinin karşılığıdır. Türkçesi tarafsızlık, yansızlık demektir. Gazetecilikte ise “doğru, dengeli, adil, tarafsız” haberciliktir. Haber, kişisel değerlendirme ve ideolojik görüşlerden uzak bir olayın olduğu gibi yorum katılmadan anlatılmasıdır. Gazeteciyi “yorumdan arınarak olaya ilişkin rapor yazan kişi” olarak tanımlamak da mümkündür(İnal, 1996: 37).

Basın meslek ilkeleri çerçevesinde ortaya çıkan en önemli ilke, gazetecinin bağımsızlığı, haberin kutsallığı ve bu bağlamda haberin nesnelliğidir. Haberde tarafsızlık, yansızlık ya da nesnellik mesleğin en temel profesyonel normlarıdır. Doğruluk ilkesi, yaşamsal önem taşımaktadır ve haberin doğru olması, gazetecilerin görevlerini sorumlu olarak yaptıklarının kanıtıdır. Çünkü gazetecinin görevi patronuna, gazetesine ya da herhangi bir görüşe değil, mesleğin getirdiği sorumluluk kavramına karşıdır (Tokgöz, 2000: 99 – 103).

Haberde nesnelliğin ölçütleri ise olayla ilgili verilerde kesinlik ve doğruluk, ana hatların aynen aktarılması, olayın farklı yönlerini incelerken yansız ve dengeli olunması, haber ile yorumun birbirinden ayrılması, haber yazanın kişisel görüş ve tutumunu içeriğe yansıtmaması, yanlı tutumlardan uzak kalınması biçiminde sıralanabilir(Bülbül, 2001b: 270).

Dahası nesnellik haberciliğin medya ahlakının ve tarafsız haberciliğin gerekli bir parçası olduğuna inanılır. Genellikle medyada nesnelliğin bir erdem olduğu düşünülür. Sıklıkla medya ahlakının tam nesnellik gerektirdiği ve nesnel haberciliğin

profesyonel habercilik, ahlaklı habercilik olduğu iddia edilir(Almagor, 2002: 99). Objektifliğin sağlanabilmesi için ortaya atılmış bazı ilkeler bulunmaktadır(Tokgöz, 2000: 311):

• Bir sorunu farklı yönleriyle ele alarak ve sunarak dengeli ve tarafsız olmak • Haber yazarken kesinliğe ve realizme uymak.

• Haberde tüm ana geçerli noktaları sunmak.

• Yorum ile olguları birbirinden ayırmak, fakat fikri geçerli olarak kabul etmek. • Yazarın kendi tutumu, yorumu veya katılımının etkisini azaltmak.

• Aykırı, yanlı olma ve hınç alma amaçlarından kaçınmak.

Gerçeği aktarma yansıtma iddiasındaki iletim araçlarının kötü kullanılmaları halinde en büyük ve etkili yalanların üreticileri ve dağıtım kanalları biçimine dönüştükleri bir gerçektir. Artık ayna olmak, objektif olmak, tarafsız olmak, bağımsız olmak, çoğulcu olmak, gibi gazetecilik efsanelerinin de “fikirlerin serbest piyasası”na ilişkin liberal düşlerin de, en dürüst biçimiyle yürütülmeye çalışıldığında dahi, gazetecilik süreçlerinin gerçeğin bire bir yansıtılmasını daha en başında imkânsız kıldıklarıdır(Talu, 1998: 172 – 178).

Ancak editörlerin kitle iletişim araçlarının yayın içeriklerini oluştururken objektif ve yansız davranıp davranmadıklarını belirlemek çoğu kere mümkün olmamaktadır. Gerçek dışı bilgi ve haber veren kitle iletişim aracı yansızlık görünümüne bürünebilmekte, böylece gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye çalışabilmektedir. Araç, karşı görüşte olanları haber kaynağının verdiği yanlış bilginin doğru olduğunu inandırarak yanıltır. Hedef kitlenin yanıltılması için gerçek ve yarı gerçek bilgiler birbirine karıştırılarak yanlış doğru gibi gösterilir(Semelin, 1992: 34). Aslında objektiflik konusunu kitle iletişim araçlarının genel yayın politikaları doğrultusunda düşünmek gerekir. Her kitle iletişim aracının kendine özgü bir yayın politikası bulunmakla ve haber sunumunda bu genel yayın politikası etkili olmaktadır. Kitle iletişim araçlarının sahipleri ve yöneticileri, ideolojilerini bu genel yayın politikasına yansıttığından objektif olmaları zorlaşmaktadır. Zira haber

içeriğinin oluşturulmasında ferdi, mesleki, kurumsal, sosyal, siyasi, ideolojik ve ekonomik faktörlerin etkisi bulunmaktadır(Çebi, 1997: 14).

Gazetecilik ahlak ilkelerinde ilk sırada yer alması gereken kural tarafsızlıktır. Oysa son dönemlerde, özellikle siyasi haberlerde, unutulan ilk kural tarafsızlık olmuştur. Örneğin, seçim haberlerini demokratik sorgulamadan çok at yarısı biçiminde değerlendiren ve kampanya taktikleri ile oyun planlarına ağırlık veren bir yöntem, gazetecinin “tarafsız” yorumlama biçimine kaçışını sağlamaktadır(Curran, 2002: 170–171). Objektifliğe gölge düşüren bir diğer olay da yansızlık görünümüne sahip olan kitle iletişim araçlarının asılsız, gerçek ya da yarı gerçek bilgileri kasıtlı olarak birbirine karıştırarak, yanlışı doğru gibi göstermeye çalışmalarıdır(Semelin, 1992: 34). Yalan yanlış haberi iş edinen yayın organları kısa zamanda saygınlıklarını tüketirler(Demirkent, 1982: 207).

Çaplı’ ya (2002: 89) göre, haberde yanlılık ve taraflılığın insaflı olup olmadığı, toplumdaki konu ile ilgili farklı görüşlere ne ölçüde yer verdiği soruları haberdeki taraflılığının derecesini belirlemektedir. Çünkü haberciler daha çok insanların ilgisini çekme, eğlendirme, yani insanların duymak istedikleri haberleri toplamaktadırlar. Haberler genellikle, politik mesajlar içerecek şekilde düzenlenmektedir. Böylece, haberlerin insanlara ulaşma, nüfuz etme şansları artmaktadır.

Girgin ise(1998: 23–24); haberde taraflılıktan kaçınmak için bazı ilkeler ortaya koyar. Haberi yazanın çağdaş ve belirli bir düzeyde eğitim görmesi, yüksek kültür seviyesinde, yakın çevreyle ilgili, iç ve dış politika ve sorunlar ile uluslararası gelişmeler konusunda yeterli bilgi sahibi olması, önyargılı davranmaması, vicdani ve toplumsal değerlere sahip bulunmaması, olaylara duygu, siyasi ya ekonomik görüşler katmaması, olayın gerçek olduğuna inanması ve bunu belgelemesi, olayları saptırmaması ve küçültmemesi, abartmaması, yorum yapmaması ve özel bir amaca hizmet etmemesi gerekir.

Medya kuruluşlarının genel yayın politikaları kadar yayınlanan haber ve bilgilerin içerikleri, biçimleri de önem taşır. Bu kurumlar yoluyla verilen haber ve

bilgilerde gerçeğin verilmesi amaçlanır ve kamera çerçevesindeki nesneleri olduğu gibi hedef kitlesine yansıttığı düşünülür. Ancak yansıtılan bu bilgi ve görüntülerin toplumun istediği enformasyon olup olmadığı açık değildir. Kimi haber ve bilgiler bilinerek atlanırken istenenlerin abartılı bir biçimde verilmesi de söz konusu olabilmektedir. Hedef kitle gerçeği ancak kitle iletişim araçlarının kurguladığı biçimde algılayabilmekte, kurgulanan ile olayın meydana geldiği andaki gerçek çok farklı olabilmektedir(Güz, 2005: 71).

Haberin veriliş biçimi kadar haber içeriğinin oluşması da önemlidir. Shoemaker ve Mayfield haber içeriğini belirleyen mesleki ilkelerle ilgili olarak şu faktörleri ortaya koyarlar. Servisten kaldırmalar, haber noktası konulması, haber kanallarına ve kaynaklarına erişebilirlik, medya haberlerinin olay merkezli olması, haber üretiminde kullanılan yazım şekilleri, haber konularının seçilmesi, işlenmesi veya eşikbekçiliği . Haber içeriğini belirleyen bu uygulamaların değişik iletişim sistemlerinin geçerli olduğu ülkelerde farklılık gösterebileceğini belirtirler. Farklılıkların kaynağı olarak kimi zaman medyaya mali destek sağlayanların ideolojik etkileri, gazetecilerin kişilik yapılarının değişik olması, iletişim düzeni ve onu çevreleyen faktörler olan sosyal, siyasi, ekonomik ve teknolojik yapılar, gösterilmektedir. Haber içeriğine etki eden faktörler arasında gazetecilik, objektiflik, tarafsızlık, haber değer ölçütleri gibi medya etiği ile ilgili ilkeleri, meslektaşlar arasında belirlenen ve çalışanların çoğunluğu tarafından benimsenen değerleri, beklentileri, idealleri, sosyal çevreleri saymak gerekir(Güz, 2005: 71).