• Sonuç bulunamadı

10. XVI YÜZYIL

10.3. Bâbürlü Devleti

Devletin kurucusu ve padişah unvanını alan ilk hükümdar Bâbür’dür. Timur’un soyundan gelmektedir. Timur 1406’da vefat etmiş halefleri Şâhruh, Uluğ Bey, Abdullatif, Abdullah, Ebu Said ve Hüseyin Baykara Timur Devleti’ni devam ettirmeye çalışmışlardır. Timurun beşinci kuşak torunu olan Bâbür ise her zaman Timur’un soyundan gelmekle iftihar etmiştir.

Mâverâünnehir’in kuzeyinde güçlenen Özbekler ile sınırlarını Ceyhun ötesine kadar genişleten Safevî Devleti, Bâbür’ün iki önemli rakibiydi. 1514 yılında Safevî Devleti (Şah İsmâil) Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim karşısında yenilince Özbekler tekrar Mâverâünnehir’de güçlendiler ve Bâbürlere karşı tutumlarını sertleştirdiler. Bâbür artık Semerkant’ta tutunamayacağını anladı. Bu sebeple şansını Afganistan’da merkezi Kâbil olmak üzere yeni bir devlet teşkili için denedi ve bunda da muvaffak oldu. Bâbür, 1526’da Hindistan’da tahta geçerek devletinin temellerini atmıştır. Kâbil, Delhi, Agra, Lahor, Fetihbur Sikri gibi şehirleri kendine başkent olarak kullanmıştır (bkz. Harita 9). Kısa zamanda (1526-1530) beylerinin ve özellikle oğlu Hümâyun’un gayretleri ile başarılar elde etmiştir. Özbeklerle girdiği mücadele de ülkesinin sınırlarını Ganj nehrine kadar genişletmeyi başarmıştır.

Ömrü zorluklarla ve hastalıklarla geçen Bâbür, 1530’da yerine oğlu Hümâyun’u bırakıp vefat etti. Kabri Cihangir zamanında yapılan türbededir. İçinden birçok şair çıkmış Timurlular ailesindeki şiir geleneği en yüksek temsilcisini onun şahsında bulmuştur. Beş önemli esere imzasını atmış bir edebiyatçı hükümdar olarak tanınır. Bâbürnâme, Arûz Risalesi, Mübeyyen, Risale-i Validiyye Tercümesi, Dîvân gibi eserleri vardır. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Bâbür “hatt-ı Bâbürî” adıyla yeni bir hat icat etmiştir. Noktasız harflerden meydana gelen bu sistem, ileri sürüldüğüne göre, Türkçe’nin bünyesine uygun gelecek bir yol arayışının ifadesidir.

Bâbür’ün vefatından sonra (1530) yerine oğlu Hümâyun, Bâbür Devleti’nin ikinci hükümdarı (1508-1556) olarak tahta geçmiştir. Devletin sınırlarını Lodi ve Afgan ordularına karşı koruyup genişletmeyi başarmıştı. Fakat hanedan ailesinden ileri gelenlerin taht mücadelesine girmesi ve Delhi şehrine girip burada sultanlıklarını ilan etmesi Bâbür Devleti’ni siyasi olarak zayıflattı. Hümayûn, 1540-1555 yıllarında Hindistan’daki hâkimiyetini kaybetti ve yeni bir yurt arayışına girdi. Nihayet Safevî Hükümdarı Tahmasb tarafından kabul edildi. Şahın yazlık sarayında Bâbür-Safevî görüşmeleri yapıldı. Herat, Nişabur, Meşhed gibi İran şehirlerini gezdikten sonra Safevî Devleti’nin desteği ile devletini sükûnete kavuşturdu. Amacı Hindistan’ın tamamına sahip olmaktı. 1555’te Afganlılara ağır bir darbe indirip Delhi tahtına oturdu.

Hümayûn 1556’da kütüphanesinde çalışırken kaza geçirdi ve vefat etti. Eşi Hacı Begüm (Mâh Çûçek Begüm) tarafından mimari bir şaheser olan türbesini inşa ettirdi. Hümâyun’da babası gibi edebiyatla ilgilenmiş ve şiirler yazmıştır. Kız kardeşi Gülbeden ise Hümayûnname’yi yazarak kendi devrine ışık tutmuştur.

134

Babası öldüğünde Ekber henüz on dört yaşındaydı. O sırada Delhi’de bulunan Osmanlı denizcisi Seydi Ali Reis’in tavsiyesiyle Hümâyun’un ölümü bir süre gizlendi ve savaşta olan Ekber yirmi gün sonra Delhi’ye gelerek Celâleddin Ekber Şah adıyla tahta çıktı (1556-1605). Yükseliş devrindeki faaliyetleri, imar hareketleri, iç düzenin sağlanması ve hepsinden önemlisi yeni fetihler Ekber’in büyük bir idareci olarak tanınmasını sağlamıştır. Ekber, Safevîler ve Özbeklerin çatışmasından yararlanarak devletinin sınırlarını korumayı başardı. Özellikle dini reform hareketleri ile kendi dönemine damgasını vurmuştur. Çişti şeyhine duyduğu yakın alakadan dolayı Fetihpur Sikri’de büyük bir saray ve divanhane yaptırmıştır. Burada Sünni ve Şii âlimlerinin yanı sıra Hristiyan, Zerduşt, Yahudi, Brahman dinlerine mensup birçok şahıs gelip sohbet etmekteydiler. Zamanla Ekber Şah bu sohbetlerin etkisinde kalarak Dîn-i İlâhî adıyla yeni bir din kurmuştur. Bu din şehvet düşkünlüğü, iftira ve gurur gibi günahları şiddetle yasaklıyor; insanlar arasında eşitlik, âlicenaplık, ihtiyat, takva gibi faziletleri esas kabul etmiştir. Ekberin ölümü ile (1605) ile bu mesele kendiliğinden kapandığı gibi Fetihpur Sikri şehri de önemini yitirmiştir.

Kültür ve sanat açısından da Bâbürlülere en parlak dönemlerini yaşatan Ekber Şah her alandaki âlim ve sanatkârları himaye etmiştir. Mîr Seyyid Ali ve Hâce Abdüssamed de Ekber devri minyatür ekolünün önde gelen simalarıdır. 187

Hindistan’da egemenlik kuran

Türk-Müslüman yönetimi

birinci imparatorluk dönemini; Delhi Türk Sultanlığı (1206- 1526) döneminde yaşamıştır. Bâbür’ün tahta geçmesi ile (1530) XIX. yüzyıla kadar devam eden dönem ise ikinci imparatorluk dönemidir. Delhi Türk Sultanlığı dönemine ait pek çok mimari eser günümüze kadar gelememiştir. Bazıları ise harabe halindedir. Bâbür İmparatorluğunun başlıca eserlerini Ekber döneminde görmekteyiz. Bu dönemde gözle görülür bir ilerleme vardır. Ekber, sanatın her dalına önem vermiştir. Annesinin İranlı Şeyh Gem ailesinden olması sebebiyle İran stiline daha çok sadık kalmıştır. Aynı zamanda bağlı olduğu coğrafyanın mimarisinden de etkilenerek Hindu tapınaklarının yapı şekillerinden de yararlanmıştır.

187 ed. Hasan Celal Güzel, TÜRKLER, s. 744-752, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002

135

Babası Hümâyun için Delhi’de inşa ettirdiği Hümâyun Türbesi (1565-1569) Ekber döneminin ilk yapılarından biridir. Binanın mimarı Mirza Giyas’dır. Mimar ve ustalar Semerkant ve İran’dan gelmiştir. Türbe yüksek duvarlarla çevrili büyük kare şeklinde bir bahçenin ortasına yerleştirilmiştir. Batı ve güney tarafında taç kapıları vardır. Türkistan stilinde dış kubbenin içinde bir de iç kubbe vardır. Dış kubbe beyaz mermerden ve soğanı andırır. Türbe tasarımdaki saflık ve basitlik, oranlardaki mükemmellik ve mermerle kırmızı kum taşının karışımındaki ustalık sebebiyle birçok özelliklerle dolu bir yapıdır (bkz. R. 120).

Yukarıda da bahsedildiği gibi Ekber, Fetihpur Sikri’yi kendine başkent yapmıştı. Fetihpur, zafer şehri anlamına gelmektedir. Burada bir kale ve kale içine büyük bir cami inşa ettirmiştir. Caminin güneyinde, orta kısımda muhteşem Bülend Dervaze yani “yüksek kapı” bulunur. Kapı önünde 42 basamak vardır. Bülend Dervaze, büyük hücreleri, kubbeli portali, büyük cümle kapısı ve süslü çerçevesi ile İran stilini aksettirir. Çatısından bulunan küçük kubbeler ise Hint tarzında yapılmıştır.188

188 İnci Macun, “Hindistan’da Türk-Müslüman Mimari”, c. 33, S. 1-2, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve

136 Harita 9: XVI. yüzyıl Türk Devletleri ve Sanat Merkezleri

137