• Sonuç bulunamadı

2. LATİN AMERİKA SOSYAL YAPISININ SORUNLARI 84 

2.1. Sosyal Yapının Temel Sorun Alanları 84 

2.1.3. Emek Piyasasından Kaynaklanan Sorunlar 108 

2.1.3.2. Ayrımcılık 115 

Latin Amerika’da eşitsizlik ve dışlanma, kökleri uzun yıllar öncesine dayanan bir mirastır. XV. yüzyılda İspanyol ve Portekizli koloniciler, geniş toprak sahipliğine ve verimli tarım arazilerinin ve değerli madenlerin sömürülmesi için insanların zorla çalıştırılmasına dayanan bir ekonomik sistemi yerli toplumlara dayatarak, eşitsizliğin temellerini atmıştır.239 Toplumsal ayrışma bu eşitsiz ekonomik düzenden doğmuş ve ortaya ırk, etnisite ve cinsiyet gibi temellere dayalı sosyal dışlanma sorunu çıkmıştır.

Sistemi ve sistemden elde edilen kazançları kontrol eden seçkinler, demokrasiye ve beşeri sermayeye yatırım yapılmasına karşı durarak, eşitsizliklerin derinleşerek devam etmesini sağlamıştır. Nitekim yoksul çoğunluk bu nedenle siyasi olarak aktifleşememiş ve kazançların yeniden paylaşılmasını talep edememiştir. Yaklaşık beş yüzyıl sonra, XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde düşük gelirli ailelerde yaşanan doğurganlık patlamasıyla, bu olumsuz sosyoekonomik düzen daha da bozulmuştur. Söz konusu doğurganlık patlaması, bir taraftan büyük bir vasıfsız işçi

238 Stallings and Weller, a.g.m., s.17.

239 Terry Lynn Karl, “Economic Inequality and Democratic Instability”, Journal of Democracy,

116

stoku meydana getirmiş, diğer taraftan da sahip olunan dezavantajların nesiller boyunca aktarılmıasına yol açmıştır.240 Bu süreç sonunda, doğal olarak eşitsizlik ve dışlanma artmıştır.

Konuya günümüz itibariyle bakıldığında genellikle yerlilerin, etnik azınlıkların ve farklı dilleri konuşan toplulukların, toplumun geneline ve “asıl” vatandaşlar olarak kabul edilen gruplara göre daha olumsuz sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşadığı ve hemen her alanda belli düzeyde ayrımcılığa maruz kaldığı görülmektedir. Bu durum kaçınılmaz olarak, Latin Amerika’da yoksulluğun ve eşitsizliğin azınlıklar ve yerliler üzerinde yoğunlaşmasına yol açmaktadır.

2000 yılında gerçekleştirilmiş nüfus sayımlarından elde edilen bulgulara göre, Latin Amerika genelinde yaklaşık 30 milyon dolayında yerli halk yaşamaktadır. Ancak yerli halkın yoğunluğu, ülkeler arasında eşit bir dağılım göstermemektedir. Bolivya, Guatemala, Meksika ve Peru 4,6 milyon ile 8,5 milyon arasında değişen yerli sayısıyla, yerli nüfusun en yoğun olduğu ülkelerdir. Yerli nüfusun 500 bin ile 1 milyon arasında olduğu Venezüella Bolivarcı Cumhuriyeti, Brezilya, Şili, Kolombiya ve Ekvator en yoğun yerli nüfusuna sahip ikinci grup ülkeleri oluşturmaktadır. Son olarak, Arjantin, Kosta Rika, El Salvador, Honduras, Nikaragua, Panama, Paraguay ve Uruguay 500 binden az yerli nüfusa sahip ülkeler olarak sıralanmaktadır. Bolivya, Guatemala ve Peru haricinde hiçbir Latin Amerika ülkesinde yerli nüfusun toplam nüfusa oranı %10’u geçmemektedir.241

Bu nüfus yapısına bakarak, Latin Amerika’da bir kast sisteminin bulunduğu ileri sürülebilir. İspanya doğumlu İspanyollar, genellikle memur, yönetici ve asker gibi mevkilerde bulunarak, belirleyici ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur. “Criole” olarak adlandırılan Güney Amerika doğumlular ise, ticaret ve tarımla uğraşan tüccar ve toprak ağalarının yanında toplumun entelektüel kesimini oluşturmuştur. “Mestizo” ismi verilen ve toplumun en alt tabakasını oluşturan melezlerse, tarımda çalıştırılmışlardır.242

240 Bouillon ve Buvinic, a.g.m. s. 8. 241 ECLAC (d), a.g.e., s. 42.

117

Dolayısıyla, Latin Amerika’da diğerlerinin de var olduğunu inkar etme geleneği aslında, eksik vatandaşlığın uzun yıllardır süregelen bir işaretidir. Latin Amerika’da keşif, koloni ve gelişme süreçleri ırksal, etnik ya da kültürel farklılıklarla damgalanmış gruplara tam vatandaşlık haklarının tanınmasının kararlı bir reddi ile iç içe geçmiştir. Yerli halk ile birlikte Afrika kökenliler ve diğer sosyal gruplar, ayrımcılığın ve dışlanmanın çeşitli biçimleriyle sürekli karşı karşıya kalmışlardır.243 Bunlar siyasal şiddete uğramış, toprak sahibi olma hakları kısıtlanmış, yargı önünde ayrımcılıkla karşılaşmış ve hatta polis bile bu insanlara daha az koruma ve güvence sağlayıp, daha şiddetli cezalar uygulamıştır.244 Bu olumsuz tablo günümüzde de, ağırlığı nispeten azalmakla birlikte, devam etmektedir.

Buna rağmen, Latin Amerika’da ayrımcılığın türlerine ve boyutlarına yönelik çok az istatistiki veri bulunmakta ve ulaşılabilen kısıtlı kaynaklar bile sosyal ve siyasal katılım, eğitim, emek piyasası ve hatta sağlık gibi günlük yaşamın hemen her alanında, ciddi boyutlarda bir ayrımcılığın mevcut bulunduğunu göstermektedir.245 Ayrımcılığın resmi kayıtlara çok yansımaması, ülkelerin adeta farklılıkları inkar ve tek tip toplum yaratma çabası içinde olduğu fikrini akıllara getirmektedir. Bu nedenle, yerli halklar tanımlanırken ülkeler kendi koşullarına ve gerçeklerine en uygun tanımlamayı tercih etmekte ve bu doğrultuda farklı dil konuşma, kişinin kendini yerli olarak görmesi ve belli bir coğrafyada bulunma şeklinde üç temel tanımlama kullanmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar tanımlamaların farklı olmasının sonucu değiştirmediğini; hangi tanım kıstas alınırsa alınsın, sonuç olarak bölgede yoksulluğun en fazla yerli halk arasında yaygın ve şiddetli olduğunu ortaya koymaktadır.246

Ayrımcılığın en yoğun biçimde görüldüğü alanlardan biri de emek piyasasıdır. Zira Afrika kökenli Latin Amerikalıların çok az bir istihdam güvencesine sahip olduğu ve hatta bazı bölge ülkelerinde hiç sahip olmadığı çeşitli araştırmalarla

243 ECLAC (a), a.g.m., s. 21.

244 Ariel E. Dulitzky, “A Region in Denial: Racial Discrimination and Racism in Latin America”,

http://web2.cc.utexas.edu/law/academics/centers/humanrights/adjudicating/papers/Deniallastversion.p df, s.5.

245 Dulitzky, a.g.m., s.5, Erişim: 25/02/2012.

246 Harry Anthony Patrinos, “The Cost of Discrimination in Latin America”, Studies in Comparative

118

kanıtlanmıştır.247 Ayrıca emek piyasasında görülen ayrımcılık, yerli kadınlar için çok daha şiddetlidir ve ikili bir yapı arz etmektedir. Yerli kadınlar, emek piyasasında hem yerli olan ya da olmayan erkeklere karşı hem de yerli halktan olmayan kadınlara karşı dezavantajlı durumdadır ve ayrımcılığa uğramaktadır. Yoksulluğa maruz kalma ve yoksulluktan kurtulamama riski de bu kadınlar için erkeklere nazaran çok daha yüksektir. Bölge geneline bakıldığında, belli bazı istisnalar olmakla birlikte, yerli kadınlar en düşük gelir düzeyine sahiptir. Onları yerli erkekler izlemektedir. Ancak ilginç bir nokta, bu yerli erkeklerin gelirlerinin yerli olmayan kadınlardan bile daha düşük olduğudur.248 Kısaca, bölgede cinsiyet ayrımcılığı, ırk ayrımcılığından sonra gelmektedir. Gelir dağılımı piramidinin en üstünde ise, genellikle yerli halktan olmayan erkekler yer almaktadır.

Öte yandan, kadınlar genellikle kayıtdışı istihdam gibi sosyal sigortaların hiç kapsamadığı alanlarda istihdam edildikleri için, erkek çalışanlara göre çok daha düşük seviyelerde sosyal güvenlik kapsamına alınmaktadır. Olumlu bir durum ise bölge genelinde gözlenmeyen ve nispeten daha gelişmiş bölge ülkeleriyle sınırlı olan evrensel sağlık sistemlerinin, kadınlara erkeklerle aynı hakları ve ödemeleri sunmakta oluşu, bu nedenle de ayrımcılığı azaltmada küçük de olsa bir rol oynadığıdır. Ancak örneğin Şili’deki ISAPRES gibi özel sağlık hizmeti sağlayıcıları, kadınların daha fazla sağlık bakımı ihtiyacı ve masrafı (analık gibi) olduğu için, kadınlar aleyhine açık bir ayrımcılığa giderek, onlardan daha yüksek primler talep etmektedir.249

İşgücü piyasasında yerli halka yönelik bir başka ayrımcılık da bazı meslek gruplarının sadece belli gruplara açık olmasından kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, yerliler genellikle daha düşük ücret ödenmesi ve daha düşük terfi imkanlarının sunulması yoluyla bazı mesleklerden dışlanmaktadırlar. Bu durum şüphesiz, yerlilerin sadece çalışırken değil, bunun öncesinde de ayrımcılığa uğradığının bir işaretidir. Zira yerli halk hem okul hem de mesleki eğitim almada ve ardından işe girişte ciddi bir ayrımcılığa maruz kalmaktadır.250

247 Dulitzky, a.g.m., s. 21.

248 ECLAC (a), a.g.m., s. 22. 249 Mesa-Lago (a), a.g.m., s.16. 250 Patrinos, a.g.m., s.7.

119

Ancak tüm bunlara rağmen, resmi kayıtlarda ve açıklamalarda her zaman için ayrımcılığın reddedilmesi ya da sorumluluktan kaçınılması eğilimi hakimdir. Hatta toplum içindeki ayrımcılığın nedeninin doğrudan doğruya kökleşmiş toplumsal uygulama ve gelenekler olduğu fikri sıklıkla ileri sürülmüştür. Ayrıca bölge hükümetleri ırkçı ve ayrımcı sayılabilecek davranış ve tutumların sistematik, rutin ve benzer davranış kalıplarının sürekli tekrarlaması şeklinde meydana gelmediğini, bunların münferit ve sadece tek bir bireyin ya da küçük bir grubun marifeti olduğunu da savunmaktadır.251

Kısıtlı da olsa ekonomik ve sosyal göstergelerin ırklar arasındaki geniş uçurumları ortaya koymasına bağlı olarak, ayrımcılığı belli bir seviyeye kadar kabul eden bölge ülkeleri ise bu uçurum ve eşitsizliklerin ırk ayrımcılığından daha farklı nedenlerden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Gerçekten zamanla yerliler, zenciler ve beyazlar arasındaki söz konusu uçurumları açıklamak için çok çeşitli argümanlar geliştirilmiş ve bu eşitsizlikler, ırkçılık veya ırk ayrımcılığından çok daha az aşağılayıcı ifadelerle gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. Bunların başında ise insanların yerli ya da zenci oldukları için değil, aslında yoksul ailelerden geldikleri ve bu nedenle de beşeri sermayelerinin yeterince gelişemediği için yoksul oldukları iddiası gelmektedir.252 Bu iddiaya göre, sahip olunan sosyoekonomik statüyü ve refah düzeyini asıl belirleyen faktör kişinin etnik kimliği ya da yerli ırktan olup olmaması değil, ailesel geçmişidir. Dolayısıyla, kişinin ebeveynlerinin eğitimi ve geliri, o kişinin yeterli eğitim alarak kişisel gelişimini tamamlamasını ve dolayısıyla da gelecekteki sosyoekonomik durumunu belirleyen temel unsur konumundadır.253 Bu durumda da ortaya hem yoksulluktan kurtulamama şeklinde bir kısır döngü çıkmakta hem de toplumun farklı grupları arasındaki derin farklılıkların, ayrımcılığın bir sonucu olmaktan ziyade, iktisadi güçlerin kendi doğal işleyişlerinin bir sonucu olduğu iddiası ortaya atılmaktadır. Ancak mevcut eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların sadece yoksulluk, sosyal statü ve eğitim gibi sosyoekonomik faktörlerden kaynaklandığı yönündeki böyle bir iddia, sadece tek bir ırkın bulunduğu ülkeler ya

251 Dulitzky, a.g.m., s. 15. 252 Dulitzky, a.g.m., s. 21. 253 Patrinos, a.g.m., s.9.

120

da bölgeler için geçerli olabilir. Zira Latin Amerika gibi çeşitli ırkların bir arada bulunduğu coğrafyalarda, yoksulluğun ve dışlanmanın belirgin olarak sadece yerliler ve Afrika kökenliler üzerinde yoğunlaşması, bu açıklamanın meşruluğunu zayıflatmaktadır.