• Sonuç bulunamadı

1.2. Kötülük Probleminin Tarihsel Arka Planı

1.4.1. Batı Din ve Düşünce Sisteminde Teodise

1.4.1.1. Augustineci Teodise

İnsanı, ilk yaratıldığında mükemmel olarak değerlendiren ve kötülükleri, onun ilk günahına/düşüş doktrinine bağlayarak açıklayan Augustineci teodise, Hristiyan felsefi ve teolojik düşünce sisteminin temelinde bulunur. Düşüş doktrini etrafında şekillenen Augustineci teodise, kötülüğün sorumluluğunu Tanrı’ya değil özgür iradesini kötüye kullanarak cennetten düşen insana bağlar. Yeryüzü macerası sonunda özgürlüğünü kötüye kullananlar, ebedi cehennem ile cezalandırılacakken iyiye kullananlar ise ebedi mutluluk (cennet) ile ödüllendirileceklerdir.

Bu teodise, kötülük problemini, kötülüğün varlığını olumsuz bir değer olarak ele alıp kötülüğün reel varlığını yok sayarak çözmeye çalışır. Augustine’e göre kötülük, töz değildir; ilinektir, tözün/iyiliğin yokluğudur (Augustine,1997:119)26

ve reel bir gerçekliği de yoktur (ademîdir); bununla birlikte kötülük, insanın özgür eylemlerinden kaynaklandığı için de âdemidir (beşerî). “Augustine’ci teodisenin, içerik açısından baktığımızda, felsefi ana temasının, kötülüğün yokluksallığı; teolojik ana temasınınsa özgür iradenin kötüye kullanılması olduğu” (Yaran,1997:92) anlaşılmaktadır. Augustine göre insan, metafizik özgürlüğe sahip olduğundan kaderin elinde bir oyuncak değil bu özgürlük ile kendi kaderini yazabilen bir varlıktır. Augustineci teodiseye göre kötülüğün varlığı, insanın özgür iradesini kötüye kullanması ve bu kötüye kullanma sonucu Tanrı’nın ona reva gördüğü ceza sebebiyledir. Kötüye kullanılabilir metafiziksel özgürlük ise iyiliğin olması için gereklidir. Seçme realitesinin insanı meleklerden bile

26 Augustine’nin The Problem of Evil makalesinin çevirisi için bakınız Metin Yasa, Tanrı ve Kötülük, Elis Yay., Ankara, 2003, ss. 71-80.

daha yüce kılan bir hazine olduğunu belirten Soren Kierkeegard, özgürlük ve kötülük ilişkisi ile ilgili olarak şunları ifade eder: “Gerçek olumlu özgürlüğük tüm kötülükleri, sanki etkisiz bir olasılıkmış gibi, dışarıda tutar ve kendini mükelleştirme tarzı gittikçe artan oranda kötülüğü kabullenme değil gittikçe artan oranda kötülüğü dışlamadır” (Kierkeegard,2013:22).

Augustine, kötülüğün gerçekte var olmadığını ve iyiliğin yokluğu olarak tanımlanabileceğini belirtir. Ancak bu, çok tartışılan ve eleştirilen bir tutumdur. Çünkü kötülüğün reel varlığının inkârı, kötülüğü ortadan kaldırmamaktadır ve hatta kötülüğü daha kökten kabullenmek anlamını da doğurmaktadır; çünkü bir şeyin yok sayılması için öncelikle onun varlığını kabullenmek gerekmektedir.

Augustine’nin kötülüğe yaklaşımı, “Kötülük nedir?”, “Kötülük nereden gelmiştir?” ve “Kötülükler niçin vardır?” soruları etrafında odaklanmaktadır. Birinci soruya Augustineci yaklaşımın yanıtı “iyiliğin olmaması durumu” dur. İkinci ve üçüncü sorulara yanıtlar ise insanın özgür iradesinin neticesinde ve varlığın çeşitlilik ilkesi (principle of plenitude) gereği kaçınılmaz oluşu şeklindedir (Manafov,2007:93). Kötülüğün bu şekilde açıklanması, Augustineci teodiseye göre Tanrı’nın gücü ve iyiliği açısından sorun oluşturmamaktadır ve böylece Tanrı’nın kötü olması ya da onda kötülüğün bulunabilmesi mümkün değildir. Mutlak iyi ve sınırsız güç sahibi olan Tanrı ile kötülüğün varlığını bu şekilde uzlaştırmaya çalışan Augustineci teodise, böylece kötülüğü, Tanrı ile ilişkilendirilmeden çözmüş olur. Hatta bu teodise, biraz daha ileri götürülmüş ve fiziksel kötülüklerin bile insanın kaderi olduğu söylenmiştir.

Augustine, asli günah ve kefaret gibi pek çok Hıristiyan doktrinini de teodisesinin içine katar ve ahlaki kötülüklerin kaynağını, düşüş doktrini ile açıklar; fiziksel kötülükleri ise insanların günahlarının cezası olarak değerlendirir. Fiziksel kötülükleri (hastalık, deprem, sel vb.) düşüş doktrinine bağlı olarak insanın asli günahının cezası olarak gören Augustineci teodise, bu tür kötülükleri de en nihayetinde ahlaki kötülüklere bağlayarak açıklamaya çalışmıştır. “Bu görüş, doğru değildir; yahut en azından bütünüyle doğru değildir. Âlem Adem yaratılmadan önce de vardı ve âlemin o dönemlerinde de zelzeleler, fırtınalar, su baskınları vs. vuku bulmaktaydı” (Aydın,1991:151).

Kötülüğe Yeni Platoncu düşünce sistemi içerisinde yaklaşan Augustineci teodise, Platon’un konu ile ilgili fikirlerinden beslenmektedir. Her iki yaklaşıma göre de Tanrı, mutlak manada iyidir ve dolayısıyla onun yarattığı evren de iyidir. Kötülük ise

insandan hareketle açıklanmaktadır ve beşeridir. Augustine, “evrenin iyi olduğunu, iyi bir amaç için iyi bir Tanrı tarafından yaratıldığını savunan Yahudi-Hıristiyan görüşüne sıkı bir biçimde bağlıdır. Ona göre, müthiş bolluk ve çeşitlilik içinde yüksek ve alçak, büyük ve küçük pek çok iyilikler vardır; ancak bozulmadığı ve kötü edilmediği sürece var olan her şey kendi yolunda ve derecesinde iyidir. O halde her ne türden olursa olsun kötülük, bir yere Tanrı tarafından koyulmaz, özünde, doğasında iyi olan bir şeyin orada yanlış gittiğini gösterir” (Yaran,1997:91).

Evrendeki kötülük ve buna bağlı olarak düzensizlik, Tanrı sebebiyle değildir. Tanrı her şeyi iyi olarak yaratmıştır ve her şey, özünde iyidir; kötülük ise iyinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Mutlak manada iyi olan Tanrı, evreni bu iyiliği ile mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Ancak insanın, yaratışın başında kusursuz olarak nitelendirilmesi, Augustine’in iddia ettiğinin tam aksi çıkarımlara varılmasına sebep olabilir. Çünkü insan, başlangıçta kusursuzsa kusursuzluğu ile iradesini kusurlu olana/kötüye kullanmamalı ve yanlış yola sapmamalıydı. Eğer bu kusursuzluğuna rağmen yanlış yola sapıyorsa bu, kötülüğün sorumluluğunun Yaratıcısına ait olduğu anlamına gelmektedir. Oysa Augustineci teodise, insanın başlangıçta kusursuz olduğu yönündeki varsayımını, Tanrı’yı kötünün sorumluluğundan kurtarmak maksadıyla öne sürmektedir.

Augustine, var olmayı “ölçü, form ve düzenlilik” olarak kategorize eder. Bu özelliklerin fazla bulunduğu varlıklar, varlık hiyerarşisinin en üstünde bulunurlar; bu özelliklerin az bulunduğu varlıklar ise her ne kadar varlık hiyerarşisinin aşağı kısmında bulunsalar bile yine de tam olarak kötü sayılmazlar. Augustine’e göre günah/kötülük, varlığın ontolojik varlık düzeyinin altına inmesidir. Kötüler, varlık düzeylerinin altına inerek Tanrı’ya olan benzerliklerini yitirmişken iyiler ise yitirmemişlerdir (Augustine,1999:156). Ona göre evrenin düzeni içerisine aslında her şey yerli yerindedir. “Çeşitlilik ilkesi gereğince varlıkların birbirlerinden daha az iyilikli (iyilikle donatılmış) yaratılması kaçınılmazdır. Oysa ki, var olan her şey, kendi varlık yapısı içerisinde bulunduğu duruma göre en uygun olan yerdedir. Kötülük olarak algıladığımız şey tam tersine, bu yapı içerinde varlıkların gerektiği ontolojik düzeylerin altına inmeleridir” (Manafov,2007:95). Bu şekilde Augustine’in, iyi olan Tanrı’nın yarattığı evrenin/maddenin de iyi olacağını savunduğu görülür ki bu da onu, maddeyi kötü kabul eden Platon’dan ayırır. “Her şey gibi dünya da Tanrı’nın iyiliğinin bir sonucudur. Madde kötü değildir. Çünkü Tanrı kötü olan hiçbir şey yaratmaz. Yaratıkların iyiliği

Tanrı’nın iyiliğinden kaynaklanmaktadır” (Yasa,1994:8)27. Ayrıca Platon, sınırlı Tanrı anlayışını benimseyip gelişmeyi ondan bağımsız ve onun kontrolünün dışında değerlendirirken Augustineci teodise, bu fikri de desteklemez ve Platon’un öğretisini Hristiyan inancı ile uyumlu hale getirir. Ancak varlığın bu şekilde derecelendirilmesi (Augustine’in varlık hiyerarşisi) özellikle var olmanın bir derece meselesi olmadığı ve bu kategorilerin kime ya da neye göre belirlendiği şeklinde eleştirilere maruz kalmıştır. Tüm bunların sonucunda denilebilir ki Augustine, aslında kötülüğün varlığını, kökten bir şekilde reddetmemektedir, evrendeki varlığını kategorik ve ikincil unsur olarak açıklamaktadır. Kötülük, ona göre bir töz değildir ve yüce tözden yani Tanrı’dan yüz çevirerek daha aşağı seviyedeki şeylere dönen ve varlık düzeyinin altına inerek gururla şişinen bir iradenin ahlak bozukluğudur (Augustine,1999:156).

Augustineci teodiseye göre her şey iyidir; güneş, ay, yıldızlar; meleksi ve insani varlıklar; kuşlar, sürüngenler, balıklar ve diğer hayvanlar; ağaçlar, çiçekler ve diğer bitkiler; ışık ve karanlık, sıcaklık ve soğukluk, deniz, hava, kara hepsi iyidir ve mükemmel iyilik ve güzelliğin yaratıcı ifadeleridir. Bu nedenle Augustine; Eski Platoncu, Yeni Platoncu, Gnostik ve Maniheistlerin maddeye karşı olan önyargılarını reddetmiş ve maddeyi ruhun azılı düşmanı olarak görüp kaçmak yerine, onu Tanrı’nın lütfunun cömertçe iyiliği olarak kullanan, dünyayla paylaşan Hristiyan natüralizminin temellerini atmıştır (Hick,1985:45).

Augustineci teodise, kötülüğün doğasını; onun yokluğa dayalı yapısı, özgür iradenin yanlışlıkla ya da kasıtlı olarak kötüye kullanılması ve evrende varlıkların çokluğu ilkesiyle açıklamaya çalışır. Bu teodisenin dördüncü özelliği ise diğer üçünü de kapsayan “evrenin estetik açıdan mükemmelliği” düşüncesidir (Manafov,2007:104). Buna göre kötülükler, evrenin estetik mükemmelliğinin tamamlayıcısı olarak değerlendirilmekte ve cehennemin varlığı da dünyanın düzeninin ve mükemmelliğinin gereği olarak kaçınılmaz görülmektedir. Bu evrensel bütünlük içinde mutlak manada kötü yoktur, aslında her şey iyidir ve bütüncül armoninin bir parçasıdır. Augustine, “yoktan yaratılma” niteliğinin, dünyayı değişken kıldığını belirtir. Varlığın bu değişen doğası, doğal olarak kötülüğün izahını bir nebze de olsa kolaylaştırmaktadır. Varlık, değiştiği için gerçekte var olmayandır. “[D]uyulur nesnelerin gerçek anlamda varlıkları yoktur; onlar varlıkla yokluğun bir karışımıdır, realitelerini de tek ve gerçek Varlık olan

27 St. Augustine, City of God, Eng. Trs. By Gerald G. Walsh ve diğerleri, New York,1953, s.228’den aktarır.

Tanrı’dan alırlar. Her varlık Tanrı’ya bir katılmadır. Bu yüzden bütün varlıklar iyidir. Kötülük ise, gerçekte, iyiliğin, yani Varlığın (kategoriyalarının) bulunmamasından ibarettir. Onun için de evrende kötülük yoktur” (Özcan,1999:112). Bu mükemmellik içinde kötülükler ve günahlar evrenin bu mükemmelliğini tamamlamaktadır ve iyilik de Tanrı’ya bağlanmaktadır; ancak bu durum, kötülüğün failini, kötülüğün sorumluluğundan kurtaracağı için bu Augustine’in nu düşünceleri de eleştirilmiştir.

Kötülük sorununa karşı Augustine’in formüle ettiği bu teodise, son zamanlarda bir hayli eleştirilmesine rağmen yüzyıllar boyunca Hristiyan toplulukların kolektif bilincinde ve Hristiyan düşünürlerin sayısız eserinde kötülüğe karşı üretilen ana cevap olmuştur. Sadece çağında değil daha sonra da Hristiyan dünyasında pek çok filozof tarafından takip edilmiş ve kendisinden sonraki pek çok teodisenin temelinde de izleri görülmüştür. Augustineci temalar, on üçüncü yüzyılda Thomas Aquinas tarafından yeniden kullanılmıştır; daha sonraları on altıncı yüzyılda Luther ve John Calvin de kötülüğü açıklarken Augustine’i izlemişlerdir, Leibniz teodisesinde de Augustineci temaların izleri görülür ve Alvin Plantinga da Augustineci teodise savunucularındandır. Ancak gerek bilimsel gerekse ahlaki açıdan bazı sorunlar da dikkate alındığında Augustineci teodisenin, özgür irade ile ilgili genel vurgusunun dışında kötülük sorununa teistik açıdan pek de ikna edici küresel değerde bir çözüm getiremediği anlaşılmaktadır (Yaran,1997:90-95).