• Sonuç bulunamadı

ATATÜRK VE TÜRK MÜZĠK EĞĠTĠMĠ DEVRĠMĠ: GENEL DURUM, SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER

_____________________________________________ ÇAĞRILI KONUŞMACILAR

ATATÜRK VE TÜRK MÜZĠK EĞĠTĠMĠ DEVRĠMĠ: GENEL DURUM, SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER

Durumlar paylaşılınca anlaşılır, Sorunlar paylaşılınca çözülür, Çözümler paylaşılınca gerçekleşir.

Prof. Dr. Ali UÇAN

1. Giriş

Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla ve sevgiyle esenliyorum. Önce bu çok anlamlı Onuncu

Ulusal Müzik Eğitimi Sempozyumu‟muzu düzenleyen Niğde Üniversitesi Rektörümüzü, Eğitim Fakültesi Dekanımızı, GSEB Müzik Eğitimi Anabilim/Anasanat Dalı Başkanımızı ve öğretim elemanlarımızı yürekten

kutluyorum. Bu sempozyum Niğde Üniversitemizin Kuruluşunun 20. Yılı Etkinlikleri kapsamında yer alıyor; bu bağlamda kimi ulusal, kimi uluslararası düzeyde büyük ölçekli sekiz bilimsel etkinliğin ilkini oluşturuyor. Bu demektir ki üniversitenin 20. yıl kutlamaları 10. Ulusal Müzik Eğitimi Sempozyumu‟yla

başlıyor ve Türkiye‟nin ulusal müzik eğitimi nabzı üç gün burada atıyor. Bu durum sempozyumu daha da

anlamlı ve önemli kılarken ona tarihsel bir nitelik de yüklüyor. Bu tarihsel sempozyumun tüm ilgililer için çok verimli ve yararlı olacağını umuyorum. Bu umuyla sempozyuma yönetsel görevli, konuşmacı-bildirici, seslendirici-yorumcu ve dinleyici-izleyici olarak katılan tüm katılımcılara üstün başarılar diliyorum.

Bu sempozyumu düzenleyen Niğde Üniversitemiz 1992’de, Müzik Eğitimi Bölümü‟müz 1995’te kuruldu. Buna göre bu üniversitemiz, kuruluşundan üç yıl gibi kısa bir süre sonra sanat alanına da yönelip

Müzik Eğitimi Bölümümüzü açmış oluyor. Bu durum, Niğde Üniversitemizin bilimin yanı sıra sanata ve

onun başlıca kollarından biri olan müzik alanına büyük önem ve değer verdiğini gösteriyor. Bunu çok önemsiyorum. Çünkü birçok üniversitemiz kuruluşundan ancak uzun yıllar sonra Müzik Eğitimi Bölümü açabildi. Birçoğu ise aradan onyıllar geçmesine karşın hâlâ açmadı, açamadı. Oysaki bütünsel kültürel çağdaşlaşmada üniversitelere çok geniş kapsamlı işlevler yükleyen ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1 Kasım 1937’de TBMM‟nin Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açış Söylevi‟nde şöyle demişti:

Ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırarak Batı Bölgesi için İstanbul Üniversitesi‟nde başlanmış olan düzenleme programını daha köklü biçimde uygulayarak Cumhuriyete gerçekten çağdaş bir üniversite kazandırmak, Merkez Bölgesi için Ankara Üniversitesi‟ni az zamanda kurmak gerekir. Doğu Bölgesi için Van Gölü kıyılarının en güzel bir yerinde, her bölümden ilk okullarıyla ve en sonunda üniversitesiyle çağdaş bir kültür kenti yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir (ASD 2006).

Bir yıl sonra, yaşama gözlerini yummadan dokuz gün önce 1 Kasım 1938’de, dönemin Başbakanı tarafından okunan TBMM‟nin Beşinci Dönem Dördüncü Toplanma Yılının Açış Söylevi‟nde şöyle diyordu:

Yükseköğrenim gençliğini, istediğimiz ve gereksinim duyduğumuz gibi ulusal bilinç sahibi, çağdaş kültürlü olarak yetiştirmek için İstanbul Üniversitesi‟nin gelişmesi, Ankara Üniversitesi‟nin tamamlanması ve Doğu [Van] Üniversitesi‟nin yapılan çalışmalarla belirlenmiş kurallar içinde Van Gölü civarında kurulması çalışmaları, hızla ve önemle sürdürülmektedir (ASD 2006).

Aradan geçen 74 yılda ülkemiz, 1930‟lu yılların sonlarındaki üç büyük bölgede üç büyük devlet üniversitesi tasarlama durumundan 2010‟lu yılların başlarında 81 ilin her birinde en az bir devlet üniversitesi bulunan bir duruma gelmiştir. Atatürk‟ün önderliğindeki cumhuriyet devrimiyle sağlanan bu durum içinde ülkemizin Orta Bölgesi‟nde yirmi yaşındaki Niğde Üniversitemizin çok önemli bir yeri vardır. Çünkü bu üniversitemiz öbür özelliklerinin yanı sıra güçlü ve kararlı bir müzik eğitimi kalemizdir.

Atatürk her yönüyle ve tam anlamıyla bir devrim önderidir. O‟nun 1919 ile 1938 yılları arasını kapsayan 20 yıllık yönetim dönemi 5000 yıllık Türk tarihinin en yoğun Devrim Dönemidir. Atatürk Çağı denilen o dönemde Türkiye‟de hemen her alanda büyük devrimler yaşanmıştır. Atatürk, gerçekleştirdiği devrimlerin tümünü bir bütün hâlinde Türk Devrimi olarak adlandırır. O’nun önderliğindeki Türk

Devriminin kültürel yönünün ana boyutlarından biri Türk Müzik Devrimidir. Bu devrim temelde Türk

Müzik Eğitimi Devrimiyle başlar, ona dayanır ve temellenir, ondan kaynaklanır ve yönlenir. Öyleyse Türk

müzik devriminin doğru anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi için Türk müzik eğitimi devriminin çok iyi

bilinmesi gerekir. Atatürk‟ün öngördüğü Türk devrimi ve onun bir parçası olan Türk müzik eğitimi devrimi çok boyutlu, geniş kapsamlı ve açık uçlu, bitimsiz bir süreçtir. O “Devrimler başlar, ama devrimin bitişi diye bir şey yoktur” der. Bu süreç -arada kimi duraksamalar, kesintiler ve saptırmalar yaşansa da- 1920‟lerin başından günümüze 90 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir, günümüzden sonra da devam edecektir.

Atatürk önderliğindeki Türk müzik eğitimi devriminin çok iyi bilinmesi Onuncu Ulusal Müzik

amacına ulaşabilmesi için bir ön koşul niteliği taşır. Bu nedenle bu sempozyum için çağrılı konuşma konumu Atatürk ve Türk Müzik Eğitimi Devrimi olarak belirledim. Konuyu gerektikçe yer yer önemli ayrıntılara da inerek kimi Genel Durum, Genel Sorunlar ve Genel Çözümler bağlamında ele alacağım. Çünkü sempozyumdaki öbür bildirilerde müzik eğitimimiz hemen hemen her yönüyle, her boyutuyla irdelenecek; her alt konuya ilişkin durum, sorun ve çözümler ayrıntılı biçimde ortaya konulacaktır. Böylece ulusal müzik eğitimimiz özel durum, sorun ve çözümler bağlamında da ele alınmış olacaktır.

2. Atatürk ve Müzik Eğitimi Devriminin Genel Kültürel Temeli/Arka Planı

Atatürk ve Türk müzik eğitimi devrimi konusunu ele alırken önce devrim kavramına kısaca değinip

Atatürk‟e göre Türk devriminin ve amacının ne demek olduğunu kısaca belirtmek; sonra da devrimin genel kültürel temeli, çerçevesi ve arka planına bir göz atmak yararlı olur.

2.1. Atatürk ve Türk Devrimi

Devrim, kısaca, belli bir alanda hızlı, köklü-kapsamlı ve nitelikli değişim veya dönüşüm demektir. Müzik devrimi denilince müzik alanında hızlı, köklü-kapsamlı ve nitelikli değişim veya dönüşüm anlaşılır.

Atatürk‟e göre Türk devrimi, “Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak kurumları [koymaktır] koymuş olmaktır.”

O bu kısa-özlü tanımsal görüşü doğrultusunda büyük Türk devrimini „yıkarak, dönüştürerek ve

kurarak‟ gerçekleştirdi. Müzik alanında ise daha çok „dönüştürerek ve kurarak‟ devrim yaptı. 30 Ağustos

1925 günü Kastamonu‟daki konuşmasında Türk devriminin amacını şöyle belirtir (ASD 2006):

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen [tümden] çağdaş ve bütün anlam ve [yaşam] biçimleriyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Burada „uygar bir toplum' sözüyle demek istediği „çağdaş anlam ve biçimde uygar bir toplum‟dur. Çünkü O ulusunu “Türkler çok eski ve uygar bir halktır” [ulustur] diye nitelendirir. Ancak, bu „eski ve

uygar‟ ulusun „çağdaş uygarlık‟ içinde yer almasını amaçlar. Bu amaçla yapılanTürk devrimi içinde müzik devrimini çok gerekli, zorunlu ve kaçınılmaz görür. Bu nedenle çok önemsediği müzik devrimini Türk

devriminin doğal bir ögesi ve kopmaz-ayrılmaz-vazgeçilmez bir parçası olarak gerçekleştirmeye koyulur. 2.2. Atatürk’e Göre Cumhuriyetin Kültür Temeli

Atatürk kültürü yeni Türkiye‟nin temeli olarak görür. Kurduğu devleti “Türkiye Cumhuriyeti‟nin temeli kültürdür, yüksek Türk kültürüdür” (1933) diyerek tanımlar. O‟na göre kültür gerçek birey-insan olabilmenin, ortak kültür ise toplum-ulus olabilmenin temel koşulu ve ögesidir. Ortak kültür çağdaş ulusal yaşam biçiminin en temeli ve en vazgeçilmezi olarak kabul edilir. Ulus öncelikle ulusal kültürüyle oluşur, gelişir, yükselir. Ulusal kültürün çeşitli çığırları vardır. “Ulusal kültürün her çığırda açılarak yükseltilmesi

Türkiye Cumhuriyeti‟nin temel dileğidir”. Ana erek “ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne

çıkarmak”tır. Bu erek ulusal kültürümüzün bir parçası olan ulusal müzik kültürümüz için de geçerlidir. Cumhuriyet kendine özgü bir yaşam ve yönetim-yönetilim biçimidir. Yaşam ve yönetim-yönetilim biçimi olarak cumhuriyeti yeğleyen, seçen ve yaşayan ulusa cumhuriyet ulusu denir. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti‟ni kuran Türk ulusu bir cumhuriyet ulusudur. Buna göre ulusumuz kimlik olarak Türk ulusu,

nitelik olarak Cumhuriyet ulusudur. Cumhuriyet ulusu kavramı kimliği değil, niteliği belirtir; kimliği değil, niteliği vurgular. Cumhuriyeti kuran Türk ulusunun doğasına ve belgisine en uygun kültür cumhuriyet

kültürüdür. Cumhuriyet kendine özgü bir yaşam biçimi yaratır. Cumhuriyetin yarattığı kendine özgü yaşam

biçimine cumhuriyet kültürü denir. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet, Cumhuriyet kültürü bir ulus

kültürdür. Bu nedenle Cumhuriyet kültürünün öz niteliğini öncelikle ulus kültür belirler.

2.3. Atatürk’e Göre Müzik Kültürünün Oturduğu Genel Kültürel Çerçeve

Atatürk Cumhuriyeti kurarken kültürün çağdaş anlamının ve işlevlerinin tam bilincindedir. Bu

bilinçle çağdaş kültürün ana bileşenlerini insan odaklı ve yaşam eksenli spor, bilim, teknik, sanat ve

felsefe olarak belirler. Yaşam bilgisi temelli çağdaş yaşamda kültürün ana bileşenlerinden Sporu sağlam

bedenli/sağlam kafalı olmayı ve sağlıklı yaşamayı sağlayıcı, Bilimi yaşamda en gerçek ve en güvenilir yol gösterici, Tekniği yaşamı en etkin ve etkili kolaylaştırıcı, Sanatı ulusun ve bireyin başlıca yaşam damarlarından biri olarak nitelendirir. Felsefeyi, bunları yaşamın gerekleri ile bireyin ve toplumun gelişmesi doğrultusunda birbiriyle buluşturan, bağdaştıran, birleştiren-kaynaştıran ve bütünleştiren bir genel akılcı düşünme, gerçekçi değerleme ve yararcı kılma yolu olarak görür. Müziği ise güzel sanatlar içinde en çabuk ve en önde götürülmesi gereken dal olarak belirler. Bunların tümünü çağdaşlaşma

sürecinde bir bütün olarak işe koşar, kullanır ve değerlendirir. Yaşamı ve görevleri boyunca böyle

2.4. Atatürk’e Göre Cumhuriyetin Çağdaş Kültür Ağı/Örgüsü

Bize göre Atatürk kültüre ilişkin bu görüş, kullanış ve değerlendirişle, ana bileşenleri birbirinden kopmaz-ayrılmaz bağlarla bağlı ve birbirine sımsıkı kenetli, son derece işlevsel bir çağdaş kültür ağı veya çağdaş kültür örgüsü oluşturur. Oluşturduğu insan odaklı/temelli ve yaşam kaynaklı/eksenli çağdaş kültür ağını veya örgüsünü spor, bilim, teknik, sanat ve felsefe kavramları ve olgularıyla örer. Bu ağ ya da örgü içinde ana bileşenlerin her birine ayrı bir yer, önem ve değer verir. Buna Atatürk‟ün çağdaş kültür ağı veya

Atatürk‟ün çağdaş kültür örgüsü diyoruz. O‟na göre bu ağ ya da örgü içinde müzik, sanatın en çabuk ve en

önde götürülmesi gereken dalıdır. O‟nun benimsediği anlayışa göre çağdaş kültür ağı/örgüsü, çağımızda oluşup gelişen yeni kültürün yanı sıra, geçmişten süzülüp gelerek çağımıza ulaşıp uyan, çağımızda işlevsel varlığını ve etkinliğini sürdüren, çağımızın gereksinimlerini karşılayan ve geleceğe uzanma gücü taşıyan

eski kültürü de kapsar. Bu bakımdan çağdaş kültür geçmiş kültür ile gelecek kültür arasında, öncekindeki

kökleri ve sonrasındaki uzanımlarıyla günümüz kültürü olarak bir köprü işlevi görür (Uçan 2006: 52). Dünyada ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk‟ün dışında hiçbir kurucu devlet başkanı, ulusal, uluslararası ve küresel düzeyde hiçbir toplum, ulus ve insanlık önderi, bu denli açık ve belirgin, bu denli gerçekçi ve tutarlı, bu denli çok boyutlu ve geniş kapsamlı bir çağdaş kültür ağı veya çağdaş kültür örgüsü oluşturup ortaya koymamıştır, koyamamıştır. Bu nedenle Türk ulusu, kendi içinden böylesine

seçkin bir önder çıkardığı için ne denli övünse, ne denli kıvansa azdır.

2.5. Atatürk’e Göre Uygarlık Ġle Kültür ve Kültür Ġle Eğitim Arasındaki Ġlişki

Atatürk‟e göre “Kültürü uygarlıktan [uygarlığı kültürden] ayırmak güçtür ve gereksizdir.” Çünkü bu ikisi birlikte, iç içe bir bütündür. Bu nedenle “en bilimsel olanı kültür ve uygarlığı bir arada yürütmektir. Atatürk, Türk devrimi sürecindekültür ile uygarlık gibi kültür ile eğitimi de pek ayrı düşünmez, birlikte ve

iç içe, birbirinden kopmaz-ayrılmaz bir bütün olarak görür. Bu görüşünü müzik kültürü ve müzik eğitimi görüşüne de tam yansıtır. Nitekim 1920‟den 1938‟e kadar süren Atatürk döneminin 1920-1934 evresinde

kültür daha genel bir kavram olarak görülen eğitim içinde düşünülür ve kültür işleri Millî Eğitim Bakanlığının işleri içinde yer alır ve örgütlenir. 1934-1938 evresinde ise bu kez eğitim, daha genel bir

kavram olarak gördüğü kültür içinde düşünülür, ilgili bakanlık da buna göre adlandırılır ve örgütlendirilir. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanlığının son beş yılında (1934/5-1938) Millî Eğitim Bakanlığı‟nın adı Kültür

Bakanlığı‟dır. Atatürk, 1 Kasım 1934‟teki TBMM‟yi açış söylevinde müzikle ilgili sözlerini şöyle bitirir:

Kültür İşleri Bakanlığı‟nın buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.

2.6. Atatürk’e Göre Müzik Kültüründe/Eğitiminde Çağdaşlaşma

Atatürk‟e göre kültürel çağdaşlaşma kısaca “ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak”tır. Buna bir tür çağdaş uygarlaşma da denilebilir. Bu bağlamda müziksel çağdaşlaşma, ulusal müzik kültürümüzü çağdaş uygarlığın gerektirdiği yapıya ve niteliğe kavuşturma, düzeye eriştirme ve o düzeyin üstüne çıkarma sürecidir. Bu da ancak çağın gerekli kıldığı müziksel uygarlaşmayla olanaklıdır. Atatürk, Türk müzik kültürünü ve eğitimini çağdaşlaştırma yolunda “dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından ilerlemelerinden yararlanırken asıl temeli kendi içimizden bulup ortaya çıkarmak” ve bu temel üzerinde çalışarak “ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son müzik kurallarına göre işlemek gerektir” demişti. Yanı sıra “Türk çocuğu atalarını

tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” diyerek eski geleneksel müziği iyi bilmenin müzik kültüründe yeni atılımlar için önemli bir güç kaynağı olduğunu dolaylı biçimde vurgulamış oluyordu. Ayrıca bu yolda geleneksel Türk halk müziğinin yanı sıra geleneksel Türk sanat müziğini de canlandırıp onun üzerinden de çağdaşlaşmayı ve çoksesliliğe ulaşmayı amaçlayan çalışmaları ilke olarak olumlu gördüğünü, bu yöndeki ciddi ve tutarlı çabaları desteklediğini açıkça belli etmişti. Bu konuda 4 Ocak 1938 günü Isparta milletvekili Kemal Ünal‟a yazdırdığı Not‟ta şöyle diyordu (ABE C. 30 2011: 148):

Eski müziği Batı müziğine üstün çıkarmak için çalışanlar bir küçük gerçeği fark edemez görünürler. Bu gerçeği kısaca ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki, bütün bu [yeniden] canlandırma işinde ele alınan müzik parçaları Türklerin herhangi bir inanç töreninde, şenlikte bütün maddesel ve duygusal yeteneklerini yüksek derecede kullanarak oynamalarına yarayan ezgilerdir. Bu fasıldan [dönemden, türden] olan müziği bugünün dans parçaları gibi saymakta yanlış yoktur. Bugünkü Türkler müzikten, öbür yüksek ve duyarlı toplumların beklediği hizmeti bekliyor. İşte bu bakımdan klasik Osmanlı müziğini [yeniden] canlandırmaya çalışanların çok dikkatli bulunmaları gerekir.

2.7. Atatürk’ün Bedensel, Duygusal, Düşünsel ve Devrimsel Yapısının Başlıca Belirleyenleri

Atatürk “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, duygularımın babası Namık Kemal, düşüncelerimin babası Ziya Gökalp, devrimlerimin babası ise Tevfik Fikret‟tir” der. Ancak bunlara kimi nedenlerle Mehmet Âkif‟i

de eklemek gerekir. Gerçekten de Atatürk bedensel, duygusal, düşünsel ve devrimsel yapısını en çok belirleyen bu beş kişiden esinlenerek kendi donanım, birikim ve deneyimleriyle kendine özgü bir bireşim oluşturmuştur. Bu özgün bireşimi oluştururken yaşamın temel-gerçek durumlarını, ülkenin temel-gerçek koşullarını, ulusun temel-gerçek gereksinimlerini ve çağın temel-gerçek gereklerini birlikte göz önünde bulundurmuştur. Atatürk‟ün söz konusu beş kişiden esinlenmesiyle ilgili aşağıdaki örnekler çok anlamlıdır:

Ali Rıza Efendi oğlu Mustafa‟nın ilkokul öğrenimi konusunda eşiyle çok ciddi bir sorun yaşar. Atatürk 1921‟de bir başyazarla yaptığı görüşmede anılarını anlatırken bu konuda özetle şöyle der:

[İlk]Okula gitmek meselesiyle ilgili annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem eski yöntem, babam yeni yöntem üzerine okumamdan yanaydı. Sonunda babam işi ustaca bir biçimde çözdü.

Namık Kemal bir şiirinde şöyle der:

Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini [annesini].

Atatürk ondan yaptığı alıntıyla TBMM Başkanlık kürsüsünden ulusa şöyle seslenir:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini !

Ziya Gökalp 1923‟te “„Türk‟üm‟ diyen her bireyi Türk tanı!” der.

Atatürk on yıl sonra 1933‟teki ünlü Onuncu Yıl Söylevi‟nin en sonunda Türk ulusuna içten gelen

bir coşkuyla “Ne mutlu Türk‟üm diyene!” diye seslenir.

Tevfik Fikret Darülmuallimîn [Öğretmen Okulu] öğrencilerine ve öğretmenlerine şöyle der:

“Millet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”

Atatürk yıllar sonra ondan alıntı yapıp “Millet” yerine “Cumhuriyet” sözcüğünü kullanarak

öğretmenlere “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” diye seslenir.

Mehmet Âkif‟ Ulusal Marşımızı yazmadan epey önce yayımlanan bir şiirinde şöyle seslenir:

Batının bilimini, sanatını alınız;

Çünkü mümkün değil artık yaşamak bunlarsız.

Atatürk ondan da esinlenerek “Sanatsız kalan bir ulusun yaşam damarlarından biri kopmuş demektir” der. Bu bakımlardan Atatürk‟ü, Türk devrimini ve onun bir boyutu olan Türk müzik eğitimi devrimini doğru anlamak ve değerlendirmek için Ali Rıza Efendi‟yi, Namık Kemal‟i, Ziya Gökalp‟i, Tevfik Fikret‟i ve Mehmet Âkif‟i doğru anlamak ve değerlendirmek gerekir.

3. Atatürk’e Göre Türk Müzik Eğitimi Devriminin Ana/Temel Gerekçesi

Atatürk çocukluk, gençlik ve ilk yetişkinlik çağlarında gördükleri, duydukları, okudukları, dinledikleri, yaptıkları ve yaşadıklarının yanı sıra etkilendiği, beslendiği, esinlendiği kaynaklardan edindiği görüş ve düşünceleri harmanlayarak kendine özgü belli bir düşünsel bireşime varır. Bu bireşimle kendine özgü tutarlı ve kararlı bir söylem-eylem stratejisi oluşturur. Bu stratejiyle, tasarladıklarını 1919-1920‟den itibaren hızla uygulamaya, siyasal-kamusal-toplumsal-kültürel yaşama geçirmeye ve yerleştirmeye başlar.

Atatürk, büyük Türk devrimi içinde müzik devrimini çok gerekli, zorunlu, kaçınılmaz görür ve bu nedenle çok önemser. Müzik devrimini Türk devriminin doğal bir ögesi ve kopmaz, ayrılmaz, vazgeçilmez bir parçası olarak ele alır. Öncelik verdiği Müzik eğitimi devrimine yönelik ilk somut görüş ve önerisini 1 Mart 1923’te TBMM‟yi açış konuşmasında şöyle dile getirir (ABE C. 15, 2005: 174; ASD 2006: 494):

Uygulamalı ve kapsamlı bir eğitim için yurt sınırları içinde önemli merkezlerde çağdaş… konservatuvarlar kurmak gerekmektedir. Bütün bu güzel şeylerin bir an içinde gerçekleştirilmesi mümkün olmamakla birlikte, mümkün olduğu kadar az bir süre içinde bu sonuçların elde edilmesi önemle dilenmektedir [“temenni edilmektedir”].

Burada söz konusu olan, müzik alanında bir değil, birçok konservatuvarın kurulması ve bu işin

olabildiğince kısa bir süre içinde gerçekleştirilmesidir. Bu, müzik alanında tam anlamıyla bir kurumsal devrim, üstelik geniş kapsamlı bir kurumsal devrim demektir. Çünkü o dönemde ülkede henüz çağdaş bir

sivil konservatuvar yoktur, eğer gerçekleşirse böyle bir kuruma ya da kurumsal yapılanmaya ilk kez kavuşulacaktır. Atatürk‟ün „gereklidir‟ dediği bu kurumsal devrimin amacı yurdun önemli merkezlerinde kurulu ve böylece ülke genelinde epeyce yaygın, uygulamalı ve kapsamlı bir örgün mesleksel müzik eğitimi gerçekleştirmektir. Bunun gerçekleşmesiyle ulus ve ülke genelinde kendiliğinden ilk kez anlamlı bir

müziksel yetenek tarama, ortaya çıkarma ve yöneltme-eğitme süreci de yaşanmaya başlamış olacaktır.

Atatürk Cumhuriyetten dokuz yıl önce 1914’te yazdığı Subay ve Kumandan İle Konuşmalar adlı kitabında insan yaşamında doğumdan sonrakimüzik eğitiminin ilk aşaması olan beşikte müzik eğitiminin önemi üzerinde durmuş, Türk ulusuna, Türk kadınına şöyle seslenmişti (ABE C. 1, 2003: 169):

Ey ulus! Ey altıyüz yıllık [kara] çarşafa bürünmüş beşbin yıllık açık alınlı Türk kadını! O beşbin yıllık gelenekleri çocuklarına beşiklerinde iken ninnilerle [„şarkılarla‟] anlattın mı? O ninnilerinle „[şarkılarınla‟] onlarda bir karakter yarattın mı?”