• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Göç Olgusu ve Almanya’ya Türk Göçü

1.2.1. Almanya’da Türk Varlığı

Almanya’da çokkültürlülüğün ve entegrasyonun profilini ortaya koymadan önce literatürde ve Almanya’da Türk nüfusunun nasıl tanımlandığının belirlenmesi gerekmektedir. Günümüzde Batı Avrupalı göçmen Türk topluluklarının diaspora olarak adlandırılmaları söz konusudur. Fakat diasporaları etnik azınlıklardan farklı kılan özellik diasporik topluluğun anayurtla bağlantısıdır. Anayurtla kurulan ilişki veya anayurt tasavvuru diasporik kimliği ayakta tutmaktadır. Anayurt bir toprak parçası olmaktan ziyade bir metafor bir mitoloji olarak diasporanın bilincinde yer alır (Taşdelen, 2003:43-44). Geleneksel anlamda diaspora daha çok belli bir yurdu olmayan, vatanına dönemeyen sürgün gruba işaret etmektedir. Kurban olarak ifade edilen diasporalar için vatan sembolik değerdir. Fakat diğer göçmenler için vatan, varlığını bozulmadan sürdüren göçmenler tarafından desteklenen veya eleştirilen politik bir rejimdir (Nielsen, 2003). Dolayısıyla Almanya’daki Türklerin Türkiye ile süreklilik gösteren yoğun ilişkileri göz önüne alındığında Almanya’daki Türk varlığı için diaspora kavramını kullanmak durumu karşılamamaktadır. Çünkü oradaki Türkler için Türkiye,

Nüfus verileri federal istatistik ofisinin verileridir. Genel nüfus için kaynak; Migrationsbericht des

Bundesamtes für Migration und Flüchtlinge im Auftragder Bundesregierung, Bundesministerium des Innern, 31.12.2008.

∗∗ Migration und Integration, Residence Law and Policy on Migration and Integration in Germany,

38

özlem mitolojisi yerine gerçeklik algısı içinde somut olarak ilişki kurdukları, her fırsatta gidip geldikleri anayurdudur.

Almanya’daki Türk varlığının kültürel anlamda ifadesini bulması açısından ulusaşırılaştırılmış kültürel alanlardan bahsedilmesi yerinde olacaktır. Ulusaşırılık hem yönelinen ülkeye hem de anavatana ait kültürel öğelerin göçmenlerin soyundan gelen kişilerin kültürel repertuarına girmesi anlamına gelmektedir. Bu sınır aşan iletişim ile gerçekleşmektedir. Ulusaşırılık göçmenlere kendilerini tanımlayan uygun etiketlerin araştırılması ve isimlendirilmesi için hizmet eder. Kolektif kimlikteki tür bilincinin inşasını kolaylaştırır. Ulusaşırı topluluklar uluslar arası düzlemde hareketli olan ve olmayan kişilerin zamanla yoğun ve güçlü olarak toplumsal- sembolik bağlar kurarak iki ülkedeki ağ ve dolaşım modellerine bağlanmasıdır. Bu toplulukta kişisel dostluk, duygusal yoğunluk, ahlaki yükümlülük, toplumsal bağlılık ve zamansal devamlılık söz konusudur. Bu da tam olarak Almanya’daki Türklerin durumunu karşılamaktadır. Bu topluluklar hem kendi aralarında hem de yaşadığı yerde ulusaşırı köprüler oluşturur ki bu da göçmen grupları içindeki sosyal mesafeleri azaltan ve iletişimi kolaylaştıran öğelerden biridir. Bu sayede ortak bir kültürün (hem göçmenler hem de yerliler tarafından paylaşılan) oluşumu da gerçekleşebilir (Faist, 2003). Bu ulusaşırı köprüler benzer şekilde kültürlerarası iletişim ifadesi ile de paraleldir. Zira bu iletişim ile sentez bir kültürün ortaya çıkması muhtemeldir. Dolayısıyla Almanya’daki Türk varlığı hem Almanya’ya ait kültürel öğelerle karşı karşıya kalmakta hem de anavatana ait kültürel pratikleri yaşamakta olduğu için ulusaşırı topluluk olarak ifade edilebilir.

Almanya’da çokkültürlülük ve etnik grup kimliklerinin tartışılmaya başlanması ile birlikte özellikle 2004 sonrası paralel toplum (Parallelgesellschaft) olarak ifade edilen yeni bir kavram ortaya atılmıştır. Almanya’da bu kavramı Wilhelm Heitmeyer ayrımlaşma noktasından ortaya koymuştur. Kavram Batılı olmayan değerler ile yaşayan, sosyal dışlanma içinde bulunan, yerli halkla ilişki kurmayan ve kendini tecrit etmiş etnik topluluğun tanımı olarak kullanılmıştır. Özellikle Türklerin gettolaşmalarıyla desteklenen bu kavram gitgide heterojen yapıya bürünen Avrupa toplumlarını ve Almanya’yı entegrasyon konusunda endişelendirmiştir. Çünkü paralel toplumun kabulü ve varlığı sosyal uyumun ve refah devletinin eşitlik iddialarını da tehdit etmiştir. Heitmeyer, paralel toplum anlayışı içinde farklı bir etnik yoğunlaşmanın çoğunluk

39

toplumunun kenarında yetiştiğini ileri sürmüştür. Bu durum genç Müslümanlar arasında

İslamcı bir köktendinciliğin gelişmesini ve şiddet olaylarının tehdit unsuru olmasını beraberinde getirmektedir. Etnik grupların çoğunluk toplumu ile yan yana ama ilişkisiz

şekilde varlıklarını sürdürmeleri olarak paralel toplum anlayışı üzerinde fazlaca durulan ve açıkça tanımlanan bir kavram olmayıp deneysel bir terim şeklinde yerini bulmuştur (Kraus ve Schönwalder, 2006:213).

Öte yandan Almanya’daki Türk varlığı için azınlık kavramı da Avrupa genelinde kullanımda görülmese de, azınlıklar konusu ile ilgili yapılmış en önemli hukuksal tanım olan BM İnsan Hakları Komisyonunun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu’nun önerdiği tanımın gözden geçirilmesi gereklidir. Buna göre azınlık, bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak az olan, egemen konumda bulunmayan- o devletin vatandaşı olan-üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumaya yönelik üstü örtülü de olsa bir dayanışma duygusu gösteren gruptur (Akgül ve Sezal, 2002:8). Bu sade tanım ışığında Almanya’daki Türk varlığı için azınlık kavramı da kullanılabilir görünmektedir.

Nielsen (2003:13)’e göre de göç olgusu sürekli devam eden bir süreç olarak göçmenlerin de orijin toplumları ve yaşamakta oldukları toplum arasında sürekli olarak oluşturdukları sosyal ilişkiler neticesinde bu göçmenler ulusaşırı topluluk olarak ifade edilmektedir. Onlar birden fazla ulus ile tanımlanmakta, orijin ülkeleri ve göç ettikleri ülkeler arasında ekonomik ve politik işbirlikleri yapabilmektedir.

Faist (2003)’e göre Almanya’da yaşayan Türk azınlıklar ulusaşırı topluluk oluştururken aynı zamanda kültürel anlamda kolektif kimlikleri noktasında senkrenistik bir kültürel durum yaşanmaktadır (iki ayrı görüşü içeren felsefe-inanış). Buna göre Alman- Türk uluşaşırı durumunun özet betimlemesi şu şekildedir:

Kültür kavramı iki ayrı anlamda ele alınabilir: Bütünselci ve senkretik. Bütünselci, modernitenin ürünü

olarak kültürü yerel ve ulusal sınırlar içine hapseder. Senkretik, küreselleşme ile gündeme gelen nosyon olarak kültürün yerel ve coğrafi sınırlar içine hapsedilmeyeceğini ve bu sınırların ötesinde gerçekleşen bir alaşım süreci olduğunu öngörürür. Kültürün sadece etnisiteye indirgenemeyeceğini savunur. Vassaf, bütünselci kültür nosyonunun Almanya’daki gençleri göç kurbanı olarak algıladığını, senkretik kültürün ise onları aktif ve sosyal aktörler olarak tanımladığını vurgular (Vassaf, 2002:4).

40

Şekil 2: Ulusaşırı mekanlarda birikimli nedensellik: Alman-Türk ulusaşırı alanında olumlu geri bildirim etkileri

Kaynak: Faist (2003:314)

Almanya’da yabancı korkusu ile ortaya çıkan şiddet eğilimi göçmenlerin ‘biz grubu’ oluşturmasına yol açtığı gibi bu durumun entegrasyonu engellediği düşüncesini de beraberinde getirmektedir. Türklerin kendi aralarındaki sosyal sermayenin gücü de hem ulusaşırı topluluk olmalarını ve bu şekilde ifade etmelerine yol açarken yine bu durum ‘biz grubu’, kolektif bir Türk kimliği oluşturmakta ve entegrasyonun gerçekleşmediğine dair düşünceleri de o toplum içinde arttırmaktadır. Ulusaşırı topluluk olmak topluluk içindeki sosyal sermayenin güçlü olmasını mümkün kılarken Türklerin kendi aralarındaki sosyal sermayeyi arttıran diğer faktör de Almanya’daki yabancı korkusu ve marjinal olarak gerçekleşen eylemlerdir

Marjinal eylemler ve yabancı korkusunun artışı son yıllarda küresel anlamda ortaya çıkan güvenlik probleminden kaynaklanmaktadır. Güvenlik sorunun ortaya çıkardığı tepki toplumsal türdeşliği bozan ‘öteki’ gruplara karşı geliştirilmektedir. Ötekine, yabancıya, göçmene, azınlığa, İslam’a, biz’den olmayana karşı duyulan bu korku bir

+ + + + + + + + + + +

çok kültürlü talep ve siyasalar, sivil hakların ve insan haklarının genişlemesi

Çoğunluk gruplarında göçmenlerin entegre olma konusunda isteksiz olduğu yönündeki artan anlayış

Göçmenler arasındaki “biz” grupları ve kolektif kimlikler

Almanya’daki sosyo-ekonomik marjinalleşme ve yabancı düşmanı

şiddeti

Türk göçmenleri ve onların soyundan gelen kişiler arasındaki ulusaşırı şiddet toplumsal ve sembolik bağlar

41

toplumsal refleks olmasına rağmen sürekliği ise başka unsurlar tarafından sağlanmaktadır (Kaya, 2006:24). Göçmenler öteki olarak algılanmalarıyla bu marjinal eylemlere direk maruz kalmaktadır. Bu durum onların kendi aralarındaki ilişkileri arttırdığı gibi biz ve öteki ayrımını da keskin sınırlarla belirlemektedir.

Yabancı korkusunun ortadan kaldırılamamasının nedeni göç, entegrasyon, güvenlik vb. konulara yönelik politikaların düzenlenmesinde toplumdaki olumsuz algılamaları pekiştirecek ve korkuları daha meşru hale getirecek yaklaşımların benimsenmesidir. Özellikle entegrasyon düzenlemelerinde göçmen algısı sözde kültürel çeşitliliğe katkı olarak amaçlanmaktadır. Fakat hâlihazırdaki göçmen algısı 11 Eylül saldırıları ile ortaya çıkan göçmenlerin potansiyel tehdit olarak görülmesidir. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinde sosyal tabanda yabancı algılamasını etkileyen politikalar tutarsızdır (Yılmaz, 2008).