• Sonuç bulunamadı

TABERÎ TEFSİRİNDE FIKHÎ GÖRÜŞLER

A. İBADET 1. Temizlik

6) Allah Yolunda Olanlar

Taberî, “ ِ َّللّا ِليِبَس يِف َو” ifadesini, Allah düşmanı olan kâfir kişiler karşısında O’nun dini ve şeriatının muzaffer olması amacıyla yapılan harcamalar olarak anlamaktadır.632 Bu kişilere zengin olmaları halinde de zekât verilip verilemeyeceği hususu mezhepler arasında ihtilaf olmasına633 rağmen Taberî, burada bu ihtilaflara yer vermez ve kendisi de bu noktada herhangi bir açıklamada bulunmaz. Fakat görüşüne delil olarak getirmiş olduğu rivayetleri634 incelediğimizde zengin de olsa zekât verilebileceğini düşündüğü yargısına ulaşmaktayız. İmâm Ebû Hanîfe, fakir olmaları kaydıyla Allah yolunda olanlara zekât verileceğini söylerken İmâm Mâlik zengin fakir olması fark etmeksizin verilebileceğini söylemiştir.635 İmâm Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel de zengin veya fakir olmalarına bakılmaksızın Allah yolunda olanlara zekâttan pay verilebileceğini ifade etmişlerdir.636

630 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 525, 526.

631 İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, II, 532.

632 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 527.

633 Doğru, İbn Cerir et-Taberî'nin Tefsirindeki Fıkhî Görüşleri, s. 125.

634 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 528.

635 İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, II, 533.

636 İbnü’l- Cevzî, Zâdü’l-mesîr, II, 271.

115 7) Yolda Kalmış Olan

Zekâtın kimlere verileceğini beyan eden ayette son sırada zikredilen “ ِليِبَّسلا ِنْبا”

ifadesini Taberî, bir beldeden bir beldeye yolculuk yapan kişi olarak tarif etmiştir. Bu görüşüne mesned olarak sıralamış olduğu rivayetleri incelediğimizde Taberî’nin bu kişiler zengin de olsalar bu zenginliklerini kullanma imkânına sahip olmadıkları takdirde kendilerine zekât verilebileceği görüşünde olduğunu müşahede etmekteyiz.637 Bütün mezhep imâmları da “ ِليِبَّسلا ِنْبا” ifadesini, yolda kalmış kişi şeklinde anlamışlardır.638

Taberî, ayette belirlenen bu kısımların hepsine eşit oranda zekât verilmesi gerektiğini söyleyenler olduğu gibi dağıtım işinin zekât veren kişinin inisiyatifinde olduğunu söyleyenlerin de var olduğunu belirtir. İlim ehlinin çoğunun, bu son görüşü benimsediğini ifade eder.639 Kendisinin ise bunlardan hangisini tercih ettiğini belirten herhangi bir açıklamada bulunmaz. Fakat ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüne yakın olduğu anlaşılır. Mezhep imâmlarından İmâm Ebû Hanîfe, İmâm Malik ve Ahmed b.

Hanbel, zekât maksadıyla ayrılan malın hepsini bu sekiz sınıftan birine vermenin caiz olduğunu söylerken İmâm Şafiî, en az üç sınıfa verilmesi gerektiğini ifade etmektedir.640

b. Toprak Ürünlerinin Zekâtı

Yüce Allah, kulları için bahçeler, çeşit çeşit hurmalar, ekinler, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve narları yarattığını641 belirterek topraktan alınan ürünlerin kendisi tarafından var edildiğini bildirmektedir. Bu bağlamda O’nun kullarına vermiş olduğu bu ürünlerden ihtiyaç sahiplerine verilmesi hususunda “ َم ْوَي ُهَّقَح ْاوُتآ َو

637 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 530.

638 İbnü’l- Cevzî, Zâdü’l-mesîr, II, 271; Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XVI, 87.

639 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 531.

640 Şa’rânî, Kitâbu’l-mizan, II, 265.

641 En'am 6/141.

116

ِهِداَصَح” “Hasat günü de hakkını verin.” (En’am 6/141) buyurarak toplumsal yardımlaşmayı ve dayanışmayı hedeflemektedir. Taberî mezkûr ayetin, kimilerince zekâtı emrettiği, kimilerince de zekât dışı sadakayı emrettiği şeklinde anlaşıldığını ifade etmiştir. Kendisi ise bu ayetin, zekâtın farz kılınmasından önce inen bir ayet olduğunu ifade etmekte ve zekâtın emredilmesiyle nesh edildiğini savunan kişiler ile aynı düşündüğünü söylemektedir. Taberî’yi bu görüşte olmaya sevk eden sâik, bütün âlimlerin ekin zekâtının, ekinlerin dövülerek tanelerinin ayrıştırılmasını müteakip, hurma zekâtının da ağaçlardan toplanıp kurutulmalarının akabinde verileceği noktasında görüş birliğinde olmalarının, hasat günü vermeyi emreden bu ayetin nesh edilmiş olduğunu gösterdiği düşüncesidir. Taberî, bu görüşünü şöyle delillendirir; bu ayeti mensûh olarak düşünmezsek elde edilen ürünlerden hasat günü vermek ya farz ya da nafile olacaktır. Farz dersek ihmal edilmesi ve gevşek davranılması durumunda, ihmali Allah’a karşı gelmiş olmayı ve günahkâr olmayı beraberinde getiren diğer farzlarla aynı hükümde olmalıdır. Fakat Allah, mallarda nafaka hariç zekâttan başka farz kılmamıştır.

Şayet nafile dersek o zaman da ürün sahibinin takdirine bırakılmış olur. Bunların dışında ayetin nedb ifade ettiğini söylersek bu durumda da ayeti vücûb manasından çıkarmış oluruz ki bu düşünceyle vücûb manasından nedb manasına gitmek uygun olmaz. Ayrıca Allah, ayetin devamında israf etmeyin buyurmuştur ki bu da bize ayetin vücûb veya nedb ifade etmediğini gösterir. Çünkü bunların ifasında israf olmaz.642

Bu açıklamalarından anlaşıldığı üzere Taberî, toprak ürünlerinin zekâtının bu ayetle değil de Rasûlüllah’ın (s.a.s) hadisleriyle farz kılındığını kabul etmektedir.

Ayrıca Yüce Allah “ ِض ْرَلأا َنِ م مُكَل اَنْج َرْخَأ اَّمِم َو” “Ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan”

(Bakara 2/267) gibi ayetlerle toprak ürünlerinden verilmesini farz kılmış olduğu zekâtın yerine getirilmesini istemektedir.643 Bu bağlamda Taberî, toprak ürünlerinin zekât

642 Taberî, Câmiu’l-beyân, IX, 611, 612; Kal’aci, Mevsuât, s. 82-83.

643 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 696, 697.

117

miktarını, sünnetle belirlenen şekilde onda bir veya yirmide bir oranları olarak ifade etmektedir.644 Zira Rasûlüllah (s.a.s) “Yağmur ile sulanan toprak mahsullerinde onda bir, kova ve taşıma usulü ile sulananlarda yirmide bir zekât” olduğunu beyan etmiştir.645 Net olarak hüküm ifade eden bu hadisin varlığından dolayı tüm mezhepler Taberî’nin de dediği gibi yağmur ile sulanarak elde edilen ürünlerden onda bir, taşıma suyu ile sulanan ürünlerden ise yirmide bir oranında zekât verilmesi gerektiği kanaatindedirler. Bununla birlikte hangi ürünlerin zekâta tabi olduğu ve nisab miktarının ne olduğu hususunda mezhepler arasında ihtilaflar bulunmaktadır.646 Fakat Taberî, tefsirinde bu minvalde herhangi bir görüş beyan etmediği için bu konulara girmeyeceğiz.

c. Altın ve Gümüşün Zekâtı

Yüce Allah, “ مي ۪لَا باَذَعِب ْمُه ْرِ شَبَف ِهللّا ِلي۪بَس ي ۪ف اَهَنوُقِفْنُي َلا َو َةَّضِفْلا َو َبَهَّذلا َنو ُزِنْكَي َني ۪ذَّلا َو” “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” (Tevbe 9/34) buyurarak altın ve gümüşten zekât verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.647 Hz. Peygamber (s.a.s), altının nisabını yirmi miskal, zekât oranını yirmi miskalde yarım miskal,648 gümüşün nisabını iki yüz dirhem, zekât oranını da iki yüz dirhemde beş dirhem yani kırkta bir olarak bildirmiştir.649

Taberî yukarıda yer alan ayetin tefsirinde bir müslümanın malından ne kadarını vermesi gerektiği ve kınanan mal biriktirmenin ne olduğu ile ilgili ihtilaflara yer verir.

İbn Ömer, İkrime ve Süddî’ye göre burada kınanan mal ile zekâtı verilmeyen mal

644 Taberî, Câmiu’l-beyân, IX, 611.

645Buhârî, “Zekât”, 55; Tirmizî, “Zekât”, 14; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVI, 365, Hadis No: 22037; İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, II, 282; Cezîrî, Mezâhibi’l-erba’a, I, 558.

646 Cezîrî, Mezâhibi’l-erba’a, I, 558-561.

647 Şâfiî, Ahkâmu'l Kur’an, s.112.

648 Dârekutnî, “Zekât”, 10.

649 Tirmizî, “Zekât”, 3; Ebu Dâvud, “Zekât”, 4.

118

kastedilmektedir. Hz. Ali’den gelen bir rivayete göre zekâtı verilmiş olsun veya olmasın dört bin dirhemi geçen mal kastedilmektedir. Buna göre dört bin dirhemin altı nafaka, üstü ise kınanan kenz manasındadır. Ebû Zer el-Gıfârî (ö. 32/653) ise kişinin ihtiyacından fazla sahip olduğu mal, bu kapsamdadır demektedir. Taberî ise birinci görüşü tercih ederek zekâtı verilmiş olan bir malın, ne kadar çok olsa da biriktirilmesinin sahibine yasak olmadığını, zekâtı gerekli olduğu halde zekâtı verilmeyen malın ise azabı hak eden biriktirme kapsamında olduğunu dile getirir.650 Taberî, bu görüşünü destekleme mahiyetinde şunları ifade eder; Allah, Rasûlünün diliyle altın ve gümüşün nisabını açıklayarak bunlardan kırkta bir oranında zekât verilmesini farz kılmıştır. Yüksek meblağlara ulaşmış olan bir mal biriktirmek, Allah’ın azapla tehdit ettiği kapsamda olsaydı o zaman kırkta bir oranında zekât olmazdı. Çünkü bu mantığa göre gasb edilen malda olduğu gibi malın hepsini elden çıkarmak gerekecekti.651

Mezhep imâmları altının nisabının yirmi miskal, gümüşün nisabının ise iki yüz dirhem olduğu ve zekât oranının kırkta bir olduğu hususunda görüş birliği içindedirler.652 Bununla birlikte altın ve gümüşün zekâtı hususunda farklı görüş bildirdikleri durumlar da bulunmaktadır. Fakat tezimizin ana konusunu teşkil eden Taberî tefsirinde bu noktalara değinilmediği için biz de bu farklılıklara temas etmeyeceğiz.

d. Zekât Malının Kalitesi

Allah’ın rızasını kazanmak için maldan ve mülkten vazgeçilebileceğinin en güzel örneklerinden birini gösteren bu ibadet yerine getirilirken en güzel şekilde ifa edilmelidir. Bu bağlamda zekât olarak verilen malın, kaliteli ve insanların rahatça

650 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 425, 430.

651 Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 430,431.

652 Şa’rânî, Kitâbu’l-Mizan, II, 242.

119

alabilecekleri türden olmasına dikkat edilmelidir. Taberî, “ اَم ِتاَبِ يَط ْنِم اوُقِفْنَأ اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي ِض ْرَ ْلأا َنِم ْمُكَل اَنْج َرْخَأ اَّمِم َو ْمُتْبَسَك” “Ey iman edenler kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak size yerden çıkardıklarımızdan infak edin.” (Bakara 2/267) ayetinin tefsirinde birinci kısmı ticaret veya üretim ile kazandığınız altın ve gümüşün kalitelilerinden zekât verin, ikinci kısmı da hurma, üzüm, buğday, arpa ve zekât verilmesini gerekli kıldığım bitkilerden zekâtı verin şeklinde açıklamıştır. Daha sonra da bu görüşünü destekler mahiyette İbn Abbâs, Mücahid, Süddî ve Hz. Ali’den gelen rivayetlere yer vermektedir.653 Aynı ayetin devamında yer alan “ َنوُقِفْنُت ُهْن ِم َثيِبَخْلا اوُمَّمَيَت َلا َو” “Mallarınızın kötüsünden infak etmeyin.” ifadesindeki “habîs” kelimesinin Hz. Ali, Bera’ b. Âzib (ö.

71-72/690-691), Katâde ve Mücâhid’e göre malın adisi ve kötüsü demek olduğunu, İbn Zeyd’e göre ise haram olan mallar olduğunu ve Allah’ın bir kişiden bu haram malını infak etmesini kabul etmeyeceğini ifade eden rivayetler zikretmektedir. Taberî kendisi ise sahâbe ve tâbiûndan gelen rivayetlere dayanan ve tevil ehlinin sıhhati hususunda ittifak ettiğini söylediği birinci görüşü tercih etmektedir.654 Müellif, “ ْنَأ َّلاِإ ِهيِذ ِخآِب ْمُت ْسَل َو ِهيِف اوُضِمْغُت” “Gözünüzü yummadan alamayacağınız şeyleri” ifadesinin ne anlama geldiği noktasında da çeşitli görüşlere yer vermiştir. Hz. Ali, Süddî, İbn Abbâs ve Mücâhid’den gelen rivayetler, ayetin ‘alacağınıza karşılık size verilen kötü malları, düşük değerde tutup fazlasını isterdiniz’ manasında olduğunu söylemektedir. Hasan-ı Basrî ve Katâde ise böyle bir malı satın aldığınız zaman ancak değerini düşürerek alırdınız şeklinde açıklamışlardır.655 Yani bu iki görüşe göre de “اوُض ِمْغُت” kelimesi, bir malın değerini düşük tutmayı ifade etmektedir. İbn Ma’kil’e göre alacağınıza karşılık böyle bir mal verildiğinde hakkınızın yenildiğini belirterek alırsınız manasında, Bera b. Âzib’den nakledilene göre ise ‘size hediye edildiğinde sadece sahibinden utandığınız için istemeyerek de olsa aldığınız mal’ manasındadır. İbn Zeyd ise bu ifadeyi günahına göz

653 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 694, 698.

654 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 699, 703.

655 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 704, 706.

120

yummadan alamayacağınız haram mal olarak açıklamıştır.656 Taberî, bu görüşleri sıraladıktan sonra kendi görüşüne yer vererek şunları söyler; Allah bu ayetle zekâtı kullarına farz kılmıştır. Zekât almaya hak sahibi olanlar, zekât verenlerin o malda ortakları gibidir. Nasıl ki ortaklardan birinin diğerine hak ettiğinden daha düşük değerde olan bir malı verme hakkı yoksa zekâtta da bu böyledir. Taberî, zekât ve ortaklık arasında kurmuş olduğu bu benzerlikten hareketle bütün malı düşük değerde olan birinin bu maldan zekât vereceğini söyler. Yine o, bu hükmün zekât ile ilgili olduğunu, zekât dışındaki infakta kaliteli mal vermenin evla olmakla beraber değeri düşük malın da verilebileceğini, zira bazen çok olan kalitesi düşük malın, kaliteli mala göre daha faydalı olabileceğini söylemektedir. Taberî, bu görüşüne delil olarak Ubeyde es-Selâmi’den rivayet edilen “bu ayet, zekât hakkında inmiştir ve değeri düşük para, kaliteli hurmadan daha evladır” haberini birkaç kanaldan zikreder.657

5. Hac

“Arapça’da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her müslümanın belirlenmiş zaman içinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder. Bu ibadeti yerine getirenlere Arapça’da hâc (çoğulu huccâc) denilir.”658 Taberî de hac kelimesinin bu manasından hareketle hac yapan kişiye, Arafattan önce -ve Arafattan sonra bayram günü- Beytullâh’a geldiği, buradan Mina’ya geçip sader tavafını yapmak üzere bir daha geldiği için yani hac vazifesini ifa ederken tekrar tekrar Kâbe’ye geldiği için hacı denildiğini, umre yapan

656 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 707, 708.

657 Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 708, 709.

658 Harman, Ömer Faruk, “Hac”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hac#1 (17.12.2019).

121

kişiye ise Kâbe’yi ziyaret edip tavafını yaptıktan sonra ayrıldığı içim mu’temir denildiğini ifade etmektedir.659

İbrahim (a.s) ile oğlu İsmail (a.s), Kâbe’yi ilk temelleri üzerine inşa ettikten sonra nasıl ibadet etmeleri gerektiğini göstermesini Yüce Allah’tan temenni ettiler.

Taberî, onların dualarında ye alan “اَنَكِساَنَم اَن ِرَأ َو” (Bakara 2/128) ifadesini izah ederken

“menasik” kelimesinin lügat manasını; ‘içinde Allah için bulunulan, Allah’ı hoşnut kılacak ve O’na kurbiyet sağlayacak faydalı amel yapılan yer’ olarak açıklar. Bu yerlerde ifa edilen ve haccın meşâiri olan kurban, namaz, tavaf, sa’y ve diğer salih amellere de bu yerlerden hareketle menasik isminin verildiğini söyler. Menasik kelimesi, mensek kelimesinin çoğulu olup insanların alıştığı ve sık sık geldikleri yer manasında olarak hac ve umre için bu ibadet yerlerine insanlar tekrar tekrar geldiklerin dolayı bu kelime hac ibadeti yapılan bu yerler için kullanılmıştır demektedir.660

Hac ibadetinin farz oluşu Kitap661 ve Sünnet,662 ile sabittir. Hac ibadeti namaz, zekât ve oruçtan farklı olarak ömürde bir defa yerine getirilmesi farz olan bir ibadettir.

Zira usûl-i fıkıhta bilindiği üzere emir tekrar ifade etmez. Namaz, zekât ve orucun tekrarlanması ise mutlak emir ifadesinden değil tekrarı ifade eden diğer delillerin varlığı sebebiyledir. Zira Rasûlüllah’ın (s.a.s) “Hac her sene mi yoksa bir kere mi? sorusuna bir kere” cevabını vermiş olması da bu noktada delil olarak alınmaktadır.663 Bu delillerden hareketle ulemâ, haccın, İslâm dininin erkânından olduğu, müslüman, akıllı,

659 Taberî, Câmiu’l-beyân, II, 712.

660 Taberî, Câmiu’l-beyân, II, 570.

661 Âl-i İmran 3/97; Hac 22/27.

662 Buhârî, “İman”, 2; Müslim, “İmân”, 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VIII, 417, Hadis No: 4798

663 Kâsânî, Bedâi’, III, 41.

122

ergenlik çağına ermiş ve ömründe bir defa olsun bu vazifeyi yapmaya güç yetirebilen herkese farz olduğu hususunda görüş birliği içinde olmuşlardır.664

a. Hacca Güç Yetirebilmek

Farziyeti kesin olan hac ibadetinin, kimlere farz olduğu “ ِنَم ِتْيَبْلا ُّج ِح ِساَّنلا ىَلَع ِ َّ ِللّ َو ًلايِبَس ِهْيَلِإ َعاَطَتْسا” “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Âl-i İmran 3/97) ayetiyle genel manada ortaya konulmuştur. Bu ayet-i kerime, mükellef olan kişilerden Beytullah’a ulaşmaya güç yetirebilen herkese haccın farz olduğunu ifade etmektedir. Âlimler arasında bu noktada ittifak olmamakla beraber

“yolculuğuna güç yetirebilme”den kastın ne olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hz. Ömer, İbn Abbâs, Said b. Cübeyr (ö. 94/713), İbn Ömer ve bazılarına göre yolculuğa güç yetirebilmekten maksat, yol azığı ve bineğin bulunmasıdır. Abdullah b. Zübeyr, Dahhâk, Hasan-ı Basrî ve bir kısım tâbiûna göre oraya ulaşacak güce sahip olmaktır. Bu, bazen binekle bazen de yaya olarak olur. Bazen her ikisine de sahip olunmasına rağmen yol güvenliği bulunmadığından hacca gitme güç ve imkânına sahip olunamayabilir. Yani herhangi bir şekilde hacca gitme durumuna sahip olan kişi, hac menâsikinin yerine getirildiği bölgeye ulaşmaya gücü olan kimsedir.

Diğer bir görüş olarak İkrime’ye göre ise güç yetirmekten kasıt, kişinin sağlıklı olmasıdır. Taberî de ayetin mutlak olmasından hareketle Abdullah b. Zübeyr’in görüşünü daha doğru bulmuş ve hacca gitme noktasında herhangi bir şekilde imkân elde eden kişinin hacca gitmesi farzdır. Kötürüm olma, acziyet, düşman korkusu, yolda suyun ve azığın az olması veya yürüme güçlüğü çekme gibi engellerin olması durumunda ise kişi hacca güç yetirememiş olmasından dolayı hac ona farz değildir demektedir. Ayrıca Taberî, istitâat kavramını, azık ve binek olarak açıklayan

664 Osmânî, Ebû Abdillâh Sadruddîn (Şemsüddîn) Muhammed b. Abdirrahmân b. Hüseyn el-Hatîb ed-Dımaşkî, Rahmetü’l-ümmefi ihtilâfi’l-eʾimme, el-Mektebetü’l-Tevfîkıyye, b.y. ts. s. 96.

123

rivayetlerin senedinde şüphe olduğu ve bu tür rivayetlerin dinde delil olarak kullanılamayacağını ifade etmektedir.665

Hanefîler göre hac ibadeti ile yükümlü olmak için gerekli olan “istitâat”

kavramı, asli ihtiyaçlar dışında azık ve binek sahibi olmayı ifade eder. Buna göre hacca gidip gelinceye kadar kendisiyle birlikte bakımını üstlenmiş olduğu kişiler için gerekli olan nafaka ve bineğe sahip olan bir kimseye hac ibadeti farz olur.666 Mâlikîler,

“istitâat” kavramını biraz daha geniş bir manada ele alarak Mekke’ye ve hac menâsikinin yerine getirildiği yerlere yürüyerek veya kendine ait ya da kiralanmış bir binek ile ulaşma imkânına sahip olmak şeklinde açıklamışlardır. Yolda katlanamayacak derecede meşakkatin olmaması ve yol emniyetinin varlığını bu kavram kapsamında saymışlardır. Bu bağlamda erzak ve bineğe sahip olmayı şart olarak görmemişlerdir.

Dolayısıyla Mâlikîlere göre bineğe sahip olmamasına rağmen yürüyerek gitmeye muktedir olan kişiye hac ibadeti farz olur.667 Hanbelîler de istitâat kavramını zâd ve râhile olarak açıklamışlardır.668 Görüldüğü üzere Taberî’nin bu konuda Mâlikiler gibi düşündüğü ve istitâat kavramını hacca gitmeye imkân bulmak şeklinde anladığı ortaya çıkmaktadır.

b. Hac İbadetlerine ve Mekânlarına Saygı

Hac ibadeti, uhrevi hayatın provası mesabesinde bir ibadet olması vesilesiyle birçok sembolik uygulamayı içinde barındırmaktadır. Yüce Allah “ اَهَّنِإَف َِّللّا َرِئاَعَش ْمِ ظَعُي ْنَم َو ِبوُلُقْلا ى َوْقَت ْنِم” “Her kim de Allah’ın nişanelerini yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasındandır.” (Hac 22/32) ayeti ile bu sembollere dikkat çekmektedir. Taberî de bu ayetin tefsirinde hac menâsikinin Allah’ın nişanelerinden olduğunu, bu sebeple kurban

665 Taberî, Câmiu’l-beyân, V, 609-616.

666 Mavsılî, el-İhtiyar, I, 140; Cezîrî, Mezâhibi’l-erba’a, I, 573.

667 Cezîrî, Mezâhibi’l-erba’a, I, 573, 574.

668 İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 6; Cezîrî, Mezâhibi’l-erba’a, I, 574.

124

olarak kesilecek hayvanların en güzelini ve en semizini seçmenin, haccın diğer ibadetlerini Allah’ın tam emrettiği şekilde yerine getirmenin ve hac ibadetlerinin yapıldığı mekânlara hürmet duymanın, bu nişanelere saygı göstermek olduğunu söylemektedir. İşte bunlara duyulan saygı, ayetin de ifadesiyle kulun takvasını gösterir demektedir.669

Aynı şekilde Yüce Allah, “ َلا َو َيْدَهْلا َلا َو َما َرَحْلا َرْهَّشلا َلا َو ِ للّا َرِئآَعَش ْاوُّل ِحُت َلا ْاوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي اًنا َوْض ِر َو ْمِهِ ب َّر نِ م ًلاْضَف َنوُغَتْبَي َما َرَحْلا َتْيَبْلا َنيِ مآ لا َو َدِئلآَقْلا” “Ey iman edenler! Allah’ın nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin.” (Mâide 5/2) buyurarak hac kurbanlarına, boyunlarında olan gerdanlıklara ve hac yapan kişilere saygısızlık yapılmamasını ve onlara dokunulmamasını emretmektedir.670

c. Hac İbadetinin Vakti

Yüce Allah, “ ٌتاَموُلْعَم ٌرُه ْشَأ ُّجَحْلا” (Bakara 2/197) buyurarak hac ibadetinin belli aylarda yerine getirileceğini bildirmiştir. Bu bilinen aylardan muradın ne olduğu noktasında farklı görüşler vardır. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İbn Ömer ve bazı tâbiun âlimlerine göre bilinen aylardan murad, Şevvâl ve Zi’l-ka’de ayları ile Zi’l-hicce ayının on günüdür. Diğer bir görüşe göre ise hac ayları, Şevvâl, Zi’l-ka’de ve Zi’l-hicce ayının tamamıdır. Bu görüşe göre Allah, bu ayların, hac ayları olduğunu belirterek bunların dışında kalan ayların, umre ayları olduğunu bildirmek istemiştir.671 Taberî ise bu görüşlerden birincisini tercih etmiş ve hac aylarının Şevvâl, Zi’l-ka’de ve Zi’l-hicce ayının on günü olduğunu söyleyerek Mina günlerinden sonra hac aylarının sona erdiğini belirtmiştir. Taberî, “ayette ay kelimesi, “رهشا” şeklinde çoğul kullanılmıştır. Bu sebeple

669 Taberî, Câmiu’l-beyân, XVI, 539-541.

670 Taberî, Câmiu’l-beyân, VIII, 29-31.

671 Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 446-451.

125

tam üç ay olması gerekir” şeklindeki muhtemel bir soruya da Arapların özellikle vakitlerde böyle bir kullanıma dikkat etmediklerini mesela bir kişinin, daha ikinci günün içinde olduğu halde başkası için onu iki gündür görmedim diyebildiğini söylemektedir.672

İmâm Ebû Hanîfe673 ve Ahmed b. Hanbel de674 Taberî gibi hac aylarının Şevvâl, Zi’l-ka’de ve Zi’l-hicce ayının on günü olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî’den hac aylarının Şevvâl, Zi’l-ka’de ve Zi’l-hicce’nin on gecesi olduğu görüşü nakledilmiştir. 675 Dolayısıyla Şafiî mezhebine göre Zi’l-hicce’nin onuncu günü hac aylarına dâhil değildir.676 İmâm Mâlik’in ise hac aylarının Şevval, Zi’l-ka’de ve Zi’l-hicce aylarının tamamı olduğu görüşünü benimsediği dile getirilmiştir.677

d. Haccı Üzerine Farz Kılma (İhrama Girme)

Taberî, “ َّجَحْلا َّنِهيِف َض َرَف ْنَمَف” “Kim o aylarda hacca başlarsa” (Bakara 2/197)

Taberî, “ َّجَحْلا َّنِهيِف َض َرَف ْنَمَف” “Kim o aylarda hacca başlarsa” (Bakara 2/197)