• Sonuç bulunamadı

Allah Teâlâ’nın Sıfatları Ma‘nâ veya Hâl Değildir

1. ZÂT-SIFAT İLİŞKİSİ

1.1. Allah Teâlâ’nın Sıfatları Ma‘nâ veya Hâl Değildir

Mutezile mezhebinde Allah Teâlâ’nın temel sıfatları denildiğinde O’nun zâtıyla kâdir, âlim, hay ve mevcut oluşu akla gelir. Bu durum Hüseyniyye ekolü için de geçerlidir. Nitekim İbnü’l-Melâhimî, Allah Teâlâ’nın zâtıyla bu sıfatlara hâiz olmasının, O’nun zâtını diğer varlıklardan ayırt eden temel bir nitelik olduğunu vurgular. Ona göre Allah Teâlâ’nın zâtının diğer varlıklardan farklı bir tarzda fiilini gerçekleştirmesi nedeniyle kâdir olarak vasıflandırılır. Ayrıca eşyanın O’na olduğu gibi tebeyyün etmesi (açığa çıkıp bilinmesi) nedeniyle O’nun zâtı âlim olarak vasıflandırılır. Allah Teâlâ’nın kâdir ve âlim olmasının imkânsız olmaması için de O’nun hay sıfatına haiz olması kaçınılmazdır. Nihayetinde kâdir, âlim ve hay sıfatlarına sahip olan bir varlık olarak Allah Teâlâ’nın mevcut olma sıfatına sahip olduğunu söyleyen İbnü’l-Melâhimî, bu sıfatları hükümler (ahkâm) olarak nitelendirir. Ona göre hükümler olarak nitelenen bu vasıfların Allah Teâlâ’nın zâtından ayrı (zâid) bir unsur (ister hâl isterse ma‘nâ şeklinde olsun) olduklarını ortaya koymaya lüzum yoktur.444

İbnü’l-Melâhimî, Allah Teâlâ’nın sıfatları hakkındaki temel bilgileri aktardıktan sonra konunun mahiyeti hakkındaki detaylı tartışmalara girişmeden önce o günkü İslam dünyasında kelâm çevrelerinde oluşan mezhep yorumlarının özetini verir. Zât-sıfat

      

442 Fâik, s. 82: 10-20.

443 Fâik, s. 82: 20-83: 5.

444 Fâik, s. 68: 10-15.

ilişkisi meselesinde Mutezile’den farklı düşünen Eş‘ariyye445 ve Küllâbiyye446 mezheplerinin sıfat anlayışları hakkındaki görüşlerini kısaca aktarır. Her iki mezhebe göre sıfatlar, Allah Teâlâ’nın zâtıyla kâim olan ma‘nâlardan ibarettir. Ehl-i Sünnet kelâm anlayışı olarak da tabir edilen bu yaklaşıma göre Allah Teâlâ’nın zâtı ile kâim olan kudret sıfatı vardır ve fiilini bu sıfatıyla gerçekleştirir. Bu nedenle O, “kâdir”

olarak vasfedilir. Fiillerini sağlam bir şekilde yapabilmesi için ilminin olması gerekir.

Fiillerin sağlam olarak gerçekleşmesini sağlayan bir ma‘nâ olarak ilim vardır ve bu ilimden dolayı da O, “âlim” olarak vasfedilir. Kudretini ve ilmini gerçekleştirmesi için kendisinde yine bir ma‘nâ olarak hayat sıfatı vardır ve bu nedenle de hay olarak vasfedilir. Bu mezheplere göre irade, idrak, sem‘, basar ve diğer sıfatlar da aynı şekilde Allah Teâlâ’nın zâtıyla kâim olan birer ma‘nâdan ibarettir.447

İbnü’l-Melahimi, Eş‘arîyye ve Küllâbiyye’nin sıfat düşüncesini özet olarak verdikten sonra bu konuda ayrıştıkları Behşemîler’in ahvâl teorisi hakkında bilgi verir.

Bu teorinin fikir babası Ebû Hâşim, sıfatları Allah Teâlâ’ya ait bir hâl olarak düşünmüştür. Ona göre sıfatlar, Allah Teâlâ’nın zâtına özgü hâlleridir. “Kâdiriyet hali”

zâtına özgü bir hâldir. Kâdiriyet hâli olmasaydı zâtından fiilin gerçekleşmesi söz konusu olmayacaktır. Aynı şekilde O’nun “âlimiyet hâli” vardır. Bu hâl O’na özgüdür ve bu hâl sayesinde Allah Teâlâ fiillerini sağlam bir şekilde gerçekleştirmektedir. Temel       

445 Eş’arîlik, kelâm metodunu benimseyen Ehl-i Sünnet’in Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin (ö. 260/324) ismini ve görüşlerini esas alan koludur. Eş’ariliğin ortaya çıkışı sırasında, akaidini en önemli meselelerinden birini teşkil eden Allah Teâlâ’nın sıfatları için birbirine zıt iki görüş ileri sürülüyordu. Bu görüşlerden biri sıfatları kabul eden Selefiyye’nin görüşü ile sıfatların bir kısmını inkâr eden Mutezile’nin (veya Muattıla) görüşüdür. Selefiyye’ye, sıfatları kabul etmesi nedeniyle “sıfâtiyye” deniliyordu. Eş‘arî Mutezile’den ayrılıp Selefiyye’ye geçtikten ve kendi mezhebini kurduktan sonra, Selefiyye dâhil, artık sıfat-ı ilâhiyyeyi kabul eden Ehl-i Sünnet’e “Eş‘ariyye” denilmiştir. “Eş‘arilik”, ehl-i bid’âte mukabil olarak kullanıldığı takdirde Mâtüridiliği de içine alır. Bk. Topaloğlu, Kelâm İlmi Giriş, s. 135.

446 Küllâbiyye mezhebi Ebû Muhammed Abdullah b. Saîd b. Küllâb el-Basrî (ö.240/854) tarafından kurulan ve Cehmiyye ile Mutezile’ye karşı Allah Teâlâ’nın sıfatlarını ispat eden, Kur’ân’ın kadîm olduğunu söyleyen bir fırkadır. Ehl-i Sünnet kelâmının temel düşüncelerini hazırlayan hareketlerden biridir. Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “İbn Küllâb”, DİA, XX, 156-157.

İbn Küllâb el-Basrî’nin hayatı, eserleri ve kelâm ilmindeki yeri ve önemi hakkında geniş bilgi için ayrıca bk. Yücedoğru, İbn Küllâb ve Küllâbiyye Mezhebi, s. 14-46.

447 Fâik, s. 68: 16-19. Eş‘arî ve Matüridî mezheplerinin Allah Teala’nın sıfatları hakkındaki görüşleri için bk. Eş’arî, Lüma‘, s. 89-91; a. mlf., İbâne, s. 118; Nesefî, Tebsıra, I, 202-204; Ebû Mansûr Muhammed b.

Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî, Kitâbü’t- Tevhîd (çev. Bekir Topaloğlu) İstanbul:

İSAM Yayınları, 2014, s. 97-99; Nureddin Ahmed b. Mahmud b. Ebî Bekr es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-din (nşr ve trc. Bekir Topaloğlu), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1978, s. 27; a.mlf., el-Kifâye fi’l-hidâye (nşr. Muhammed Aruçi), İstanbul: İSAM Yayınları – Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2014, s.

90-91; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 36; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali el-Beyhâkî, el-İ’tikâd ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd (nşr. Ebû Abdillah Ahmed b. İbrahim Ebü’l-Ayneyn, Abdürrezzâk Afîfî – Abdurrahman b. Salih el-Mahmûd), Riyad: Dâru’l-Fazîle, 1999, s. 61.

sıfatlardan hay ve mevcut olma da aynı şekilde anlaşılır. Yani Allah Teâlâ’nın “hay hâli” ve “mevcudiyet hâli” vardır.448

İbnü’l-Melahimi, Eş‘ariyye-Küllâbiyye ekollerinin sıfatları me’anî olarak telakki eden anlayışı ile Ebû Hâşim’in ahvâl anlayışı hakkında anahatlarıyla bilgi aktardıktan sonra her iki ekolün zât-sıfat ilişkisi hususundaki görüşlerini değerlendirmeye tabi tutar.

Geleneksel Mutezilî sıfat anlayışı bağlamında her iki görüşün açmazlarını, yanlışlıklarını ortaya koymaya çalışır. İki ekolün zât-sıfat bağlamındaki görüşlerini mukayese eden İbnü’l-Melâhimî Ebû Hâşim’in ahvâle dayanan sıfat telakkisi ile Eş‘ariliğin sıfatları ma‘nâ olarak kabul eden görüşleri arasında benzerlik olduğunu ifade eder. Eş‘arîler ile Behşemîler’in sıfat anlayışlarını karşılaştırırken her iki yaklaşım açısından kullandıkları ifadelerin dışında iki ekolün arasında herhangi bir farkın olmadığını söyler. Nitekim Eş’arîler sıfatları Allah Teâlâ’nın zâtından ayrı bir etken yani ma‘nâ olarak telakki etmişlerdir. Bu yaklaşıma göre sıfatlar, ontolojik olarak zâttan bağımsız ve gerçeklikleri olan birer ma‘nâdır. İbnü’l-Melâhimî’nin Eş‘arî sıfat anlayışına benzer bir yaklaşım içerisinde gördüğü Behşemîler’in anlayışına göre ise sıfatlar, O’nun zâtını vasf eden anlam kapsamında zâtına özgü hâllerdir. İbnü’l-Melahimi, sıfat konusunda kıyaslama yaparak birbirine benzer olduklarını söylediği iki ekolün sıfat anlayışlarını aktardıktan sonra Hüseyniyye olarak kendi yaklaşımlarını da ifade eder. Hüseynîler’e göre sıfatlar, Allah Teâlâ’nın zâtının vasıflandırılması kapsamında zâtından ayrı (zâid) olan birer hükümdürler. Ancak sıfatların birer hüküm olarak zâttan ayrı birer unsur oluşları kesinlikle ontolojik bir ayrılık olmayıp bilinmeleri açısından söz konusu olan ayrılıktır.449

İbnü’l-Melâhimî, sıfatlar hakkındaki yaklaşımlarını aktardığı Eş‘arî ve Behşemîler’in sıfat anlayışlarının birbirine yakın olduğunu belirtir. Nitekim Sıfatiyye450       

448 Fâik, s. 69: 1-4.

449 Fâik, s. 69: 5-9. Hüseynîler sıfatları Allah Teâlâ’nın zâtını vasf eden anlamın kapsamında olan ve zâtından ontolojik olarak bir ayrılıkları olmasa da nihayetinde ayrı olan (zâid) birer hüküm şeklinde tanımlayarak sıfat-zât ilişkisi hususundaki meseleye çözüm getirmek istemişlerdir. Böylelikle Ehl-i Sünnet’in sıfatları zâta indirgeyerek yok sayıldığı yönündeki itirazlarını karşılarken diğer yönden çözüm olarak gündeme gelen ahvâl teorisindeki hâllerin zât ile bağlantısındaki belirsizliği de ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.

450 “İlâhî sıfatların Allah’a nisbet edilmesini benimseyenler” anlamındaki Sıfâtiyye mensuplarına ehl-i isbât, ehl-i müsbite de denir. Bunlar ilâhî sıfatları zât-ı bârî ile kāim, hakiki ve vücudî olarak kabul ederler. Birçok konuda farklı görüşleri bulunmakla birlikte sıfatları Allah’a nisbet etmede ortak oldukları için Ehl-i Sünnet’in yanı sıra Hişâmiyye, Kerrâmiyye, Müşebbihe ve Mücessime de Sıfâtiyye diye anılır.

 

olarak da bilinen Eş‘arîler, sıfatları, “Allah Teâlâ’nın zâtının aynısı da değil, O’ndan ayrı da değildir” şeklinde formüle ederek zât-sıfat ilişkisini bu bağlamda izah ederken, Behşemîler de sıfatları zâtın kendisi olmayan ancak zâttan ayrı bir unsur olarak telakki ettikleri birer hâl şeklinde düşünmüşlerdir. İbnü’l-Melâhimî, bu hâllerin zâttan ayrı olmasına rağmen genel olarak zâttan ayrı olduklarının söylenmediğini kaydeder. Bu durumda hâller zâttan hem ayrı hem de farklı olacaktır. Dolayısıyla Eş’arîler’in ma‘nâ, Behşemîler’in hâl olarak adlandırdıkları sıfatların zât ile bağlantıları açısından her iki görüş arasında bir benzerliğin olduğu göze çarpar. İbnü’l-Melâhimî, her iki anlayışta da zât ve sıfatların birbirinden farklı iki ayrı şey olarak kabul edilmesinin söz konusu olduğunu söyler. Ona göre Allah Teâlâ’nın sıfatları hakkında Eş’arîler’in meâni kavramını kullanması ile Behşemîler’in ahvâl kavramını kullanmasının dışında sıfat anlayışları yönünden aralarında herhangi bir fark yoktur. İki ekol arasındaki sıfatların yorumlanmasındaki tek farklılık, sıfatların tanımlanmasında kullandıkları ifade değişikliğidir.451 Bu ifadelerinden de anlıyoruz ki İbnü’l-Melâhimî, Eş‘arîler’in sıfatları ma‘nâ olarak görmeleri ile Behşemîler’in hâl olarak nitelemeleri arasında ifade değişikliği dışında temel bir farklılık görmemektedir. Bilakis her iki kavramı zâttan ayrı bir şey olmalarından dolayı anlam yönünden özdeş ve aynı kavramlar olarak değerlendirmiştir.

Bu bilgilerden sonra İbnü’l-Melâhimî, zât-sıfat ilişkisi ve sıfat anlayışı açısından üç yaklaşım (Eş’arîler, Behşemîler ve Hüseynîler) arasındaki benzer ve farklılıklara yönelik mukayeseli bir değerlendirme yapar. Buna göre Eş‘arîler kudret, ilim, hayat gibi meâni sıfatlar ile zâtı bu sıfatlarla vasıflandırmanın kapsamına giren hükümler olarak anlıyorlarsa bu yaklaşım tarzı, Hüseynîler’in sıfatları zâtın vasfedilmesinin kapsamına giren hükümler olarak gördükleri yaklaşımları ile aynı noktada buluşur. Eş‘arîler sıfatları meânî olarak tanımlarken, bu tanımlamalarıyla Behşemîler’in sıfatları ma‘nâlar        Buna karşılık Allah’ın zâtından başka sıfatlarının bulunmadığını, O’nun sıfatlarının zâtının aynı olduğunu ve zâtına taalluk ettiğini ileri sürenlere, sıfatları reddettikleri için nüfât, işlevsiz hale getirdikleri için de muattıla adı verilir. Birçok konuda farklı düşünmelerine rağmen sıfatları reddetme veya bir anlamda etkisiz hale getirme hususunda birleştiklerinden Cehmiyye, Mutezile ve felsefeciler nüfât/muattıla içinde sayılmıştır. Akaidde akla önem vermeyen Sıfâtiyye Allah’ın zâtî, fiilî ve haberî sıfatlarını te’vile tâbi tutmadan naslarda yer aldığı gibi benimser, zâhirlerine inanır, iç yüzlerinin anlaşılmasını Allah’a havale eder. Onların bu husustaki genel prensibi “aslını kabul, vasfını terk”tir. Bk. Bekir Topaloğlu – İlyas Çelebi, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2010, s. 280-281; Mustafa Öz, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2012, s. 486-488; İlyas Çelebi, “Sıfâtiyye”, DİA, Ek-2, 509-511.

451 Fâik, s. 69: 9-13.

olarak anladıkları gibi anlıyorlarsa bu durumda ise, Eş‘arîler Behşemîler ile aynı görüşte birleşmiş olacaklardır. İbnü’l-Melâhimî, üçüncü bir değerlendirme olarak Eş‘ârîler’in, meâni sıfatlarıyla kendileri olmadıkça zâtın vasf edilmeyeceği zâttan farklı ve O’ndan ayrı olan zâtlar şeklinde anlamaları durumunda ise hem Hüseynîler’e hem de Behşemîler’e meselenin özünde muhalif bir konumda olacaklarını ifade eder.452 Sıfatların anlaşılması meselesinde farklı yaklaşımlara sahip üç ekolün düşüncelerinin birbirleriyle mukayese edilmesinin sonucunda aslında ifade ediliş şekillerinin dışında konunun özü itibariyle aralarında bir farkın olmadığını söylemek mümkündür. Nitekim İbnü’l-Melâhimî sıfatlara bakış açısını bu minval üzere yapmıştır. Ona göre zâtın üzerine zâit olan sıfatlar aslında birer hükümdürler ve bu hükümlerin her biri zâttan sâdır olan bir işlevi işaret etmektedir. Dolayısıyla sıfat, bir zâtı diğer bir zâttan ayıran bir nokta olarak zâtın işlevidir. Bu yönüyle İbnü’l-Melâhimî sıfatların gerçekliğini doğrudan zât-sıfat ilişkisine girmeden, sıfatların fonksiyonelliğiyle açıklamaya çalışmıştır.453

Bu açıklamalarıyla İbnü’l-Melâhimî, Allah Teâlâ’ya ait kudret, ilim ve hayat gibi sıfatlarının olduğunu ve bu sıfatları Allah Teâlâ’nın kâdir, âlim ve hay oluşunu ifade eden hükümler şeklinde anladıklarını ifade eder. Yani zât aynı zât, ancak sıfat olarak bilinen özellikler zât tarafından zorunlu olarak ortaya konulan değişik hükümlerdir. Zâtın kendisinde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Değişen sadece zâtın eşyaya dönük olan O’nun kâdir, âlim veya hay olmasını gerektiren hükümlerdir. Sıfatları Behşemîler’in hâl ve Eş‘arîler’in ma‘nâ olarak tanımladıkları gibi anlamadıklarını belirterek bunun sebebi olarak da bu kavramların kendi başlarına bilinemez, akledilemez özellikte olduklarını vurgular. Ona göre, ayrıca bu kavramları bilmeyi sağlayan bir metot da yoktur. Dolayısıyla sıfatların, zâttan ayrı bir hâl veya ma‘nâ olduğunu ileri süren Eş‘arî ve Behşemîler’in ileri sürdüğü bu yaklaşımların reddedilmesi gerekir.454

İbnü’l-Melâhimî, sıfatların ma‘nâ veya hâl olduklarını ileri süren yaklaşımların benimsenmeyip reddedilmesi gerektiğini söylerken, bunun sebebi olarak sıfatların

      

452 Fâik, s. 69: 13-16.

453 Koloğlu, Felsefe Eleştirisi, s. 158.

454 Fâik, s. 69: 17-21.

ma‘nâ veya hâl şeklinde bilinmesini ortaya koyan sağlıklı bir metodun olmamasını gösterir. Bu düşüncesini delil-medlûl bağlantısı üzerine yaptığı kurguya dayandırır. Ona göre bir meselenin bilinmesi ve aydınlığa kavuşması için kullanılan aklî delil için iki seçenek söz konusudur. Bu iki seçenekten birisi “tesirin müessire etkisi” ile ilgilidir. Bu seçeneğe göre medlül konumundaki sıfatların delili, ya fiilin kendisi ya da fiilin delâlet ettiği şeydir. İkinci seçenek ise “müessirin kendi tesirine olan etkisi” ile ilgilidir. İkinci seçenekte müessir konumundaki varlık, ya zorunlu olarak (=mûcib) bir şeye etki eder ya da tercih eden (=muhtâr) bir varlık olarak etki eder. Ona göre delilin bir şeye delâlet edebilmesi için o şey yani medlül ile delil arasında mutlaka bir bağlantının olması gerekir. Eğer delil ile delil getirilmek istenen şey (medlûlü) arasında herhangi bir taalluk (=bağlantı) bulunmaması durumunda o delilin o şey veya başka bir şey hakkında delil olması arasında hiçbir fark veya bir öncelik olmayacaktır. Yani delilin medlûlü ile bir bağlantısı yoksa delilin delil olması ile delil olmaması arasında bir fark olmayacaktır.

Ayrıca ona göre delil ile medlûl arasında oluşması muhtemel iki şık dışında başka bir seçeneğin olabilmesi de aklen mümkün değildir. Bu durumda ma‘nâ veya hâl kavramlarının Allah Teâlâ’nın zâtı ile bir bağlantısının olup-olmadığı bu iki seçenek çerçevesinde değerlendirilmesi gerekecektir.455

Delil ile medlûlü arasında mutlaka bir bağlantı olması gerektiğini ifade eden İbnü’l-Melahimi esas amacını gerçekleştirmeye koyulur. Onun amacı, delil-medlûl arasındaki olması gereken ilişkiden hareketle Allah Teâlâ’nın zâtı hakkında var olduğu düşünülen hâl ve ma‘nâ kavramlarının O’nun zâtı ile bir bağlantısının olmadığını dolayısıyla da her iki kavramın ispatlanmasının mümkün olmadığını ortaya koymaktır.

Ona göre her iki seçenek ele alındığında Allah Teâlâ’ya ait zâit bir taallukun (hâl veya ma‘nâ) olduğu düşünülemez/akledilmez. İlk olarak seçeneklerden birincisi olan “te’sirin müessire etkisi” bağlamında meseleyi ele alır ve muhaliflerin hâl ve ma‘nâ kavramlarını ortaya koyabilecek bir delilin olmadığını gözler önüne sermeye çalışır. Bu seçeneğe göre medlûl konumundaki ma‘nâ veya hâlin, fiilin kendisine ya da bu fiilin delâlet ettiği bir şeye (sıfata) taalluk etmesi gerekmektedir. Ancak fiil, sıfat olarak telakki edilen ma‘nâ veya hâle taalluk etmez. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın yarattığı fiil, ma‘nâ veya hâle delâlet etmez. Çünkü bir fiilin hudûsu yani yaratılması ancak onun yaratılmasını       

455 Fâik, s. 69: 21-70: 1.

Outline

Benzer Belgeler