• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3.4. İLÂHİ HÜKÜMLERİN RASYONELLİĞİ

3.4.1. Akliyyât-Sem’iyyât

Saadia Gaon, Allah’ın peygamberler aracılığı ile kendilerine dînî bir yaşantıyı benimsemelerini bildirdiğini, bundan dolayı da bir din (veya daha doğrusu Tevrat)774 gönderdiğini belirtmektedir. Tevrat, uyulması, korunması ve gereğince amel edilmesi zorunlu olan birtakım emir ve yasaklardan, yani şeriatten (mitsva) oluşmaktadır. Bu emir ve yasakların geçerliliğini sağlamak amacıyla peygamberler çeşitli deliller, işaretler ve mucizeler göstermişlerdir. Tüm bunlar Tevrat’ın muteber, güvenilir ve geçerli oluşuna delalet eder. Tevrat’ı bu şekilde kabul ettikten sonra onun doğruluğunun ve hakiki oluşunun rasyonel ayakları hakkında bir araştırma yapmak da gereklidir775. Saadia bu noktada Tevrat’ta bulunan emir ve yasakları iki sınıfa ayırır: Geçerliliği aklî esaslarda bulunan hükümler ve geçerliliği Vahiy’den elde edilen hükümler. Yani kökenini aklî esaslarda bulan Akliyyât ve ancak duyma, nakil, ya da bir peygamberin bildirmesi yoluyla öğrenilebilecek Sem’iyyât. Bu ikili tasnif, Saadia’nın Mutezîlî düşünce yapısıyla yakından ilgili olduğunu gösterir776.

774 Saadia’nın Arapça metninde kullandığı tabir “din”dir. Ancak, Saadia’nın kullandığı terminolojide

“din” tabiri vahyedilmiş ilâhi hakikatler anlamındadır. Bu yüzden İbn Tibbon, Kitâb’ul Emânât’ın İbranice tercümesinde “din” tabirini bazen din bazen de Tevrat olarak çevirmiştir. Buradaki çevirisi Tevrat şeklindedir (Altmann, The Book of Doctrines and Beliefs, s. 44; 47; 95).

775 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 113.

776 Alexander Altmann, “Saadya's Conception of the Law”, Bulletin of the John Rylands Library, Volume 28 No:2, Manchester 1944, s. 320; Yahudi düşüncesinde ilk defa Saadia böyle bir ayrımı felsefî bir şekilde ortaya koymuştur. O, bu görüşünü büyük ölçüde Mutezîle ile Eş’ariye arasında gerçekleşen ilâhi hükümlerin niteliği ve aklın bu durum karşısındaki pozisyonuyla ilgili tartışmadan etkilenerek oluşturmuş ve bu noktada her iki görüşten de yararlanarak orta yolu izlemek suretiyle kendi görüşlerini oluşturmuştur (Altmann, The Book of Doctrines and Beliefs, s. 96-97). Mutezîle düşüncesindeki akliyyât-sem’iyyât ayrımı ve Saadia’nın bu düşünceden etkilenmesi hakkında bkn. Ben-Shammai, Kalam in Medieval Jewish Philosophy, s. 121; 129-130 ve David Eric Sklare, The Religious and Legal Thought of Samuel ben Hofni Gaon: Texts and Studies in Cultural History, Thesis of Doctorate, Harvard University, The Department of Near Eastern Languages and Civilizations, Massachusetts 1992, s. 219-222. Ayrıca, Mutezîle’nin en önemli simalarından Ebû Ali el-Cübbâî (ö. M. 916), Allah’ın yasakladığı ya da emrettiği şeylerin iki kısımda değerlendirilebileceğini söyler. a- Allah’ın emrettiği ya da yasakladığı hükümler. Bunlar, sırf Allah emrettiği ya da yasakladığı için iyi ya da kötüdürler. (sem’iyyât hükümleri) b- Allah’ın emrettiği

Saadia, Tanah’taki akliyyât hükümlerinden bahsetmeden önce akılla bilinmesi gereken üç durumdan söz eder: 1) Minnettarlık, 2) Aşağılanmadan kaçınma, 3) Başkalarının haklarına tecavüzün yasak oluşu777. Şayet bir insan iyi bir şeyler yaparsa yaptığının iyi olduğunu gösteren bir karşılık ya da bir teşekkür alır. İkinci olarak, hikmet sahibi birinin, kendisine yönelik aşağılama ya da hakaret içerikli bir davranışa izin vermeyeceği açık olarak bilinir. Son olarak da aklen başkasının haklarına yapılan her türlü tecavüzün yasak oluşu778. Saadia, Tanah’ta bulunan ve uyulması için bildirilen emir ve yasakların bir kısmının temelinin, bu üç aklî esasa dayalı olan akliyyât sınıfına dâhil olduğunu belirtir. Örneğin, I. Tarihler 28/9’da geçtiği gibi “Sen, ey oğlum Süleyman, babanın Allah’ını tanı. Bütün yüreğinle ve istekle O’na kulluk et”. Bu pasukta Allah, kendisinin bilinmesini, tüm samimiyetle O’na kulluk edilmesini emretmektedir. Çünkü herşeyi yaratan ve veren Allah’ın bu iyiliğine karşı O’nu tanımak, bilmek ve gereğince kulluk etmek gerekir. Saadia, Tanah’taki bu emrin daha önceden açıkladığı aklî esaslara uygunluğu üzerinde durur. Bir diğer örneği Levililer 24/15’den verir: “Kim Allah’ına lanet ederse günahının cezasını çekecektir.” Allah, İsrailoğullarını kendisine karşı uygun olmayan yollarla davranmaktan, sövmekten, kötü kelimeler kullanmaktan kaçınmalarını emretmiştir. Tanah’ta yer alan sözkonusu bu yasak, akliyyât hükümlerindendir, çünkü aklî esasların ikinci grubuna uygundur. Son örneği ise Levililer 19/11 hakkındadır: ”Çalmayacaksınız, hile yapmayacaksınız, birbirinize yalan söylemeyeceksiniz”. Allah, İsrailoğullarına birbirlerinin haklarını yememeleri hususunda yasak koymuştur. Tanah’ta bunun gibi birçok pasuk vardır ve bunların hepsi akliyyât sınıfına dahildir. Çünkü, aklî esasların üçüncü grubu içerisinde değerlendirilirler779. Buna göre, Allah’a itaat, O’nu tanıma ve bilme, putatapıcılık, yalan yere yemin, Allah’ı uygun olmayan sıfatlarla tavsif etmek, insan öldürmek, hırsızlık, zina, dedikodu, hile ve yalan söylemek konularıyla ilgili olan her türlü emir ve yasak akliyyât sınıfına girer. Çünkü, Saadia’ya göre Allah’ın yapılmasını emrettiği hükümler, insanoğlunun aklından da onay, kabul ve tasdik alır; yasakladığı hükümler de yine aklen

ve emretmemesinin mümkün olmadığı ya da yasakladığı ve yasaklamamasının mümkün olmadığı hükümler. Bu hükümlerin iyiliği ya da kötülüğü kendindendir, yani Allah tarafından haklarında hüküm konmasalar bile insanoğlu aklı ile bu hükümlerin iyi ya da kötü olduklarını bilebilir. (akliyyât hükümleri).

(Muhammed Ebu Zehra, İslâm’da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. Hasan Karakaya ve Kerim Aytekin, Hisar Yayınevi, İstanbul 1983, s. 161-162).

777 Altmann, Saadya's Conception of the Law, s. 322; Efros, Studies in Medieval Jewish Philosophy, s. 72.

778 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 114.

779 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 114 (Örnekler için).

kabul edilmeyen ve kaçınılması gereken davranışlar olarak görülür780. Bu tür hükümlerin esası akıl yoluyla keşfedilir. Çünkü, bu hükümler fıtrî bilgilerden oluşur, onların esasına dair bilgiler insanoğlunun fıtratında zaten Allah tarafından yaratılmıştır ve insan akıl yoluyla bunları rahatlıkla kavrar781.

Saadia, akliyyât hükümleri arasından özellikle adam öldürme, zina, hırsızlık ve yalan söylememe üzerinde durur. Bu hükümlerin konulma sebepleri üzerinde detaylı açıklamalar yapar. Örneğin, Allah zinayı yasaklamıştır, çünkü bu sayede insan babasını tanır, ona saygı gösterir. Babası da çocuklarına miras bırakabilir ve çocuklar da hem anne hem de baba tarafından akrabalarını tanıyıp kaynaşabilir782. Toplumun en önemli yapıtaşı olan aile kurumunun kutsallığını sağlamak için Allah zinadan kaçınma hükmünü koymuştur. Bu dört temel günahın, aslında günah olarak kabul edilmemesi gerektiğini ileri süren Hedonistlere783 cevap verir784. Düşmanını öldüren bir katil için, işlediği bu fiil ona mutluluk, öldürülene ise acı verir. Aynı şekilde, hırsız için çalma fiili mutluluk verirken, eşyası çalınan kimse için acı veren bir durumdur. Buna göre, bu fiillerde mutluluk ve acı bir aradadır. Ancak, Hedonistlere göre bu fiiller insanı mutluluğa götürdüğü için iyi, yani yapılmasında sakınca olmayan fiiller olarak görülür.

Burada apaçık bir çelişki sözkonusudur: bu fiiller bir yandan mutluluk sağlarken diğer yandan acı da verir. İçinde çelişki barındıran her teori geçersiz kabul edilmesi gerektiğinden, bu insanların görüşleri de bâtıl olmalıdır785.

Saadia, duyma, nakil, ya da bir peygamberin bildirmesi yoluyla öğrenilebilecek Sem’iyyât (vahiyle ilgili olan) hükümlerinin niteliğinden bahsederken, bu tür hükümleri aklın onaylama ya da tekzip eğilimi göstermediği, herhangi bir görüş belirtmediği hükümler olarak gördüğünü söyler. Allah’ın sem’iyyâtla ilgili çok sayıda hüküm

780 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 115.

781 Efros, Studies in Medieval Jewish Philosophy, s. 74.

782 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 116.

783 Altmann, Saadia’nın سانلا نم تي ifadeleriyle isim belirtmeksizin görüşlerinden bahsettiği insanların أر Hazcılık görüşünü benimseyenler olduğunu ve onun döneminde içinde yaşadığı coğrafyada Mutezîle’nin de olduğu birçok kimsenin Hazcılara karşı mücadele ettiklerini belirtir (Altmann, The Book of Doctrines and Beliefs, s. 99); Hazcılık (Hedonizm), en üstün ve nihaî iyiliğin haz olduğunu ileri süren Aristippos'un (M.Ö. 435-386) öğretisidir. Aristippos'a göre en üstün iyilik hazdır. Bu öğretiye göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey ise kötüdür. Haz, kendi başına bir erektir, diğer bütün şeyler ancak hazza ulaştırdıkları ölçüde iyi olabilirler (Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri, Üçüncü Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s. 46-49).

784 Saadia, bizzat isimlerini zikretmeksizin görüşlerinden bahsettiği bu insanların, günahı kendilerine acı ve hüzün veren şeyler, iyiyi de kendilerine mutluluk, haz ve huzur veren şeyler olarak kabul etmişlerdir (Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 116).

785 Saadia, Kitâb’ul Emânât, s. 116-117; Altmann, Saadya's Conception of the Law, s. 324;