• Sonuç bulunamadı

1.1. DİN DUYGUSU VE İNANMA İHTİYACI

1.1.26. Ahmet Midhat, Demir Bey

Romanın mukaddimesinde, Avrupada ve diğer memleketlerde dinlerini değiştirip Müslüman olanlardan ve gazetelerin bunlardan fazla bahsetmediğinden (2) yakınan yazar; olayların gelişimi içinde kahramanların din duygularının yanında birçok dinî konuya değinir. Romanda, geriye dönük olarak geçmişte yaşanan olaylar anlatılarak asıl sırlar çözülür.

Demir Bey, küçük yaştan itibaren askerliğe merak sarar. Babasının çok haşin ve geçimsiz olmasından dolayı bir gün evden kaçar. Komşularından bir Ermeninin evine sığınır. Orada bulunan bir Fransız papaz onu evlâtlık olarak alır. Fransız kültürünü ve Hristiyanlığı öğretir. Daha sonra onun rahip olmasını ister. Ancak Demir Bey’in tek amacı, iyi bir asker olmaktır. Bu arzusuna kavuşan Demir Bey; Cezayir, Tunus ve Mısır’da Fransız ordusunun emrinde çalışır. Mısır’da din değiştirip tekrar Müslüman olur. Osmanlı ordusunda görev alarak İstanbul’a döner. Cihangir’de bulunan ve Şemsizâde Konağı olarak bilinen bir evde Feride Hanım’la evlenir. Mustafa Kamereddin adında bir çocukları olur. Oğlu Mustafa Kamereddin’i

çeşitli okullarda okuttuktan sonra Fransa’ya hendese ve mühendislik ilmini tahsil etmesi için gönderir. Mustafa, orada kendisini mesleğine verir. Her yerde; Osmanlı, Müslüman ve Türk kültürünü yaşar, savunur.

Kırk yaşlarında olan Demir Bey’in hanımı Feride, dinine mutaassıbane bağlı ve iffetli bir kadındır. Romanın başlarında Demir Bey’in, hangi milletten ve dinden olduğu pek bilinmez. Bir gün hastalanır ve hemen doktor çağırılır. Demir Bey, hastalığı esnasında bir gece bazı tuhaf sözlerle beraber Hristiyanlar gibi elleriyle istavroz çıkarır. Onu seyreden hanımı Feride, bir anda şaşırır ve kocasının inancı (13) konusunda şüpheye düşer. Feride Hanım, daha sonra da bu adam son anlarını yaşıyor, ölmek üzeredir, ne söylediğini ve ne yaptığını bilmiyor, diyerek kocasına kelime-i şehadeti (13) telkin eder. Demir Beyin, konağının altındaki bir oda âdeta bir tamirhane gibidir. Her türlü alet, kitap ve resim bulunur. Demir Bey, zaman zaman oraya iner ve uzun müddet orada kalır. Fakat yaptığı şeyleri kimseye anlatmaz. Ne yaptığı kimse tarafından da bilinmez. O odanın anahtarı yalnız Demir Bey’de bulunur. Feride Hanım, kocasının hastalığı anında, Hristiyanlığa ait bazı hareketleri gördüğünden bu oda hakkında şüpheye düşer. Bir gün kocası hasta hâlde yatarken odayı hizmetçisi vasıtasıyla gizlice açtırır ve kontrol eder. Orada tahtalar, dolapta yabancı asker, rahibe, melek, istavroz ve papaz resimleri görür. Fransızca yazılmış kitaplara da rastlayan Feride Hanım’ın şüphesi daha da artar (18) ve Fransa'da tahsil yapan oğlu Mustafa’yı çağırır. Paris'ten dönen oğluna Feride Hanım, babasının Fransızca bildiğini ve Hristiyan olduğunu söyler. Oğlu önce hayret eder ve inanamaz. Ancak annesi evin altındaki odada Hristiyanlıkla (37) ilgili eşya ve resimlerden bahsedince o da şaşırır. Eşyaları görmek ister. Hasta yatan Demir Bey, uyuduktan sonra gece, anne ile oğul evin altındaki kulubeye inerler ve oradaki evraklara bakarlar. Feride Hanım; oğluna, “Bak oğlum gördün mü baban yıllarca kendisini bizden gizlemiş ve ben yirmi beş yıldır bir Hristiyan ve yabancıyla evliyim. Sen de bir yabancının oğlusun” deyince Mustafa, annesine: “Kendini tesirât-ı me’yusaneye kaptırma anacığım! Velev ki pederimin aslı Fransız olsun! Avrupalılardan bil-ihtida hizmet-i Osmaniyeye girmiş yalnız benim pederim mi vardır? Bir Nasranî ihtida eyledikten sonra sen ben gibi kalu belâdan beri Müslüman sayılır?” (45) sözleriyle teselli verir.

Mustafa Kamereddin; İtalya, İsviçre ve Almanya’yı dolaşır. Bu arada merak saldığı yol mühendisliğiyle ilgili incelemelerde bulunmak üzere İsviçre’ye gider. İsviçre’de, Polini adında bir kızla, bir göl kenarında karşılaşır. Polini, on sekiz, on dokuz yaşlarında oldukça

güzel bir kızdır. İki genç, zamanla birbirlerini severler. Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında olan Mustafa, kızın da Paris’te oturduğunu öğrenince buna çok sevinir. Kız Paris’teki adresini verir. Orada görüşürler. Bir gün gezmeye gidip birbirlerine geçmişlerini anlatırlar. Konu kadın meselesine gelince Mustafa Kamereddin: “Hakk teâlâ hazretleri kadın denilen nimet-i uzmayı birtakım fuhuş-perestanın pamal-ı levs ve habareti olmak için yaratmamıştır. Bir yuvanın sahibi bir familyanın validesi olmak üzere yaratmıştır” (125) diyerek İslâmiyetin kadına bakışını anlatmaya çalışır. O dönemlerde İslâmiyetin kadına bakışı ve kadına değer vermeyişi Batı dünyasında tenkit edildiğinden yazar, zaman zaman araya girerek bu konudaki yanlış anlaşılmayı izah etmeye çalışır. Anne ve babası belli olmayan Polini, Paris’te çiçekçilik sanatıyla geçinmektedir. Çiçeklerin resimlerini yağlı boya ile yapıp satar. Polini kimsesiz olduğu için Fransa’nın zengin bir ailesi olan Doran ailesi, onu evlâtlık edinmiştir. Mustafa Kamereddin ve Polini, başlarından geçen olayları anlatırken sıra Polini’ye gelince o da babasının asker olduğunu, daha sonra baba ve annesinin vefat edip yalnız kaldığını ve rahibeler okuluna verildiğini söyler. Ancak rahibe okulunda kalırken parasızlıktan dolayı oradan da çıkarılmıştır (127). Doran ailesinin, Alfons ismindeki oğlu, Polini’yi aşırı derecede sevmektedir. Alfons, onunla evlenmeyi düşünür. Ancak zengin bir ailenin çocuğunun, anne ve babasız bir kızla evlenmesi Fransız geleneklerine pek uygun değildir. Bundan dolayı bu evliliğin gerçekleşmesi zorlaşır. Ancak Alfons, Polini’yi sevmeye devam eder. Bu arada Polini, Mustafa Kamereddin ile de işi ilerletir. Aslında Polini, namusuna düşkün bir kızdır. Alfons’a olan sevgisinde de samimîdir. O, bu evliliğin gerçekleşemeyeceğini düşündüğü için Mustafa’nın aşkına karşılık verir. Bunu duyan Alfons, onu kıskanır ve Polini ile tartışırlar. Konuşma esnasında Alfons; Hz.İsa’nın, “Nefsiniz için vukuunu istemediğiniz şeyi başkası hakkında dahi yapmayınız” deyince Polini de “Nefsim için ihtimal veremeyeceğim bir şeye başkası için de ihtimal veremem” (201) şeklinde cevap vererek bu evliliğin gerçekleşemeyeceğini vurgular. Alfons, ailesini ikna etmek için bütün gücünü kullanır. Çaresiz kalan anne ve baba, çözüm yolları ararlar. Alfons Duran’ın annesi; Polini ile oğlunun evliliğinin gerçekleşmesi için Polini’ye daha önce verildiği yatılı okula gidip annesi ve babasının kimler olduğunu öğrenmesini ister. Yetim olan Polini ise, küçükken kaldığı yatılı okula gider ve kendisi için bırakılan bir çantayı alır. İçinde annesinin bıraktığı birçok resimler ve mektuplar görür. Annesi tarafından kendisine hitaben yazılan bir mektupta babasıyla ilgili bilgilere rastlar. Babasının bir Fransız askeri olduğu, beş altı yıl beraber yaşadığı, daha sonra birden ortadan kaybolduğu, İstanbul’a giderek Müslüman olup Osmanlı ordusunda görev aldığı, orada Müslüman bir kadınla evlendiği ve kendisinin nasıl hamile kaldığı gibi

konularda bilgiler yer alır. Bu uzun mektubunda Polini’nin annesi, nikâhla ilgili “Mahsûl-i sevdamız ciğerparemiz evlâdımız olan gayr-ı meşruadan olmamak için Marsilya’da Sen Pol kilisesinde Katolik mezhebince resmî nikâhımız icra olundu” (228) cümlelerini yazarak kızının meşru olduğunu belirtmiştir. Babasının din değiştirmesiyle ilgili: “Meğer İstanbul’da tebdil-i din ederek Müslüman olmuş bunu benden ketmetmedi” (229). Babasının Müslüman bir kadınla evlenmesi konusunda: “Bu özür ise babanın İstanbul’da dahi bir Müslüman kadını ile müteehhil olmasından ibarettir. Meğer iki sene müddet hem bana hem o kadına kocalık etmiş de haberim olmamış” (229) cümlelerini de okuyan Polini, biraz şaşırır. Polini’nin annesi, kocasına ulaşmak için İstanbul’a gitmiş, kocası onun da Müslüman (230) olmasını istemiştir. Bu konular, mektupta uzun uzun anlatılır.

Bu bilgiler üzerine Mustafa Kamereddin ile Polini, konuyu araştırmak üzere İstanbul’a giderler. Polini’yi, Beyoğlu’nda bir otelde bırakan Mustafa, eve gider. Mustafa, evin altındaki kulubede yaptığı araştırma sonucu, babası Demir Bey’in, Polini'nin babası olduğunu öğrenir. Ancak bunu babasından gizler ve Fransa’da geçen hikâyeyi babasına anlatarak babasının bu konudaki tavrını öğrenmeye çalışır. Mustafa, babasının yanına giderek Polini’nin sırlı hayatından bahseder. Bu konuşma esnasında Mustafa, bir yerde Polini'nin babasının isminin Piyer Hayder olduğunu ve bu kişinin daha sonra Hristiyanlığı bırakıp İslâmiyeti kabul ettiğini (254) söyler. Demir Bey durumu anlar ve oğluna bu konuda sorular sorar. Polini hikâyesi sürüp giderken Demir Bey, dayanamayarak Polini ile Alfons arasındaki evliliğin gerçekleşmesinin mümkün olamayacağından bahseder. Mustafa ise, nedenini sorar. Demir Bey, bu Piyer Hayder’in kendisinin arkadaşı olduğunu (aslında Piyer Hayder kendisidir) ve bu aile ile Doran ailesi arasında kan davası olduğunu, ayrıca Piyer Hayder’in Mısır’da İslâmiyeti kabul ettiğini ve bu olay açığa kavuşursa, Polini’nin de babasının dinini kabul edeceğini ve bir Müslüman kızın Hristiyan birisiyle evlenemeyeceğini anlatır (262).

Baba ile oğul arasındaki birçok uzun konuşmadan sonra Demir Bey, gerçekleri kabul etmek zorunda kalır. Polini’nin kendi kızı olduğunu itiraf eder. Bundan sonra gizleyecek bir şeyi olmadığını söyler ve kızı Polini, oğlu Mustafa ve hanımı Feride’yi çağırarak başından geçen daha önceki hâdiseleri hikâye eder. Demir Bey, bir Türk ve Arnavut olduğu hâlde Fransız ordusunda görev almasının sebebini kendisini evlâtlık edinen Fransız papaz vasıtasıyla oluğunu söyler. Demir Bey’in babası çok despot olduğundan, onu her gün döver. Onu bir gün satırla dövmeye kalkışır. O da kendilerine komşu olan bir Ermeni ailesine sığınır. Orada bir

papaz, kendisine iyi davranıp evlât edinir. Manastıra götürür. Demir Bey’e manastırda Papaz olarak kalması teklif edilir. O ise, askerlik mesleğini sevdiğinden bir gün manastırdan kaçar ve oradan geçen Fransız askerlerine karışarak uzaklaşır. Cezayir’de Sipahi binbaşısı olarak görev yapar. Fransa birliklerinde görev yaptığı hâlde Araplara iyi davranır, onlara yardım eder. Mısır’da tekrar Müslümanlığı kabul eder ve Osmanlı ordusunda görev alır. Burada miralaylığa kadar yükselir. Asıl ilk ismi Ali Haydar’dır. Ancak Fransızlar bu ismi iyi telâffuz edemediklerinden ona Ali Hayder diye hitap ederler. Bunları anlatan Demir Bey, Polini’nin annesiyle nasıl evlendiğini ve İstanbul’a döndükten sonra Feride Hanımla nasıl evlendiğini de uzun uzadıya anlatır. Bunları anlatırken papaz, kilise, manastır ve dinle ilgili bazı bilgiler de verir. Kendisine bakan Teofal adındaki bir papaz, onu rahip yapmak için çok çalışmıştır (271-276).

Demir Bey, başından geçenleri ailesine anlattıktan sonra, bu aile, mesut bir şekilde Cihangir’deki konakta hayatlarını sürdürürler. İsmi Fatma Nazik olarak değiştirilen Polini’ye bir oda hazırlanır. İslâmiyetle ilgili bazı bilgiler verilir. Ona İslâmî kurallar yavaş yavaş öğretilir. Fazla sıkıştırılmaz. Bu kuralları Mustafa öğretir. “Maahaza henüz İslâmiyeti resmiyet ve aleniyet derecesinde tutulmaması ve maişet-i efrenciyyeden maişet-i İslâmiyyeye biltedric alıştırılması mütalâat-ı hakîmânesi Mustafa Kamereddin tarafından serd olunup Demir Bey canibinden tasdik kılınmakla Fatma Nazik Hanım öyle birdenbire hâl-i mesturiyete idhal olunmadı” (284). Daha sonra Mustafa, Paris’e gider ve Polini’yle kendi eşyasını alır. Doran ailesiyle görüşür. Geri döndüğünde, yolda Alfons Duran da kendi bindiği şimendiferdedir. Niyeti ise, İstanbul’a dönüp Polini’ye evlenme teklifinde bulunacaktır. Mustafa, Polini’nin Müslüman olduğunu ve bu durumun gerçekleşmesinin zor olacağını Alfons’a anlatır (290). Ancak Polini’yi seven Alfons’u alıkoyamaz. Alfons, sonunda Demir Bey’in evine gelerek Polini’ye evlenme teklifinde bulunur. Polini ise, Alfons’a şunları söyler: “Azizim Vikont! Ben zaten size lâyık bir kız değil idim. Halbuki şimdi pederimin dinini kabul etmiş bulunduğumdan benimle sizin aranızda yalnız pespayelik ile asalet farkı değil İslâmiyet ile Nasraniyyet farkı dahi mani-i izdivaçtır” (292). Bunun üzerine düşünüp taşınan Alfons, Polini’yi samimîyetle sevdiğinden Müslüman olmaya karar verir. Kız, bundan sonra ailesinin bu konuda rızası olması gerektiğini söyleyince Demir Bey ve ailesi de buna razı olur. Böylece Alfons ile Polini’nin evlenmesi gerçekleşir (292-293). Polini, Fatma Nazik; Alfons ise, Osman Bahtiyar ismini alır. Yazar, yeni çiftin mesut olmaları dileğiyle romanını dua ile bitirir.

Romanda yer alan yirmi üç kahramandan dokuzu Müslüman, on dördü Hristiyandır.

Müslüman olanlar: Demir Bey, Feride Hanım, aşçıbaşı Şaban Ağa, vekilharç Mehmet Ağa,

Mustafa Kamereddin, Demir Bey’in konağında cariye olan Mehtap ve Afitap, bahçıvan Selim Nişo ve Mısırlı âlim. Hristiyan olanlar: Alfons Doran (Osman Bahtiyar) ve Polini (Fatma Nazik) (ikisi de romanın sonunda İslâmiyeti kabul ederler), Fransız Papaz Lazaris, Agaton, yirmi üç yaşlarında Fransız heykeltraş olan Nartan, Liyon ahalisinden avukatlık tahsili için Fransa’ya gelmiş ve âlim bir kişi olan Pastör, ressam çırağı olan Elsazli Pudar, Fransız kibarlarından Kont Doran, Polini’nin işyerinde çalışan kıskanç ve iffetsiz olan Lini, Madam Doran, İtalyan asıllı pansiyoncu bir kadın olan Matmazel Rozali, resim üstadı Mösyö Kamilyon, bir Alman kadın ve Fransız papaz Teofil. Olayların gelişimi içinde din duygusuna değindiğimiz kahramanların dışında burada ismini ve mensup oldukları dinleri yazdığımız şahısların din duyguları ve inançlarından pek bahsedilmemiştir.