• Sonuç bulunamadı

1.1. DİN DUYGUSU VE İNANMA İHTİYACI

1.1.17. Ahmet Midhat, Dürdane Hanım

İç içe girmiş olayların anlatıldığı Dürdane Hanım romanında, bazı kahramanların dinî duyguları belirdiği gibi olayların gelişimi sırasında da birkaç dinî konuya değinilmiştir. Romanın konusunu; Dürdâne, Sandalcı Çerkez Sohbet Ağa ve aslında bir kadın olan Acem Ali Bey (Ulviye Hanım)’in başından geçen ilginç olaylar oluşturur. Hepsinin durumu da romanın sonlarına doğru anlaşılır. Önceden yaşanan olaylar, daha sonra anlatılarak kimin ne olduğu açığa çıkar.

Dürdane Hanım, deniz kenarında bulunan bir yalıda yaşamaktadır. Babası zengin kendisi de

Memduh Bey adında bir doktorla evlendirmek ister ve hatta nişanlar. Ancak Dürdane Hanım gönlünü kaptırdığı Mergup Bey’e tutulur, zaman zaman onunla yalısında gizlice görüşür ve daha sonra ondan hamile kalır. Dürdane Hanım, hamileliğini ve çocuğunun doğumunu herkesten gizlemiştir. Ancak onun bütün gizli sırlarını eve bağladığı bir ahize ile öğrenen Ulviye’den gizleyememiştir. Ulviye Hanım; bazen erkek kıyafetine giren ve bu kıyafette iken Acem Ali Bey namını kullanarak kendini tanıtan birisidir. Ulviye Hanım, erkek kıyafeti giyerek Acem Ali ismiyle gece yarısı Ayşe Ebe’yi evinden zorla alır ve Dürdane Hanım’ın evine götürüp doğumun gerçekleşmesini sağlar. Ebe’nin gözlerini oraya kadar bağlı tutar. Gözlerini açtıklarında Ayşe Ebe, kendisini zorla götüren Acem Ali Bey’in o güzel yüzünü görünce: “Ah iki gözüm beyim! Beni beraber alıp cehennemlere, gayya kuyularına kadar götürsen memnunen giderim. Gerçek söylerim ki erkek olup da bu kadar lâtif simalı bir adam Cenab-ı Hakk şimdiye kadar yaratmamış olduğu gibi bundan sonra da yaratmaz" (40-41) sözleriyle Acem Ali’nin güzelliğini belirtir. Dürdane Hanım, kibar, nazik, duygusal ve güzel bir kız olduğundan doğumu için getirilen Ayşe Ebe onu “Kanatlarını gökte bırakarak yer yüzüne inmiş bir melek” olarak vasıflandırır. Çocuk doğduktan sonra Ulviye, çocuğa verilecek ismi annesine sorar. Orada bulunanlar da bu çocuğun Allah vergisi olduğunu söyleyerek Ataullah isminin verilmesini uygun görürler (41). Çocuğun bakımını Ulviye üstlenir.

Otuz beş yaşlarında olan Sandalcı Çerkez Sohbet Ağa, bir paşanın konağında büyümüş bir köledir. Sekiz yaşından itibaren gizlice para biriktirir. Yıllar sonra hatırı sayılır miktarda parası olmuştur. Sohbet, evde bulunan ahlâksız kahyanın çirkin teklifini kabul etmeyince onun tertip ettiği entrikaya kurban gider. Halbuki Sohbet’in efendisine olan muhabbet ve sadakati bir derecede idi ki dünyada “Cenab-ı Hak’tan sonra efendisini tanır, efendisini sever, efendisinden korkar” (83) dı. Sohbet, bulunduğu evde dürüstlüğüyle dikkat çeker. Hatta efendisi ona akrabasından olan Lâtife Hanım’ı bile vermeyi düşünür. Fakat evde, dindar ve sofu görünüp bütün sahtekârlıkları yapan kahya Cemal Ağa, Sohbet Ağa’yı çekemez. Hatta onu dürüst olmayan bir sevgiyle sevmeye başlar ve yüz bulamayınca sohbetin başına bir çorap örer. Sahte dindarlık ve sofuluklar yapan Cemal Ağa, bir bayram günü Sohbet’i şehevî duygularla öperek bayram günü öpüşmenin sevap olduğunu söyler (85). Kahya Cemal Ağa, paşanın paralarını çalar. Yapılan arama sonucunda, Sohbet’in odasında bulunan yüklü miktardaki para onu suçlu duruma düşürür. Hapse atılan Sohbet, daha sonra firar ederek

Kahya Cemal Ağa’yı öldürür. Oradan kaçıp İstanbul’a gelir ve sandalcılık yapar. Bundan sonra Acem Ali Bey ile Sandalcı Sohbet Ağa samimî arkadaş olurlar.

Bu iki arkadaş, haksızlıklara tahammül edemeyen fıtrata sahiptirler. Kim haksızlık yaptıysa ona cezasını vermek için beraberce haksızı cezalandırırlar. Günlerden bir gün bu iki arkadaş, Mergup Bey’in, Dürdane Hanım’a yaptığı haksızlıkları konuşurlar. Sonunda, Mergup Bey’i öldürmeye karar verirler. Bu sırada Sandalcı Sohbet, daha önce başından geçen hikâyeyi, -Cemal Ağa hikâyesini- yukarıda belirttiğimiz şekilde Acem Ali Bey’e anlatır. -Cemal Ağa’yı haklı olarak öldürdüğü hâlde pişman olduğunu ve bunun cezasını âhirette veremeyeceğini söyleyerek onu Mergup Bey’i öldürmekten vazgeçirir (101). Sözlerine devam eden Sohbet; "Bir katil, beş senede döktüğü kanın cezasını çekmiş oluyor ise de onun manevî cezasını ömrünün son gününe kadar çekeceği gibi âhirette nasıl olacağını da ancak Hz. Adil-i mutlak bilir" (101-102) der ve yaptıklarına çok pişman olduğunu belirtir.

Dürdane’ye yardım etmek isteyen Ulviye Hanım, bir gün Dürdane’nin konağına giderek Mergup’un onu aldattığını ve kendisini sevmediğini anlatır. Ayrıca Mergup Bey’le yaşanan gayr-ı meşru hayatın İslâmî kurallara uygun olmadığını Dürdane Hanım’a hatırlatırlatarak onun her gün günah (107) işlediğini söyler. Daha sonra Mergup Bey’den intikam almak için onu Dürdane Hanım’ın konağına getirmeye karar verir. Sahile giderek arkadaşı Sandalcı Sohbet’i arar. Sonra onu bulamayınca o günün cuma olduğunu hatırlayarak Sohbet’in cuma namazına gittiğini tahmin eder. Sohbet, geldiğinde ona "Sandalcı Sohbet’e cami yakışır ya?" deyince, Sohbet: "Hayır efendim! ters söylediniz. Eğer Sandalcı Sohbet camiye yakışır ya? deseydiniz daha doğru olur idi. Zira hiç bir şeye yakışığı olmayan benim! Fakat cami-i şerif asıl benim gibi günahkârlara yakışır. Orası Cenab-ı Allah’ın merhamethanesidir. O haneye merhamete en ziyade ihtiyacı olanlar başvurur ve vurmalıdır. İşte bunun için derim ki cami-i şerif en ziyade bana yakışır!" şeklinde cevap verir ve: "Bu gün cuma olmak hesabıyla bari bir cuma namazı kılayım diye Kılıç Ali Paşa Cami-i şerifine gittim. Cami-i şerifin ruhanîyeti ve namazın kutsiyeti bana o kadar tesir eyledi ki halk camiden çıktıkları hâlde ben çıkamadım. Bir direğin altına oturup boynumu bükerek tatlı tatlı bir ağlayış ile hâlime ağladım ta ikindi vakti oldu. Çıktım bir abdest tazeleyip ikindiyi dahi kılarak buraya geldim" diyerek ona izahta bulunur. Bunun üzerine Acem Ali Bey: "Pekâlâ pek güzel Sohbet! Cenab-ı Hakk ibadetini kabul ve seni mazhar-ı affetsin! Fakat görülecek işlerimize Kılıç Ali Paşa Cami-i şerifi mani olamaz. Bizim işlerimiz de ibadettir. Zira bir mazlumun intikamını alacağız. İhkak-ı hak

edeceğiz!” (114) der. Daha sonra, Sohbet’le beraber Mergup’a cezasını vermek için yola koyulurlar. Ali Bey, Sohbet’i sandalda bırakır, Dürdane Hanım’ın evine giderek olup bitenleri anlatır. Mergup’tan intikam almak istiyorsa yardımcı olacağına söz verir. Dürdane

Hanım ise, Mergup’tan intikam almak için onu evine getirtecek, zehir içerek kendi hayatına

onun gözü önünde son vererek ondan intikam alacaktır. Dürdane’den olumlu cevap alan Acem Ali, Mergup’u gece alarak Dürdane Hanım’ın evine getirir. Orada Dürdane ile Mergup arasında çok acıklı konuşmalar olur. Bu arada Dürdane bunlar gelmeden az önce zehir içmiştir. Konuşmalardan sonra zehir tesirini göstererek Dürdane çok acıklı bir şekilde vefat eder. Orada bulunanlar ne yapacaklarını şaşırırlar. Onun ölüm anını gören sadık dadısı Gülbeyaz Kalfa, ne yapacağını şaşırır. “Ağlamak mı lâzım Kur’an okumak mı yoksa, aman yarabbim! diye Cenab-ı Hakk’a veyahut kızım Dürdanem!” (124) diye bağırmak mı lâzımdır. Orada bulunanların her biri bir şeyler söyleyince Dürdane’nin hizmetçisi Gülbeyaz, bu dava ve intikam âhirete kaldı diyerek evi terk etmelerini söyler. Oradakiler de üzüntülü bir şekilde evi terkederler.

Romanın sonunda Ulviye ile Sandalcı Çerkez Sohbet Ağa evlenirler. Dürdane’nin ölümünden altı ay sonra da Mergup Bey, âşık olduğu başka bir kız ile evlenir ve on beş gün sonra Mergup’un evlendiği bu kıza âşık olan bir kişi, Mergup’u öldürür. Dolayısıyla dünyada cezasını çekmiş olur. Cenazesine Gülbeyaz, Ulviye ve Sandalcı Sohbet de katılırlar. Cenazede bir yaşlı kadın “Allah taksiratını affetsin” deyince Sohbet Ağa; Gülbeyaz’ın kulağına eğilerek onun daha önce “Dava mahşere kaldı” (125) sözünü hatırlatarak cezanın mahşerden önce dünyada da verildiğine dikkatini çeker.

Romanda yer alan yirmi üç kahramandan on dokuzu Müslüman dördü Hristiyandır.

Müslüman olanlar: Çerkez Sohbet, Ulviye Hanım, Ayşe Ebe, Gülbeyaz Kalfa, Dürdane Hanım, Mergup Bey, Ataullah, Dürdane Hanım’ın babası Halveti Efendi, ihtiyar bir kalfa

olan Gülcemal, Çerkez Sohbet’in efendisi olan Paşa, Cemal Ağa, Lâtife Hanım, haremağası

Mansur Ağa, bir uşak, Ulviye Hanım’ın uşağı, Hameleci Mehmet Ağa, biri Arap diğeri

beyaz iki cariye ve Dürdane Hanım’ın eski nişanlısı doktor olan Memduh Bey. Hristiyan

olanlar: Şirket-i Hayriye vapurunda kömürcülük yapan Muşlu bir Ermeni, yankesici ve hırsız

olan Papazoğlu Andon, İngiliz tabip ve bakkal Beduş Ağa. Burada isim ve mensup oldukları dinleri belirttiğimiz kahramanların birçoğunun dinî duyguları ile ilgili bir işaret yoktur.