• Sonuç bulunamadı

AHISKA VE AHISKA TÜRKLERİ- TÜRKLERİ-NİN GÖÇ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Belgede KONYA KİTABIXVII (sayfa 146-150)

ILGIN MECİDİYE KÖYÜ ÖRNEĞİ

1. AHISKA VE AHISKA TÜRKLERİ- TÜRKLERİ-NİN GÖÇ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Coğrafi konumu bakımından Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan Ahıska, Ardahan iliyle sınırı teşkil etmekte ve yakın dönemlere kadar Os-manlı toprakları içerisinde yer almaktaydı. Bugün Gürcistan Cumhuriyetinin sınırları içerisinde kalan Ahıska kadim bir Türk yurdudur. Ahıska isminin etimolojisine baktığımızda Dede Korkut Kitabı’n-da Ak-Sıka olarak geçmekte ve Ak-Kale anlamına gelmektedir (Zeyrek, 2001: 8). Bölgenin ismi

Gür-cü kaynaklarında Sa-mskhe/Meskhi yurdu, Akhal-sikhe/Yeni kale, Sa-Atabago/Atabek yurdu (Kıpçak atabeyliği) şeklinde kullanılmaktadır. (Kırzıoğlu, 1992: 154). Mesketya isminin kökü Mesagertlere dayanan Mesk/meskhi kaviminden gelmektedir.

Bu kavim bölgeye adını bıraktıktan sonra zamanla Hitit, Sümer, Asur vb. gibi tarih sahnesinden kay-bolmuşlardır. Bu kavim burada yaşayan Kıpçaklar içerisinde asimile olmuşlardır (Zeyrek, 2001: 6).

Türklerin Ahıska ve ya Mesketya bölgesindeki varlığı çok eski dönemlere dayanmaktadır. M.Ö.

VI yüzyılda Makedonyalı İskender’in, Kafkas-ya’ya seferi zamanı Kür ırmağı sahilinde yaşayan Bun- Türkleri ve Kıpçaklarla karşılaştığını belirt-miştir (Kırzıoğlu, 1992: 20). Gürcü bilim adamı Takayşvili, bu bölgeyi Türk elleri kabul etmekte ve Bun-Türkler, ya Türkler ya da Turanlılardır, demektedir. Ayrıca Gürcü dil bilimci Marr da, Bun-Türkler sözünün, yerli Türkler anlamına gel-diğini belirtmiştir (Zeyrek, 2001: 7). Zeyrek’e göre bölgenin eski unsurları olan Bun-Türkleri ve Kıp-çak Türkleri Ahıska Türklerinin atalarıdırlar. Yu-karıdan da anlaşılacağı üzere Ahıska, Gürcistan’ın çok eski tarihten beri Mesketya denen bölgesinde yer aldığından dolayı Ahıska Türklerine bazı kay-naklarda Mesketya Türkleri de denmektedir. Ahıs-ka Türkleri her hangi bir farklı etno-lenguistik bir grup değildir. Ahıska bir coğrafi bölgeyi, Ahıska Türkleri tabiri ise burada yaşayan Türkleri kastet-mektedir. Dilleri oğuz dil grubuna dâhil olup Arda-han, Poshov, Oltu, Şavşat’da konuşulan Türkçenin aynısıdır.

Ahıska bölgesine Hunlar, Hazarlar, Kıpçaklar, Selçuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Sa-feviler arasında sırayla el değiştirdikten sonra 1578 yılında (Çıldır Savaşında) Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Kafkasya Seferi ile Safevîlerden alınarak Osmanlı topraklarına katıldı ve merkezi Ahıska şehri olan Çıldır Eyaleti kurul-du. Osmanlı döneminde Anadolu’nun

kuzey-do-ğu bölgesi olan Ahıska sadece eyaletin başkenti değil aynı zamanda kültür ve ticaret merkezi idi.

1928’e kadar nüfusunun çoğunluğu Müslüman ve Türklerden oluşmakta, ayrıca tabii güzellikleri ve zenginliği ile meşhur, Doğu Türkiye’nin Erzurum ve Trabzon’dan sonra en önemli şehri idi (Zeyrek, 2001: 9-17; Demiray, 2012: 878).

İki yüz elli yıllık Osmanlı idaresinin ardın-dan 1828 yılında Osmanlı-Rus savaşınardın-dan sonra Edirne (1829) Antlaşması ile Ahıska ve Ahılkelek Ruslara savaş tazminatı olarak bırakılmıştır. Os-manlı devletinin bölgeyi geri alma teşebbüsleri, zaman zaman küçük başarılar elde edilse de so-nuçsuz kalmıştır. 1877 yılında başlayan ve halk arasında 93 Harbi olarak bilinen savaştan sonra Ruslarla yapılan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaş-ması’yla, Kars, Ardahan ve Batum, Ruslara bı-rakılınca, Ahıska da, bizden iyice uzaklaşmıştır (Zeyrek, 2001: 21).

1917 Bolşevik İhtilali ile Rusya’da Çarlık sis-teminin dağılmasından sonra oluşmuş tarihsel şart-lardan yararlanarak 1918’de imzalanan Brest-Lito-vsk Antlaşması ile Kars, Ardahan ve Batum geri alınmıştır. Bunun ardından “Ahıska ve Ahılkelek halkı, Ömer Faik Numanzade önderliğinde top-lantılar düzenleyerek delegeler seçmiş, Wilson prensiplerinden biri olan self-determinasyon hak-kını kullanarak aldıkları bir kararla Türkiye’ye katılmak istediklerini beyan etmişlerdir. Batum Konferansı’nda Gürcülerin itirazlarına rağmen Türkiye’nin talebiyle Ahıska ve çevresi anavatana birleşmiştir. Fakat Ahıska ve Ahılkelek’in sevin-ci çok uzun sürmemiş ve 1921 yılına kadar bölge Türkler, Gürcüler ve Ruslar arasında birkaç kez el değiştirdikten sonra imzalanan Moskova Antlaş-ması (16 Mart 1921) ile masa başında kaybedilmiş ve Türkiye’nin elinden tamamen çıkmıştır (Zeyrek, 2001; Demiray, 2012: 880).

Bu tarihten sonra Ahıska’da Sovyet dönemi başlamıştır. Sovyet döneminde Gürcistan

sınır-ları içinde yer alan Abhazlara, Osetlere ve Acara Müslümanlarına özerklik verilirken, Ahıska Türk-lerine bu özerklik verilmemiş ve Tiflis zimam-darlarına bırakılmıştır. Sovyetler birliğinin idari sınırları içerisinde kalmış olan Ahıska beş büyük bölgeden (Adigön, Ahıska, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka) Abastuman, Azgur ve Hırtız gibi bü-yük yerleşim birimleri ve iki yüzden fazla köyden oluşmaktadır (Şekil,1). Bölgede en baskın unsur Türkler, baskın dil ise Türkçedir. Ahıska hem etnik hem lengüistik olarak Anadolu Türklüğünün deva-mı idi. Fakat Türkiye ile sınır bölgede yer alan bu Türk toplumu Rus Devleti’nin gözünde her zaman potansiyel casus veya düşman olarak görmesine sebep olmuştur. Bu nedenle hem Çarlık hem SSCB döneminde sürekli baskı ve zulme maruz kalmış-lardır.

Ahıskalı Türklere karşı baskılar Stalin döne-minde son haddine ulaşmış ve Türk kelimesinin unutturulması çabaları 1924 yılından itibaren kuv-vetle hissedilmeye başlanmıştır. Bu dönemlerde Ahıskalı Türklere etnik kimliklerini değiştirmeleri için baskı yapılmakta ve soyadlarının sonuna –dze, -şvili vb. gibi ekler ekleyerek Gürcüce yapılmaya çalışılmıştır. Bu yerli Türklerin Gürcü olduğunu ispatlamaya çalışan bir sürü uyduruk tezler ileri sürülmüştür. Oynanan bu oyunların farkında olan önde gelen aydınlar, türlü türlü düzme suçlarla tu-tuklanıp ya öldürülmüş ya da sürgün edilmişlerdir.

Özellikle 1930-1937’li Sovyetler birliği içerisinde Türklerin yaşadığı tüm bölgelerde ve Aynı za-manda Ahıska’daki Türk ve Müslüman aydın ve din adamları sistematik bir şekilde yok edilmiştir.

Onlara yakıştırılan en büyük suçlar ise Türkçülük,

Şekil 1 Ahıska’nın Coğrafi Konumu. Kaynak: www.ahiskalilar.org

“Türkiye Casusu” ve “rejim düşmanlığı yapmak”

olmuştur (Zeyrek, 2001, Avşar ve Tunçalp 1994:

19-21).

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Sta-lin Türk ve Müslüman etnik grupları demagojik bir “işbirlikçi” kelimesi altında suçlu ilan etmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın karmaşık ortamından yararlanarak asırlardır yaşadıkları yurtlarından sür-gün edilmişlerdir. Bu etnik gruplar Kırımlı Türk-ler, ÇeçenTürk-ler, İnguşlar, Balkanlar, Karaçaylar ve Ahıskalı Türklerden oluşmaktaydı. Sürgünün son kafilesi olan Ahıskalı Türkler 15 Kasım 1944’de eli silah tutan bütün erkekleri (40 bine yakın) Sov-yet saflarında Faşistlere karşı savaşırken geride ka-lan kadın, çocuk ve ihtiyarlar soğuk bir kış günü hayvan vagonlarına doldurularak gayri insani şart-larda vatanlarından koparılmış ve orta Asya’nın en olumsuz hava şartlarının olduğu bölgelere sürül-müşlerdir (Özcan, 2002: 100; Buntürk, 2014: 87;

Aydıngün, 2014: 44).

Bu gayr-i insani koşullarda haftalarca süren yolculukta sürgün yerine varmadan resmi rakamla-ra bakılırsa 200 küsur, fakat gayri resmi rakamla-rakamlarakamla-ra göre 17 bin kişi hayatını kaybetmiştir (Avşar ve Tunçalp 1994: 23). Sürgünün ilk yılları da oldukça zor geçmiştir. Soğuk, açlık, hastalıklar sonucunda özellikle çocuk ölümleri çok fazla olmuştur. Eksi 30-40 dereceyi bulan Orta Asya çöllerinde 14. 895 kişi, hayatını kaybetmiştir (Özcan, 2002). Özbe-kistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a aile birliği ve akrabalık ilişkileri gözetilmeden dağıtılan Ahıska Türkleri 12 sene sıkıyönetim altında tutulmuş ve dolaşım yasağı ile asimile edilmeye çalışılmıştır.

Bu yasak Stalin’in ölümüne (1956) kadar sürmüş-tür. 1957 yılına gelindiğinde Stalin döneminde sür-gün olan halklara vatanlarına dönüş izni verilmesi-ne rağmen Ahıskalı Türklere bu izin verilmemiştir.

Bu tarihten sonra vatanlarına dönmek için müca-deleye başlamışlardır. Vatanlarına yakın bölgelere özellikle Azerbaycan’a göç etmeye başlamışlardır.

Ahıska Türkleri için en vahim durumlardan birisi de sürgün edildikleri bölgelerdeki yerli hal-kın gözünde SSCB tarafından kasıtlı olarak oluş-turulmuş suçlu imajıdır. Dolayısıyla sürgünün ilk yıllarında Orta Asya Türkleri bu halka suçlu, de-yim yerindeyse öcü muamelesi yapmışlardır. Fakat zamanla onların Türk ve dinlerine bağlı Müslüman olduklarını görmüşler ve evlerini açmışlardır. Yıl-lar içerisinde çok iyi komşuluk ilişkiler kurmuşYıl-lar, çalışkanlıklarıyla bölgenin kalkınmasına katkıda bulunmuşlardır. 1989 yılında Türk tarihine bir leke olarak düşen Fergana olaylarına kadar bu halklarla hiçbir sorun yaşanmamıştır.

Sovyet yönetimi SSCB’nin son dönemlerinde Azerbaycan, Özbekistan ve Gürcistan’da milliyet-çi söylemlerle ortaya çıkan bağımsızlık hareketle-rini önlemek için buralarda yaşayan etnik grupları birbirine düşürüp gerilimi tırmandırmış, etnik ça-tışmaları gerekçe göstererek sert önlemler almış ve çeşitli bölgelerdeki Rus düşmanlığını farklı etnik gruplar üzerine çekmişlerdir. Nitekim 1989 yılında Özbekistan’da uydurma haberlerle Ahıs-ka Türklerine Ahıs-karşı kışkırtılmış Özbek milliyetçi grup Ahıskalılara yönelik saldırılarda bulunmaya başlamış ve kısa sürede gerilim daha da artarak kontrol edilemeyecek noktaya gelmiştir. 3 Hazi-ran sabahı patlak veren saldırılarda resmi rakam-lara göre 116, gayri resmi rakamrakam-lara göre 300’e yakın insan hayatını kaybetmiştir. Olayda 20-30 bin arasında Ahıska Türkü Fergana’dan tahliye edilmiştir. Olayların diğer bölgelere de yayılaca-ğı haberlerinden korkan Ahıska Türklerinin çoğu evlerini, mülklerini bırakarak ve çok sayıda can kaybı vererek Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalmışlardır (Seferov ve Akış, 2008: 401). Fer-gana faciası olarak tarihe geçen olaylar Ahıskalı Türkler arasında ikinci sürgün olarak da nitelen-dirilmektedir. Çünkü bu tarihe kadar dört ülkede yaşamakta olan Ahıska Türkleri bu olaylardan sonra Rusya’nın iç kısımlarına Ukrayna’ya

ka-dar olan geniş bir bölgeye dağıldılar. Bu olaylar farklı sorunlar ve ayrımcılıkların yanı sıra Ahıska Türklerinin bugün de en büyük sorunu olan dağı-nıklık sorununu doğurmuştur. Sovyetler birliğinin dağılması ile birlikte Vatana dönüş çabaları için-den çıkılamaz bir hale büründü. Yine Sovyetler birliğinin dağılmasıyla Türkiye’ye göçler başladı.

Krosnadar eyaletinde 2004 yılında Ahıskalılara yönelik ayrımcılık ve baskılar sonucunda 16 bin kişi ABD’ye göç etmek zorunda kalmış, böylece Ahıska Türklerinin yaşadıkları ülkelerin sayısı ona ulaşmıştır (Şekil, 2).

Toplam sayıları yarım milyondan biraz faz-la olduğu tahmin edilen Ahıskalı Türkler bugün dünyanın 12 farklı ülkesinde ve 4200’ye aşkın yerleşim bölgesine dağılmış olarak hayatlarını sürdürmektedirler (Bayraktar, 2013: 99). Ahıs-kalı Türkler 70 yıldan fazladır bir taraftan va-tanlarına dönüş mücadelesi verirken, bir taraftan yeni göç ve ayrımcılıklarla mücadele etmekteler ve bu kadar dağınıklık içerisinde bütünlüklerini

sağlayan tek unsur olan kültürlerini (dillerini, dinlerini, gelenek ve göreneklerini) korumaya çalışmaktadırlar.

2. AHISKA TÜRKLERİNİN MECİDİYE

Belgede KONYA KİTABIXVII (sayfa 146-150)