• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.3. AB ve ABD Vizyonları Çerçevesinde Geleceğe Yönelik Muhtemel

Ekonomik ve stratejik ihtilafların kamuoyları üzerindeki yansımaları, yönetici kadrolar tarafından AB’nin yalnızca kimliğini değil, dünya üzerinde oynayacağı siyasi ve askeri rolünü de belirleyecek bir tartışma gündemi çerçevesinde yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu gayretin bir cephesini, Atlantik’in iki yakası arasında ‘Avrupa’nın Batı içinde ABD’den farklılıklarını vurgulayarak” vatandaşlarından talep ettiği milli kimlikleri aşan siyasi aidiyet duygusuna meşrutiyet zemini kazandırma arayışı oluşturmaktadır.

ABD’nin kimliğinin ise Avrupa’dan farklılaşması ne Başkan Bush ile ne de 11 Eylül ile başlamıştır. Bu sürecin köklerini daha derinlerde aramak gerekmektedir. Belki, ikiz kulelerin ve Pentagonun vurulmasından sonra uluslararası hukuku zorlayarak kuvvet kullanma pervasız bir davranış olsa da bunun tarihi çok eskilere kadar

109 Joseph La Palombara, “Anti Americanism in Europe: Corparote and National Dimensions”, American

Foreign Policy Interest, No.26, 2004, s.323

110 Eleanor J. Morgan ve Steven Mc Guire, “Transatlantic Divergence: GE Honeywell and the EU’s

Merger Policy”, Journal of European Public Policy, C.1, No.11, Şubat 2004, s.39.

111 Chris Patten and Pascal Lamy, “Let’s put away the Megaphones”, International Herald Tribune, (9

gitmektedir. Örneğin, ABD’nin Latin Amerika ve Karaibler’de gerçekleştirdiği askeri müdahalelerin çoğunu mevcut uluslararası hukuka uydurmak oldukça güçtür.

Öteki’ni dışarıda bırakacak bir Avrupalı kimliği, milli kimlikleri aşacak kadar evrensel, ABD’yi de dışarıda bırakacak kadar yerel olmak zorundadır. Uzun yıllardır, ölüm cezası ya da Amerikan tarzı kapitalizme karşı ‘sosyal Avrupa’ arayışı gibi hususlarda ABD’ye yöneltilen eleştiriler, Irak Savaşı’yla hem Avrupalılar hem de dünyanın geri kalanında “somut” bir anlam kazanmış durumdadır.

Peki ortak değerleri aşındıran bu derin farklılaşma uluslararası sistemi nasıl etkiler? Bu soruya kesin bir cevap vermek zor gözüküyor. ABD’nin bir “imparatorluklaşma” sürecine girdiğini açıkça görebiliyoruz ve bu sürecin de şu ya da bu yönetime bağlı olmadan devam edeceği ihtimaller dahilindedir.

Avrupa’nın geleceğini ise, aynı açıklıkla görebilmek pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Avrupa’nın yeni kimliği istikrarlı bir süreç içinde oluşmamakta. Batı Avrupa bir barış topluluğu olsa da bu kazanımı idame ettirmek için nasıl bir strateji takip edilmesi gerektiği konusunda bir karar verememektedir. Karar anlarında bölünmenin olması (son Irak krizi) AB’nin ortak bir tutum içine girmesini engelliyor. Hiç kuşkusuz Avrupa konusunda daha iyi düşünenler de var. Charles A. Kupchan, AB’nin halen büyük bir ekonomik güç olduğunu ve bu gücü er geç siyasi ve askeri güce tahvil ederek ABD’nin en büyük rakibi durumuna gelebileceğini, güvenlik politikası geliştirme yolunda adımlar atığını, bazen tek sesle konuşmayı başarabildiğini belirtmiştir. 112

Özellikle, ABD’ye duyulan tepkinin yarattığı zeminden hareketle “emperyal Avrupa” ya doğru geçişin sağlanması öncelikle George W.Bush’un ikinci kez Başkan seçilmesi karşısında Avrupa’dan yükselen ilk tepkilerde güçlü bir Avrupa’ya duyulan ihtiyaç ön plana çıkarılmıştır. “Güç ihtiyacı, rahatsızlık duyulan Amerikan politikalarının süreklilik kazanacağının kesinleşmesiyle izah edilmektedir. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Brüksel’de yapılan iki günlük AB zirvesinde “Bu büyük dünya gücüyle yüzleşen Avrupa’nın şimdi her zaman olduğundan daha çok birliğini ve dinamizmini güçlendirmesi bir zorunluluk olmuştur. Eskisinden daha çok, Avrupa’yı siyasi ve ekonomik açıdan güçlendirmeliyiz” demekteydi.113

112 Charles A.Kupchan, www. Theatlantic.com/issues/2002/11/kupchan.htm, (11.11.2002)

113 Graham Bowley, “Chirac İssues Call for Strong Europe”, International Herald Tribune, (6 Kasım

Tüm ayrılıklara rağmen, bazı ortak inançlar hem AB hem de ABD’yi bir noktada buluşturabilmektedir. Amerikalılar da liberal ve demokratik toplum düzenine inanmakta ve Avrupa’nın “çok taraflılık” anlayışına karşı çıkmamaktadır. Son Irak Krizi’nde tanık olduğumuz gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden karar çıkarmak ve müttefiklerini ikna etmek için gayret göstermiştir. Fakat şu da bir gerçek ki, ABD’nin tek taraflı hareket kabiliyeti var ve istediği zaman öyle hareket edebilmektedir. Avrupa’da ise öyle imkan ve kabiliyet görülmese de “Güçlenen Avrupa’nın “ yapabilecekleri kendi anayasa metinlerine de aynen yansımıştır.

Avrupa Anayasası’nın 41.maddesi, Avrupa silahlı güçlerinin, başka bölgeleri “barış” adına işgal etmesinin ve bu amaçla silahlanmasının önünü açmaktadır. Günter Verheugen’in “AB güçlü bir ordu kurmak zorundadır. AB’nin küresel misyonunu yürütebilmesi buna bağlıdır. Çünkü yapılması gerekenleri artık diplomatlar değil, askerler yapacaktır…” sözleri, önümüzdeki dönemde hatları daha da belirginleşecek “emperyal “ yönelimin açık bir ifadesidir.114

NATO’nun Avrupa için “tehdit” olduğu yüksek sesle söylenmeye başlanırken115, Avrupa Birliği, Aralık 2002’de oluşturulması kabul edilen 60 bin askerlik acil müdahale gücünün ardından, toplam 18 bin askerlik acil bir muharebe birliği daha kurmayı kararlaştırmıştır. “İnsani Güvenlik Doktrini” ile AB, 20. yüzyılın başında sömürgeci Avrupalılara karşı duyulan nefreti, kendi gücü ve yayılma hırsını insani gerekçelerle meşrulaştırmak için kullanan ABD’nin izinde gitmektedir. Bir başka ifadeyle, AB artık Atlantik ötesi ilişkilerde ABD’nin yitirdiği ahlaki/ideolojik üstünlüğü de ele geçirmeyi amaçlayan siyasi, ekonomik ve askeri araçlarla donanımlı bir “emperyal strateji” takip etmektedir.

114 Tarık Tunahan, “Atlantik İttifakı ve İhtilafları”, Siyaset ve Toplum, S.1, Kış 2005, s.54. 115 Jonathan Steele, “Nato is a Threat to Europe and Must be Disbanded”, The Guardian, (8 Kasım

III.BÖLÜM

AB’NİN AKDENİZ ÜLKELERİNE YÖNELİK DEMOKRASİ VE İSTİKRAR POLİTİKALARI

3.1. Akdeniz Bölgesi’nin Genel Durumu

Akdeniz Bölgesi,tarihi geçmişi ve coğrafi konumu ile çok önemli bir ticaret merkezi olmakla birlikte aynı zamanda siyasi açıdan da oldukça karmaşık bir bölgedir.

Akdeniz Bölgesi’nin özellikle ekonomik ve sosyal açıdan çeşitlilik gösteren ülkeleri ve toplumları barındırması Bölgede büyük farklılıkların doğmasına sebep olmuştur. Bir yanda AB üyesi olan gelişmiş ülkeler; İspanya, İtalya, Fransa, Yunanistan, bir yanda Kuzey Afrika ülkeleri; Fas, Cezayir, Tunus, başka bir yanda Ortadoğu’nun her zaman sorunlu ülkeleri; Suriye, Lübnan, İsrail ve AB’ye yeni katılan Malta, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ve AB’ye adaylık sürecinde bulunan Türkiye. Ülkeler arasındaki bu farklılık, özellikle Afrika ve Avrupa arasındaki ekonomik politik, sosyal ve demografik eşitsizlikler çok derindir. Çoğu Akdeniz ülkelerinin yaşadığı siyasi istikrarsızlık, hızlı nüfus artışı,yüksek işsizlik gibi nedenler de kuzey ve güney arasındaki bu yapı eşitsizliğinin daha da artmasına neden olmuştur.

Ekonomik açıdan da Akdeniz Bölgesi’nin güney ve kuzeyi arasındaki farklılığın ne kadar büyük olduğu özellikle bu ülkelerin alım gücü, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla, dünya ticarisi içindeki payları incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin Fransa, İtalya ve İspanya sayesinde kuzey ülkelerinin dünya ticareti içindeki payı oldukça yüksektir; bu ülkeler dünya ticaretinin %15’den fazlasını kapsarken güney Akdeniz ülkelerinin payı ise sadece %3’tür.116

Demografik açıdan incelendiğinde ise; bu eşitliğin güney ülkeleri lehine değiştiği görülmektedir. Zira 1990 yılında ilk defa güneyin nüfusu kuzeyin nüfusunu geçmiştir.117 Bu nüfus farkının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı, dolayısıyla buna bağlı olarak kuzey-güney arası farklılığın da artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

116 Senem Çeşmecioğlu, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı ve Türkiye, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul, 2003,

s.9

Tablo 4. Akdeniz’in Güney ve Batısındaki Nüfus Yapısı118(milyon kişi) Toplam Nüfus 2001 Toplam Nüfus* 2015 Yıllık Ortalama Artış Oranı(%) 2001-2015 Fas 29,2 35,8 1,5 Tunus 9,7 11,7 1,3 Cezayir 30,8 41,9 2,0 Mısır 70,7 79,2 1,7 Ürdün 5,1 6,8 2,4 Lübnan 4,4 5,2 1,3 Suriye 18,8 22,3 2,2 İsrail 6,4 7,5 1,4 Türkiye 65,5 79,4 1,2 Kaynak: http://www.diplomacy.edu/euromed *Tahmini

Yukarıdaki tablodan da görüleceği gibi , AB üyesi olmayan Akdeniz ülkelerinin nüfusu düzenli bir şekilde artmaktadır. Öte yandan 2004’deki genişlemeyle 25 üyeye ulaşan AB’de ise nüfus ya artmamakla yada çok düşük oranda artmaktadır. Buna göre; bugün yaklaşık 450 milyon olan AB nüfusunun 2050 yılında 60 milyon kayıpla 390 milyona düşeceği tahmin edilmektedir.119

Bölgedeki bu ekonomik ve demografik farklılık bölgenin siyasi yapısını da oldukça etkilemektedir. Güney bölgesindeki ülkelerin yönetimleri politik, ekonomik ve sosyal sorunlara yeterli çözüm bulamadıkları için pek başarılı oldukları söylenemez. Bunun sonucunda da bu ülkelerde bazı radikal değişikliklerin meydana gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Güney Akdeniz ülkelerindeki bu gelişmeler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çatışmalar uzun dönem için risk teşkil eden bir durum ortaya çıkarmıştır.

118 Ibid, s.10, Ayrıca bkz., http://www.diplomacy.edu/euromed, (12.05.2005) 119 Ibid, s.11

Akdeniz Bölgesi’nin güneyindeki siyasi istikrarsızlık ve az gelişmiş ekonomiler sadece bu ülkeleri değil ayrıca AB ülkelerini de çok yakından ilgilendirmektedir. Bu bölgeden en büyük göçün AB ülkelerine olduğu düşünülürse bölgenin güvenliğinin ve refahının AB için ne kadar büyük önem arz ettiği de ortadadır. Bu nedenle, AB ülkelerdeki ekonomik reformları ve demokratik değerleri desteklemekte, bu destek Avrupa-Akdeniz Ortaklığının ana fikrini oluşturmaktadır.