• Sonuç bulunamadı

Eylemin kamusal olmasına eşdeğer bir sivil itaatsizlik ilkesi, kaba gücün ve şiddetin dışlanmasıdır. Sivil itaatsizlik eyleminde ifadesini bulan ihlal, sembolik özelliktedir; bundan da protestonun barışçı araçlarla sınırlanması ilkesi çıkar. Ancak şiddetin ne olduğu, sınırlarının nerede başladığı tartışmalıdır. Genel olarak şiddet, bir insanın öteki insanların fiziksel ya da ruhsal yapıları üzerinde baskı kurması olarak tanımlanır. The Shorter Oxford English Dictionary, baskı (şiddet) nın birinci tanımı olarak şunları vermektedir: Güce ya da otoriteye dayanarak sınırlama ya da mecbur etme382. Şiddetin nerede ortaya çıkacağı ve etkilerinin ne olacağı psikolojinin ana sorusu; sosyoloji, siyaset ve diğer sosyal bilimlerin de önemli temalarından biridir383.

Bu konuda çeşitli spekülasyonlar vardır. İşe yarar, kapsayıcı

381 DWORKİN Ronald, “Sivil İtaatsizliğin Etiği ve Pragmatiği”, çev. COŞAR Yakup, Sivil İtaatsizlik İçinde, s. 144.

382 CAPRİOTTİ Emile, The Grounds and Limits of Political Obligation, (New York: Peter Lang Publishing, Inc., 1992), s. 69.

383 Freud’un genel olarak çocukluk bilinci ile açıkladığı şiddet, karmaşık süreçleri izlemektedir. İlgimizi, şiddetin kaynağına çevirirsek, E. Fromm’un bu konudaki açıklamaları hayli manidardır. Ünlü Psikanalist, şiddetin ortaya çıkış biçimlerini irdelerken başlangıç noktası olarak en normal ve masum biçim olan oyunda ortaya çıkan şiddeti ele alır. Nefretten doğmayan bu şiddette asıl amaç yıkmak değildir; beceri gösterisidir. Oyunda ortaya çıkan

bir tanımlama için şu soyut ölçü kullanılabilir. İnsanların, “somatik ve tinsel gelişmelerini potansiyel gelişimlerinden daha geride bırakacak her çeşit etkileme”384 durumunu şiddet olarak nitelemek gerekir. Örneğin okuyup yazma oranının gereğinden daha az olduğu veya orantısız mülkiyet ve iktidar ilişkilerinin bulunduğu bir toplumda, pekala şiddetten söz etmek mümkündür. Şiddet, bireysel ve kolektif, spontane veya örgütlü, çeşitli tarzlarda uygulanabilir; açık ya da gizli, doğrudan ve dolaylı biçimde ortaya çıkabilir. Genel olarak, şiddet tasnifinde katılım hedef, konu, araç, yapı, yayılış ve yoğunluk belirleyici kriterler olarak ele alınmaktadır.

Bireylerin yaptığı ihlaller, yalnızca, sosyal amaçlı olduğunda siyasaldır. Ancak grup ihlalleri, hangi motivasyonla yapılırsa yapılsın sınırlayıcı oldukları için siyasal niteliktedir. Weber’in de ifade ettiği gibi, yasal şiddet kullanımı, diğer bir değişle meşru güç kullanım tekeli, sadece devlete aittir. Kant ise, şiddet-devlet-yasa ilişkisinde, bir uca şiddetin bulunmadığı yasa ve özgürlük ortamı (anarşi), diğer uca da özgürlük ve yasaya dayalı şiddeti (cumhuriyet) koymaktadır. İkinci durumla ilgili olarak Kant aşağı yukarı Hobbes’a paralel olarak “genel bir güç yoksa yasa yoktur; genel bir yasa yoksa adalet yoktur”385 anlayışını benim

semektedir.

şiddetten daha önemli olan şiddet türü Tepkisel şiddet tir. Korkudan doğan bu tür şiddet, bir kimsenin yaşamını, özgürlüğünü, onurunu v.s korumak için giriştiği şiddettir. Amacı yıkım değil koruma olan bu şiddet, ölümün değil yaşamın hizmetindedir. Genellikle tehdit edilme duygusuyla ortaya çıkar. Bunun ikinci biçimi, engellemelerden doğan gerginlikle ortaya çıkan şiddettir. İstekleri ya da ihtiyaçları engellendiğinde hayvanlar ve insanlarda saldırgan şiddet ortaya çıkar. Engellemeden doğan saldırganlığa bağlı olan başka bir tür de gıpta ve kıskançlıktan doğan şiddettir. Tepkisel şiddete benzer bir şiddet türü de öç alıcı şiddet’tir. Öç alma duygusu, ulusal boyuta taşındığında savaşlar biçiminde ortaya çıkar. Bir şekilde yaşama hizmet eden bu şiddet türlerini bir kategoride toplamak mümkünse ödünleyici şiddet diye ele alınacak şiddet biçimi, daha hastalıklı bir şiddet türüdür. Üretici etkinlikler yerine geçen bu şiddet türü, insanın mutlak bir edilgenliğe katlanamamasından doğar. Eylemsizliğin ve güçsüzlüğün sonucu ya bir kişiye ya da gruba boyun eğmek ya da onunla özdeşleşmektir; ya da bu güçsüzlüğü aşmanın yolu, kendinin veya başkalarının yaşamını yok etmektir. Yaratamayan insan yok etmek ister. Ödünleyici şiddete çok yakın olan başka bir tür ise, bir canlı üzerinde tam ve kesin denetim sağlama dürtüsüdür. Bu dürtü, sadizimin özünü oluşturur; ancak cezalandırma korkusu ile bastırılabilirse de bu şiddet, bir boşluk bulur bulmaz tekrar kendisini ortaya koyabilir. Bkz. FROMM Erich., Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, 6.b., çev. SALMAN Yurdanur, İÇTEN Nalan, (İstanbul: Payel Yayınları, 1994) s. 18-29. Benlikle ilgili olarak ele alınan sevgi veya şiddet, nihai olarak bir medeniyet sorunudur. İnsan-insan ve hatta insan-çevre ilişkisinde, içinde yaşanılan medeniyetin genel atmosferi, benlik üzerinde kalın bir tortu bırakmaktadır. İnsan elinin ve zihninin dokunduğu hemen her şey de bu tortunun etkisini görmek mümkündür. FROMM, Erich, Sahip olmak

ya da Olmak, çev. ARITAN Aydın, 4.b., (İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1993), s. 45-50. Sorun, adeta genetikseldir.

Ünlü tarihçi Toynbee’de Batı medeniyetinin pek çok şeyi başardığını, ama ne yazık ki, bu medeniyetin dokularında hoşgörü ve barışın kodlanmadığını itiraf etmektedir. O’na kalırsa, gelmiş geçmiş en büyük beş medeniyetin sonuncusu olan Batı Medeniyeti, teknolojiyi keşfetmiş ama sevgiyi kaybetmiştir. Bu uygarlığın ortaya çıkışı ve onun dayatmalarından pek çok medeniyet nasibini almış, çoğu yıkılıp tarihe karışmıştır. Şiddetin nerede ise yapısallaştığı bu medeniyet, kendisini ölümden kurtaracaksa ve insanlık, bundan böyle yaşayacaksa, Çin, Hint, Japon ve İslam kültürleri tarihi misyonlarını artık acilen yerine getirmelidir. TOYNBEE, Arnold,

Medeniyet Yargılanıyor, çev. UYAN Ufuk, (İstanbul: Ağaç Yayıncılık, 1991), s. 78-80.

384 ÖKÇESİZ, Sivil İtaatsizlik, s. 117., 167 no’lu dipnot. 385 TUNÇAY, Batıda..., C. II., s. 188.

Devlet-şiddet ilişkisinde şiddetin yasal kullanımının devlete bırakılması, tıpkı diğer insanı yeniliklerde olduğu gibi, ikili bir anlama sahiptir. Ateşin bulunuşu yemek pişirmede medenileştirici bir etki sağlarken, aynı zamanda kolayca yakıp yıkmanın aracı olabilmiştir. Buna göre şiddet tekeli, bütün toplum yararına kullanılmalıdır. Bireyin sınırlı ve hukuka uygun (meşru müdafaa) şiddet yetkisini aşan bir itaatsizlik uygulaması, hukuk devletinin, özgürlük ve yasallık ilkeleriyle bağlı bulunduğu şiddet tekelini daima karşısına alacaktır. İktidar ve egemenliğin kurulup korunması için gerekli olan şiddet kullanımı, muhakkak ki devlet için sonsuz bir yetkiyi anlatmamaktadır. Ne var ki, tarihin gösterdiği gibi ateşin hemen tehlikeli bir araca dönüştürülmesi nasıl mümkün olmuşsa, şiddetin devlet tekelinde olması da eski çağ firavunlarından, günümüz diktatörlerine kadar belirli bir azınlığın yararına kullanılabilmiştir. Yönettikleri için bir işlev görmesi gerekirken, şiddet tekelinin denetleyicileri, çoğunlukla, şiddetin kendileri için bir işlev görmesi kaygısında olmuşlardır. XIV. Louis’in “ben devletim” dediği kaydedilmektedir386. Demek ki önemli olan, şiddet tekelinin bu iki işlevi arasındaki dengedir.

Bir itaatsizliğin hukuk devleti içinde sivil olabilmesinin bir şartı da onun kesinlikle şiddetten uzak olmasıyla mümkündür. Şiddetsiz pratik, şiddet arzusunun aşılmasıdır; yoksa, şiddetin tamamen ortadan kaldırılması demek değildir. Örneğin, nükleer bir denizaltı üssünün kapatılması, tamamıyla şiddetten bağımsız düşünülemez. Çünkü böyle bir olayda, en azından işçilerin işyerlerine girme hakkı engellenmiş olur. Sivil itaatsizlik somut bir eylem olduğuna göre ister istemez çevresinde çeşitli değişimler yaratacaktır. Bu değişimler, sivil itaatsizliğin varlık nedeni ve amacı bakımından, şiddetsiz diye nitelenebilecek düzeyde tutulmalıdır. Bu bilgiler ışığında şiddetten uzak olma ilkesi şöyle özetlenebilir: “gerçekleştirilmek istenen protesto amacından kopmayan, protesto karşıtları ile üçüncü kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini dikkate alan bir norm ihlali, sivil olabilir”387.

Şiddetsiz bir eylem fiiliyatta nasıl olur? Bunun arkasında nasıl bir yapı vardır. Şiddetsizlik, hangi motivasyonla bir hayat felsefesine dönüştürülebilir? Bu sorulara cevap teşkil edebilecek iki durumun altını çizmek gerekir. Evvela bilinç düzeyini yükseltip sonra bunun kavgası verilmeli, yani yapılan eylem, bilinçli bir müdahale olmalıdır. Ancak böyle bir şekilde ortaya

386 ELİAS NORBERT, “Şiddet ve Medeniyet: Fiziki Şiddet Üzerindeki Şiddet Tekeli ve Bunun İhlali”, çev. ÇİĞDEM Ahmet, KÖKER Levent, Birikim, S. 38/39, 1992, s. 59.

konulan müdahale şiddetin nedenine yönelebilir. Eylem aşamasında kişi, en az şiddet içeren yolu seçer. Gandhi nin “ahimsa (zarar vermeme) ilkesi”, akla gelen en çarpıcı örnektir388.

İkinci boyut özneldir. Benliğe bir şiddet düzeyi tanımak ve onu kabul etmektir. Kısacası şiddetsizliği seçen kişi acı çekmeyi kabul eder; bunu sadizmin egosal tersi olan mazoşizm adına yapmaz. Mazoşizm ve sadizm birbirinin aynadaki karşılıkları gibidirler ve tatmin olmayan bir tinsel gururu gösterirler. Şiddetsiz kişi, acı çekerek ve “ahimsa”ya göre davranarak şiddetin kendisini yeniden ürettiği intikam döngüsünü kırar. Bu bakımdan yeni çağın barış jargonu aslında hiç bir anlam ifade etmez389. Kaldı ki herkes barış ister. Hitler, Pol Pot, Ariel Şaron hepsi de barış istemişlerdir; ama kendi şartlarıyla, yani efendilerin barışını.

Şiddetsizlik, şiddetin fark edilmesinden çok daha fazla bir şeydir. Şiddete asla yönelmeyen eylemci, acı çekmeyi -gözcülük yapmak, açlık grevi tutmak, hapse girmek ve ölmek her şey olabilir- kabul ederek sorumluluk yüklenir. Yani bizzat şiddet üretilmemekte, yerine göre, her türlü şiddete katlanılmaktadır. “Fenalık yapmak mı, yoksa ona maruz kalmak mı tercih edilmelidir?” şeklindeki bir soruya muhatap olan Sokrates, böyle bir tercih kaçınılmaz ise, fenalığa maruz kalmayı seçmenin daha doğru olacağını belirtmiştir. Gandhi, Martin Luther King gibi simge olmuş sivil itaatsizler de daima katlanmışlardır. Amacı uğruna defalarca hapse giren King, kapatıldığı ceza evinde kaleme aldığı bir mektupta, yandaşlarının eylemlerinde esas alacakları dört ilke tesbit etmiştir. Bunlar: a) adaletsizliğin varlığının tespiti için materyal toplanması, b) görüşmeler, c) öz arınma d) doğrudan eylem. Aynı mektupta, King sık sık eylemlerinin şiddete ve yıkıcı gerginliklere karşı olduğunu tekrarlamaktadır390.

Sivil itaatsizlerin şiddetsizlik felsefelerinin özünün, bir tür vicdanileştirme olduğu anlaşılmaktadır. Onların yazıları ve eylemleri, daha doğrusu yaşamları, acı çekmeyi ve sorumluluğu benimsemenin, şiddetsizliği seçen bir ruha genel bir açılım sağlayacağı huzurunu telkin etmektedir391.

Sivil itaatsizliği, diğer şiddet dışı eylemlerden ayırmak amaçlandığında, bir uca nefret içermeyen şiddet, diğer uca da pasifizm konulursa, sivil itaatsizlik ortalarda bir yerde bulunur. Şiddetten nefret eden biri, dayanılmaz bir kötülükle karşılaştığında ona karşı tek yolun güç olduğunu fark eder. Bunun dışında bazı kişiler, yahut gruplar güce sahip olmadığı için şiddet

388 KOEL Joel, Tarih ve Tin, çev. PEKİNEL Hakan, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994), s. 180. 389 KOEL, a.g.e., s. 181.

390 KİNG Martin Luther, “Letter From Bırmıngham City Jail”, Civil Disobedience içinde. Ed. BEDAU Hugo Adam, (New York: Chapman and Hall, Inc. 1991), s. 69.

kullanamazlar. Bazen şiddet kullanmaksızın da nefret ortaya çıkabilir. Söz konusu hallerde şiddet kullanmamak bir prensip değil, şartların getirdiği zorunlu bir yöntemdir392. Her iki tavrın ortasında sivil itaatsizlik bulunur. Gandhi’nin, King ve pek çok sivil itaatsizlik eylemcisinin itaatsizliğinin özü bu tavra dayanır. Şiddet reddedilir. Ancak ondan prensip olarak tiksinti duymaktan ziyade, bir tavrın kesin ifadesi olması dolayısıyla, şiddetten kaçınılır. Rawls da, şiddeti aynı nedene bağlı olarak reddetmektedir. Gerçekten Rawls’un adalet teorisi, onun moral (ahlaki)görüşünün bir parçasıdır. Ona göre, bizim insanlar olarak hayvanlarla olan konumsal ilişkilerimiz de böyle bir ahlakiliğin parçası olmalıdır. Bu konuda şöyle demektedir: “Bizim hayvanlara her hangi bir adalet borcumuz olmasa da onlara karşı zalimce davranmak yanlıştır”393. Bu görüşü, ahlakın bir parçası olan adalet nosyonu ile haklılaştırılan sivil itaatsizlik ile birleştirirsek şöyle bir sonuca varabiliriz. İnsanları incitip yaralayacak şiddet eylemleri, çağrı amacıyla uyumlu olamaz. Filhakika, sivil itaatsizlik vicdani ve derin kanaatleri ifade eder. Bu nedenle söz konusu eylem ancak uyarıp ihtar edebilir; tehdit edemez.

Devletin kullandığı şiddet, nasıl ki temel özgürlüklerle sınırlı ve yasayla bağlı ise; sivil itaatsizliğin amaçlanmayan ama kaçınılmaz olan şiddeti de üçüncü kişilerin özgürlükleri ve temel hakları ile kayıtlıdır. Savunulan temel hakkın ve özgürlüğün, çiğnenen haktan daha üstün olması zorunluluğu, yani bir bakıma fayda-maliyet analizi dengenin korunması bakımından önemlidir.

Şiddetsizliğin içselleştirilmesi göz ardı edilerek yapılacak sivil itaatsizlik tanımları, yetkinlikten son derece uzaktır. Modern devletin ayırıcı özelliğinin uyum değil “siyasal çatışma” olarak belirleyen teoriden hareketle bu dönemde sivil itaatsizliği siyasal çatışmanın somut bir tezahürü olarak ele almak394

şeklindeki yorum, kanaatimizce önemli bir nüansı gözden kaçırmaktadır. Son bir çare olarak başvurulan bir eylem olması dolayısıyla sivil itaatsizlik, her şeyden önce barışçı bir yoldur; nihai olarak hedeflenen daima uzlaşmadır Devlet yönetimini ele geçirmenin ya da hükümeti etkilemenin aracı olarak siyaset, Batılı literatürde, uyumdan çok iktidar mücadelesi olarak tanımlanır. Uzlaşmanın olsa olsa tinsel (ruhsal) değil, pratik bir amacı olabilir. Batı literatüründe ve pratiğinde çatışma, genellikle uzlaşmazlıkla bir tutulmuştur; uzlaşmazlığın kaynağı da karşı taraftır. Bu kültürde, ötekinin

392 FREEMAN A. Harrop, “Sivil İtaatsizlik Üzerine Görüşler”, çev. ARSLAN Hakan, s. 115. 393 SİNGER Peter, Democracy and Disobedience, s. 89.

394 SARIBAY Ali Yaşar, “Türkiyede Demokrasi ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye Dergisi, Bahar-1997, S. 6., s. 35.

(karşıtın) çatışmanın çözümüne ilişkin “evet”inden (onay, rıza) çok, yenilgisi önemlidir395. Çünkü bu yolu seçen bireye göre, kendisinin değil, karşı tarafın değişmeye ihtiyacı vardır. Bu, Batı dünyasında şiddet karşıtlığının ciddi bir tavır haline gelememesinin önemli bir nedenidir. Rekabet kültürü içerisinde kimin haklı olduğunu “güç” belirler. Çoğunluk kültürü içerisinde, kaybeden tarafın (belki % 49) alınan karar konusunda ikna olup olması önemli değildir. Muhaliflerin alınan karara katlanması gerekir. Mesele, daha genel anlamda ele alındığında, Freudcu terimlerle ifade edilirse, Batılı tavır, güçlü “ben”ler dayanır. İnsan-doğa ilişkisinde de aynı durum geçerlidir. Doğa, üzerinde hakimiyet (herschaft) esastır; o, kendi için (an sich) değil, insanlar için (für mich) vardır396.

Sivil itaatsizlikle ilgili olarak çatışma -şayet çatışma demek mümkünse- düşüncesinin ve buna denk düşen davranışın ne olumsuz olması, ne de nefret ve yıkıcılıkla dolu olması gerekir. Şu ana kadar ki sivil itaatsizlik-şiddetsizlik analizinde ortaya çıkan önemli bir takım vurguları, maddeler halinde şu şekilde vermek mümkündür.

a) Şiddetsizlik, çelişkileri çözmek için şiddete yapıcı bir alternatif oluşturur; olumlu ve pozitif bir gücün varlığına işaret eder.

b) Şiddet, şiddetle bertaraf edilemez. Mazoşist bir tutku ile değil, bilinçli olarak katlanmakla ancak şiddet ortadan kaldırılabilir. Şiddete, karşı (mukabil) bir şiddet uygulamak, sadece ussal açıdan değil, psikolojik olarak da çelişkilidir.

c) Sivil itaatsizlikte amaç, aracı kutsamaz. Amaçla, araç arasında tam bir uyum olmalıdır. Bu bakımdan, yüce amaçlar adına girişilen hareketlerde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan şiddet, yalnızca minimum düzeyde kaldığı takdirde, hedeflenilen amaçla çelişmediği kabul edilir.

d) Şiddetten arınmışlık, evrensel bir ilkedir ve her yerde uygulanabilir. Her cebri meydan okumanın buna mukabil şiddetten arınmış bir cevabı vardır\ olmalıdır. Sivil itaatsiz, şiddet üretmeye gücü yetmediğinden değil, intikam duygusunu yenebildiğinden, bu şekilde hareket eder.

395 GALTUNG, a.g.m, s. 217.

396 GALTUNG Johan, Bir Başka Açıdan İnsan Hakları, çev., SÖZEN Müge, (İstanbul: Metis Yayınları, 1997), s. 26.