• Sonuç bulunamadı

Bunlar, Çoğulcu Sivil Toplum, Katılımcı Sivil

Toplum ve Asgari Devletçi Sivil Toplum modelleridir. Birincisi ve sonuncusunu liberal sağ

düşünce, ikincisini ise Neo-Marxist sol akım geliştirmiştir. Her üçünün de ortak amacı, merkezi devlet otoritesinin toplumsal hayata müdahalesini asgariye indirmektir. Ne var ki, bu kuramların kalkış noktası birbirinden tamamen farklıdır. Sırası ile bu kategorileri, daha detaylı olarak ele almak yerinde olacaktır.

A- Çoğulcu Sivil Toplum

İkinci Dünya Savaşından sonra, çoğulcu demokrasi kuramının geliştirdiği ilk sivil toplum modeli, temel hak ve özgürlükler açısından devletin yeterince sınırlanabildiği Batı toplumlarında, özellikle A.B.D’de, ortaya atılmıştır.

242 FIORI G., Bir Devrimcinin Yaşamı: A. Gramsci, çev. Kudret Emiroğlu (Ankara: V Yayınları, 1989), s. 218.

Locke, Bentham ve Mill etkisindeki İngiliz liberalleri, sivil toplum içerisinde sınıf varlığını ve diğer bölünmeleri bir dereceye kadar normal karşılamışlardır. Amerikan siyaset teorisinde ise bu kabil bölünmeler, muhtelif teorisyenler için daima özel bir haz kaynağı olmuştur. Türkçe’ye çoğulculuk diye çevirebileceğimiz bu anlayış (plüralizm), esas olarak Amerikan siyasal birikimine işaret etmektedir. Başta R. Dahl olmak üzere Charles E. Mariam ve Arthur F. Bentley gibi A.B.D yazarları, plüralizmin en önemli çağdaş temsilcileridir244.

Çoğulcu sivil toplum düşüncesinde devlet, nötr bir olgu sayılmış, bunun doğal sonucu olarak sivil toplum, çıkar gruplarının aktif varlığına dayanmıştır. Bu kuram; özü itibarıyla devleti asgariye indirmeyi değil, çıkar gruplarının dinamiği ile onu azami etkilemeyi öngörmektedir. Bilindiği gibi yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılmasını öngören kurumsal çoğulculuk, Montesquieu’ya kadar geriye götürülebilmektedir. Keza, Amerikan anayasasının ilk mübeşşirleri de Federal Birlikteki (A.B.D) kanunların ruhuna dikkat çekmişlerdir. Özellikle, Medison kuvvetler ayrılığı prensibine, hür bir yönetimin ayırıcı niteliği olarak bakmıştır245. Çağdaş düşünürlerin pek çoğu, bu kurumsal çoğulcu yapıyı yeterli görmemektedir. Onlara göre bu kurumsal çerçeve içine girmeyen, sosyal yapıdaki denge ve denetim örgütleri olan çıkar grupları demokrasinin hayat damarları gibi bir fonksiyon icra edebilir.

Çoğulcu demokrasinin kuramcılarından R. Dahl, demokrasiye yönelimin en azından, genel yarışma ve katılma hakkı gibi iki temel boyutu içerdiğini belirttikten sonra, birinci hakkın ancak ikincisi ile anlamlı olabileceğini vurgulamaktadır. Hatta bunlar, söz konusu yazara göre ancak biçimsel bir demokrasinin asgari şartlarıdır; olgun demokrasiler daha başka şartları gerekli kılar. Dahl’ın, çeşitli yetersizliklerden uzak, demokratik bir yönetimi nitelemek üzere ileri sürdüğü “poliarşi”246;

kudretin, ne doğrudan demokraside olduğu gibi eşit dağıtıldığı ve ne de oligarşideki gibi bir avuç azınlığın eline verildiği bir yönetim biçiminin adıdır.

Kendisinden önceki plüralistler gibi, Dahl, insanın sosyal varlığı ve siyasal davranışını açıklayan şu parametreleri kullanmaktadır:

1) Sosyal bir varlık olarak insanın ihtiyaçları ve bir arada yaşamasının avantajları, siyasal toplumu meydana getirir.

244 KNUTTILA Murray, State Theories, 2 baskı, (Halifax: Fernwood Publishing, 1992), s. 63.

245 BRYCE James, Amerikan Siyasi Rejimi, çev. ATAÖV Türkkaya & PAYASLIOĞLU Arif, (İstanbul: Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1962), s. 87.

246 DAHL A. Robert, POLYARCHY, Participation and Opposition, (Michigan: Book Crafters İnc, 1971), s. 6-8.

2) Fakat, insan hemcinsleri ile çatışmadan yaşamaya da muktedir değildir.

3) Böylece, insanlar, toplum hayatını mümkün ve katlanılabilir kılacak dengeleyici yolları ararlar.

Dahl’a göre insan topluluklarında düzeni sürdürebilmek için, otoritenin ya da sosyal iktidarın bazı formları gereklidir. Siyasal kurumlar olmaksızın bunların işlemeleri mümkün değildir. Amerika Birleşik Devletlerinin, rıza ve eşitliğe dayanan bir hükümet formu benimsemesine rağmen uygulamada pek çok olumsuzluğun yaşanması, ona göre bu iddianın geçerliliğinin somut bir kanıtıdır. Şu var ki, bu sorun herhangi bir devlete ve topluma ait olmayıp evrenseldir:

“Hükümetlerin, haklı (meşru) iktidarlarını yönetilenlerin rızasından niçin türetmeleri gerektiğini söylemek nispî olarak kolay olsa da, hükümetlerin bunu nasıl başarabileceklerini ortaya koymak zordur. Bu zorluk, insan doğasındaki kaçınılmaz çatışma unsurlarından kaynaklanmaktadır. Buna göre insanlar, uyuşamadıkları zaman onlarla ilgili bir karar, nasıl onların rızasına dayanabilir”?247.

Siyasal eşitlik varsayımı, farklı gruplar ve sürekli çatışan bireyler arasında rızanın nasıl sağlanacağı problemine ilaveten, en başta kişisel maharetleri ve Allah vergisi yeteneklerden kaynaklanan eşitsizlikleri hesaba katmamaktadır. Ayrıca, gelir ve eğitimde yerleşik eşitsizliklerin bertaraf edilememesi ve nihayet, büyük ölçekli organizasyonlardaki kütle katılımının imkansızlığı gibi pek çok siyasal eşitsizlik nedeni vardır248.

Kısaca, çoğunluk yönetimine dayanan demokrasi, azınlıkların temsili dahil olmak üzere oldukça ciddi teorik ve pratik problemlerle karşı karşıyadır. Bu gibi kaygıları dile getirdikten sonra Dahl, alternatif sistem olarak, azınlık yönetimi ve bazı elitist hükümet biçimlerini tartışmıştır. Taşıdığı prensiplerin ihlal edici yanlarına dikkat çekerek azınlık yönetimini bir çırpıda reddetmiş, her iki yönetim biçiminin (çoğunluk ve azınlık yönetimleri) olumlu yanlarını birleştiren “poliarşi”yi esaslı bir çözüm yolu olarak takdim etmiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla poliarşide, iktidarın, sadece yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmesi yeterli görülmemiş; toplumsal yapının çıkar grupları denen öteki sivil örgütlerine, devletin kural koyma faaliyetlerini etkileme yolu açılmıştır. Temsili demokrasinin verimli işlemesi, bu çıkar gruplarının taleplerine duyarlılıkla açıklanmaktadır. Bu varsayıma göre,

247 KNUTTILA, a.g.e, s. 72. 248 KNUTTILA, a.g.e, s. 73.

temsili kurumlar kural koyarken, ister istemez çıkar gruplarının isteklerini dikkate alacaklardır. Yurttaşların seçimde verdiği karar, tek başına yeterli olmaz. Siyasal toplum dışındaki bu örgütler, kendi güçleri oranında devleti etkilerler. Bu arada karşıt çıkar grupların taleplerinin de etkisiyle toplumsal dengeye varılır. Böylece, bir yandan siyasal toplumun (devletin), keyfi bir tarzda işlemesinin önüne geçilir; diğer yandan onun, çıkar gruplarından biri lehine ağırlık koyarak sivil yaşamı haksızca düzenlemesi ihtimali asgariye indirilmiş olur.

Ne var ki bazı olaylar, Dahl’ın varsayımlarını geçersiz kılabilecek doğrultuda gelişmektedir. Kapitalist dünyada çok uluslu firmaların, dev şirketlerin hızla büyümesi, sermaye-emek dengesini giderek birincisinin lehine bozmaktadır. Bu oluşumlar, gerçekten devletin para, banka, istihdam, vb. siyasetinin ana belirleyicileri haline gelebilmişlerdir. Başka bir değişle, çoğulcu demokrasinin öngördüğü sivil toplumda kapitalist şirketlerin gücü (seçimle gelmeyenler) devleti bir bakıma tutsak almaktadır.

Gerçekten çağdaş liberal demokrasilerin tam bir ahenge sahip olduğu doğru değildir. Şöyle ki satıh üstünde eşitlik, özgürlük, yarışma, temsil, sistemin varlık temellerini açıklayan kavramlar olarak mevcut olsalar da realitedeki oluşum, çok iç açıcı değildir. Üretim araçlarındaki özel mülkiyetin, miras yoluyla gelişen bir eşitsizlik yaratmasına paralel olarak liberal demokrasilerin bağrında temel bir çelişkinin gelişmesi kaçınılmazdır. Liberal demokrasiyi yaşatan hayati ilkeler, bir noktadan sonra eşitsizlik doğurmakta bunu da peyderpey, kapitalist mülkiyete dayalı yeni bir aristokrasinin doğuşu izlemektedir. Kısaca, zenginlik ırsiyeti, asalet ırsiyetinin yerini kolayca alabilmektedir. Nitekim, özellikle ikinci sanayi devriminden sonra Birleşik Devletlerde, o zamana kadar görülmemiş acımasızlıkta bir imalatçı aristokrasi yükselmiş, aynı dönemlerde Fransa’da devlet, nerede ise bankerlerin eline geçmiştir249.

Çoğulcu Demokraside (poliarşide), topluma siyasal müdahaleyi asgariye indirecek çıkar grupları dengesi varsayımı, pratikte aldığı yaralarla hayli tartışılır duruma gelmiştir. Nitekim,

İktidar Eliti adlı kitapta (The Power Elite) Birleşik Devletlerdeki durum pek vahim olarak

betimlenmektedir. Kısaca, Amerikan siyasal ve sosyal tablosu şöyle bir manzara arz etmektedir. Birleşik Devletlerde siyasal sistemin başındaki elitler ile iktisadi elitler arasında çok yakın oligarşik bağlar vardır250.

Yönetici eliti oluşturan çevrelerin erkleri eşit değildir. Çoğu zaman asayı elinde tutan şirket şefleri, siyasal alanın egemenleri olan politikacıları geri

249 DUVERGER, Batının...s. 77-78.

plana itebilmektedir. Yürütme organı önderliğinin dışarıdan gelenlerin (şirket avukatları, yatırımcı bankerleri, demir-çelik patronları ve otomobil kralları) eline geçmesi hayretle karşılanacak bir gelişmedir251. Görüldüğü gibi çoğulcu demokrasi, dengeli ve çok merkezli bir devlet düzeni ve demokrasi amacından hareket etse de, bu düzlemde ortaya çıkan sivil toplum, sermaye monarşisine dönmüştür.