• Sonuç bulunamadı

1. DEVLET-TARİKAT İLİŞKİLERİNİN İDEOLOJİK ZEMİNİ

1.1. Davranıştan İdeolojiye: Tarikatların İdeolojisine Yön Veren Unsurlar

1.1.5. Mistik Lider Şeyh Merkezli Bir Dünya

1.1.5.2. Şeyh ve Kutub

Sözlükte kutb kelimesi (çoğulu aktâb) değirmenin mili, eksen demiri, eksen; gök- yüzünün kuzey yarım küresinde bulunan yıldız, bir topluluğun yöneticisi gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise “Velîler zümresinin başkanı, dünyanın ve âlemin manevi yöneticisi olduğuna inanılan en büyük velî” (Ateş, 2002:498-499) manasında kullanılmış, onun işgal ettiği makama da kutbiyyet denilmiştir.110 “Kısaca kutub, tasarruf sahibidir. Ve o, bu tasarrufu kader-i ilâhî programının dışında, Allah’ın iradesine rağmen kullanamaz; Kutbü’l-Aktâb, Kutbü’l-Ekber, Kutbü’l-İrşâd en büyük veliye verilen isimler olup halkı Hakk’a götürmekle görevlidirler” (Cebecioğlu, 2009: 161; Molla Camii, 2011: 50-54). Hücvîrî’ye göre ise kutub zahir ve bâtın, maddî ve manevi bütün varlıkların ekse- nidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Allah Teâla velileri âleme vali kılmıştır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir. Semadan yağmur onların bereketine, yüzü suyu hürmetine yağar. Yerden bitkiler onların hallerindeki safa sebebiyle biter. Müslümanlar onların himmeti ile kâfirlere karşı zafer kazanırlar (Hucviri, 2010: 276). Ticani Tarikatının Şeyhi Ahmet-Ticani ise son derece açık ve ayrıntılı bir şekilde kutbun hasletlerini saymıştır:

“Kutupluk bütün ayrıntılarına kadar âlemin tümünde Hakk’a (Allah’a) hilafeti uzma- dır… Allahtan ne olursa olsun, yaratıklara her şey ancak kutbun hükmü ile ulaşır. Zerresine va- rıncaya kadar, âlemdeki her varlığın varlığını sürdürmesi kutbun ruhaniyeti ile olur. Kutupsuz bütün kâinat, ruhu olmayan hayaletlerden ibaret olur… Onun zevki dışında ariflerin ve evliya- nın hiçbir mertebesi olmaz. Hepsinde tasarruf eden ve sahiplerine kaynaklık eden odur… Var- lıkların varlıklarını sürdürmesi ancak onun sayesindedir. Bu da ondan bütün kullara bir rahmet- tir… Âlemde var olması külli ruh için bir hayattır… Allah’ın bütün sırlarına muttali kılması, bütün feyizlerini ona vermesi ve ilminin ihata ettiği her şeyi ona bildirmesidir… Hiçbir zaman Kutbu’l-Aktap ile peygamber arasında bir perde bulunmaz. O nerede olursa olsun Kutbu’l ak- tabın gözleri onu görmekte ve ona bakmaktadır. Hiçbir lahza ondan gizli kalmaz.” (Aktaran: Sarmış, 1995: 185).

Bütün bu hasletlerin pratikteki haline işaret eden Abdulkadiri Geylâni bu durumu

110

İbnü’l-Arabîye göre diğer varlıklar gibi kutbun da ruhu ve sureti vardır. Ruh eksen, suret ise onun çevresinde dönendir. Resûl-i Ekrem’e vahiy gelmeden Önce ve sonra olmak üzere iki kısım kutub vardır. Peygamberlerden oluşan önceki kutubların sayısı, sonrakilerin sayısı on ikidir. Mektum ku- tublar olan Hz. îsâ ile Mehdî bu sayıya dâhil değildir. On iki kutubdan her biri Nûh, İbrahim, Mûsâ, îsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İlyâs, Lût, Hûd, Salih, Şuayb olmak üzere bir peygamberin meşrebi üzere bulunur. Bunlardan her birinin kendine has bir zikri ve virdi vardır (Ateş, 2002: 498-499).

şöyle izah etmiştir:

“Benim kalbim daima menba-i envâr-ı İlahî olmaktan hâlî değildir. Hazine-i ilm-i ilâhi- de gizli bulunan varidat gönlüme tecelli eder ki, hiç kimseye bildirilmemiştir… Benim kalbim dört cephelidir ki; bir tarafı dünya mahlûkuna nazır, diğer bir tarafı akla ve bir sureti halka ve bir sureti de Hakka nazırdır… Beni Allah zamanda yeryüzünün Halifesi kılmıştır. Muallim va- zifesini deruhte etmişim, yer ve göğün ilmi esmâsı şimdiki zamanda bana tâlim buyrulmuştur. Hz. Âdem’e olduğu gibi memleketin bazı yerlerini ihya, bazılarını icabı halinde imate (öldür- meğe) selahiyetliyim. Zira duam dergâhı ulûhiyette makbuldür. Ne mutlu hüsni zannımı deruh- te eden zevata. Her insanın halini diğer ahvale çevirmeğe Cenab-ı Hak beni vazifelendirmiş- tir…” (Şeyh Nureddin Ebû’l Hasan, 2013: 44).

Bu söz konusu olağanüstü yetilerin ve hallerin zahiri yollarla anlaşılması elbette imkânsızdır. Bu nedenle yine bâtına tasavvufi ıstılahlara müracaat edilerek durum makul bir seviyeye indirgenmiştir: Abdullah İbn Mes’ud’a (Allah’ın) onların (duaları) sebebiy- le diriltmesi ve öldürmesi nasıl olur (veya nasıl olabilir?) diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Çünkü onlar, ümmetin çoğalması için Allah’a dua ederler. Bu sebepten üm-

met sayıca çoğalır. Zâlimlere de beddua ederler. Allah da onların boynunu kırar, yağ- mur yağması için dua ederler, böylece yağmur yağar, bereket için dua ederler, bu dua bereketiyle yeryüzünde ekinler biter. Dua ederler, duaları sebebiyle yeryüzünden her türlü belâ kalkar.” (Aktaran: Cebecioğlu, 2009: 89).

Hemen bütün tasavvufi ıstılahlar gibi kutup inancı da naslara dayandırılarak meşru bir zemine çekilmiş görünmektedir. İbnü’l-Arabî kutub görüşünü “Hepiniz çobansınız

ve güttüklerinizden sorumlusunuz” mealindeki hadisle, “Her birimizin belli bir makamı vardır”ve “Onlardan on iki na-kib göndermiştik” mealindeki âyetlere dayandırır (Akta- ran: Ateş, 2002: 498). Molla Camî’de İbn. Mes’ud tarafından rivayet edilen uzun ve ayrıntılı bir hadise dayanarak derecelendirilmiş üç yüz kutuptan bahseder. Buna göre bu üç yüz kişi, kırk, yedi, beş, üç ve nihayet 1 (Kutbü’l aktab) şeklinde derecelendirilmiş- lerdir (Molla Camî, 2011: 51). Bu anlayışa göre kutupların kadınları, çocukları, soyları, malları ve mülkleri vardır. Bu yüzden insanlar peygamberlere yaptıkları gibi onlara da- hased eder, inkâr edip eziyette bulunurlar (Molla, Camî, 2011: 50).

Kutb inancının Osmanlı toplumunda da güçlü bir karşılığının olduğu anlaşılmak- tadır. Ankaravî’nin şu sözleri bu duruma işaret etmetedir: “Ey âşık ve talib, aşk ve mu-

hâsıl ilahi manalar ve rabbani hakikatlerdir. Bütün Hak âşıkları benim tebeamdır ve benim tasarrufum altında mahkûmlardır.” (İsmail Rusûhî Ankaravî, 2008: 246).

Lâlizâde Abdûlbâki (ö. 1746)’de111 Bayramî Melamiliği üzerindeki baskı ve şüpheleri dağıtmak, kutub meselesi de dâhil yanlış anlamaları ortadan kaldırıp suçlamaları bertaraf etmek için yazdığı “Sergüzeşt” adlı eserinde ve yetim mahlasıyla yazdığı şiirlerinde dev- letle tarikatın çatışma noktalarından birisinin de kutb anlayışı olduğunu aslında açıkça göstermiş olur (Lâlizade Abdülbaki, 2001: 7-13).

XIX. yüzyılın ikinci yarısında bile Osmanlı toplumunda etkinliğini bütün gücüyle sürdürdüğü anlaşılan bu tasavvufi ıstılah ile ilgili olarak Dağıstanî: “Sûfîler arasında kullanılan Kutub, Gavs, Umud, Ahyâr, Ebdâl, Nücebâ, Nükebâ ve Sulâha gibi adlar ve- rilen (ricâü’l gayb) her asırda bulunmakta mıdır? Kendi memleketimizde ve bizim ara- mızda var mıdır? Sayıları ne kadardır?” Sorusuna tasavvufi kimliğini de işe koşarak hem de rakamlarla oldukça net bir cevap vermiştir:

“Bunlar her asırda bulunur. Kutup ve gavs yalnız bir kişi, imam iki kişi, umud dört kişi, ahyâr yedi kişidir. Büdela ise seksen kişi olup kırkı erkek, kırkı da kadındırlar. Nücebâ yetmiş kişi, nukabâ üç yüz kişidir. Sulâhanın sayıca bir sınırı olmayıp her İslâm beldesinde bulunurlar. Ebdaller büyük ve kalabalık yerlerde birer ikişer kişi bulunurlar birinin vefatı ile yerine silsile-i merâtibe göre diğerini tayin ederler… ve bu zevat kıyamete kadar aramızda bulunacaktır…” (Dağıstanî, 1992: 187)

Bütün bu söylemlerden anlaşılacağı üzere karşımızda sadece dünya da değil âlem- de tasarruf sahibi, seçilmiş, nasiplendirilmiş zât ve zâtlar vardır. Bizim açımızdan önem- li olan böylesi ilahi yetilerle donatılmış bir şahsın, toplum ve inanlar nezdinde yarattığı heyecan ve bu heyecanın yansımasıyla ortaya çıkması muhtemel siyasi ve toplumsal olaylardır. Zira tasavvuf dünyasındaki bu güçlü ruhani lider nosyonu hemen her tarikatın kendi pîrini kutup ilan etmesiyle sonuçlanmıştır.112 Kutup ve etrafındaki tarikat toplulu-

ğu zamanın en seçkinleri, en doğru yolda olanları, rahmet ve bereketin, azap ve gazabın

111

Lâlizade Abdulbaki Efendi, III. Ahmed’in damadı ve veziri Şehit Ali Paşa’nın hocası olup kadılık ve Kazaskerlik görevleri yapmıştır. (Lâlizade Abdulbaki, 2001: 7-13).

112

Akyazılı Sultan, (esas adı ibrahim-i Sani olan bir Bektaşî şeyhi) Otman Baha’nın (öl. 883/1478) müridleri ve Bektaşîlerce kutub olarak kabul edilir. Romanya ve Balçık'taki tekkesi, hem Hıristiyan- lar, hem Bektaşîlerce ziyaret edilmektedir. Akyazılı Sultan, Demir Baba’ya kutupluk postunu verdik- ten sonra ölmüştür. Böylece kutupluğunda şeyhlik gibi el vermek suretiyle aktarılabildiği somut bir şekilde gözükmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Demir Baba, 2011: 67-88.

müsebbibi olmakta böylece toplum nezdinde prestij sağlamaktadır. Tarih boyu kutup inancının canlılığını korumuş olması da bu durumun açık bir göstergesi olmalıdır.113 Bizi ilgilendiren önemli bir hususta hangi cihan hükümdarı bu yetilerin bırakınız tama- mına bir kısmına sahiptir. O zaman resullük, mehdilik gibi karizmatik çıkışların özünde velâyet ve kutubluk gibi gizemli unsurlarla içkinleştiklerini ve zaman zaman çok güçlü bir şekilde topluma bir propaganda aracı olarak servis edildiklerini söyleyebiliriz.Zira bu inanç algısı tarikatlara güç ve prestij kazandıran bir olgu olarak hem toplumda hem de tarikatın kendi içinde propaganda edilmiştir. Devlet açısından Kutb inancı her an bir kıyam, huruç ya da en azından siyasi talepkârlık içeren tehlikeli bir durum arz etmekte- dir. Dolayısıyla kutb, velâyet ve mehdîlik ile birlikte meşâyih ile ulemayı, tekke ile dev- leti karşı karşıya getiren başlıca amillerden birisi olmuştur. Osmanlı kayıtları bu konuda da sessiz kalmamakta devletin söz konusu hususları ciddiyetle takip ettiğini göstermek- tedir114