• Sonuç bulunamadı

Örgütsel adaleti açıklayan diğer modeller, Folger’in (1989) bilişsel dayanaklar teorisi, ilişkisel/grup değeri ve araçsal modeller, Lind’in (1992) kestirme adalet teorisi, Folger’in (1994) ahlaki erdemler modeli ve Folger ve Cropanzano’nun (1998) adalet teorisidir. Örgütsel adaletle ilgili bu modeller literatürde bütünleştirici model olarak anılmaktadır. Çünkü bu modeller ve teoriler çeşitli adalet boyutlarını birleştirmektedir. Ayrıca, birleştirilen adalet boyutlarının etkilerini açıklamaya çalışmaktadır.

1.4.1. Folger Bilişsel Dayanaklar Teorisi

Folger’in (1986, 1987) bilişsel dayanaklar teorisi, göreli yoksunluk teorisine alternatif olarak öne sürülmüştür. Teori, “insanlar örgütsel adalet algılarını nasıl oluştururlar? sorusuna cevap aramıştır. Bilişsel dayanaklar teorisi, çalışanların elde ettikleri kazanımlara ilişkin göreli tatminlerini açıklayan, prosedür adaleti ve dağıtım adaletini birleştiren, göreli yoksunluk teorisi ve eşitlik teorisini içerik yaklaşımından süreç yaklaşımına doğru geliştiren bir teoridir (Uysal, 2014: 28). Teori, bireylerin var olan gerçekliği daha uygun alternatiflerle karşılaştırdığı zaman memnuniyetsizliğinin nasıl meydana geleceğini açıklamaktadır. Teoriye göre, çalışanın mevcut kazanımlara karşı tepkisini etkileyen karşılaştırmalı standartlar vardır ve dağıtım adaletine atıfta bulunan adil dağıtım standardı bunlardan biridir. Teoride, referans kazanım oranı bireyin mevcut kazanımının adil olup olmadığını belirlemek için kullandığı kaynaklardan biridir. Kazanımların belirlenmesinde kullanılan prosedürler çalışanların adalet algılarını etkileyen diğer bir kaynaktır ( Yuka vd., 2003: 156).

Bilişsel dayanaklar teorisine göre, bireyler 3 zihinsel simülasyon kurarlar; bilişsel atıf, doğrulama-gerçekleme ve düzelme-iyileşme ihtimalidir. Bilişsel atıf, çalışanın mevcut durumunda farklı alternatif durumu ifade etmektedir. Var olan gerçeklikten hayal edilen sonuçlar daha çekici geldiği zaman insanlar memnuniyetsizliği hissetmektedir (Aquıno vd., 1997: 1210). Gerçekleme-doğrulamada ise kişi var olan prosedürlerle referans aldığı prosedürleri karşılaştırmakta ve hangi prosedürlerin daha adil olduğunu değerlendirmeye başlamaktadır. Eğer var olan prosedürler, referans prosedürlere göre ahlaki olarak daha düşük olursa var olan kazançlar için düşük düzeyde doğrulama ve düşük uygunluğa sahip olmaktadır. Bunun tersi durum olursa, kazanımlar daha uygun gerçekleşmektedir (Uysal, 2014: 29). İyileşme-düzelme ihtimalinde ise, bireyler var olan kazançların geçici olduğunu düşünebilmektedir. Çünkü memnuniyet gelecekte almayı umduğu kazançlar tarafından etkilenebilmektedir. İnsanlar, kazanımların artacağını umduklarında, tatminsizlik azalmakta ve düzelme ihtimali meydana gelmektedir. Ancak çalışanlar eğer gelecekte örgütün değişebileceğine inanmıyorlarsa strese, depresyona ve örgüte karşı işe gelmeme, düşük performans gösterme gibi olumsuz tepkiler verebilmektedir (Aquıno vd., 1997: 1210).

Bilişsel dayanaklar teorisine göre çalışanların kızgınlık tepkisi vermesi için iki koşulun gerekli olması şarttır; yüksek kazanımların var olduğunun farkında olma, düşük düzeyde doğrulama-gerçekleme ihtimali ya da kazanımların belirlenmesinde kullanılan süreçlerin adil olmadığının algılanmasıdır (Bos ve Prooijen, 2001: 618). Eğer ilk durum gerçekleşir ikinci durum gerçekleşmezse memnuniyetsizlik duygusuna yol açan tepkiler olacak ancak kızgınlık duygusuna yol açan tepkiler olmayacaktır. Bu noktada ikinci durumun eklenmesi kızgınlık tepkisinin oluşması bilişsel atıf teorisini sadece memnuniyetsizlikle sonuçlanan göreli yoksunluk teorisinden farklılaştırmaktadır (Folger, 1986: 43-47).

1.4.2. İlişkisel/Grup Değeri ve Araçsal Model

İlişkisel ve araçsal modeller, adalete ilişkin algılamaların neden ortaya çıktığını açıklayan çalışmaların başında gelmektedir. Araçsal modelde çalışanlar prosedür adaleti algılamak istemektedir. Çünkü bu sayede daha yüksek kazanım elde etme şansına sahip olacaklarını düşünmektedirler. Araçsal modelde, süreç kontrolü geleceğe dair çıktıları daha belirgin hale getirdiği için adil bir yöntemdir. İlişkisel model ise, adil prosedürlerin grup değerlerinin bir sembolü olduğu için bireylerin önem verdiğini varsaymaktadır (Tyler ve Lind, 1992).

İlişkisel modelin temel ilkesi, bireylerin sosyal gruplara ait olmaya yatkın olmasıdır. Bireyler, grup içinde statüleri hakkında kendilerine bilgi sağlayan sembol ve işaretlere karşı duyarlıdır. Bireyler grup içinde var olan sosyal ilişkileri geliştirmek, anlamak ve sürdürmek istemektedir. İlişkisel modelde; güven, tarafsızlık ve saygınlık faktörleri prosedürlerin adaletli olmasına ilişkin yargılar için önemlidir (Tyler ve Lind, 1992: 140-141). İlişkisel modele göre ( Tyler ve Lind, 1992), bireyler adalet algılarını oluştururken üç sorudan hareket etmektedir; grubun içindeki konumum nedir?, otorite sahipleri güvenilir mi?, otorite sahipleri tarafsız mı?’dır. Bireyin grup içindeki konumu etkileşim adaletindeki saygınlık ve itibar kıstaslarıyla ilgilidir. Güvenilirlilik, otorite sahiplerinin ve eylemlerinin ahlaki olma durumuyla ilgilidir. Bundan dolayı, süreç kontrolü, temsil edilebilirlik ve dürüst açıklamalara bağlıdır. Son olarak, tarafsızlık; tutarlılık, dürüstlük ve önyargılarını bastırmaya bağlıdır (Colquitt ve Greenberg, 2003: 166).

Araçsal modele göre, kazanım, çıktı uygunluğu ve kontrol prosedürlerin adil olup olmadığına dair güçlü belirleyicilerdir. Prosedürler üzerinde söz sahibi olma fırsatı 46

prosedür adaleti algılarını güçlendirmektedir. Çünkü prosedür adaleti eşit, adil kazanımlara yol açmakta ya da arzu edilen kazanım üzerinde kontrolü artırmaktadır. Bu kontrol de daha fazla tatminkar kazanımları getirmektedir. Adil prosedürler çalışanların çıkarlarını güvence altına almaktadır. Bu nedenle, prosedür adaleti algısı yüksek olduğunda grup bağlılığı ve sadakat üzerinde güçlü etkileri vardır. Araçsal modelde temel soru istenen kazanımları elde edebilmek için bireylerin süreç kontrolü üzerinde ne kadar kontrol sahibi olduğudur (Colquitt vd., 2002: 87).

1.4.3. Lind (1992) Kestirme Adalet Teorisi

İnsanlar kişisel kapasitesini amaçların başarılması, daha çok kazanımların elde edilmesi ve en önemlisi kendi kimliği için harcamaktadır. Ancak grupla, örgütle ya da toplulukla kendini özdeşleştirmesi ve fedakarlık yapması için sınırlı bireysel özgürlüğe sahiptir. Çalışan, bireysel kimlik tanımlamasını daha büyük bir sosyal örgütle yaptığı zaman söz konusu için kabul edilme, daha iyi kazanç ve saygınlık ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra reddedilme, sosyal ilişkilerden izole edilme, istismar edilme riskiyle de karşılaşabilmektedir. Lind tarafından bu durum temel sosyal çıkmaz olarak adlandırılmaktadır (Lind, 2001: 61). Bu çıkmazla başa çıkmak için bireyler “kestirme adalet” adı verilen otorite ile işbirliği yapıp yapmamaya karar vermede kullanılan psikolojik kestirme yolları kullanırlar. Lind’e (2001) göre temel sosyal çıkmazı güven büyük ölçüde etkilemektedir. Ancak, otoritelerin güvenilirliği hakkında karara varmak ve otoritenin çalışanlara güven vermesi oldukça zordur. Bu ölçülemeyen kavramların değerlendirilmesine (yetenek, yardımseverlik, doğruluk vb.) bağlıdır. Zıt olarak, adaletin algılanmasının prosedürlerin tutarlılığına (Leventhal, 1980) ve bireylerarası iletişimde saygılı davranılmasına (Bies ve Moag, 1986) bağlı olduğu da görülmektedir, tüm bunlar ölçülebilir şeylerdir (Colquitt vd., 2006: 112).

Kestirme adalet teorisine göre, sosyal ilişkilerin önemli bir alt grubu otoritelerin belirlenmesi ile ilgilidir. Çünkü otorite başka birine devredildiği zaman, işten atılma ve istismar ihtimali artmaktadır. İnsanlar otorite sahibiyle olan ilişkilerinde huzursuzluk hissetmektedir (Bos, Wilke ve Lind, 1998: 1450). Lind (2001) bu durumun bireyin bireysel kimliğini tehdit edebileceğini ve bireyin otorite ile olan ilişkilerinde belirsizlik yaşayabileceğini belirtmiştir. İnsanlar kendi kendilerine otoriteye güvenilip güvenilmeyeceğini, kendilerine dürüst ve önyargılardan uzak davranılıp davranılmayacağını sormaktadırlar. Bu belirsizliği ortadan kaldırabilmenin yolu

kestirme bilgiler ile mümkündür (Irak, 2004: 31). Bu yüzden, bireyler içeriye girdikleri andan itibaren adalet algılamaları oluşturabilmek için bilgi arayışı içerisine girmektedir. Böylece bireyler adalet algılamaları oluşturduklarında, algılanan adalet sonraki olayları yorumlamak için sezgisel olarak hizmet vermektedir. Bunun sonucunda adalet algılamaları oluşurken otoriteyle etkileşimin başladığı anda elde edilen bilgi daha sonra elde edilecek bilgilere göre çok daha güçlü şekilde etkilemektedir (Bos, Vermunt ve Wilke: 1997: 96-97, Lind, 2001: 57-65).

Colquitt ve Rodell’e göre adalet ve güven arasındaki ilişkiyi ortaya koyan teorilerden biri kestirme adalet teorisidir. Onlara göre, araştırma sonucu ile bilgisel adaletin yöneticiye olan güveni pozitif yönde etkilediğine ve kişilerarası adaletin güvenilirlik üzerinde pozitif etkilere sahip olduğuna ulaşılması bu durumu destekler niteliktedir (Colquitt ve Rodell, 2011: 1196-1198).

1.4.4. Folger Ahlaki Erdemler Modeli

Folger (1994, 1998) tarafından geliştirilen ahlaki erdemler modelinde, bireyler sahip oldukları onuru ve kişisel değerlerini önemsedikleri için adalet istemektedir. Ona göre insan onuru ve değeri, saygıdan dolayı adalet önemlidir. Dolayısıyla, bireyler bu görüşlerine uygun davranışlarda bulunmak istemektedir. Başka bir ifade ile ekonomik faydalardan ziyade erdemli olmak için adil davranılabileceğini savunmaktadırlar (Cropanzano vd., 2001: 168). Folger’in geliştirdiği ahlaki erdemler modeline göre, çalışanlar sahip oldukları kendilik değeri ve itibarını önemsediklerinden adaleti istemektedirler. Araçsal model, ilişkisel model ve ahlaki erdemler modelinin ortak noktası, psikolojik ihtiyaçlara hizmet etme derecesi ve adalete verdikleri önemdir (Poyraz vd., 2009: 74).

1.4.5. Folger ve Cropanzano (1998) Adalet Teorisi

Folger ve Cropanzano (1998) adalet teorisini, bilişsel atıf teorisinin eksik kalan yönlerini gidermek ve teoriyi güncellemek amacıyla ortaya çıkarmıştır. Adalet teorisine göre, bir olayın sosyal açıdan adaletsiz yorumlanabilmesi için üç koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir (Nicklin vd., 2011: 128).

İlk olarak, mağdur olan birey için adaletsiz bir durumun gerçekleşmesi gerekir. Folger ve Cropanzano (2001) sürecin bu yönünü şart bileşeni (would) olarak tanımlamaktadır. Bu süreçte mağdur olan birey adaletsiz durum karşısında alternatif adil 48

süreçlerin olduğunu düşünmekte ve adalet algılaması oluşturmaktadır. Bireyin yaşadığı mevcut durum ile algılanan alternatifler arasındaki farkın derecesi, duruma karşı bireyin tepkisinin şiddetini etkileyecektir. Buna ek olarak, birey mevcut durumun kendisine verdiği sıkıntının derecesini değerlendirirken hem ekonomik hem sosyo-duygusal faktörleri değerlendirmektedir (Folger ve Cropanzano, 2001: 3). Bireyin yaşadığı olumsuz duruma ilişkin ekonomik ve sosyo-duygusal faktörleri göz önüne alması teorinin dağıtım, prosedür ve etkileşim adaleti elemanlarını birleştirdiğini göstermektedir (Cropanzano, 2001: 169).

İkinci olarak, adaletsiz durumlardan sorumlu olan bireylerin belirlenmesidir. Bu durum adalet teorisinin yapılabilirlik (could) bileşeni olarak etiketlenmektedir. Bu süreçte, sorumlu kişinin farklı davranış alternatiflerinin olduğu varsayılmaktadır ve adaletsiz durumdan sorumlu olan kişinin farklı şekilde davranıp davranmayacağı gözlenmektedir. Eğer mağdur, sorumlu kişinin farklı davranış alternatifleri olmadığını düşünüyorsa durumu adil olarak algılamaktadır. Dolayısıyla adaletsizlikten sorumlu olan bireylerin varlığı kurbanların sübjektif değerlendirmelerine bağlıdır (Cropanzano vd., 2001: 168, Akca, 2012: 34).

Üçüncü koşul, gereklilik (should) bileşeni olarak tanımlanmaktadır. Bu adaletsiz olarak değerlendirilen davranışın kişiler arasındaki ilişkilerdeki bazı ahlaki prensipleri ihlal etmesi ile meydana gelmektedir. Bu prensibe göre bir durum, ahlaki kodları ihlal etmedikçe adaletsiz olarak algılanmamaktadır. Adalet, bu durumda insanların birbirlerine nasıl davranmaları ve etkileşimde bulunmaları gerektiği konusunda ahlaki bir erdemdir (Cropanzano, vd., 2001: 168).