.ERCİYES ÜNl'vERS.İTESl
GEVHER: NESlBE TIP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
YAYlN NO:· ll .
,. MOLLA HÜSREV MEHMET EFENDi
(1400 - 1480)
. . .
14 MART 1985-KAYSEIU
1 . '
GEVHER NESlBE SULTAN .Adına Düzenlenen "MOLLA HÜSREV MEHMET EFENDl" Kongresi Tebliğleri
14 Man 1985 KAYSER1
EDİTÖR
Prof.Dr. Ahmet Hulusi KÖKER
(Tebliğlerin dil ve bilimsel sorumluluklan konuşmaetiara aittir)
Her ,Hakkı· -Sakhdir . ISBN .975-7598-08-9
tl ... ,.,, . . . ··- •
'• ... .
Baskı
Erciyes Üniversitesi Matbaası
MOLLA BÜSREV'İN (NAKDÜ'L-EFKAR Fİ REDDİ'L-ENZAR) (1) DA MANTlK iLMİNİN BAZI MESELELERiNE CEVABI
Doç.Dr.Hasan ŞAHİN
*
Molla Hüsrev, ll Nakdü'l-Efkar F1 Reddi'l-Enzar ll adlı elyazma eseinin
altıncı ve sonuncu bölümünü mantık ilmiyle aHikalı balıisiere tahsis.~tmiş ve bu bölümü de on bahis halinde aynca alt bölümlere ayırmış.tır.Uzerinde tartışma yapılan bu on konu,klasik mantığın temel problemlerindendir.
Molla Hüsrev,adı geçen eserinde, bu konuların tartışmasını, doğrudan
üç tartışmacıya yaptınr. Bunlardan .ilkine ll Mevla'l-bahis ll ikincisine ll Mevla'l-mücib 11, üçüncüsüne de ll Fakir ll olarak yer vermektedir kitabında.
Biz bunlardan ilkine llbahis",ikincisi 11Müc1b11 şeklinde kısaltarak zikredeceğiz
bu yazımızda. Bahis, tartışma konusunu gündeme getiren ve konunun çözülmesi gereken problemli taraflannı gösterir. Buna karşı müc1b, ortaya
atılan konunun ve bahisin konuda gösterdiği problemli taraflannın gerçekten böyle olup oimadığına dair görüşü ileri sürer. Fakir ise, bazan bahise, ama, genellikle müdbe karşı cevap veren Molla Hüsrev'dir.
Tartışılan bu konular, genellikle, Kadı Sirncü'd-Din Muhammed b. Ebi Bela' el-URMEVİ (öl. H. 682.) nin "Metaliu'l-Envar ll isimli kitabı ve bu
· kitaba yapılmış muhtelif şerhler üzerine dayalı olarak seçilmiştir.Babis,
nadiren adı geçen ana kayna~a dayalı eleştiriler yapmasına ra~men,
genellikle, bu ana kaynağa karşı şarihlerin ileri sürdükleri itirazlara ve
itirazların gerçekten ana kaynaktan kaynaklanıp kaynaklanmadı~ına dair
görüşlerini şanhlere karşı cevap olarak arz eder. Mücib ise, bahisin ileri
sürdü~ü görüşlere karşı cevap ve eleştiriler yöneltir, şarihlerin görüşlerine
katılarak onlar teyid eder. ·
Molla Hüsrev, son tartışmacı ve tartışm~yı yöneten edasıyla, genellikle bahisin yanında yer alırken cevap ve itirazlarını mücibe karşı yöneltir. Hemen belirtmeliyiz 'ki o; tartışmasını ilmi nezaket sınırlan dışına taşırmadan
sürdürmeye büyük ölçüde riayet etmiştir. ·
Bahis. müc1b ve Molla Hüsrev, cevap ve karşı cevaplannı verirken, isimleri aşağıde zikredilen mantık alemlerinin görüşlerine ba~lı kalarak onlar
arasındaki bir tartışmanın aktarıcıları görünümünü· vermişlerdir.Bu tartışmalarda asıl fikir sahipleri olaı:?J< görünen alimler şunlardır: İbni Sina (370 1 428), Esirüdcün Mufaddal b. Omer el-Ebheıi (öl: H.663), Necmüddln
*
Erciyes Üniversitesi llahiyat Fakültesi Öğretim ÜyesiÖmer b. Ali er-Katibi el-Kazvini (öl:H.693), Kadı Efdalüddin el-Honci eş
Şafii (öl: H.694), Kutbuddin Muh~mmed b. Muhammed er-Razi et-Tahtfu11 (öl: H.766), ~a'düddln Mesfid b. Ome.r et-Taftazani (öl: H.792), es-Seyyid ·
eş-Şerif Ali b. Muhammed el-Cürcani (öl: H. 816), İmamüddln el-Kaşi ( ).
Bu· sayılan ilim adamlan kendi dönmelerinin fikri ve ilmi seviyesini yüksek ve canlı tu tınakla kalmamış, bunu kendilerind~n sonraki dönemlere de miras olarak bırakmışlardır. Nitekim bu yüksek seviye ve canlılık, Molla Büsrev'in .yaşadığı döneme de intikal etmiş ve orada da kendisini göstermiş durumdadır. Aktarmaya çalıştığımız bu ilm! tartıŞma örneği, ·ilm! seviye ve fikri hareketin canlı bir delili olarak bize kadar ulaşmıştır.
Molla Hüsrey'in burada kullandığı kaynaklar, taruşılan konuların
. birinci etken kaynağı olmasa bile, birinci etken kaynaklan iyi aniayıp onlara
dayalı telif eser vereçek seviy~e, kendi dönemlerinde, mantık ilminin otorite bilginleridir.
Bahis ( Alaüddin er-Rumi, Öl: 841 1 1437 ) ve· mlicib ( Siracüddin et-
Tevf'ıki, öl: 881 1 1481.) hakkında, eserinin girişinde Molla Büsrev övgüyle söz etmektedir. Fakirin övgüsüne ·ve eserinde onların görüşü olarak
aktardıklaiı.na bakılırsa, her ikisinin de dönemlerinin ilmi seviyesinin yüksek
tutulmasİnda ve fıkri hareketin canlılığında pay sahibi oldilkiarım söylememiz mümkündür.
Molla Hüsrev, döneminin devlet m.üesseselerinin çeşitli tabakalarında·
üst'düzeyde yönetici olacak şekilde Fıkıh, Tefşir, Hadis, Kelam ve ~ğer
ilimlerde derinleşerek temayüz etmiş bir ilim adarnıdır. Bunun yanısıra o, manttk ilmini de, en tartışmalı konulannda tartışma yapacak, eser verecek seviyede öğrenmekte ve önemini göimekte bizim bugünkü durumumuza örnek ve ışık tutac~ düzeyde ~örünmektedir.
Molla Büsrev'in şahsında O'nun-döneminden alacağırİnz İbretlerden birisi şudur :·Büyük bir devlet v_e güçlü bir millet olabilmenin ve öylece hayatta kalabilmenin vazgeçilmez şartı, millet ve devlet olarak her alanda yüksek seviyede ilim adarolanna sahip olmaktır. Bunun yolu, evvela:önceki dönemlerin bize m!ras bıraktığı ilim ve fikir hazinelerine sahip çıkmaktan ve onlara hakim olmaktan, sonra da bu mirasıara yenilerini ve kendi damgamızı taşıyacaklarını ekliyerek ·gelecek kuşaklara devretmekten geçer. Biz geçmişimizin mirasına sahip çıkmak ve ona hakim olmak amacına hizmet eder
düşüncesiyle, Molla Büsrev'in eserini milletimizin hizmetine sunmak istiyoruz. Bu miras kendimizi,!lkini ilaveyi ikinci merhale olarak görüyoruz.
Şimdi-eserde tartışılan on konunun ana hatlarıyla takdimine başlıyoruz.
. ~ ...
-
BİRİNCİ KONU
Bahis : Mantık alimlerine atfen bir cemaat cüz'lyi (mesela Zeyd'i) zihin'de tasavvur etse ve onlardan her birinin zihninde bu cüz'lnin (Zeyd'in)
kavramı meydana gelse, cemaattakilerin herbirinin zihninde bu cüz'i tıpatıp -
(mutabık) halde bulunur, böylece cüz'i olan Zeyd külli olur, görüşünü ileri Sürer.
Bahis, Meta li' Şarihinin şu görüşünü bunun ardından zikreder : mutabakat (bir cemaatin zihninde tıpatıp var olma), bir kavrarnin külli (tümel)
olmasınd.a mutlaklık ifade etmez. Aksine o, ancak tümelin tümel olmasının,
zihinlerde tıpatıp bulunanın harici değil zihni bir şey olması halinde, tahakkuk
edeceğini ifade eder. ·
Ayrıca blihis; Taftazani'nin şu görüşünü de nakleder : bu cemaatin zihninde meydana geleri suretler arasında bulunan bir kavram hakkında;
mahallin hususiyederi ya kabul edilir ya da kabul edilmez. Eğer kabul edilirse, bu takdirde söz konusu suretler arasında karşılıklı doğruluk ve birbirne uygunl~k asla olmat. Şayet kabul edilmezse, o zaman da çokluk olmaz. Bu durumda bir cemaatin zihninde cüz'lnin birbirlerine uygun olar.ak var olduğunu düşünemeyiz.
B ahi s, Taftazani'nin yukarda zikredilen görüşüne karşı kendi görüşünü şöylece ifade eder : biz bir cemaatin zihninde meydana gelen suretlerden birinde mahallin hususiyederinden sarf-ınazar edip geri kalanınmda m~hallin
husGsiyetlerini kabul ediyoruz. Bunun neticesi olarak, suretlerden biri mutlak, diğer mahallin hususiyetleriyle .beraber muteber oluyor. Bu durumda muteber olan suret bir takım mahalli husGsiyetleriyle kayıtlı iken, mahallin husGsiyetleri olmaksızın bizzat cüz'inin (Zeyd'in) kavramından ibaret olan mutlak suret, bir cemaatin zihninde birbiriyle upuygun bulunan bir kavram oluyor. Böylece cüz'i olan Zeyd külll oluyor. İmdi bu takdire göre, bu dünyada hiç bir cüz'i mevcut değildir. ·
M ü c ı b : baruse karşi Taftazanl'nin y~ında yer alarak şu görüşü ileri sürer: cüz'lnin küllileşmesi; ancak onun bir cemaatin fertlerinden her birinin zihninde meydana gelmiş olan suretlerinden birinin her türlü mahalli husGsiyetlerden ayrı ve mutlak kabul edilmesine bağlı görülüyor. Bu durumda bile, cüz'i böyle olmaktan çıkmıyor, ama cüz'i iken küllikabUl ediliyor. Halbuki cüz'inin zihinlerdeki sOretlerinden birinin mutlak, diğerinin
muteber kabul edilmesinde bir pelirsizlik. ve keyfilik vardır. Yani her zaman muteber ile' mutlak olanın birbirinin yerine konulması mümkündür. Oysa küllinin tarifinde bulunan mutabakat, lazımi ve ayrılınıyan bir
mutabakat.tır.Müclbe göre lc;zlnıl mutabakatta, belirsizlik .ve tercih edilen olmadan bir tercih söz konusu değildir.Buna mukabil bahisin ileri sürdüğü
gibi farazi olan sOrerlerde lazimi mutabakat söz konusu olmayıp belirsizlik ve tercih edilen olmadan bir tercih yapma varsayımı sözkonusudur.
F a k 1 r (Molla Büsrev) : En düşük seviyede aklı olan bir kimse bile müdbin bu görüşüne katılmaz, diyerek şunları söyler : küllilik, bir çok kimsenin aklında meydana gelen mutabakattan ibaretrir.Şüphesiz idrak yoluyla edinilen sfiretler, ya harici şeylerin ya da zi~nı diğer suretierin gölgeleri olurlar.Bir cemaatin fertlerinden her birinin zihninde meydana gelen suretierin bir kısmınin diğer bir kısmın fer'i olmadıklan açıktır. Doğrusu, bu · suretlerio hepsi birden bir tek şeyin yani cüz'inin (Zeyd'in) gölgeleridirler.Falôr, Seyyid ŞerifCürcam'nin de bu görüşte olduğunu beyan ettikten sonra şunları ilave eder :
Cüz'iyi düşünmek onu aynıyla idrak etmektir.Külliyi düşünmek, onu misaliyle idfak etmektir.Dış dünyada bir çok kimse arasında cüzinin
müşterekliği nasıl mümkün değilse, aynı şekilde akılda da onun müşterekliği
mümkün değildir.Cüzinin (Zeydin) bir kimsenin zihninde aynen meydana
gelrp.iyeceğini düşünmekten bile sakınmak gerekir. Zeyd için geçerli olan bu
sakınma, cüzJ için de geçerlidir.Yani Zeyd de, cüziler de bir kimsenin - zihninde aynen meydana gelir.Fakat bunlar dış dünyada mevcut olanlar olarak, küliilikle de cüzilikle de nitelenmezler. (2)
İKİNCİ. K,ONU
B ah i s : Metaliü'I-Envar'm yazarına göre, mutabakat iltizamı
gerektirmez. Çünkü kendisini anlamırruz, onun parçasını anlarnapnzı sağlıyan
kavram-larda, bu kavrama ait bir lazımın (parçayı anlamamıza yarayan bir
mananın aynca ) bulunmaması caizdir.
Adı geçen eserin şarihi şu görüşü ileri sürer : yazarın bu görüşü, mutabakatın iltizamı gerektirmiyeceğini bilmeyi değil, fakat gerektireceğini
bilmemeyi ifade eder.
Bahis,şarihin bu görüşüne şöylece karşı çıkar:yazarin görüşünde, Mutabakat iltizamı .gerektirmez kısmı iddia kısmıd~.Bu iddianın gerekçe
kısmı ise"eğer gerektirseydi, lazımm varlığı zorunlu olurdu ve tillinin varlığı ise,yokluğu caiz olduğu için-batıl olurdu. "Oysa şarih, yazarın sozünün iddia
kısmını gerekçe kısmıyla birbirine karıştırarak,aralarında çelişki olduğunu ve bu yüzden onu düzeltmeye ihtiyaç bulunduğunu v.s.ileri sürmüştür.Aslında asıl düzeltilmeye ve tash1he muhtaç olan görüş, şarihin görüşüdür,yazann değil.
-
. .
Mü c i b: Şarihin y~nında ve bahisin karşısında da yer almak üzere şu
görüşü ortaya atar : bahisin " çünkü onun şu caiz olduğu için ilh. sözü,
iddianın delili değildir." önermesi belirsiz ve hatta yalan bir önermedir.Çünkü yazann bu konuda asıl gqrüşü şudur"Mu~bakat tazammunu gerektirmez.
Çünkü müsemmanın basit olması c~izdir.Keza,mutabakat iltizamı da gerektirmez. Çünkü kendisini anlamak onu anlamayı sağlıyan konularda ona ait bir lazımı n bul un maması caizdir. "Burada iddia ile gerekçe yi birbirine
kanştıran bahistir.
Fa_ k ir (Molla Hüsrev) : Muhakkiklerin kitaplan üzerinde çalışanlar
bilirki onlar istidlal de kısaltına yapmaya kalkıştıklan zaman, eğer kıyas
istisnai ise, isbatta mukaddemi vaz etmekle, nefiyde ise taliyi ref etmekle
yetinirler.Eğer kı yas iktirani ise, büyük önerme ile ya da küçük önerrrie ile yetinirler. Yazann ifadesinin bu tarzda olması, bu ifadenin şu ifadeye gerekçe
olduğunu asla göstermez.Bundan ötürü de bahisin sözünü yalanlamale lazım gelmez.Doğrusunu söylemek gerekirse bahis, şarihin şerhinde aynen bulunmayan bir ifiideye dayalı olarak tartışmaya girişmiştir.
.. i
Oyle görünüyor ki tashihe muhtaç olan şarihin değil, bahisin sözüdür.Evet ortada şarihe karşı görmezlikten gelinmeyecek derecede kuvvetli bir itira.z vardır, ama bu, banisin değil Ebher-i'nin Meta'li' ~erhinde
·kaydettiği.bir itirazdır.Şöyleki yazarın gerekçesi, mu tabakatın varlık imkanını
bilmeyi ifade eder, iltizamınkini değil.Biz, mutabakat iltizamı gerektirmez sözüyle ancak bunu kasdetmekteyiz.Çünkü iltizam, bir şeyin diğerjnden
ayrılmasının imkansızlığıdır.İltizamın yokluğu, bu aynlmanın imkanı olur.
M ü c i b: Molla Hüsrev'e karşı şu görüşü ileri sürer; Metali' yazanna,
şerhine ve hatta mantıkçıların birçoğuna göre, mutabakat ve tazammun · yoluyla delalet, özü bakımından birbirlerine zıt iki kavramdır. Bundan ötürü ·
adı geçen mantıkçılar, bu zıtlığa bakarak ikisi arasında ayrılmazlık (telaztim) nisbetini açıklamaya kalkışmışlardır.Muhakkik Adudiddin el-lci bu iki
kavramın zat bakımından bir itibar bakımından ayn olduklan görüşünü tercih
etmiştir.İmdi bu iki görüşten hangisi haktır ? Sözkonusu bu iki kavram birbirine zıt mıdır, yoksa aralannda birlik mi vardır ? Bu, aralanndaki nisbeti ··
yok etmiyor mu ?
F
a
k i r : Mücibin bu cevabına karşı şu görüşil ileri sürer ve konununtartışılmasını yeterli bularak ikinci konuya geçilir.: Mutabakat ve tazammun
arasında aynlmazlık nisbetini beyan etmek, Muhakkik İCİ'nin tercih ettiği ·
görüşü ortadan kaldırmaz. Çünkü zatı bakımından bir· olduklanna dair onun tercihi/ sadece tazammun kendisine· ait olan bir mutabakat
hakkındadır.Mutabakatta bulunan bu tazammun, nisbetin beyanından
ibarettir. Ve o, sadece mutlak mutabakat ile tazammun arasındaki nisbetin
beyanından ibarettir.Bir kısm mantıkçıiara göre, bir söz söylendiği zaman,
· zihin derhal onun mutabık} anlamını kavrar. Sonra eğer onun bir parçası
varsa, zihin icm§J1den tafslllye geçiş tarzında bir geçişle, parçaya geçer.Buna · göre tazammuıll (içlemsel) delalet, zatı bakımından mutabakat yoluyla delalete tabi olur.Halbuki Ebheri, bu görüşü zayıf bulmuştur.O'na göre bu görüş,
zihinde parçanın varlığına karşı, bütünün yokluğunu gerektirir. Oysa
mantıkçılar, hem zihinde hem dışarda parçanın bütünden önce geldiğini
ittifakla kabul etmişlerdir. Eb h eri 'ye göre bu görüşün· iki n çi zayıf yanı, mantıkçıların ittifakla kabul ettikleri şu noktaya aykırı olmasından kaynaklanır.Mannkçılara göre, manası mürekkeb_ olan bir soz söylendiği sırada, parçanın manası zihin tarafından iki defa kavranmış olur.Biri
mür~kkebin kavrandığı sırada, diğeri mönferit bir tavırla.Halbuki vicdan onu tekzib etmektedir. (3)
ÜÇÜNCÜ KONU
B a h i s : Mantıkçılara göre, birçok kimseye söylenilen sözcük, beş·
tümelden cins olur. Ve o iki itibarla mutlak cinsteri daha umum1 ve yine ondari daha hususidir.
Şarih muhakkik (İc1 olacak herhalde), Metali' şarihine şöyle bir soru tevcth eder : Bir çok kimseye söylenilen sözcük, sırf beş tümelden ci.ns
olduğu için mutlak cinsten daha umihnt ve yine ondan daha husust ise, bu takdirde o, bir tek yönden varlığı imkansız ve varlığı mümkün bir sözcük . olmaz mı?
Bu soruya Metali' şarihinin cevabı şudur : Eğer bir çok kimseye söylenilen sözcüğün umumtliği ve husGsiliği sırf beş.tümelden cins olduğu
için ise, bu takdirde beş tümelden her birine beş tümelden cins olduğunu
söylemenin doğru olması gerekirdi.
Bahis, yukanki görüşleri naklettikten .sonra, bu görüşün yerini v~
doğruluğunu açıklamaya muhtaç gördüğünü söylüyor.
M ü c 1 b:Bahisin şarihten naklettiği şey lerde, boşluklar ve açık hatalar
olduğunu söyler ve şfuihin asıl metoini naklederek bu.nları gösterir. Ona gör~
bir çok kimseye söylenilen sözcük, ne ise o olması bakımından bir kavram olarak cinsin, türün, diğer geri kalan beş tümelden her birinin cinsidir ve bu yönüyle o bütün beş tümelin her birinden daha umUmtdir.Fakat cins, cinslik ilintileri yle biı:likte dikkate alınan bir kavram olarak, sırf bu y(;)nüyle·o, cinsin fertlerinden bir ferttir.Çünkü bu cins, mutlak cinsten daha husGs1dir.İş~e ana
hatlarıyla şarihin sözleri bundan ibarettir, der.
· F a k 1 r : Bahisin şanhten yaptığı nakillerde boşluk ve açık hatalar
olmadığını ve tamamıyla şarihin metnine mutabık olduğunu belirtir.Şanhin
naklinin de sıhhatli olduğunu fakat müdbin bu konuda zilerettiği şeylerin ·çok
şaşırtıcı ve kabfil edilmesi imkansız şeyler olduğunu kaydeder.Bundan sonra konuyla ilgili cevabını şöylece açıklar : " Şüphesiz cins, kendi altında
bulunanlata yükle!U olarak verilmesi ve varlıkta onunla birleşmesi gereken bir
kavramdır.Onun beraberindekinin cins olduğu vasfı kabul edildiği zaman, yüklem olma ve birleşme manasını gerçekleştirmek üzere, bu vasfı altında
bulunanlarla birlikte kabul etmek gerekir.Bunun yanısıra, cinsin, bu gibi cinslik vasfından sarlı nazarlcı, sırf tabiatı bakımından cins kabul edilmesinde de hiç b.ir sakınca yoktur.Mesela, insanın cinsi, sirf cins olması bakımından, hayvan olunca, -insanın cinsi olduğu için insanın hayvan olduğunu söylemek
doğru olur. Çünkü insanın cinsi olan hayvan, insan hakkında da doğru olur ve varlıkta onunla birleşiktir.Ona cins olması itibariyle, cinste bulunan her
kaydın onda da bulunması gerekir.Asıl konumuz hakkında da durum işte böyledir.Şüphesiz bir çok kimseye söylenilen sözcük, sırf ona ait bir Cins
olması bakımından, beş tümelin cinsi olsaydı, 'beş tümelden her biri hakkında beş tümelin cins olduğunu ,söylemek doğru ol.urdu.Çünkü bu yön, türler
hakkında mutebe~ olan cinste geçerli olunca, birleşme manasma riayet etmek üzere, türlerde de geçerli olur. ll ·
Molla Hüsrev (Fakir), tür olan cins (izatı cins) ile yalınizca cins olan cins (hakiki cins, yüksek cins) arasında bir ayının yapmak üzere İbn SİNA'nın ŞİFA adlı kitabında şu görüşü aktarmakla cevabını tamamlar :"· Cinsin tarifi içinde geçen türden maksat, mahiyet ve haklkattır.Türün bu manaya gelmesi ve bu anlamda kullanılması mantıkçılar arasında çok yaygındır.İşte o vakit tarif tam_ olmakta ve onun manasında hiç bir boşluk
bulunmamaktadır.Sanki şöyle denilmiş olmaktadır:" Cins, ister türe ait ister cinse ait olsun, hakikatı farklı olan bir çok şeye söylenilen sözcüktür. (4)
Burada Fakir, hemen hemen bütün fayretiyle müdbin iki defa söze ve
tartışmaya iştirak ettirildiğini görmekteyiz.
DÖRDÜNCÜ KONU
B a h i s : Yazar Metalt' adlı kitabında şöyle demiştir : " Her bir şeyin olumsiızluğu, ancak, olurnluluğuna nisbetle düşünülür ve anlaşılır.O, düşünülrne ve hatıra getirilrnede olumluluktan sonra gelrnektedir.Çünkü·
Olumsuzluk, oluniluluğun kaldınlmasından ibarettir.Olurnluluk tasavvuru olmadan, olumluluğun kaldırılması düşünülm~z. ll
Bu hususta şarih şu soruyu sormuştur :"~undan, iki zıttın içtimili lazım
gelmez mi ? Çünkü her olumsuzda, olurnluluğun ve onun kaldınlmasının bir arada bulunmasını gerektirir, bu görüş.Bu ise zıtların içtimaından başka bir
şey de~l~ir." ·
Babis bu nakilden sonra, şarihin sorusuna şu cevabı verir : " Hakkında kaldınlma varid olan olumluluk, yapma (ika) manasında olan olumluluk
değil, oJumluluk ve olumsuzluğun kaynağı olan hükim nisbetten ibarettir.Oymeyse şarihin bu sorusunun ne manası vardır? "
BEŞiNCİ KONU
B a h i s : Şarih cevabında şöyle demiştir. "Şüphesiz olumluluk,
olumsuzluğun ·mahiyetinden değil, kavramdan bir parçadır.Eğer böyle
ölmas,aydı, hariçte körlüğün tahakkukundan, yine hariçte görmenin (basar) de tahakkuku lazım gelirdi. Halbuki böyle değildir. Ve bu açık ~ir durumdur".
Bahisin şarihe karşı cevabı şudur: "Çünkü körlük, görme (basar)
Y.okluğundan ibarettir.Oysa hariçte bu yokluğun tahakkuku imkansızdır.
Oyleyse şarihin bu görüşü nasıl doğru olur? "
M ü c i b : Burada mücib, b~hisin dördüncü konuya dair şlirihe yönelttiği soruyu zait bulduğunu söyler ve şarihi~ tenakuz sözünü, soruyu
_soranın ağzından çıkmış bir soru kabul edip, işin başından bu şoruyu
cevaplamayı kasteddiğini ileri sürer.
F a k i r : Bahisin kasdı, ta ilk b3:ştan soru sorulmamıştır ki zikredilen cevap verilmiş olsun, manasındadır. Oyleyse onun sorusu, ·soru yöneltme zemini içindedir.
Doğrusu, hükmün her iki manayı da içine aldığında hiç bir tartışma bulunmadığını söylemek gerekir.
Olumluğa gelince, onun hükmi nisbet anlamında kullanıldığı
bilinmemektedir. Eğer kullanıldığı kabul edilse bile, burada kasdedilen anlam bu değildir. Burada olumluluktan bu cemaatin kasdı, sabit olma anlamında nisbetin kurulması (ikfu) dır. Nitekim Metali' yazan "her şeyin olumsuzluğu
ancak olumluluğuna nisbetle düşünülür ve anlaşılır" demektedir. Hiç şüphe
yoktur ki olumsuzluk hükmi nisbete izafe edilmez, fakat O, ancak, nisbetin
kurulması anlamında olumlııluğa izafe edilir.
Bu konuda Katibi, Keşfü'I-Esrar Şerhinde, şöyle demiştir : " Her
şeyin olumsuzluğu, ancak olumluluk gibi mukabili olan şeye nisbetle
düşünülür ve anlaşılır.Hiç şüphe yok ki olumsuzluk, hükınl nisbete karşılık
olmaz, fakat o sadece nisbetin kurulması anlamında olumluluğa mukabil bir
kavramdır."
M ü c 1 b : Bahisin ot yokluğu dışarda tahak.kuku imkansızdır ot
sözünden kasdı, ot ·yokluğun mutlak olarak tahakkuku imkansızdır ot
anlamında ise, bu yasak edilmesi gereken bir görüştür.Çünkü izafi (göreli)
yokluğun bir tahakkuku vardır.Eğer o, bu sözüyle " yahn (sırf) yokluğun
tahakkuku imkansızdır ot anlamını kasdediyorsa, bunu biz de kabul ederiz.
F a k 1 r : Babis, sadece yokluğun hariçte tahakkukunu kabul etmiyor, onun tahakkuk edenin hükmü içinde olduğunu değil .. Sonra yokluğun
tahakkukunun, tahakkuk edenin hükmü içinde bulunduğunu belirtmeye
uğraşmak, asla doğru değildir.Doğrusu dışan iki anlamda kullanılır.Biri
duyulardan dışarda kalan dış dünya.Diğeri itibardan dışarda olan şey anlamında dışarı.İzafi yoklul}, birinci anlamda değil, ikinci anlamdaki dışanda mevcuttur. ' ·
M ü c 1 b : Görme (basar) kavrariıı körlük için ya zaô ya da ilintisel bir kavram olur.Onun zat! olmasına imkan yoktur.Eğer öyle olsaydı, körlüğün
görmeyi ifade etmesi lazım gelirdi.Onun ilintisel (arazi) olması da mümkün
değildir.Çünkü öyle olması, ancak tanımlanana yüklem olan haric1lanmlar sebebiyle mümkündür.~er ne kadar o, müsemma Jçin lazım ise de, fakat onun yüklemi olacak nitelikte bir lazım değildir.Oyleyse körlüğü onunla
tanımlamak nasıl doğru olur ?
F a k 1 r : Bu görüş, meleke kavramının yokluk kavrammdan bir parça
olduğu esasına dayalı bir görüştür.Halbuki müdbin bu görüşü, Ebheri''nin Metali' şerhinde İmam Ubeydi'den nakledilen bir görüşle reddedilmektedir.Buna göre, meleke kavramı yokluk kavramından bir parça
değildir.Mesela körlük, görme (basar) ile beraber yokluk değildir.Fakat o, işi
görmekten ibaret olan basara (göze) mahsus bir yokluktur.Şemsiyye şerhinde, Kutbüddfu er-Razi de bunu beyan etmiştir.
AL TINCJ KONU
B a h i s : Nicelikleri aynı nitelikleri farklı iki bitişik şartlı önermenin, mukaddemeleri bir, tameri çelişiğin iki tarafıdır, görüşünü ileri sürer
mantıkçılar,_ Zira bu ikisi birbirinden ayrılmaz, yapışıktırlar.Olumlunun,
olumsuzu gerektitmesine gelince, bir tek şeyin iki çelişiği gerektirmesi
imkansız olduğu için, mukaddem tallyi gerektirdikçe, onun yokluğunu
gerektirmemesi icab eder. Yokluğunu gerektirmediği zaman, olumlu mukaddem ile tilisinin çelişiğinden meydana gelmiş olan olumsuz luzGmiyye
önermedoğru olur.Olumsuzun olumlu yu gerektirmesine gelince, muka<;ldem. taliyi gerektirmediği için, onun kendi çelişiğini gerektinilesi icab eder. Aksi takdirde bir tek şeyin, bir şeyi ve onun çelişiğini gerektirmemesi lazım
gelir.Halbuki bu imkansızdİr.
Mantıkçılann yukarda zikredilen görüşlerinden şu hususu kabfıl
etmiyoruz : " muhal olması caiz olduğu için, bir tek şeyin iki çelişiği
gerektiq:pesi imkansızdır." Halbuki mu halin mu hali gerektirmesi mümkün ve_
caiz~.Oyleyse mantıkçılann bu görüşünün anlamı nedir? ·
,Fa k 1 r: Bu sözü sahibü'l-Keşf, Şeyh'ten nakletmiş ve ona iki yönden itiraz etmiştir.Birincisi bahisin zikrettiği yöndür.Metali' sahibi de itiraz edilen bu iki yönünün gerçekten vand olduğu inancıyla ona tabi olmuştur, Şarih muhakkik Mevlana Kutbüdd!n, bu iki yönün kaynağını Şeyhin meramını anlamaktan gafıl olmaya bağlı görmüştür. Ve fakat o, iki şeyden
birini yani mutlak ittisali (bitişikliği) veya lüzumu kabUl etmiştir.Delili d_e şudur : İki nitelikli bitişik şartlı önermeler, bazan mutlak ittisal ile mevcut olurlar.Netice itibariyle lüzum, ikisinden birinde taliden bir parça yapılır ve
diğerinde lazım olması bakımından onun çelişiği getirilir.Bunun sonucu, şu
önermemiz " Elbette A,
J3
olduğu zaman, H'nın D olması lazım gelirdeğildir.", " Her ne zaman A, B olsa, H'nın D olması lazım gelmez."
önermesi kuvvetinde olur. (5)
YEDiNCİ KONU
B a h i s : Bir kısım IBimler nazarında meşhur olan görüşe göre, ' mümkün muhali gerektirmez.Benim bu görüşe iki yönden itirazım var.
B i r i n c i s i : Çünkü şu önermemiz doğru bir önermedir " Her ne zaman vacibü'l-vücud mevcut olsa, ilk ma'lfıl de mevcut olur." Ve'ne zaman o doğru olsa, onun çelişiğinin aksi de doğru olur.O da şu önermedir: "Her ne zaman ilk ma'lfıl mevcut olmasa, vacibü'l-vücud da mevcut olmaz." İşte burada, mümkünün muhali (imkansız) gerektirmesi vardır.Çürikü ma'lfılün yokluğu mümkündür ve Vacibü1-vücudun yokluğu muhaldir.
İ k i n c i s i : Şüphesiz muhalin mümkünü, külll ve cüz'i olarak, gerektirmesi caizdir.1~u caiz olunca, mümkünün de muhali cüz'1 olarak gerektinnesi caiz olur.Oyleyse yukarda geçen meşhfir·görüşün sihhat durum.u
nedir? ·
M ü c 1 b : Bahisin itiraz ettiği iki yonden her birine iki noktada itirazım vardır;
B ir i n c i yön :BİRİNCİ NOKTA: l l Her ne zaman Vacibü'l-vücfid mevcut olsa, ilk ma'lfil de mevcut olur. l l önermesinin ters döndürmesinin
yapılabileceğini kabul etmiyoruz.Nitekim müteahhirfin ilimleri, tümel olumlu önermeninin tümel olumlu olarak ters döndürülmesini batıl kabul
etmişlerdir.Bu husus, mantık kitaplarında zikredilmiştir.
İKİNCİ NOKTA : Eğer bu önenneyi ittifakiye olarak alırsanız,. bu
·takdirde o döndürülmez.Eğer lüzfimiyye olarak alırsanız: gayri müslim
filozofların mezhebine göre ancak onun döndürülmesi sahih olur.Çünkü onlar, alemin kıdeınine kail olmuşlardır.Bu ise hakkında tekfiderini gerektiren meselelerdendir.Nitekim Gazali bunu Tehafütü'l-Felasife adlı kitabında zikretmiştir.Kelamcıların mezhebine gelince, onlara göre, Vacib'in
varlığı alemin varlığını gerektitpıez.Va~ib'in varlığına nisbetle alemin varlığı
ve yokluğu mümkündür.Oyleyse itiraz eden onlara yöneltsin
itirazını.Gerçekten onların me~ebi muhaldir.Ve muhilin başka bir muhali . gerektirmesi mümkündür.Burada sözkonusu olan başka muhai, mümkünün
muh§,li gerektirmesidir.
1
k i n c i yön BİRİNCİ NOKTA: Muhilin külll ya da·cüz'1 olarak mümkünü gerektirmesi c-aiz olunca, mümkünün de muhali aynı şekildegerektir-mesinin caiz olacağı görüşünü kabul etmiyoruz. Çünkü biz, Metali' sahibinden mukaddemin tabiatı gereği tal1yi gerektirmesinin caiz olacağını
fakat taımin böyle olanuyacağını nakletmiştik.
İKİNCİ NOKTA : Şüphesiz mümkünün c.üz'i olarak muhali gerektirmesi kabul edilse bile, bu mömkünün külll olarak muhali gerektirmesinin reddine man i olmaz. Neticede tarifi tam olmaz. Çünkü onun cüz'1yi gerektirmesi bazan tahakkuk eder de fakat çok kimse bunu anlamaz.Hakikaten Zeyd'in hayvan oluşu, cüz'1 bir gerektierne ile onun
anınyer olması gerektirir.Halbuki onun hayvan oluşu mümkündür, fakat
anınyer olması muhaldir.
F a k f r : Müdbin itiraz ettiği birinci yön ün ikinci noktasında ve ikinci yönün birinci ·noktasında cevap vermeye değer hiç bir şey yoktur.Birinciye gelince, mantık ilminde söz söylemenin ehl-i İslamda kendine ait bir husfisiyeti yoktur.Hatta bu konuda söz söylemek, müslümanlardan daha ziyade filozoflara nisbet edilir.Münasib olanı, soruyu onlara sormak, onların maksatlarını açıklamak suretiyle sorunun mücerret cevabına yönelerek, ama asla onların sözlerini. tashih etmeye kalkışmadan, on lan savunmaya iltizam etmektir.İkincisine gelince, musannifin sözünü işitti, o, onun cevabıdır.Artık ona dayanarak yeniden cevap vermenin anlamı yoktur. (6)
SEKİZİNCi KONU
B a h i s : Mantıkçıların nazarında meşhur olan görüşe göre, Fasl
(ayırım), cinsin varlığı için bir illettir.Buna gerekçe olarakda şu görüşleri delil olarak getirdiler. : Eğer fasl illet olmasaydı, cins faslın illeti olurdu.Böyle olmasa idi, ikisinden her biri diğerinden müstağru olurdu.O vakit de terkip
imkansız olurdu.Lilin cins, faslın illeti değildir.Eğer o, nun illeti olsaydı,
nerede cins mevcut olsa fasıl da mevcut olurdu.Halbuki böyle değildir.Bunun cevabında, illetten muradınız nedir denilmiştir.Eğer ondan murad, illetin bir
parçası ise, öyleyse niçin cinsin fasla illet olması caiz olmasın'? Nerede cins mevcut ise f~sıl da mevcuttu~ sözünü, illetin bir parçasının varlığı sırasında
ma'lillün varlığı zorunlu olmadığı için, kabul etmiyoruz.Eğer ondan murad tam illet ise, ikisinden hiç birinin illet olmaması niçin caiz olmasın ? Nitekim yukarda ikisinden her biri diğerine muhtaç olmaz da böylece terkip imkansız olw;du diye geçen sözün tefsiri, bu ihtimali akla ge~ektedir.
Biz bu takdire dayanarak onların birbirine muhtaç olmayacakları~~ kabfil etmiyoruz. Çünkü onların ikisinden hiç birin~n illet olmaması caizdir.Oyleyse terkip imkansız olmaz ve onların her biri diğerine muhtaç olmaktan kurtulamaz.Zira illerin bu ikisinin dışında üçüncü bir şey olması caizdir.O halde sorunun anlamı nedir ?
M ü c ı b : Bahis bu konunun birinci paragrafını Metali'den ve
şerbinden nakletmiştir.Fakat cins ile faslın birbirine muhtaç olmasının lüzumunu defetme yönünü değiştinniştir.
F a k ı r : Orada kasdolunan mana, fastın cinsi varlığına illet olduğu. değildir. Eğer öyle olsaydı, o, ya onun hariçte illeti olurdu ve varlıkta ondan önce getirdi, oysa bu muhaldir ; ya da onun zihinde illeti olurdu, halbuki bu da muhaldir.Eğer fasıl, zihinde cinsin illeti olsaydı, fasıl olmadan cins
düşünülm,ezdi.Fakat asıl kasdolunan mana şudur : Cinse ait silret akılda
müphem bir tarzda bulunur.Bir çok şeyin varlıkta ona karışmasına
. elverişlidir.Cinse ait surete fasla ait sureti ekleyince, onu belirgin hale getiriyor, müphemlikten kurtarıyor, tam mabiyete mutabık yapıyor.Şu halde
fasıl, cinse ait akılda bulunan suretin kapalılığını ve müphemiyetini gidermenin onu tam belirgin bir hale sokmanın ve tam mahiyete uygun
kılmanın illetidir.Bu anlamda faslın illetliğin i inkar etmeye imkfuı yoktur. (7)
DOKUZUNCU KONU
B a h i s : Mantıkçılar, bitişik şartlı tikel olumlu önermenin yine bitişik şartlı tikel olumlu bir önerme olarak döndürüleceğini zannetmişlerdir.
Gerçekten, " Bazan, deve kuş oldu~u zaman, o hayvan olur."
önermemiz dowudur.Buna mukabil, "Deve hayvan olduğu zaman, o kuş
olur." ön ermerniz yanlıştır.Mukaddemi daima doğru olduğu halde, bu önerme dowu olsaydı, her hangi bir vakitte onun talisinin de doğru olması lazım gelirdi.Fakat bu muhaldir. Ve bununla, tümel ol umsuzun yine tümel olumsuz olarak döndürülemiyeceği ortaya çıkar.Öyleyse mantikçıların bu
görüşlerinin açıklanması nedir ?
Fa k 1 r: İlk itiraz, mantıkta kararlaştınlmış şu kural ile giderilebilir:
Tikel bitişik şartlı lüzQ.miyye önerme, doğru bir mukaddem ve yanlış bir taliden meydana gelir.Oyleyse, "Deve hayvan olduğu zaman, o·kuş olur."
önemıemizin yanlış olmasılazım gelmez.
İkinci itiraza gelince, Tümel olurusuzun ikinci maddede doğru olması mümkün değildir.Şüphesiz deveye bir takım hayvani takdirler içinçte kuş
demek dowu olduğu zamaJ1, " Hiç bir vakit, deve hayvan olduğu zaman, o
kuş olur değildir." denilmesi nasıl sahth olur ? Çünkü tikel olumlu, tümel olumsuzun çelişiğidir. (8)
ONUNCU KONU
B a h i s : Mannkçılar, iki zıttın çelişiği arasında cüz'1 bir zıtlığın olduğunu açıklamışlardır.Bu, doğru değildir.Çünkü hariçte ma'dfim olan, mümkün-ü amından daha husfıs1dir.Zira o, ya imkansızdır, ya da mümkündür.Ve ikisinden her biri, umumi imkan ile.mümkündür.Onunla umfınli imkan arasında zıtlık yoktur.Öyleyse onların bu görüşünün anlamı
edir? n .
M ü c 1 b : Bu, çözümü zor olan bir mugtUatadır.Bunun için, önce onunla ilgili şöyle bir giriş yapmalıyız.Mümkin-i
amm,
kendisinde iJ.rJ taraftan birinde zarllret selbedilen (kaldınlan) dan ibarettir.Ve kendisinden zarfiretkaldırılan taraf, böyle olmayan diğer tarafın yardımıyla belirlenir.Mesela, ma'dfim mümkin-i amından daha husfis1dir dediğimiz zaman, bununla, ma'dfima mukabil olan tarafın yardımıyla, hakkında varlık zarfireti sel b edilen
şeyi kasd ettniş oluyoruz.Vacib mümkin-i ammdan daha husfis1dir, dediğimiz
zaman, onunla, varlığa mukabil olması sebebiyle hakkında yokluk zarfıreti
selb edilen şeyi kasdetmiş oluruz.Mümteni' (imkansız) mümkin-i amından
daha husfıs1dir dedi~imiz zaman, onunla, imk;ansızlığa (imtina'ya) mukabelesinden dolayı, hakkında vücfıb (zorunluluk) zarfıreti selbedilen şeyi
kasdetmiş oluruz.Fakat mümkin-i has mümkin-i ammdan daha husiisidir ·
dediğimiz zaman, onunla, bir taraftan zaruretin mutlak -selbini kasdetmiş
oluruz.Bu ~irişten sonra bizderiz ki :
Bahisin tl hanete ma'dum (yok olan) mümkin-i amından daha husiisidir, sözünün burada varlık yanıyla kayıt altına alması gerekir.Bu kayıt şu anlamda olmalıdır : Hariçte ma'dfim olan, kendisine varlığı zaıı1ri değildir
·denilmesi doğru olan şeydir.Ve hakkında varlığı zarfiri değildir denilmesi
doğru olan her şey, kendisine hariçte, ma'dfimdur denilmesi doğru olan şey· değildir.Çünkü varlığı zarfiri olmayan mevcfida (var olana), hariçte ma'qfimdur denilmesi doğru olan şey değil<;iir. Çünkü varlığı zarfiri olmayan
mevciid~ (var olana). hariçte ma'dumdur (mevcut değildir) denilmesi doğru
olmaz. Oyleyse daha hususi olan hariçte madumun altında iki ferdi vardıt.
Onlardan biri mümteni' (imkansız), diğeri kendi yokluğunda baki olan
mümkin-hastır.Daha umumi olan ise mümkin-i ammdır.Bu anlamda onun altında üç ferdi vardır.Onlcıfdan biri, mümterıl'dir.İkincisi, kendi yokluğıında baki olan mümkin-i hastır. U çüncüsü, vacibin dışında varlığa çıkan mümkin-i
hastır. Vacibin dışında dedik, çünkü bu anlamda ona mümkin-i amın
denilmesi doğru olmaz.Zira o, varlığı za.rfi.ri olanıdır Nasıl ki mümteni'ye
yokluğu cihetinden yokluğu zarfiı:i değHdir anlamında mümkin-i amın
denilmesi doğru olmadiğı gibi.Çünkü o, yokluğu zarfiri olandır.Şu halde, hariçte ma'dfimun zıddı olan şey, onun da külli olarak zıddıdır.O ise, varlığı
zarfiri olmayan anlamında, mürrıkin-i arnının çelişiğidir.Ve bir şeyin selbin
(değillemesini) selb etmek (değillemek), onu isbat etmektir.N"etice itibariyle bu çelişik, Vacipten ibaret olur. Çünkü o, hakkında zaruri değildir denilmesi
doğru olandır ve onun varlığının zarfiri olmasını gerektirir.' tl Varlığı za.rfi.ri olmayan " anlamı, ma'diimun çelişiği ile mümkin arasında cüz'l bir zıtlığın olmasını gerektirir.Çünkil, ma'diim olmayan, mümkin-i arnının dışında,
vücfib (zorunluluk) maddesinde zikredilen anlamda doğrudur.Keza, ma'dfim
olmayanın dışında, varlığı zarfiri olmayan ma'dfim hakkında, varlığı zarfiri olmayan anianunda mümkin-i amm denilmesi doğrudur.Galatın (yanlışın) kaynağı, zikredilen anlamda alınmış olan mümkin-i arnının başkasıyla karıştınlmasıdır.
F a k 1 r : Çelişmeyi bu yönüyle ortaya getiren kimse, onun bu madde ile tahsisini kasdetmiştir.Onun sadece çelişmenin aslına misal olmak üzere
zikret-miştir.Hastan daha umumi olan ile ve onun çelişi ği ile has arasında
külli bir mübayenet (zıtlık) vardır.Halbuki daha umfiml olan ile daha husfisi
olanın çelişi ği arasında mutlak bir umumilik vardır. Ve bu ikisinin ~rasında
cüz'l bir zıtlık yoktur.Bunu Metali' şerhinde Ebheri· zikretmiştir.Oyleyse mürr:ıkin-i a.mmı varlık yanıyla kayıt altına almaya gerek yoktur.Şayet kabul edilirse, asıl olan mutlak kılmaktır ve ibareden ilk anlaşılandır.Ve onunla
çelişınesi bilidir.Şu halde mümkin-i ammı kayıt altına almanın hiç biJ: faydası
yoktur.
Allame Taftazani şöyle demiştir : Bazılan burru, tam girişimliği ihtiva
ettiği. için, hepside cüz'i zıtlığı, iki kavramdan biri hariç diğerinin doğru olmasıyla tefsir ederek gidermişlerdir. .
Ben derim ki, iki eşjtin V~ daha umumi olanın çelişikleri hakkında denildiği gibi, belli bir kaidenin muhakkak ya da mukadder fertleri bulunan
şeylere tahsis edilmiş olduğunu söylenilmesi daha güzeldir.Kaidelerin ta'mimi maksatlardan dolayıdır.Oysa umumi şeylerin çelişik durumlannı
bilmede onlar için fazla bir garaz (maksat) yoktur. Çünkü hükmi iliı:nlerde,
konusu ya da yüklemi umumi şeyl~fin Çelişiği olan hiç bir önerme yoktur.Bu sanat, işte bu ilimierin bir aletidir.Oyleyse onu kaide dışı bırakmakta hiç bir mahzur yoktur.Hatta onun itibar görmesi, nisbetterin hasrında bir takım boşluklan icab ettirir. (9)
DlPNOTLAR ·
(1) Bakz. Süleymaniye Kütüp, Giresun Böl, No: 92; Ra~it Efendi No: 309.
(2) Bakz. V. 53 a, 54 ab, 55 b.
(3) Ba)cz .. V. 55 b, 55 a, 56 b.
(4) Bakz. V. 56 b, 56 a; 57 ab, 58 b.
(5) Bakz. V. 59 ab.
(6) Bakz. V. 60 ab.
(7) Bakz. V. 60 a, 61 ab.
(8) Bakz. V .. 61 a.
(9} Bakz. V. 61 a, 62 ab, 63 b.