• Sonuç bulunamadı

Dil Gelişimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dil Gelişimi"

Copied!
33
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dil Gelişimi

(2)

Bir dili edinmek, ya da bir dil öğrenmek ve onu çeşitli durumlar karşısında yaratıcı bir şekilde kullanabilmek salt insana verilmiş bir yetenektir (Riemer, 2002, s:49). Çocuklar anadillerini edinirlerken her şeyden önce; dünyayı keşfetmek, duygu ve düşüncelerini sözel ve sözel olmayan bir biçimde ifade etmek ve diğerlerini anlamak olanağına kavuşurlar (krş. Oksaar, 2003). Oldukça karmaşık bir niteliğe sahip olan dil edinimi sanılanın aksine doğumdan sonra başlayıp, ergenlik ile birlikte son bulan mekanik bir süreç değildir. Dil edinim süreci, anatomik olarak bütünlük arz eden bir yapıya sahip olan işitme duyusunun oluşumunu tamamlaması, yani fetusun anne karnındaki misafirliğinin yaklaşık 20. haftasında başlayan (krş. Draganova et.al. 2005; 2007; Huotilainen et al.

2005), doğumla birlikte ivme kazanarak ilerleyen (Singer 2011, s:6) ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir (krş.

Pınar 2015, s:25). Dil edinimi yaşam boyu devam eder, çünkü çevresiyle sürekli etkileşim içinde bulunan ve sosyal bir varlık olan insanın keşfetme ve öğrenme arzusunun bir sonu yoktur. İnsan değişir, dil değişir ama ikisinin birbiriyle olan ilişkisi pek değişmez. Sürekli kelime dağarcığımıza yeni kelimeler eklenir (örneğin:

özçekim), bazı kelimeler zamanla eskir (örneğin: mütemadiyen) ve bazıları silinir gider (tayyare gibi), yani dil ile olan serüvenimizde hiç bir şey başladığı gibi kalmaz. Bu anlamda dil edinimi kesintisiz işleyen ve bireyin gelişiminde asla sonu olmayan bir süreç olarak değerlendirilebilir (krş. Deutsch ve Mogharbel, 2007).

(3)

Dil edinimi tüm yaşamı kapsayan uzun soluklu bir süreç olmanın dışında hem işleyişi hem de nihai sonuçları, birbirini

etkileyen bir dizi faktör tarafından belirlenen oldukça karmaşık bir süreçtir (Merten 1997, s:90f; Klein, 2000, s:11). Merten’

in de (1997, s:9) ifade ettiği gibi; çocuklar çok dilli bir ortamda dünyaya geliyor ve büyüyor ise, örneğin çok fazla göç alan ABD ya da Avrupa ülkelerinde olduğu gibi evde başka okulda başka bir dil konuşuluyorsa, dil edinim süreci daha da karmaşık bir hale gelir ve onu anlamak da aynı şekilde zorlaşır. Her şeye rağmen çocuklar anadillerini veya başka diğer dilleri edinirler, fakat nasıl? Bu soruya yanıt verebilmek adına bugüne dek pek çok kuramın geliştirilmiş olduğunu söyleyebiliriz.

(4)

Çocukların anadillerini ya da diğer dilleri edinmede sahip oldukları yeteneklerini anlamak ve açıklamak istiyorsak disiplinlerarası yaklaşımlara gereksinim duyarız, çünkü insan; biyolojik, bilişsel, sosyal ve kültürel bir varlıktır (Oksaar, 2003, s:12). Bu bakış açısından hareketle dil edinimi konusu sadece dilbilimciler tarafından değil; antropoloji, psikoloji, felsefe, edebiyatbilim, pedagoji, tıp, nörobilim, bilişsel bilim, sosyoloji, sosyodilbilim, kültür antropolojisi vb. disiplinlerin temsilcileri tarafından da epeyce araştırılmıştır (Krş. Bickes ve Pauli, 2009, s:7). Fakat her disiplin birinci ve ikinci dil edinimi konusunda diğer bilim dallarından bağımsız bir biçimde hareket etmiş, farklı hedefler, farklı bilimkuramsal bakış açıları ya da farklı yöntemler sayısız açıklama ve modeli de beraberinde getirmiştir (Krş. Bickes ve Pauli 2009, s:7f.). Dil edinim alanındaki hemen hemen tüm bilimsel yaklaşım ve kuramların arkasında belirli bir ilginin ve dünya görüşünün yattığını söyleyebiliriz. Buradan hareketle 1990’ların başında dil edinimi kuramlarının sayısının 40 ila 60 arasında seyretmesine şaşırmamak gerekir (Krş. Oksaar, 2003, s:89).

(5)

Davranışçı dil edinim kuramı – Burrhus F.

Skinner

(6)

Bu psikoloji ekolünün başlangıcı “davranışçılık” kavramının da isim babası olan John Watson’un görüşlerine (1913)

dayanmaktadır. Aşağıda davranışçılık ekolünün tüm temsilcileri değil, özellikle dil edinimi için angaje olmuş olan Burrhus F.

Skinner ele alınacaktır. Her şeyden önce vurgulanması gereken şey, davranışçı dil edinim kuramının; klasik koşullanma

(Pawlow), edimsel koşullanma ve taklit (imitation) ilkelerine dayanan bir yaklaşım olduğudur (Skinner, 1974). Davranışçı dil edinim kuramına göre bireyi anlamak isteyen bilim insanının yapması gereken temel şey; öncelikle gözlemlenebilir olana, yani insan davranışlarına ve davranışın ortaya çıktığı çevreye odaklanmak ve kendisini bu yönde sınırlamak olmalıdır.

Skinner için “dil” diğer insan davranışları gibi bir davranış biçimidir (Merten, 1997, s:51; Edmondson ve House, 2011, s:91).

Yazara göre, gündelik yaşamda davranışlarımızı açıklamak için başvurduğumuz; düşünce, ilgi, arzu, yaşantı gibi güdüler görünebilir değildirler ve gözlemlenebilir olmadıkları için de araştırılmaları mümkün değildir. Edmondson ve House (2011, s:91) insan davranışını davranışçı bir kavrayışla şöyle şematize ederler:

(7)

Davranışsalcılıkta, insana, insan beynine (“black box”) ait olan duygusal süreçler epey geri plâna itilir. Başka bir deyişle, davranışçı kuram bu “black box” yani kara kutunun içinde neler olup bittiğini; üzüntüyü, sevinci, korkuyu vb. araştırmaz.

Buradaki bilimsel amaç daha çok çevre ve davranış arasındaki ilişki ve düzeni keşfetmektir (Krş. Edmondson ve House, 2011, s:92). Kuşkusuz Skinner insanın; duygu, düşünce ve güdülerinin olduğunu yadsımaz. Ona göre sorun, bu tür

kavramların psikolojideki muğlak yapısıdır. Açıklama getiremedikleri gibi, kendileri de açıklanmayı beklerler (Edmondson ve House, 2011, s:92). Skinner’e göre dilsel davranış diğer kişiler aracılığı ile pekiştirilen bir davranış biçimidir (Krş.

Skinner, 1974, s:13). Basit bir biçimde ifade etmek gerekirse, davranışsalcı paradigma, çocukların ilk dillerini çevrede konuşulan dili taklit etme ve pekiştirme yani diğer kişilerin dilsel destekleri yoluyla edindikleri varsayımından hareket eder (Krş. Skinner, 1974). Günümüzde ise taklit ya da pekiştirme ilk ve ikinci dil edinim araştırmalarında bir model olarak baz alınmamaktadır. Bugün artık neredeyse hiç kimse çocukların ilk ya da ikinci dillerini, çevrede konuşulan cümleleri basitçe tekrar ve taklit etmek ve hata yaptıklarında düzeltilmek yoluyla öğrendikleri düşüncesini paylaşmamaktadır (Ernst, 2008, s:22f). Normal koşullar altında, yani herhangi tıbbi bir bozukluk yok ise ya da izolasyon4 gibi bir durum söz konusu değilse, her küçük çocuk daha önce hiç duymamış da olsa kabul edilebilir tümceler üretebilir, bunun için taklide gerek yoktur. Bu açılardan bakarsak, Skinner’ın dil kavramının sınırlılıklar içerdiğini söyleyebiliriz. Davranışçı modelde en çok eleştiri konusu edilen mevzulardan biri; insanın gözlem ya da taklit yoluyla öğrendiğini savunan varsayım, bir diğeri ise davranış denen karmaşık yapının basit bir etki tepki şemasına indirgenmesi durumudur.

(8)

Nativist (doğuştancı) Yaklaşım – Noam Chomsky

(9)

Nativist, epigenetik (doğuştancı ve kalıtıma dayalı) yaklaşım biyoloji merkezli olup, temel olarak insanın emsalsiz ve

benzersiz bir konuşma aygıtına ve dile dair özel bir bilgi sistemine sahip olduğunu, dil ediniminin bazı determinist yasalar tarafından işletildiğini ve bu anlamda dil edinim sürecinin genetik olarak önceden belirlendiğini varsayar (Krş. Dietrich, 2002, s:91; Günther/Günther, 2004, s:48). Nativizmin en önemli temsilcisi olan Noam Chomsky (1981, s:136) doğuştan sahip olunan dil edinim aygıtı (Language Acquisition Device-LAD) adı altında bir mekanizma tanımlar. Yazara göre bu dil edinim aygıtı (DEA) çocuğun dile dair kurallar sistemini edinmesini sağlar. DEA’nın yardımıyla çocuk daha önceden

duymuş olduğu ya da yeni duyduğu ses ve içerikleri ifadeye dönüştürme ve bunları anlama olanağına kavuşur (Krşl.

Chomsky, 1981, s:218). Chomsky’e göre dil edinim aygıtı evrensel bir dilbilgisi içerir. Adı üzerinde evrensel dilbilgisi evrenseldir ve bu sistem herhangi bir doğal dilin kazanılmasını mümkün kılar. Bu bakımdan küçük çocuklar salt anne babalarının dilleri gibi belirli dilleri edinmek için genetik olarak önceden programlanmış değildirler, onların bu bilişsel yetenekleri yeryüzündeki herhangi bir doğal dili edinmelerine imkan sağlar. (Krşl. Edmondson ve House, 2011, s:139).

(10)
(11)

Evrensel dilbilgisine göre herhangi spesifik bir dilin sınırları, kapsamı ve de işleyiş biçimi sınırlı sayıda bir takım dilsel parametre tarafından belirlenmiştir (Riemer, 2002, s:55). Çocuklar herhangi bir dili edinirken, o dile özgü Input yani girdi alırken, sistem (dil) onlara kendi dilsel parametrelerinin, yani ilkelerinin ne olduğunu aktarmaktadır. Bu şekilde, çocuk yavaş yavaş dilbilgisel olguları ve dilin doğal yapısını keşfeder (Chudaske, 2012, s:50). Bu aktardıklarımızı kısa bir örnekle açıklamaya çalışalım.

Çocuğun doğuştan getirdiği eşsiz bir dil edinim aygıtı vardır ve çocuk dünyada konuşulan her hangi doğal bir dili edinebilecek bilişsel bir yeteneğe sahiptir. Diyelim ki Akira adında bir çocuk Yokohama’da Japon bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelsin. Aygıt doğumla birlikte etkin hale gelir ve Akira dilsel girdiler ile beslenmeye başlar. Bir süre sonra Japon dili spesifik parametrelerini çocuğa aktarır. Böylelikle bu muazzam aygıt sayesinde çocuk bu verileri işlemeye başlayıp dili keşfetmek için edinim yolculuğuna çıkar. Şimdi Akira’nın doğar doğmaz Eskişehir’de Türk anne babaya evlatlık verildiğini adının Zeki olarak değiştirildiğini ve

kesintisiz bu gerçekle yaşadığını düşünelim, Zeki bu kez Türkçe diline ait girdiler ile beslenmeye başlayacaktır ve dil kendi parametrelerini çocuğa aktaracak (örneğin: “Zeki ben Japonca gibi sondan eklemeli bir dilim, ben eklerle yeni kelimeler türetebilirim vs.”). Çocuk da böylelikle dilin doğasını keşfedip onu edinmeye başlayacaktır.

(12)

Chomsky ikinci dilini edinen çocukları ise daha önceden hiç bilmediği bir dili araştıran ve onu betimlemeye çalışan bir dilbilimci ile karşılaştırmaktır (Krş. Merten, 1997, s:58). Fakat çocukların ve dilbilimcilerin eşit

koşullarda ve aynı yol ve yöntemlerle dili öğrendiklerini savunan bu yaklaşımın sorunlu olduğu aşikardır. Çünkü her dilbilimci daha önceden bir dili zaten edinmiş, tüm bilişsel yeteneklerini çoktan geliştirmiştir, buna karşın çocuklar hem dillerini hem de bilişsel yeteneklerini geliştirme evresinin henüz başındadırlar. Oysa bir

dilbilimcinin dili öğrenme motivasyonu onun bilimsel ilgi ve merakı ile açıklanabilirken, yeni bir dil öğrenen çocuk ise sıklıkla varoluşsal ve doğal bir yolla dili öğrenir (Krş. Merten age. s:63). Bu konunun Chomsky tarafından ihmal edilip, görmezden gelindiğini söyleyebiliriz.

(13)

Bağlam içerisinde irdelememiz gereken bir diğer konu ise; Chomsky’nin (1965) çocuğun etrafında konuşulan dili, dilbilgisinin kurallarını öğrenmek konusunda eksik ve kusurlu olarak görmesidir. Zira yetişkinler konuşma esnasında

kelimeleri yutmakta, yeterince açık ve net bir telaffuz ortaya koyamamakta ve de dilbilgisel hatalar yapmaktadırlar. Başka bir deyişle, girdi (ya da input) kalitesi optimal düzeyde değildir. Fakat tüm bu olumsuzluklardan muazzam dil edinim

aygıtımız (LAD) etkilenmeyecek, ve o dil edinim sürecini regüle etmeye devam edecektir. Aslına bakarsanız, Chomsky’nin burada yaptığı şey çevresel faktörleri ve sosyal etkileşimin rolünü geri plana atmaktır. Ona göre çocuk doğuştan sahip olduğu benzersiz dil edinim aygıtı sayesinde bu zorlukların üstesinden gelmektedir. Bunu somut bir örnekle açıklamayı deneyelim. Öncelikle dilin bir dergi olduğunu düşünelim, evet herhangi bir dergi. LAD (ya da DEA) o derginin hem editorü hem tasarımcısı, hem yazı işleri müdürü hem de redaktörü gibi hareket etmektedir. Kimin hangi makaleyi nasıl yazdığının önemi yoktur, nasılsa her şey onun elinden geçmektedir ve onun kontrolü altındadır! Fakat Chomsky’nin yetişkinlerin dilinin kusurlu olduğunu savunan bu düşüncesi pek mantıklı görünmemektedir (Szagun, 1986, s:89).

(14)

Çünkü yetişkinlerin çocuklara yönelttikleri dil, kendi aralarında konuştukları dilden apayrıdır. Zira kelimeler daha açık telafuz edilir, tümceler sözdizimsel olarak daha basittir ve birçok tekrar içerir. Bu bakımdan böyle bir dilden beslenen çocuk başka bir aygıta (LAD) gereksinim duymaksızın dilbilgisi kurallarını pek tabi kendi genel öğrenme yetisi ile öğrenecektir. Çok sayıda araştırma; yabancı dil öğretmenlerinden tutun da öğretmen ve ebeveynlerin çocuklarla konuşma biçimlerinin karakteristik bir biçimde değiştiğini göstermektedir (Sinclair ve Brazil, 1982;

Madden ve Gass 1985; Cattell, 2000). Daha yavaş konuşulur, telafuz yetişkinler arasında konuşulan dile kıyasla daha açıktır ve basit sözdizimsel yapılar kullanılır (Oksaar, 2003, s:87).

(15)

Doğuştancı kurama göre çocuklar (davranışçı öğrenme kuramının tam aksine) dili yetişkinlerin desteği ve pekiştireçlerle değil, bilakis çeşitli kurallar yoluyla öğrenirler. Doğuştancı anlayışa göre sosyal çevre pek önemli değildir ve doğuştan sahip olduğumuz dil edinim aygıtının etkinleşmeşi için basit bir tetikleyiciden ibarettir. Nativizmde çocuğun genel öğrenme

yeteneğine de çok az bir değer atfedilir (Weinert, 2000; Grimm/Weinert 2002; Pötter, 2004). Genel olarak nativizm üç

merkezi görüş ortaya koyar. Her şeyden önce dilbilgisel yapıların doğuştan geldiğini savunur. İkinci olarak, dilin diğer bilişsel yeteneklerden bağımsız olduğunu iddia eder. Son olarak da dil ediniminde öğrenme süreçlerinin, önemsiz olduğundan hareket eder, çünkü ona göre çevrenin dili hep noksan ve kusurludur (Weinert, 2000; Szagun, 2008).

(16)

Oysa dilsel gelişimin ya da dil edinim sürecinin çevresel ve duygusal faktörlerden bağımsız olarak işlediğini tasavvur etmek pek mümkün değildir (Pons, 2003; Andresen, 2006; Lin-Huber, 2006; Lüdtke, 2012) Yaptığımız araştırmalar intrapsişik

süreçlerin, duygulanım düzenlenmesi (affect regulation) ya da duygu (emotion) faktörlerinin dil edinimindeki rolü konusunun nativizmde yer bulmadığı sonucunu doğurmuştur.

(17)

Kullanım

Temelli

Yaklaşım

Michael

Tomasello

(18)

Michael Tomasello, Noam Chomsky’nin dil edinim kuramından en az etkilenen dilbilimcilerden biridir. Tomasello dilbilim alanyazınında; kullanım temelli (usage-based approach) ve yapı-dilbilgisel

(Konstruktionsgrammatik/construction grammar,) yaklaşım olarak bilinen kuramların en önemli temsilcisidir. Yazar yaptığı araştırmalar ışığında Bruner’e (1987) paralel olarak çocuklardaki ilk dil edinim sürecinde anne-çocuk

etkileşiminin kurucu bir rol üstlendiği sonucuna ulaşmıştır ve anneleri ile birlikte nitelikli olarak çok zaman geçirme olanağı bulan çocukların, yaşıtlarına kıyasla daha çok kelime haznesine sahip olduklarını saptamıştır (Tomasello, 2003, s:65). Tomasello’ya göre; diledinimi denen şeyi kendi bütünselliği içinde kavramak istiyorsak şu noktalara temas etmek zorundayızdır:

(19)

“Çocukların dili nasıl edindiklerini anlamak, biraz da onların ne tür bir dil işittiklerini bilmemizden geçiyor – burada belirli spesifik ifadeler, ve bunların yapısal özelliklerini kastediyorum. İki konu var esasen. İlki yetişkinlerin, hızını çocuğa göre ayarladıkları ve dil edinim sürecininin önemli bir parçası olana “çocuk dili”nin (Motherese) süreç içindeki rolünün iyi bilinmesi. İkincisi de: Çocukları işittikleri, yetişkinlerin kullandığı genel dilin (‘input’) tür ve miktarının onların edinim sürecine olan etkisi ve onların bunu nasıl edindikleri konusudur.” (Tomasello, 2003, s:108).

(20)

Kullanım temelli/yapı-dilbilgisel yaklaşımda sözcük ve dilbilgisi arasında ayrıma gidilmez. Geleneksel anlamda dilin temel birimleri olarak kabul edebileceğimiz söcüklerin hem içerik, hem de ifade ediliş biçimleri vardır. Tomasello’ya göre ise aslolan dilin temel birimleri olan yapılardır (construction/Konstruktion) ve yapı denen bu birimler sözcüklerle aynı özelliklere sahiptir. Tomasello, sosyal birer varlık olan insanların genel bir bilişsel yeteneğe sahip olduklarını ve çevresiyle etkileşim kurarak bu yapıları zamanla edindiklerini vurgulamaktadır (Bickes, Pauli, 2009, s:65). Fakat çocuğun başta annesi ile olmak üzere çevresiyle kurduğu etkileşimin niteliği ve bu etkileşim sürecinde duygusal faktörlerin rolü gibi olgular neredeyse hiç tartışılmamaktadır.

(21)

Etkileşimsel Yaklaşım

Jerome

Bruner

(22)

Etkileşim merkezli bir dil edinim kuramı ortaya koymak düşüncesinden hareket eden Bruner, psikoloji literatüründe bir dönem süregelmiş olan karakteristik doğa-kültür dikotomisini aşmak için çabalamış bir yazardır. Ona göre insan kültür ile kuşatılmış, kültürden beslenen bir biyolojik varlıktır. Bruner’in etkileşim eksenli yaklaşımlarından (1975, 1978, 1987) hareketle, insanın sahip oldukları yeteneklerin hem biyolojik temelli, hem de ifade ediliş biçimiyle kültürel kaynaklı olduğu sonucuna ulaşırız (Krş. Bruner, 2008, s:16f.). Bruner’e göre (1987, s:32 ve s:74) dil edinimi çocuk ve çoçuğun bakımından sorumlu (anne, babaanne gibi) kişi arasında gerçekleşen diyolağa dayalı etkileşim ile ilerlemektedir.

(23)

Çocuk; dili yetişkinlerin kendisine sunduğu bir tür dil destek–sistemi (Language Acquisition Support System) aracılığıyla edinmektedir. Buner’e göre (2008 [1978], s:14) dil edinimi çocuğun ilk sözcüksel-dilbilgisel ifadesini ortaya koymasından önce, anne ile çocuk arasında sağlıklı bir etkileşim alanının oluşması ile başlar. Bruner’e paralel olarak Jeuk (2011, 74) dil ediniminin doğrudan doğum sonrasında, anne ile bebek arasındaki ilk etkileşimlerle başladığını ifade etmektedir.

(24)

Bruner “Çocuk dili nasıl öğrenir?” (1987) adlı kitabında etkileşim olgusunun ve çocuğun ilişki deneyimlerinin dil ve konuşma ile olan bağıntısı üzerine eğilmiştir. Küçük çocukların yetişkinlerle olan etkileşiminde rol oyunları önemli bi yer tutar, çocuklar defalarca aynı role bürünüp, usanmadan ve arzulayarak aynı rolü tekrar oynarlar. Bu türden bir etkileşim deneyiminde hem çocuk hem de yetişkin için mutluluk ve hoşnutluk gibi karşılıklı duygular açığa çıkmakta, çocuk da bu olumlu koşullar altında öğrenim deneyimleri yaşamaktadır (krş. Bruner, 1987,

s:86ff.).

(25)

Çocuğun dilsel gelişiminde duygusal faktörlerin rolü konusunun bilimsel disiplinler tarafından epeyce geri plana itildiğini söyleyebiliriz. İlk dil edinim kuramlarında çocuk sırasıyla: “Black Box” (Skinner, 1957), herşeyden

bağımsız bir “evrensel gramerci” (Chomsky, 1993, 1995), bazen: “İşlemci” (O`Grady, 1997, 2005, 2008) zaman zaman da: “Tasarımcı” (Tomasello, 2002, 2005, 2008) olarak ele alınmıştır.

(26)

Çocukların dilsel gelişimlerinde iki temel evreden söz edilebilir. Bunlar: “Konuşma Öncesi” (Präverbal) ve

“Konuşma” (Verbal) dönemleridir. Aşağıdaki tabela doğum sonrasında dil gelişiminin nasıl seyrettiğine dair genel bir bakış sağlayacaktır (Krş. Büttner, 2007, s. 16; Miosga/Bindel, 2012, s. 38-45).

İlk Dil Edinim Aşamaları

(27)
(28)

Yeni doğan bebek henüz ağlama döneminde iken, ebeveynleri ile etkileşime girmeye başlamaktadır. Bebek ilk aylarda yeni ve ilginç her tür akustik uyarıcıya karşı, gözlerini ve başını sesin geldiği kaynağa yöneltmek suretiyle, tepkiler

vermektedir. Bu evrede bebek gırtlak, yutak ve dudaklar yardımıyla çığlık sesleri üretmekte ve bu seslerin şiddeti ilk iki ay içerisinde belirgin bir oranda yükselmektedir. Bebeğin çığlıkları, onun içinde bulunduğu rahatsızlığı çevreye iletmekte, bu ileti özellikle de anne üzerinde huzursuzlukla beraber ciddi bir etki yaratmaktadır. Sesin şiddeti beton kırıcılara eşdeğer olarak 120 desibele kadar ulaşmaktadır (Miosga/Bindel, 2012, s. 38).

(29)

Altıncı haftadan sonra – bazı araştırmacılara göre ikinci aydan itibaren (Krş. Leonhardt, 2009) – içgüdüsel olarak gerçekleşen birincil gığıldama (ya da ilk mırıldanma evresi) dediğimiz ve onaltıncı haftaya dek süren döneme

girilmektedir. Leonhardt’a göre (2009, s. 21) bebeğin gığıldama ve mırıldanmaları, konuşma aygıtının motorik anlamda gelişmesini sağlamakta, bebeği konuşmaya hazırlamaktadır. Bebek, altıncı aydan itibaren yaklaşık olarak birinci yaşına kadar sürecek olan mırıldanma döneminin ikinci evresine – mırıldanma monologları – girmektedir.

(30)

Bebek ancak ilk yılın sonuna doğru açık ve net bir biçimde duyulup, ayırt edilebilen “ba, da, ga, na…” gibi heceler

kurmaya başlamaktadır (Miosga/Bindel, 2012, s. 39). Anlama becerilerinin ise sekizinci aydan sonra, üçüncü çeyrekte, gelişmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu dönemde çocuk, belirli nesnelerin adlarını fark etmeye ve çok çeşitli

çağrışımlara açık hale gelmeye başlamaktadır. Bu dönemde, büyük bir dikkatle çevresini gözlemlemekte olan bebek, ses ve kelime kullanımına kendini hazırlamakta ve bu yönde belleğini geliştirmeye devam etmektedir. Çocuğun ancak 1 yaş civarında iken anlamlı kelimeler konuştuğu gözlemlenmektedir.

(31)

Konuşma dönemine giriş yapabilmenin koşulu anlama becerisinin bir yaş öncesinde kazanılmış olmasıdır diyebiliriz (Krş.

Büttner, 2007, s. 18). Tek sözcük dönemi olarak adlandırdığımız, onuncu aydan onsekizinci aya dek uzanan bu evrede:

“su”, “yatak”, “ev” gibi kelimelerden, bazen de fiillerden oluşan tek kelimelik cümleler üretilmektedir. Çocuklar ondört aylıkken ortalama 10 kelime konuşabilmekte, 50 kelimeyi de anlayabilmektedir (Zufferey, 2015, s. 23). Çocuğun bu dönemde ürettiği ifadelerin hangi anlama geldikleri içinde bulunulan duruma bağlıdır. Miosga ve Bindel (2012, s. 47) burada çocuğun zihninde bir cümle tasarımının var olduğu, fakat henüz bunu formüle etme ve telaffuz etme yeterliliğine sahip olmadığını vurgulamaktadırlar. Onsekiz ila yirmi dördüncü aylar arasında çocuk iki sözcüklü ifadeler üretebilme yetkinliğine erişmektedir. Bir buçuk yaş civarında iki, bazı durumlarda da üç kelimeyi yan yana ekleyebilmekte, ilk iki ya da üç sözcüklü cümlelerini kurabilmektedir (Miosga/Bindel, 2012, s. 47).

(32)

İkinci yıldan itibaren cümlelerin giderek karmaşık bir yapıya büründüğünü görmekteyiz. Çocuklar 30. aya kadar günde ortalama 1.6 yeni kelime öğreniyor, 30. ayda 600 civarında kelime haznesine sahip olabiliyorlar (Zufferey, 2015, s.

23). Üçüncü yılda, yani çok kelime döneminde, çocuğun giderek hatasız cümleler türetmeye başladığı görülmektedir.

Bu dönemde, sözcüklerin bazı ünsüz harflerinin bir takım hatalar içermekte olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin:

“araba” yerine: “ayaba” ya da: “avaba” gibi ünsüz harf kaynaklı hatalara rastlanmaktadır. Konuşma döneminin son evresi olan mükemmelleştirme dönemine 60. aydan sonra girilmekte, fonetik ya da sözdizimsel hatalar bu evrede giderek azalmaktadır (Miosga et al. 2012, s. 45).

(33)

Özetle ifade etmek gerekirse, ilk dil edinim süreci çocuğun gelişimi sırasında karşı karşıya olduğu en karmaşık görevlerden biri olarak düşünülebilir. Dittmann’ın (2006, s. 9) da ifade ettiği gibi: “dile uzanan yol engel ve sapaklarla doludur ve çocuk tüm etapları başarmak için savaşmak zorundadır”.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Bilişsel zihin kuramı daha çok kişilerin inançlarını ve düşüncelerini anlama olarak nitelendirilmiştir.. P

Kişiliğin ayrılmaz bir parçası olan otobiyografik bellek performansları daha iyi olan kişilerin sosyal becerilerinin de daha iyi olduğu bilinmektedir.. Düşünce, duygu ve

İfade edici dilin gelişmesinin yani çocuğun kendisini etkin bir şekilde ifade edebilmesinin ön koşulu, alıcı dilinin

 Bu durum, Vygotsky’ye göre “yakınsal gelişim alanı” olarak adlandırılan, çocukların gerçek gelişim düzeyleri ile kapasiteleri arasındaki farktan

 Sosyo-Ekonomik Koşullar: Bu konuda yapılan çalışmalarda, üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların sözcük sayısının, alt ve orta gruba göre daha iyi olduğu,

 Akran zorbalığı, düşük özgüven, daha az düzeyde iletişim, endişe, kaygı ve kekemelik davranışına odaklanıp kontrol etmeye çalışma gibi nedenlerle kekemelik

 Gazi Erken Çocukluk Değerlendirme Aracı:0-72 ay arasındaki çocukların gelişimlerini ayrıntılı olarak değerlendirmeyi amaçlayan GEÇDA; Psikomotor, Bilişsel,

Yetişkin, bebekle oyun oynarken bebeğin elinde bir oyuncak olduğu sırada elini uzatarak “Bana oyuncağı ver.” der.. Bebek, oyuncak ya da nesneyi