• Sonuç bulunamadı

AB HUKUKU Ders Notları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AB HUKUKU Ders Notları"

Copied!
311
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AB HUKUKU

Ders Notları

MMXIV

EU Law Lecture Notes

MMXIV

(2)

2

(3)

3 AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU

TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE AVRUPANIN BÜTÜNLEŞMESİ Avrupa’nın Bütünleşmesi Girişimlerine Genel Bir Bakış

Batı Avrupa devletleri arasında bir birlik oluşturulması düşüncesi, 14. yüzyıldan itibaren tarihçiler, filozoflar, hukukçular ve siyaset adamları tarafından değişik zamanlarda dile getirilmiştir. Bir kısım yazarlara göre, Avrupa'nın bütünleşmesi düşüncesinin temelleri, Fransız hukukçu Pierre Dubois’in 1306 yılında yayınlanan bir eserinde bulunabilir. Bazı yazarlar da bu düşüncenin temellerini Rousseasu ve Kant’ın eserlerinden başlatırlar. Avrupa birliği konusunda görüşler ileri süren bir çok düşünür olmuştur. Bunlar arasmda Sully, Saint Simon, Penn, Leibniz, Saint-Pierre ve Bluntschli ilk başta göze çarpan önemli düşünürlerdir.

Bu düşünürlerden bazılarının görüşlerine bakacak olursak; Dante’ye göre farklı hukuk sistemlerine bağlı devletler monarşik bir yapı altında birleşerek tek bir hukuk sistemini benimsemelidirler. Bu düşüncenin AB’nin birinci sütunu ile neredeyse örtüştüğüne dikkat edilmelidir. Jean Jacgues Rousseau, o dönemde Avrupa’da bulunan 19 devletin bir anlaşma çerçevesinde Avrupa Federasyonu kurmalarını önermiştir.

20. yy’da da bu çabalar devam etmiş ve daha Avrupa Topluluğu’nun kurulmasından ve gelişip Avrupa Birliği’ne dönüşmesinden çok önce, Avrupa Devletlerim birleştirme düşüncesi çeşitli biçimlerde siyasal ifadesini bulmuştu. Böyle bir birliği hegemonya yoluyla ya da zor kullanarak kurmaya yönelik girişimler görülmüştür. Öte yandan, özellikle I. Dünya Savaşı’nın hırpalayıcı tecrübesinden sonra, devletlerin eşitlik temelinde gönüllü ve barışçı birliğini sağlamaya yönelik tasanlar da ortaya atılmıştır. Örneğin, 1923'te Pan-Avrupa Hareketi’nin AvusturyalI kurucu önderi Kont Coudenhove Kalergi 1848’de İsviçre birliğinin başanyla pekiştirilmesi, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulması ve en önemlisi 1776’da Amerika Birleşik Devletlerinin bağımsızlığına kavuşması gibi örneklere işaret ederek bir Avrupa Birleşik Devletleri oluşturulması çağasında bulunmuştur. Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand 5 Eylül 1929’da Cenevre’de Milletler Cemiyeti Asamblesi’nde yaptığı ünlü konuşmasında, Alman meslektaşı Gustav Stresemann’m desteğini arkasına alarak, Milletler Cemiyeti çerçevesinde bir Avrupa birliği oluşturulmasını önermiştir. Ne var ki bu girişimin yakın hedefi Avrupa devletleri arasında, ulusal egemenliklere dokunulmaksızm daha sıkı işbirliğinin sağlanmasıyla sınırlıydı.

Ancak, barışçı birleşmeye dönük bütün bu çabalar hala baskın olan milliyetçilik ve emperyalizm dalgalan karşısında gerçek bir atılım yapamadı. Avrupa devletleri arasında tarih boyunca süregelen çekişmeler ve savaşlar 20. yüzyılın başında ve ortasında meydana gelen iki büyük savaş ile doruk noktasına ulaşmıştır. Özellikle E. Dünya Savaşından sonra Avrupa'nın bir kez daha savaşla yerle bir olmasından sonradır ki, Avrupalı uluslar, aralarındaki sonu gelmeyen rekabetin ne kadar yıkıcı ve kısır olduğu tam olarak kavrayabildi. 3 Avrupalı devlet adanılan, Avrupa savaşlarını sona erdirmek için seslerini yükseltmeye başladılar. Alman Konrad Adenauer, Fransız Robert Schuman ve Jean Monnet, İtalyan Alcide de Gasperi, Avrupa'nın entegrasyonu konusunda çaba sarf eden devlet adanılan olmuştur. İngiliz Winston Churchill bu bağlamda resmi

(4)

4 olarak ilk defa görüşünü açıklayan devlet adamıdır. Churchill, 1946 yılında Zürih’te yaptığı bir konuşmada Avrupa devletlerinin ABD gibi birleşik bir devlet oluşturmalan gerektiği üzerinde durmuştur.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşta yerle bir olan Avrupa'nın yeniden imar edilmesi gerekiyordu. Savaşın neden olduğu bu durum, barışçıl bir ortamda bir geleceğin sağlanması arzularını doğurdu. Savaşta büyük hasar gören Avrupa'nın yeniden imarı için Amerika tarafından finanse edilen Marshall Planı çerçevesinde Avrupa ülkelerine ekonomik yardımlar yapılmış ve bu yardımların koordinasyonunu sağlamak için sonradan ismi Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) olarak değiştirilen Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC) adı altında bir teşkilat kurulmuştur. Sovyetler Birliği ve onun etkisindeki Doğu Avrupa ülkeleri bu yardımı reddedince, Kıta Avrupasında, birliğin, sadece Batı Avrupa’da gerçekleştirilebileceği ortaya çıktı.

Ancak, İngiltere, devletlerin tam bağımsızlıklarını koruyarak uluslararası bir işbirliğine taraf olduğundan, bu tür girişimlerden uzak durdu. Böylece, Batı Avrupa devletlerini komünist yayılmaya karşı koruma çabasında olan ABD’nin bu tutumu, Avrupa’nın birliğinin sağlanması yönündeki çabalara katkıda bulundu.

Siyasal ve sosyal alanda işbirliğini amaçlayan Avrupa Konseyi’nin 1949 yılında kurulması, Avrupa ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin gerçekleştirilmesiyle ilgili görüşmeleri daha da teşvik etmiştir. Ancak, bu Konsey, hükümetlerarası bir organizasyon olmaktan öte gidememiş ve daha etkin bir entegrasyon sürecini başlatmak isteyen Avrupa devlet adamlarını tatmin etmemiştir.

Özellikle, Avrupa’da mevcut bulunan Fransız-Alman çekişmesine bir son vermek için, Avrupa'nın bütünleşmesi yönündeki çeşitli girişimler devam etmiş ve bu girişimler, Mayıs 1950’de, Londra’da açıklanan “Schuman Bildirgesi” ile Avrupa Topluluklarının kurulması konusunda ilk önemli ve somut adımın atılması ile sonuçlanmıştır." Avrupa'nın entegrasyonunun, bu gün gelmiş olduğu durumun temelinde, işte bu Bildirge bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar geçen süre, belki, Avrupa tarihinin barış içinde geçirdiği en uzun süre olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın topyekün çöküşü ve artık eskimiş olan ulusal yapıların siyasal ve ekonomik bakımdan çökmesi, bütünüyle yeni bir başlangıç için gerekli zemini hazırlamış ve Avrupa'nın yeniden düzenlenmesi konusunda daha radikal bir yaklaşımı zorunlu kılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında totaliter yönetimlere karşı savaşan direniş hareketleri bu zorunluluğu güçlendirmiştir. Bunun ardından gelen bütünleşme doğrultusundaki adımlar üç ana düşünceden doğmuştur:

Bunlardan birincisi, Avrupa’nın kendi güçsüzlüğünün farkına varmasıydı. Avrupa, dünya sahnesinin merkezinde çağlar boyu sahip olduğu konumunu çatışma ve savaş sonucunda kaybetmiş, boşalan yeri iki yeni süper devlet, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği doldurmuştu. Bu devletlerin her ikisi de bölük pörçük bir Avrupa'nın ortaya koyabileceğinden çok daha büyük askeri, siyasal ve ekonomik gücü elinde tutuyordu.

İkincisi, yeni bir askeri çatışma olasılığının ebediyen ortadan kaldırılmasının zorunlu olduğu yolundaki inançtı. “Bir daha asla” sloganı bu inancın ifadesiydi. Her ikisi de Avrupa içi savaşlar olarak başlayan ve ana muharebe alanı olarak en çok Avrupa’ya zarar veren iki dünya

(5)

5 savaşının korkunç tecrübesinden sonra, bu anlayış bütün siyasal uğraşların asıl hareket noktası haline geldi.

Sonuncusu ise uluslararası ilişkilerin daha düzgün biçimde yürütüleceği, daha iyi, daha özgür ve daha adil bir dünya yaratma yönündeki içten arzuydu.

Savaş sonrasında Avrupa’nın birleştirilmesi yolunda atılan adımlara bakıldığında, ortaya çıkan karışık manzaranın işin uzmanları dışında herkesi şaşırtmak üzere özellikle düzenlenmiş olduğu düşünülebilir. Büyük ölçüde birbiriyle bağlantısız birçok örgüt kurulmuştur: İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Batı Avrupa Birliği (BAB), Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) ve Avrupa Konseyi ile, kuruluşu Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), Avrupa Atom Eneıjisi Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) dayanan Avrupa Toplulukları ve başım İngiltere’nin çektiği Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) bu dönemde kurulan uluslararası örgütlerdir. Bu kuruluşların üye sayılan da birbirinden farklıdır;

Bununla birlikte temeldeki amaçlar göz önünde tutulduğunda ortada belirgin bir modelin bulunduğu üç ana grubun birbirinden ayırt edilebileceği görülür:

Birinci kategori, savaş sonrasında Batı Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri arasında adım adım gelişen yakın bağlar sonucunda ortaya çıkmış olan Atlantik ötesi örgütlerden oluşmaktadır. Savaş sonrasında, 1948’te kurulan ilk Avrupa örgütü Amerika'nın girişiminin bir ürünüdür. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ülkelerini ekonomilerini yeniden kurmaya yönelik çabalarını ortak bir potada birleştirmeye çağırmış, bunun karşılığında sonradan Marshall Planı olarak şekillenen Amerikan yardımı için söz vermiştir. Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’mn (OEEC) kurulması Avrupa’nın bu çağrıya verdiği yanıttır. 17 Mart 1948 tarihinde ise resmi adı Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşbirliği ve Ortak Savunma Antlaşması olan Brüksel Antlaşması imzalanmıştır. Bilindiği gibi bu Antlaşma 1954’de kurulan Batı Avrupa Birliği’nin (BAB) temelini oluşturmuştur. Öte yandan 1949’da ABD, Kanada ve hür Avrupa devletlerinden çoğu arasındaki bir askeri pakt niteliğini taşıyan Kuzey Atlantik Savunma Paktı’nın (NATO) kurulmuştur. Brüksel Antlaşması, NATO’nun kuruluşu öncesinde, güvenlik alanında Avrupa’da hükümetlerarası işbirliğini geliştirmek amacıyla kurulan bir nevi NATO’nun öncüsü olan bir Antlaşmadır.

İkinci kategorideki örgütlerin belirgin özelliği, olabildiğince çok sayıda ülkenin üyeliğine açık olmalarıdır. Bu, çalışmaların, olağan uluslararası işbirliği kapsamının ötesine gitmeyeceğinin peşinen kabulü anlamına gelir. Siyasal işbirliğini desteklemek üzere 5 Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi bu tür örgütlerden biridir. Kuruluş sözleşmesi, federasyon ya da birlik gibi hedeflere ilişkin hiçbir gönderme içermediği gibi ulusal egemenliklerin bir bölümünün devrini ya da ortak bir yapıda birleştirilmesini de öngörmemektedir. Karar verme süreci bütünüyle bir Bakanlar Komitesi’ne dayanmakta ve esasa ilişkin konulardaki bütün kararlarda oybirliği gerekmektedir. Ayrıca örgütün bir Parlamenterler Asamblesi vardır; ama sırf danışma niteliğinde bir rolü olan bu organın yasama yetkileri yoktur. Yapabilecekleri Bakanlar Komitesi’ne tavsiyelerde bulunmakla sınırlıdır. Ama Komite, Asamble’ye karşı sorumlu olmadığından herhangi bir tavsiye karan tek bir oyla geri çevrilebilmektedir. Üstelik Bakanlar Komitesi’nce benimsenen bir önergenin yasa gücünü kazanması için, ulusal parlamentoların onayından da geçmesi gereklidir. Dolayısıyla Avrupa Konseyi sadece hükümetlerarası işbirliğinin bir aracı

(6)

6 olarak işlev görmektedir. Bununla birlikte Avrupa’da birlik ve dayanışmayı sağlama davasına katkısının yeterince değerlendirilebildiği söylenemez. Örgüt, Avrupa ülkeleri arasında daha sıkı bağlar geliştirme, ekonomik ve sosyal ilerlemelerini destekleme hedeflerine ulaşmak için verdiği uğraşta son derece başarılı olmuştur. Örgütün şemsiyesi altında imzalanan sözleşmeler ekonomi ve kültürden sosyal ve adli işler gibi çok geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bunların içinde en önemlisi ve en çok bilmeni, 4 Kasım 1950’de kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’dir (AİHS). Bu metin, üye devletlerin insan hakları konusunda yerine getirmeleri gereken uygulanabilir bir asgari standardı ortaya koyduğu gibi, Sözleşme uyarınca oluşturulan kuramlara imzacı devletlerin işledikleri insan hakları ihlallerini tespit ve tazminata mahkûm etme yetkisini tanıyarak, bir hak arama mekanizması getirmiştir.

AKÇT, AAET ve AET ise üçüncü kategoriyi oluşturur. Hukuken, bu üç topluluk varlıklarını yan yana sürdüren, ancak birbirinden ayn birimlerdir. Ama siyasal gerçeklik açısından tek bir birim olarak ele alınabilirler. Öteki uluslararası kuruluşlarla karşılaştırdığında, Avrupa Toplulukları’nın başlıca yeniliği, üyelerinin kaynaşmış ve dağılmayacak bir örgütsel ve siyasal birim oluşturma amacıyla ulusal egemenliklerinin bir bölümünden vazgeçmiş olmalarıdır. Bu Topluluklara, ulusal yasa gücünde kararlar almak üzere kullanabileceği ve üye devletlerden bağımsız, yani kendisine ait, egemenlik yetkileri verilmiştir.

Sonuç olarak, Avrupa Birliği’nin günümüzde gelmiş olduğu nokta, uzun yıllar boyu Avrupa’da devam edegelen bütünleşme düşüncesinin bir sonucudur. Başlangıçta sadece altı devlet ile başlayan bu süreç hem sayı itibariyle, hem de nitelik itibariyle ciddi değişikliğe uğramıştır.

Mevcut hali ile yirmi yedi devletten oluşan Avrupa Birliği, giderek bütünleşmiş ve belirli özellikleri itibariyle federatif bir yapıya bürünmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan bu uluslar üstü kurum, Avrupa tarihindeki barışçıl birleştirme girişimlerinin en başarılı olanıdır denebilir.

AVRUPA TOPLULUKLARININ ORTAYA ÇIKIŞI

Avrupa Topluluklarının temelini oluşturan, AKÇT, AAET ve AET’nin kurulması ve sonrasında sağlanan gelişmelerin birçok nedeni vardır. Bu antlaşmaların hedeflerinin anlaşılması için, Topluluğun tarihsel gelişiminin anlaşılması büyük önem taşır.

Avrupa’da bütünleşme sürecine ivme kazandıran, biri federasyon yanlısı diğeri yeni işlevselci (neofonksiyonalist), iki akımın başlıca savunucuları İtalyan federalist Altiero Spinelli ile 1951’de AKÇT’nin kurulmasına yol açan Schuman Planı’nın ilham kaynağı Jean Monnet’dir.

Federasyon yanlısı yaklaşım, yerel, bölgesel, ulusal ve Avrupa ölçeğindeki güç odakları arasında diyaloga ve tamamlayıcı bir ilişki kurulmasına dayanır. Yeni işlevselci yaklaşım ise egemenliğin ulusal düzeyden Topluluk düzeyine tedricen aktarılmasını savunur. İşlevselci görüşe göre ulusal egemenlik alanlarından uluslarüstü yapıya aktarılması ciddi sorun oluşturacak hassas alanlar yerine ekonomik konulardan başlanması ve tedricen siyasal entegrasyona gidilmesi hedeflenmektedir. Yeni işlevselci teorinin kurucusu Haas’a göre ekonomik alanda yapılan işbirliği çalışmaları sektörler arası yayılma etkisi (spill-over effect) ile ekonominin diğer alanlarına

(7)

7 yayılacak halkın ve diğer baskı gruplarının katılımıyla zamanla siyasal entegrasyona yol açacaktır.

Bu iki görüş, günümüzde, tek pazar, para politikası, ekonomik ve sosyal kaynaşma, dış politika ve güvenlik gibi ortak eylemin, devletlerin tek tek hareket etmelerinden daha etkili olduğu alanlarda, demokratik ve bağımsız Avrupa kuramlarına ulusal ve bölgesel makamlar kadar sorumluluk verilmesi gerektiği inancında içiçe geçmiştir.

Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın, Jean Monnet ile birlikte hazırladığı, sözü edilen planı, 9 Mayıs 1950’de açıklamasıyla, AKÇT’nin temeli atılmıştır. Bu plan, Fransa ile Almanya'nın, kömür ve çelik üretimlerini, öteki Avrupa ülkelerinin de katılabileceği bir örgüt çerçevesinde, ortak bir yüksek otoriteye bağlı olarak birlikte yürütmelerini öngörüyordu. Önerinin temelinde, birbiriyle bağlantılı iki anlayış yatıyordu: Bir yandan, Almanya’ya tek yönlü kısıtlamaları dayatmak anlamsız görünüyor, öte yandan da Almanya barış için hala potansiyel bir tehdit sayılıyordu. Schuman bu açmazdan tek çıkış yolunun Almanya’yı Avrupa devletlerinin sağlam temele dayalı siyasal ve ekonomik bir kümelenmesine bağlamak olduğunu kavramıştı. Bu bakımdan planının hareket noktası, Winston Churchill’in, 19 Eylül 1946’da, Zürih’teki ünlü konuşmasında ortaya attığı düşünceydi. Churchill, Fransız-Alman işbirliğinin temel bir zorunluluk olduğuna işaret ederek, Avrupa Birleşik Devletleri’nin oluşturulması için çağrıda bulunmuştu.

Ama İngiltere’nin, bu girişim içinde etkin bir katılımcı olarak değil, daha çok bir destekçi olarak, yer almaşım öngörmüştü. Böylece Belçika, Almanya Federal Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda (Altılar), 18 Nisan 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kuruluşuna ilişkin antlaşmayı imzaladılar. Antlaşma’nm, 23 Temmuz 1952’de yürürlüğe girmesiyle, Schuman Planı yaşama geçmiş oldu.

Kurucu ülkeler, yeni Topluluğun, sonuçta, bir Avrupa anayasasına varacak, daha ileri düzeyde bir siyasal bütünleşmenin çekirdeği olacağını ümit ediyorlardı. Topluluğun çalışmaları, başlangıçta altı kurucu üye arasında bir kömür ve çelik ortak pazarı kurulmasıyla sınırlıydı.

Savaştan hemen sonra, savaşın galip ve mağluplarını, eşitler olarak işbirliğinde bulunabilecekleri bir kurumsal yapı içinde bir araya getiren Topluluk, temelde barışı güvence altına almanın bir aracı olarak algılanıyordu.

Bu arada, daha AKÇT Antlaşması’nın imzalanmasından önce, Ekim 1950’de Fransa sonradan Pleven Plam olarak anılan girişimle, bir Avrupa Savunma Topluluğu (AST) düşüncesini ortaya attı. Kore Savaşı’nın patlak vermesi ve Doğu-Batı gerginliğinin tırmanması, Batı Almanya’yı da kapsayacak biçimde Batı Avrupa’nın savunma konusunda daha büyük çaba göstermesi gereğini öne çıkardı. Ama H. Dünya Savaşı’nın yaralan, henüz yeni kapanmaya yüz tutmuş ve özellikle Fransızlar açısından, Almanya’nın ulusal bir orduya sahip olmasını kabul etmek, mümkün değildi. Bulunan çözüm yolu, Almanya'nın yeniden silahlanması durumunda, uluslararası bir Topluluğa askeri açıdan bağlanarak, yeterli denetim altında tutulmasıydı. Fransız egemenliğine, bir ulusal ordu bulundurma hakkından vazgeçmeyi gerektirecek düzeyde kapsamlı sınırlamalar getirilmesini içine sindiremeyen Fransız Ulusal Meclisi Ağustos 1954’te Antlaşmayı onaylamayınca bu girişim başarısız kaldı. Bu girişimin başarısız olmasının nedenlerinden birisi, 1949 yılında kurulan ve AKÇT üyesi ülkelerden, o zaman için bu tür bir örgütte yer alması mümkün olmayan Almanya dışında, bütün üyelerin; İngiltere, ABD, Kanada ve diğer ülkelerle birlikte yer aldığı NATO’nun kurulmasından sonra ortak savunma ve güvenlik konularının bu

(8)

8 örgüt çerçevesinde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Diğer bir neden de, Avrupa'nın bütünleştirilmesinin öncelikli olarak ekonomik birliktelikten geçtiği düşüncesinin yani yeni işlevselci teorinin ağırlık kazanmasından dolayı, çabaların bu yönde yoğunlaştırılmış olmasıdır.

Avrupa Savunma Topluluğu girişiminin başarısızlığa uğraması, Avrupa’da siyasal bütünleşmeye yönelik çabalara ağır bir darbe indirdi ve iyimserliğin yerini bir süre için umutsuzluk aldı. Ne var ki bunun ardından, Haziran 1955’te, AKÇT’nin altı kurucu üyesinin dışişleri bakanlan

“birleşik bir Avrupa kurmak” için yeni bir girişim başlattılar. Messina Konferansı’nda daha geniş bir Avrupa biriiği hedefine dönme karan alındı. Ancak bu kez, daha az duygusallık taşıyan ekonomik bütünleşme konusuna ağırlık verildi ve AKÇT hareket noktası alınarak işe başlandı.

AST planının gereğinden fazla iddialı olduğu açıkça belliydi. Şimdiki hedef ise daha mütevazı olmakla birlikte, daha gerçekçiydi. Başında Belçika Dışişleri Bakam Paul-Henri Spaak’ın bulunduğu bir komiteden, daha ileri bütünleşmeye yönelik olası adımlar üzerinde düşünmesi istendi. Komite çalışmalarını 1956’da tamamladı ve hazırladığı rapor, daha sonra imzalanan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasına ilişkin Antlaşmalarla sonuçlanan görüşmelerin zeminini hazırladı. Altıların, Mart 1957’de imzaladığı bu Antlaşmalar, 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girdi. Özellikle ekonomik alandaki ilk başarıdan cesaret alan Altılar, 1960’ların başlarında, hiçbir zaman vazgeçmedikleri daha sıkı siyasal bütünleşme hedefine yöneldiler.

Altıların liderleri, 1961’de Bonn’daki bir zirve toplantısında, başında Fransa’nın Danimarka büyükelçisi Christian Fouchet’nin bulunduğu bir komiteye, “kendi halklarının birliği”ne yönelik bir siyasal antlaşma için öneriler hazırlama talimatım verdiler. Bütün tarafların kabul edebileceği bir formül bulma çabasına giren komite, birinci ve ikinci Fouchet planları olarak bilinen iki ayn taslak sundu. Ne var ki birliğin yapısı ve alacağı biçim konusunda üye ülkeler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları bir türlü aşılamadı; sonunda, 17 Nisan 1962’de Paris’te toplanan dışişleri bakanları görüşmeleri askıya almaya karar verdiler.

Sonraki birkaç yıl boyunca, “Avrupa halkları arasında daha sıkı bir birliğin temellerini atma” hedefi doğrultusunda, gerçek anlamda çok az ilerleme sağlanabildi ve yeni adımların ivme kazanmaya başlaması 1970’lerin başını buldu. Aralık 1969’daki Lahey Zirvesi’nin ekonomik ve siyasal birlik alanında ilerleme sağlamaya yönelik çağrısından yola çıkan Topluluk siyasal liderleri, 1972 ve 1974 tarihli Paris Zirve toplantılarında, 1980’den önce Avrupa birliğini gerçekleştirme hedeflerini ilan ettiler. Bu amaçla, Belçika Başbakanı Leo Tindemans’dan, daha önceki raporlarda Komisyon, Avrupa Parlamentosu, Adalet Divanı ile Ekonomik ve Sosyal Komite tarafından ortaya konan düşünceler temelinde, Avrupa birliğine yönelik kapsamlı bir plan hazırlaması istendi. Tindemans’ın planında (Tindemans Raporu) ekonomik ve parasal birliğin kurulması, Topluluk kurumlarında reformlara gidilmesi, ortak bir dış politika ile ortak bölgesel ve sosyal politikaların uygulanması yoluyla, 1980’e doğru, birlik sürecinin tamamlanması öngörülüyordu. Ama önerilen takvimden anlaşılabileceği gibi bu planın da aşın iddialı bir hedef koyduğu açıktı. Anayasal yapı ve kurumsal reformlar konusunda üye devletlerin arasında beliren bağdaştınlamaz temel görüş ayrılıkları nedeniyle plan kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğradı.

Bununla birlikte, 1970’li yıllar, bir ölçüde, somut bir ilerleme getirdi ve Topluluk bünyesinde bir dizi yeni politika aracı geliştirildi. Böylece ulusal politikalar arasında eşgüdüm

(9)

9 alanı genişledi. Söz konusu gelişmelerden ilki, dış politikada gönüllü eşgüdümün bir aracı olarak 1970’te oluşturulan ve sonraki yıllarda sürekli genişleyen Avrupa Siyasi İşbirliği’nin ortaya çıkışıydı.

İkinci önemli adım, 13 Mart 1979’da, Avrupa’da parasal işbirliğine yeni bir boyut getiren Avrupa Para Sistemi’nin (APS) kurulmasıydı. Bu sisteme, Altıların dışında İrlanda ve Danimarka da üye idi. Sistemin parasal birliğe varılmasına kadar geçerliğini sürdürecek olan amacı, Avrupa’da gelişigüzel parasal dalgalanmalardan olabildiğince arınmış bir parasal istikrar kuşağı yaratmaktı. APS, günümüzde AB’nin ekonomik ve parasal birlik hedefinin temel taşlarından birini oluşturmaktadır.

AVRUPA TOPLULUKLARI (AKÇT, AAET, AET)

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu (AKÇT) kuran Paris Antlaşması (1951)

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması yönündeki ilk girişim, yukarıda kısaca değinildiği gibi, 9 Mayıs 1950 tarihinde, Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’dan gelmiştir.

Schuman Planı esas alınarak yapılan görüşmeler sonunda AKÇT’yi kuran ve aynı zamanda bugünkü Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan Paris Antlaşması, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında 18 Nisan 1951 tarihinde Paris’te imzalanmış ve 23 Temmuz 1952 tarihinde yürürlüğe girmiştir. AKÇT, Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma’dan farklı olarak, sadece 50 (elli) yıllık bir süre için kurulmuştur. Bu nedenle AKÇT, 23 Temmuz 2002’de varlığını sona erdirmiş ve sorumlulukları ile varlıklarının, artık AT’yi kuran antlaşma çerçevesinde yürütüleceği kabul edilmiştir. Bu varsayım, Nice Anlaşmasında yer alan bir protokol ile desteklenmiştir.

1951 tarihli AKÇT’nin kurulmasının nedeni Schuman Planı gereğince, Avrupa’daki güçleri ve bunlar arasındaki ihtilafları, özellikle Franco-German anlaşmazlığını, bunların sahip oldukları kömür ve çelik gibi stratejik endüstri dallarını ortak kontrol altına alarak, birbirlerine karşı savaşma olasılığının ortadan kaldırılması düşüncesidir. Yani Avrupa entegrasyonunun temelinde yatan düşünce sadece ekonomik kaynaklı değil, aynı zamanda politik kaynaklıdır. Bu politik amaç, Antlaşma’nın dibacesinde yer alan, tarafların “yüz yıllar boyu süren rekabeti ortadan kaldırmak için temel menfaatlerini birleştirmeye; bir ekonomik topluluk kurarak, kanlı çatışmalar sonucu çok uzun bir zamandır bölünmüş olan halklar arasında, daha geniş ve daha derin bir topluluk için bir zemin gerçekleştirmeye kararlı oldukları” ifadesinden anlaşılmaktadır.

Hatta denilebilir ki asıl neden politiktir. Ekonomik entegrasyon, politik entegrasyona giden yolda en önemli bir kilometre taşı ve aynı zamanda politik entegrasyonun gerçekleştirilmesinin vazgeçilmez ön koşuludur. Öte yandan bu entegrasyonun nerede son bulacağı, nihai amacının ne olacağı, yasal ve politik olarak ne şekilde bitirileceği konusunda kesin bir görüş yoktur.

Entegrasyon süreci, Avrupa insanlarının birliğine doğru adım adım ilerlemekte, her atılan adım bir sonrakinin altyapısını oluşturmaktadır. Dolayısıyla Kurucu Antlaşmaları tadil eden Avrupa Tek Senedi, Maastricht, Amsterdam, Nice ve Lizbon Antlaşmaları, bu politik ve yasal entegrasyon

(10)

10 sürecinin son aşaması değildir. Bu entegrasyon sürecinin nerede biteceği belli olmadığından hareketle, bazı yazarlar, bunu sonu belli olmayan bir maceraya benzetmektedirler.

Dört başlık altında ve 100 maddeden oluşan Paris Antlaşması, üye ülkelerde istihdamın artırılması, yaşam standardının yükseltilmesi, ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi ve kömür ve çelik ürünlerinin rasyonel dağılımını sağlamak dâhil, AKÇT’nin hedeflerini (m.3) ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için gerekli ekonomik ve sosyal hükümleri detaylı olarak belirler.

Bu hedefler, serbest rekabeti engelleyen uygulamaların önlenmesiyle gerçekleştirilecektir.

Antlaşma’nın 4. maddesi, üye ülkeler arasındaki ihracat ve ithalat vergilerinin veya eş etkili resimlerin, ortak pazara konu olan malların dolaşımı üzerindeki miktar sınırlamalarının, diğer deyişle kotaların, devlet destek ve teşvikleri gibi ortak pazar kavramıyla uyuşmayan uygulamaların listesini verir. Antlaşmaya konu olan mallar konusunda, taraflar arasında ortak pazarın gerçekleştirilmesi için 4. maddede sayılan uygulamaların kaldırılması ve ortak pazarın yürütülmesi amacıyla oluşturulan dört organ, Antlaşma’nın 4. başlığı altında belirlenmiştir. Buna göre;

• Yürütme organı niteliğinde, Yüksek Otorite,

• Özel Bakanlar Kurulu,

• Parlamentoya benzeyen, Genel Kurul,

• Yüksek Otoritenin eylem ve işlemlerini denetlemek amacıyla, Adalet Divanı, öngörülmüştür.

Paris Antlaşması’nın en önemli yanı, akit devletlerden bağımsız olarak oluşturulan organlara, üye ülkelerin kömür ve çelik endüstrilerinin yönetilmesi görevinin verilmiş olmasıdır.

Yasama ve yürütme yetkilerinin bağımsız organlara devredilmesi bütünleşme yolunda atılan adımların en önemlisidir. Bu nedenle, Paris Antlaşması, uluslararası bir antlaşma olmayıp, ilk

“uluslar-üstü” kurum antlaşmasıdır. “Uluslar-üstü kurum antlaşması” nın anlamı şudur: Taraflar egemenlik haklarından bir kısmını Paris Antlaşmasında oluşturulan organlara, yani “uluslar-üstü”

bir kurumun organlarına devretmiştir.

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu (AAET- Euratom) kuran Roma Antlaşmaları (1957)

- Avrupa Ekonomik Topluluğu

AKÇT’nin ortaya çıkmasından sonra, 1952 yılında, Avrupa Savunma Topluluğu ve oluşturulacağı varsayılan, Avrupa Siyasal Topluluğu olarak somutlaşan dış politika ve savunma politikası alanlarındaki bütünleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde, ekonomik entegrasyon gerçekleştirilmeksizin siyasi entegrasyona ulaşılamayacağı şeklindeki görüş güçlenmiş ve bu doğrultuda ekonomik entegrasyon çabaları yoğunluk kazanmıştır.

Bu tür çabaların sonucu, AKÇT’ye taraf olan ülkeler tarafından 25 Mart 1957’de, biri, Avrupa Atom Eneıjisi Topluluğu’nu, diğeri de, bu antlaşmalar içinde tarihsel olarak en önemlisi

(11)

11 olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu ortaya çıkaran, Roma Antlaşmaları imzalanmıştır. 25 Mart 1957 tarihli Roma Antlaşmaları da, 1951 Paris Antlaşması’na paralel olarak, yeni yapının geliştirilmesi için bağımsız organlar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle, ortaya çıkan yeni sistem, başlangıçtan itibaren, uluslararası bir kurum olmanın ötesinde, “uluslar-üstü” bir nitelik kazanmıştır.

Her üç teşkilat da Ortak Pazarı hedeflediği halde AET’yi AAET ve AKÇT’den ayıran özelliklerin başında, AAET ve AKÇT’nin sektörel amaçlı olmasına karşın AET’nin genel ekonomik amaçlı bir Topluluk olması gelir. Bu üç Topluluk birlikte Avrupa Topluluklarını oluşturur. Ancak bu üç uluslararası örgüt ayrı kurucu antlaşmalar ile kurulduğundan dolayı birbirinden bağımsız uluslararası hukuki kişiliğe sahiptirler.

Roma Antlaşması’nın önsözünde, bu Antlaşma’nın, “Avrupa halkları arasında giderek daha sıkı şekilde kurulacak bir birliğin temellerini atmak” amacıyla ortaya çıkarıldığı ifade edilmektedir. Bu Antlaşmayla, ekonomik ilerlemenin önündeki engellerin kaldırılarak, kalkınmanın sağlanması, hayat standartlarının yükseltilmesi ve uluslararası ticaret üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması amaçlanmaktadır. Antlaşma’nın yorumlanması için, önsözde yer alan amaç ve hedefler başvurulacak en önemli yardımcı durumundadır.

AET’nin nihai hedefi, Avrupa'nın siyasal bütünlüğe ulaşmasıdır. Bu hedefe varmak için öngörülen ekonomik dengeyi sağlamak üzere, ilk araç olarak üye ülkeler arasında malların, hizmetlerin, sermayenin ve emeğin serbestçe dolaştığı bir ortak pazar ve gümrük birliği kurulması öngörülmüştür.

(12)

12 AET’Yİ KURAN ROMA ANTLAŞMASININ BÖLÜMLERİ (ANA BAŞLIKLAR İTİBARİYLE)

1. Bölüm: İlkeler

2. Bölüm: Birlik Vatandaşlığı

Başlık 1: Malların Serbest Dolaşımı Başlık 2: Tarım

Başlık 3:

Kişilerin, Hizmetlerin ve Sermayenin Serbest Dolaşımı

Başlık 4:

Vize, İltica, Göç ve Kişilerin Serbest Dolaşımları ile Bağlantık Diğer Pobtikalar

3.Bölüm:

Topluluk Politikaları

Başlık 5: Taşıma

Başlık 6:

Rekabet, vergilendirme ve kanunların uyumlaştınlmasında ortak kurallar

Başlık 7: Ekonomik ve Parasal Politika Başlık 8: İstihdam

Başlık 9: Ortak Ticari Politika Başlık 10 Gümrük İşbirliği

Başlık 11 Sosyal Politika, Eğitim, Mesleki Eğitim ve Gençlik Başlık 12 Kültür

Başlık 13 Kamu Sağlığı

Başlık 14 Tüketicinin Korunması Başlık 15 Trans-Avrupa Ağlan Başlık 16 Sanayi

Başlık 17 Ekonomik ve Sosyal Bağlılık Başlık 18 Araştırma ve Teknolojik Kalkınma Başlık 19 Çevre

Başlık 20 Kalkınma İşbirliği

Başlık 21 Üçüncü Ülkelerle Ekonomik, Mali ve Teknik İşbirliği 4. Bölüm: Denizaşırı Ülke ve Toprakların Ortaklığı

5.Bölüm:

Başlık 1: Organlan Yöneten Hükümler

Topluluk

Organları Başlık 2: Mab Hükümler 6. Bölüm: Genel ve Nihai Hükümler

Ek

(13)

13 AET’yi kuran Roma Antlaşması, Avrupa Tek Senedi, Avrupa Birliği Antlaşması, Amsterdam Antlaşması ve Nice Antlaşması ile yapılan son değişikliklerden sonra altı bölümden oluşmaktadır:

1. Bölüm: İlkeler: (1-16. maddeler)

Antlaşma’nın 2. maddesi, amaç ve hedefleri belirler. Buna göre, Topluluk, bir ortak pazar ile ekonomik ve parasal birlik kuracaktır. Bunların gerçekleşmesi üzerine, Topluluk, Antlaşma’nın 3 ve 4. maddelerinde atıfta bulunulan ortak politikaları ve faaliyetleri uygulayarak, üye devletler arasında, şu hedeflerin gerçekleşmesini sağlayacaktır: Topluluk düzeyinde uyumlu, dengeli ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma faaliyetleri; yüksek düzeyde bir istihdam ve sosyal güvenlik;

kadın-erkek eşitliği; anti-enflasyonist ve sürdürülebilir bir büyüme; ekonomik performansta yüksek düzeyde rekabet ve yakınlaşma; çevrenin kalitesinin yüksek düzeyde korunması ve geliştirilmesi; yaşam standart ve niteliğinin yükseltilmesi; ekonomik ve sosyal tutarlık ve dayanışma.

Antlaşma’nın 3. maddesi, yukarıda sayılan hedeflerin gerçekleştirilmesi için, Topluluk faaliyetlerinin hangi alanları kapsaması gerektiğini ortaya koymaktadır: Buna göre bu alanlar şunlardır:

a- Üye devletler arasında, ihracat ve ithalatta, gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarıyla, eş etkili tüm uygulamaların yasaklanması,

b- Ortak bir ticaret pohtikası,

c- Üye devletler arasında, malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımıyla ilgili engellerin kaldırıldığı bir iç pazar,

d- Başlık IV altında belirlendiği üzere kişilerin girişleri ve hareketleri ile ilgili düzenlemeler, e- Tarım ve balıkçılık alanında ortak bir politika,

f- Taşıma alanında ortak bir politika,

g- İç pazarda, rekabetin, kesintisiz çalışmasnı güvence altına alan bir sistem, h- Üye devletlerin kanunlarının, ortak pazarın gerektirdiği ölçüde yakınlaştırılması,

ı- İstihdam için koordineli bir strateji geliştirerek onların etkinliklerinin güçlendirilmesi amacıyla, üye devletlerin istihdam politikaları arasında koordinasyonun geliştirilmesi,

i- Bir Avrupa Sosyal Fonunu kapsayan sosyal alanda bir politika, j- Ekonomik ve sosyal bağın güçlendirilmesi,

k- Çevre alanında bir politika,

1- Topluluk sanayisinin rekabet gücünün artırılması, m- Araştırma ve teknolojik ilerlemenin geliştirilmesi,

(14)

14 n- Trans-Avrupa ağlarının kurulması ve geliştirilmesinin teşviki,

o- Yüksek düzeyde bir sağlık korumasının gerçekleştirilmesine bir katkı,

ö- Üye devletlerin kültürlerinin yeşermesine ve eğitim ve öğretimin kalitesine bir katkı, p- Kalkınma işbirliği alanında bir politika,

r- Ticaretin artırılması ve ortak ekonomik ve sosyal kalkınmanın geliştirilmesi için deniz aşırı ülkeler ve toprakların birliği,

s- Tüketicinin korunmasının güçlendirilmesine bir katkı, ş- Eneıji, sivil koruma ve turizm alanında düzenlemeler.

Antlaşma’nın 7. maddesiyle, Topluluğa verilen görevleri yürütmek üzere, bağımsız beş organ kurulmuştur. Bu organlar, Avrupa Parlamentosu, Konsey, Komisyon, Adalet Divanı ve Sayıştay’dan oluşur. Konsey ve Komisyon, Ekonomik ve Sosyal Komite ile Bölgeler Komitesi tarafından desteklenir. Ayrıca, 8. madde ile Avrupa Merkez Bankalan Sistemi ve Avrupa Merkez Bankası’nın; 9. madde ile de Avrupa Yatırım Bankası’nın kurulması öngörülmüştür.

2. Bölüm: Birlik Vatandaşlığı: (17-22. maddeler)

Maastricht değişikliğiyle ortaya çıkan bu bölümde, yeni gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB) vatandaşlığı kavramı yer almaktadır.

3. Bölüm: Topluluk Politikaları: (23-181. maddeler)

Bu bölümde yer alan 21 Başlık altında, Topluluk politikaları ortaya konmuştur.

Buna göre, Birinci Başlıkta yer alan, 23. maddeden 31. maddeye kadar, malların, üye ülkeler arasında serbest dolaşım ilkeleri belirlenmiştir. Bu konuda, çok önemli hükümler içeren maddeler 25, 28 ve 30. maddeler olarak karşımıza çıkar.

İkinci Başlık (32-38. maddeler), Topluluğun tarım politikasına ilişkin temel hükümleri belirler.

Üçüncü Başlık altında, dört önemli serbest dolaşım ilkesi yer alır; işçilerin serbest dolaşımı (39- 42. maddeler), yerleşme hakkı (43-48. maddeler), hizmetlerin serbest dolaşımı (49-55. madde) ve sermayenin serbest dolaşımı (56-60. maddeler).

Dördüncü Başlık altında, vize, iltica, göç ve kişilerin serbest dolaşımları ile bağlantılı diğer politikalar yer almaktadır (61-69. maddeler).

Beşinci Başlık altında yer alan hükümler (70-80. maddeler), Ortak Taşıma Politikalarını belirler.

Altıncı Başlık (81-97. maddeler), rekabet, vergilendirme ve kanunların uyumlaştırılmasında ortak kurallara ilişkin hükümleri düzenler. Bu çerçevede, rekabet kurallarıyla ilgili, devlet yardımları, damping uygulamaları, hakim pozisyonun kötüye kullanılması; ayrıca üye devletler arasında çifte vergilendirmenin önüne geçilmesi, kanunların yakınlaştırılması gibi konularda ortak kuralları belirlemektedir.

(15)

15 Diğer başlıklar altında ise; ekonomi ve para politikaları, ortak ticaret politikaları, sosyal politikalar, kültür, kamu sağlığı, tüketicinin korunması, endüstri, ekonomik ve sosyal işbirliği, araştırma ve teknolojik ilerleme, çevre gibi konular yer almaktadır.

4. Bölüm: Denizaşırı Ülke ve Toprakların Ortaklığı: (182-188. maddeler)

Bu bölümde yer alan hükümler, Topluluğun, üye olmayan üçüncü ülkelerle antlaşmalar yapmasının koşullarını belirler.

5. Bölüm: Organlar: (189-280. maddeler)

Bu bölümde yer alan hükümler, Topluluk organlarının kuruluş ve çalışmasının genel prensiplerini ortaya koyar.

6. Bölüm: Genel ve Son hükümler (281-314. maddeler)

- Arupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom, AAET)

25 Mart 1957’de, Roma’da imzalanan Antlaşmaların diğeri ise Avrupa Atom Eneıjisi Topluluğunu kuran Antlaşmadır. AAET’nin amacı, atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanımını geliştirmektir. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Komisyon, Bakanlar Kurulu, Genel Kurul ve Divan organlarını öngören Euratom Antlaşması’nın yapısı, Roma ve Paris Antlaşmalarına benzemektedir.

Antlaşma’nın 1. maddesi çerçevesinde EURATOM’un temel hedefi, nükleer endüstrinin süratle kurulması ve gelişmesi için gerekli şartların gerçekleştirilmesi yolu ile üye ülkelerin hayat seviyelerinin yükseltilmesi ve diğer ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi olarak özetlenmektedir.

8 NİSAN 1965 TARİHLİ BİRLEŞME ANTLAŞMASI

AKÇT, AAET ve AET’yi kuran antlaşmalarda her bir Topluluk için ayrı ayrı kurumlar öngörülmüştü. AKÇT çerçevesinde kabul edilen organlar; Özel Bakanlar Kurulu, Yüksek Otorite, Ortak Kurul ve Mahkeme olarak belirlenmiştir. AET ve AAET çerçevesinde oluşturulan kurumlar ise AKÇT’den isim olarak farklılık arz etmektedir. Bu çerçevede oluşturulan organlar ise Konsey, Komisyon, Genel Kurul ve Mahkeme’dir.

Bu kuramlardan Genel Kural ile Mahkeme her üç Topluluk için 25 Mart 1957 tarihinde kabul edilen “Avrupa Toplulukları için Ortak Organlar Oluşturulmasına İlişkin Antlaşma” ile ortak birer organ haline getirildi. Yapılan bu düzenleme ile kısmi de olsa organların birleştirilmesi prosedürü başlamış oldu.

İlk ayağı 1957 tarihinde gerçekleştirilen kurumsal birleşmenin ikinci ayağı ise 8 Nisan 1965 tarihinde Brüksel’de imzalanan Birleşme Antlaşması’yla gerçekleştirilmiştir. Tam olarak

“Avrupa Toplulukları için Müşterek bir Konsey ile Komisyon Oluşturulması Antlaşması” şeklinde isimlendirilen bu Antlaşma ile her üç Topluluk için görev yapmak üzere, ortak bir Komisyon ve Konsey oluşturulmuştur. Böylece üç Topluluk için de ortak organlar oluşturulmuş oldu.

(16)

16 AVRUPA TEK SENEDİ (ATS)

ATS’ye Götüren Süreç

AET Antlaşması’nın 2. maddesi, AET’ye ekonomik faaliyetlerde uyumlu gelişme, sürekli ve dengeli bir genişleme, artan istikrar, yaşam standartlarında hızlı bir yükselme ve üye devletler arasında, daha yakın ilişki sağlama, görevini vermiştir. Bu hedefe, kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını sağlamak üzere sınırların açılması ve ortak politikalar ve ortak mali araçlar yoluyla dayanışmanın güçlendirilmesi suretiyle erişilmesi öngörülmüştür.

1980’lerin başlan, “ikinci kuşak Avrupa”, “yeniden Avrupa”, “Avrupa Birliği” gibi başlıklar altında yoğun bir reform tartışmasının başlamasına sahne oldu. Gündeme getirilen çok sayıda girişimin ve reform önerisinin en dikkat çekici olanı, Avrupa Parlamentosu’nca, 14 Şubat 1984’te benimsenen, “Avrupa Birliği’nin Kuruluşuna İlişkin Antlaşma Taslağı” idi. Altiero Spinelli’nin fikir babası olduğu bu taslak, Avrupa Birliği’ne giden yolda Parlamento’nun ileriye doğra niteliksel bir sıçramasını ifade ediyordu. Antlaşma, doğrudan ulusal politikaların esasına giren ekonomik ve parasal politikalar, refah ve sağlık konularını da kapsayan sosyal politikalar gibi alanlarda ve dış politika (güvenlik, barış, silahsızlanma) alanında Birliğe yeni yetkiler devredilmesini öngörüyordu. Birlik düzeyindeki yasalar federal sisteme çok benzeyen bir düzenlemeyle iki meclisli bir yapı içinde çıkarılacaktı. Bu düzenlemenin amacı, demokratik yollardan seçilmiş Avrupa Parlamentosu ile üye hükümetlerin temsilcilerinin yer aldığı Bakanlar Konseyi arasında bir denge sağlamaktı. Ulusal parlamentolarca onaylanma ve böylece yasalaşma şansı olmamakla birlikte, Antlaşma taslağı üye devletleri büyük bir sıkıntıya soktu. Çünkü yapılmak istenen düzenleme, Avrupa bütünleşmesine doğru gerçek ilerleme vaatlerinin ciddiyeti konusunda bir sınama aracı haline gelerek, onları gerçek duruşlarını ortaya koymaya zorladı.

Hükümetler bu meydan okumayı kabul etmek durumunda kaldı. Haziran 1983’te, Stuttgart’ta toplanan Avrupa Zirvesi’nde, ‘Topluluğu yeniden harekete geçirmeyi sağlayacak genel çaba” nın ötesinde herhangi bir anlaşmaya varılamamıştı. Oysa, Haziran 1984 ve 1985’teki Fontainebleau ve Milano Zirveleri’nde hükümetler, Avrupa bütünleşmesine yeni bir boyut katacak iki paralel cephede pratik çalışmaya yönelik kararlar alarak, Parlamentonun girişimine daha önceki niyet beyanlarına somut içerik kazandıran bir karşılık verdiler. Çalışmanın ilk alanı, kurumsal reformlardı. İrlandalı Senatör James Dooge’un başkanlığında, kurumsal işlerle ilgili özel bir komite oluşturuldu.

AET ve AAET’nin kuruluşuna ilişkin görüşmelere temel oluşturan raporu hazırlayan Spaak Komitesi gibi, Dooge Komitesi de, devlet ve hükümet başkanlarının özel temsilcilerinden oluşuyordu. Komitenin görevi hem Topluluk, hem de Avrupa Siyasi İşbirliği alanında, Avrupa’da işbirliğini geliştirecek önerilerde bulunmak ve Avrupa birliğine yönelik ilerleme için olası alanları görüşmekti. Yeni yaklaşımın ikinci kulvarı ise, sıradan yurttaşların ilgi ve çıkarlarını daha fazla dikkate alacak bir “Yurttaşların Avrupası” doğrultusunda çalışmaktı. Bu konuda somut öneriler hazırlama işi, yine özel bir komiteye verildi; Pietro Adonnino’nun başkanlık ettiği bu komite, çalışmalarına 7 Kasım 1984’te başladı. Komitenin görevi eğitim, sağlık, hukuk, uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizmle mücadele gibi alanlarda ortak çabaların kapsamını görüşmek ve Avrupa Birliği’ne doğru ilerlemek için gerekli alanları belirlemekti.

(17)

17 Bu iki komitenin vardığı sonuçlar, Haziran 1985’te Milano’da bir araya gelen Topluluk liderlerinin, iç sınırların bulunmadığı bir ekonomik alan oluşturularak Avrupa Birliği’ne açılan yolun ortaya konması, güvenlik ve savunma konularının da kapsama alınarak, Avrupa Siyasi İşbirliği’nin güçlendirilmesi ve Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerinin genişletilerek, karar alma sürecinin geliştirilmesi konusunda yaptıkları görüşmelerin zeminini hazırlamada ciddi katkı sağlamıştır.

Öte yandan, dünyadaki durgunluk ve mali yükün paylaşımı konusundaki iç çekişmeler, 1980 başlarında bir “Avrupa karamsarlığı” havasının doğmasına da neden olmuştu. Ama 1984’ten sonra, bunun yerini, Topluluğun canlandırılması konusunda yapılan yukarıdaki çalışmalar aldı.

Bu arada, Jacques Delors başkanlığındaki Avrupa Topluluğu Komisyonu, o tarihteki 10 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanlarına, Haziran 1985’te, 300 kadar mevzuat önerisi ve bunlarla birlikte, 1992 sonuna kadar Topluluk içi her türlü engelin kaldırılmasına yönelik, ayrıntılı bir takvim sunmuştur. Komisyon yayımladığı Beyaz Kitap ile artık fazlasıyla gecikildiğini ve 300 milyonu aşkın tüketiciyi kapsayan bir pazarın oluşturduğu büyüme bölgesinin oluşturulmasının önünde, hala çok fazla engel bulunduğunu duyurmuştur. “Avrupa olamamanın maliyeti”, bir başka deyişle, sınırların kaldırılmasındaki gecikmelerin, teknik engellerin ve kamu alımlarında korumacılığın yol açtığı kayıplar, yaklaşık 200 milyar ECU olarak hesaplanmaktaydı.

Öte yandan tek pazarın ekonomik büyüme oranlarını beş puan arttıracağı ve 5 milyon yeni iş yaratacağı düşünülmekte idi. Ayrıca, gelişen küresel ekonomik ortamda daha güçlü olabilmek için üye devletler, aralarındaki yakın ticari işbirliğinin dünya pazarlarında, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya karşısında yeterli rekabet avantajı sağlamadığını, bu avantajın sadece “birleşerek” elde edilebileceğini kabul etmişlerdi. İşte bu amacı tek başına herhangi bir üye devletin engellemesinin önüne geçilmesi gerekiyordu.

Bu gelişmelerden sonra ortaya çıkan ve üye devletler tarafından 28 Şubat 1986’da Lahey’de imzalanarak 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe giren ATS, AKÇT, AET ve AAET Antlaşmalarında ilk önemli değişiklikleri yapmıştır. İmza tarihi ile yürürlük tarihi arasında geçen uzun sürenin nedenleri ise Danimarka ve İrlanda’da ATS’nin referanduma götürülme zorunluluğundan kaynaklanmıştır. Danimarka Parlamentosu ATS’yi reddetmiş ve referanduma gidilmiştir. Referandumda Danimarka halkı ATS’yi onaylamıştır. İrlanda’da ise ATS’nin anayasal nitelikte olduğu iddiasıyla referanduma götürme talebi yönünde yapılan bireysel başvuru sonrasında ATS referanduma götürülmüştür. Antlaşmaya bu adın verilmesinin nedeni, bir yandan üç Topluluğu kuran Antlaşmalar üzerinde önemli değişiklikler yapmış olması, bir yandan da dış ilişkiler alanında üye ülkeler arasında işbirliğini düzenlemiş olmasındandır.

ATS’nin Getirdiği Değişiklikler

ATS’nin başlangıç bölümünde, Topluluk ile Avrupa Siyasi İşbirliği’nin yardımıyla ulaşılması öngörülen genel hedef, yani Avrupa Birliği’nin kurulması hedefi tekrarlanmıştır. Daha sonra, 1992 sonuna kadar tek bir pazarın oluşturulmasına ilişkin ayrıntılı hukuki çerçeve ve çevrenin korunması, araştırma, teknoloji alanlarında daha sıkı işbirliğini sağlayacak politikalar

(18)

18 ortaya konmuştur. Bu konu, Toplulukların kuruluşuna ilişkin Antlaşmalarda, resmen bir dizi değişiklik ve eklemenin yapılmasını gerektiriyordu. Son olarak, Avrupa Tek Senedi’nin üçüncü bölümünde, Avrupa Siyasi İşbirliği çerçevesinde dış politikada işbirliği ele alınarak, o zamana kadar sadece gayri resmi bir düzenleme niteliğini taşıyan bu alan için, resmi düzeyde bir hukuki çerçeve belirlenmiştir.

ATS’nin temelinde yatan düşünce, Avrupa Ekonomik Topluluğu bünyesinde Ortak Gümrük Birliği ve Ortak Ticaret Politikaları konusunda başarılı olunduğu halde, bir türlü gerçekleştirilemeyen malların, sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin serbestçe dolaşabildiği, Ortak Pazar’ın gerçekleştirilmesinin önündeki ve henüz kaldırılamayan tüm engellerin kaldırılmasıdır.

Bu amaçla, AET Antlaşması’nın, 8a maddesine, ATS’nin 13. maddesiyle bir hüküm eklenmiştir. Bu hükme göre, taraflar, “31 Aralık 1992’de sona eren bir dönem içinde, iç pazarı aşamalı biçimde kurmaya yönelik önlemleri almayı” taahhüt etmektedirler. Bu amaca yönelik olarak, Konsey’deki karar alma süreçlerindeki oranlar değiştirilmiş, bazı yönergelerin kabulünde oybirliği yerine nitelikli çoğunluk yeterli görülmüştür. Bu suretle gümrük hukuku, teknik normlar, devlet ihaleleri, fikri ve sınai haklar, tıbbi ilaçlar, çevre ve tüketicinin korunması ve diğer birçok konuda çıkarılacak olan uyum yönergelerinde bundan böyle nitelikli çoğunluk yeterli olacaktır.

Ancak, alınan tüm bu önlemlere rağmen, verilen tarihte bu hedefe ulaşılamamış, özellikle para politikalarının belirlenmesi ile vergiler ve ortaklıklar hukukundaki uyumlaştırma düzenlemeleri tamamlanamamış ve üye devletler arasında var olan yasal farklılıklar, Ortak Pazar’ı coğrafi bölgelere ayırmaya devam etmiştir.

ATS’nin temel hedeflerinden bir diğeri de, üye ülkeler arasındaki ilişkilerin, bir Birliğe dönüştürülmesiydi. Bu felsefenin gerçekleştirilmesi için ATS ile Topluluğun yetkileri genişletilmiş ve kurumsal yapısı yeniden düzenlenmiştir. Bu değişiklikleri gerçekleştiren hükümler arasında 2. maddeyle, üye ülkelerin devlet başkanlarından ya da başbakanlarından oluşan ve halihazırda, yılda iki kez toplanan Avrupa Konseyi’nin yeniden formüle edilmesi önem taşımaktadır.

ATS, ayrıca organların çalışmaları konusunda da yenilikler getirmiştir. Bu çerçevede, üye ülkeler arasında ortak pazarın daha hızlı gerçekleştirilebilmesini sağlamaya yönelik yasal düzenlemelerin yapılması için gerekli olan işbirliği prosedürü getirilmiş ve yasamayla ilgili Parlamento’nun yetkileri artırılmıştır. ATS ile Adalet Divanı’nın iş yükünü azaltmak üzere İlk Derece Mahkemesi kurulmuş ve ekonomik ve sosyal işbirliği (ATA m. 158- 62), araştırma ve teknolojik ilerleme (ATA m. 163-173) ve çevrenin korunması (ATA m. 174-176) konulan ilk defa Antlaşma metni içine girmiştir.

ATS’nin yapmış olduğu önemli değişikliklerin başında, yukarıda belirtilen “işbirliği prosedürü” nün kabulü ile (ATA m. 95(1), eski 100a) AB Parlamentosu’na yasama sürecinde önemli işlevler verilmesi konuları yer almaktadır. Ayrıca, kabul edilen yeni 95(1) madde gereğince, Ortak Pazar’ın önündeki engelleri aşmak ve Ortak Pazarı, fonksiyonel kılmak için oybirliği gereken konuların birçoğunda nitelikli çoğunluk ile karar alınması sağlanarak, yasama sürecinin hızlandırılması hedeflenmiştir. ATS ile getirilen diğer yenilikler ise çevrenin korunması, araştırma ve teknolojik gelişme gibi konularda Topluluk organlarının nitehkli çoğunluk ile karar

(19)

19 almasını sağlayacak yasal zeminin hazırlanmasıdır. Yine, ATS ile dış politika konusunda da işbirliği yapılmasına ilişkin yeni hükümler getirilmiştir.

Bu Antlaşmaya kadar Avrupa Toplulukları entegrasyonu oldukça yavaş şekilde seyrediyordu. Bu Antlaşma ile entegrasyona bir ivme kazandırılmış ve AET üyesi ülkelerin gelişmekte olan devletler karşısında, yeni gelişmelere ayak uydurma bakımından daha hızlı olmaları için çaba harcanmıştır. “Avrupa Birliği”ne giden yolda sağlam adımlar ile ilerleme ve Avrupa insanları arasında daha yakın bir birlik konularında da ATS’nin katkıları büyük olmuştur.

AVRUPA BİRLİĞİ ANTLAŞMASI (ABA) ABA ’ya Götüren Süreç

Topluluğu ABA’ya götüren üç önemli neden vardır: Bunlardan ilki, Avrupa’nın bütünleşmesi sürecinin ilk dönemlerinde özellikle 1980’lerin ortalarında ortaya atılan Topluluğun kurumsal ve siyasal bakımdan yeniden canlandırılmasına yönelik girişimlerdir. Topluluk, üye ülkeler arasında ekonomik ve siyasal bütünleşmenin gerçekleştirilebileceği bir anayasal zemine sahiptir. Ancak geçen süre içinde Topluluğun ulaştığı bütünleşme, üye ülkeler tarafından yeterli bulunmadığından daha kapsamlı bir bütünleşme için siyasal baskılar artmıştır. ATS’nin, bu amacın gerçekleştirilmesinde yetersiz kalması üzerine, ATS’de yer alan bütünleşmeye yönelik yeni dinamiklerle, Berlin Duvan’nın yıkılmasının ardından, 3 Kasım 1990’da iki Almanya’nın birleşmesi, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyet denetiminden kurtulmaları, Aralık 1991’de de Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, Avrupa'nın siyasi yapısını baştan aşağı değiştirmiştir.

Avrupa’da meydana gelen bu gelişmeler, ileri derecede bütünleşme için siyasal baskıları daha da artırmıştır.

Topluluğu, ABA’ya götüren nedenlerden İkincisi, Topluluk ekonomisi ve Tek Pazarın etkileri hakkında 1980’lerde ortaya çıkan ve gelişen düşüncelerdir. 1980’lerin ortalarında Topluluk ekonomisi ciddi istikrara ve olumlu gelişmelere şahit oldu. Bununla beraber, her ne kadar önemli gelişmeler sağlanmış olsa da, üye ülkelerin birçoğu Tek Pazarın tamamlanması için mali ve sosyal koordinasyona ihtiyaç duyulduğuna inanıyorlardı. Bu durum, dikkatlerin ilk aşamada ekonomik ve mali birliğin sağlanması girişimlerine yönelmesine neden olmuştur. Böylece, bu alanda hükümetlerarası konferans gerçekleştirilmesi fikri doğmuştur.

Üçüncü neden, üye ülke vatandaşlarının gelinen aşamadan memnun olmamaları, daha başarılı sonuçlar veren bir bütünleşmeden yana tavır ortaya koymalarıdır. Topluluk üyesi ülkelerin bütünleşmelerinde hükümetler çok önemli roller üstlenmişlerdir. Bununla beraber, Avrupa ekonomisi yeni bir krize doğru gitmektedir. Bu durum, vatandaşlar arasında sorunun çözümünde hükümetlerin yetersiz kalışına tepkiye neden olmaktadır. Bu nedenle üye ülkelerde daha ileri bir aşamada ekonomik ve sosyal bütünleşmenin gerçekleştirilmesi arzusu güç kazanmıştır.

Bu nedenlerden dolayı artık AB’nin, bir yandan üye devletlerin kimliklerini korurken diğer yandan da, karar verebilme ve uygulama yeteneği bulunan hem etkili hem de demokratik bir örgüt

(20)

20 olma yolunda daha ileri gitmekten başka seçeneği kalmamıştı. AB yapısını güçlendirip, karar mekanizmalarını rasyonalize edemezse, iyice gevşeme ya da kımıldayamaz hale gelme seçeneğiyle karşı karşıya kalacaktı. Atlas Okyanusu’ndan Urallar’a uzanan ‘Büyük Avrupa'nın gerçekleşmesinin olmazsa olmaz koşulu, tek sesle konuşup hareket eden, istikrarlı bir çekirdek etrafında gerçekleştirilecek olan bir yapılanmadır. Güçlerin birleştirilmesi ve AKÇT Antlaşmasının ifadesiyle “gelecekteki kader birliği” için harcanacak çabalar sayesinde Avrupa, uluslararası ekonomik ve sosyal gelişmelerini sürdürebilir ve örgütlü bir güç olarak dünyadaki yerini alabilir.

Tek pazar projesine ilişkin çalışmalar, hızla ilerledi. 1990’ların başlarına gelindiğinde, Avrupa Birliği olasılığının gözle görülür hale gelmesiyle, yönelim ve amaç bakımından yeni bir anlayış ortaya çıktı. Aralık 1990’da, Topluluk liderleri, iki hükümetlerarası konferansı, resmen toplantıya çağırdılar. Bunlardan ilkinde, ekonomik ve parasal birliğin oluşturulması için gerekli adımlar belirlendi; İkincisinde ise siyasal birlik yolunun önünde duran engeller ele alındı.

İki konferansın ürünü olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği Antlaşması, 7 Şubat 1992’de Maastricht’te üye devletlerce imzalandı. Ama nihai onaydan geçerek 1 Kasım 1993'te yürürlüğe girmesinden önce, Antlaşma’nın çeşitli engelleri aşması gerekti. Danimarka halkı, 2 Haziran 1992’deki referandumda, az bir oy farkıyla Antlaşma’nın aleyhinde oy kullandı. Danimarka için özel düzenlemeler biçiminde bazı ödünlerin verilerek, Mayıs 1993'teki referandumda gerekli onay sağlandı. Fransa’da da, Antlaşma konusunda kamuoyu bölündü ve Eylül 1992’de düzenlenen referandumda kılpayı bir çoğunlukla onay alınabildi. İngiltere’de onay kararı, iktidarda bulunan Muhafazakar Parti içindeki muhaliflerce, 2 Ağustos 1993’e kadar engellendi. Almanya’da ise Antlaşma’nın, ülkenin anayasal yapısnı değiştireceği gerekçesiyle yapılan hukuki bir itiraz, Anayasa Mahkemesi’ne kadar götürüldü. Anayasa Mahkemesi, 12 Ekim 1993’te iddiayı reddetmekle birlikte, siyasetçilerin bütünleşme konusundaki manevra alanını oldukça kısıtlayan bir dizi önemli noktada hükümler koydu.

Antlaşma’nın usulüne uygun olarak 31 Aralık 1992’den önce onaylandığı öteki üye devletlerde bile bir hayli eleştiri dile getirildi. Kamuoyunda görülen endişe ve açık güvensizlik, büyük ölçüde Avrupa Birliği’ne doğru yönelme kararının, kapalı kapılar ardında alınmış olmasından kaynaklanıyordu.

Tek pazar sürecinin tersine, söz konusu hükümetlerarası konferanslar, kamuoyuna geniş çapta yansımamıştı. Bu nedenle, Topluluk yurttaşları, AB girişiminin temelinde yatan hedeflerin hangi gerekten doğduğunu ve getireceği sonuçları bilmiyorlardı. İlk referandumda Danimarka halkının red oyu vermesinin yarattığı şok, bu bilgi eksikliğini gözler önüne serdi. Avrupa bütünleşmesinin geleceğine ilişkin yoğun ve verimli tartışmalar ancak bundan sonra başladı.

Avrupa bütünleşmesine karşı çıkanların hepsini ikna etmek olanaksız olsa bile, bu tartışma, şunu açıkça ortaya koydu: Avrupa bütünleşmesinin yukarıdan dayatılamayacağı, organik bir biçimde, yani Birlik içinde bir araya gelen halkların iradesine ve inancına dayalı olarak gelişmesi gerektiği gerçeği. Bunun anlamı, başka şeylerin yanı sıra, AB düzeyinde gündeme gelen süreçlerin daha anlaşılabilir, dolayısıyla, sonuçta, denetim altında tutulabilir hale getirilmesi gerektiğidir.

(21)

21 Bu Antlaşma’nın yürürlüğe girmesi, “Avrupa Topluluğu’nun 34 yıllık tarihinde, en önemli kilometre taşı” olarak nitelendirilmiştir. Ancak özellikle İngiltere’nin “Sosyal Politikalara”

katılmaması ile ortaya çıkan “â la carte " Avrupa entegrasyonu ve diğer çeşitli nedenlerden dolayı Antlaşma, imzalandıktan hemen sonra ciddi eleştirilere maruz kalmıştır.

ABA, üye devletlerin önüne 1999’a kadar parasal birlik; yeni ortak politikalar, Avrupa yurttaşlığı; diplomatik işbirliği; ortak dış ve güvenlik; adalet ve içişlerinde işbirliği gibi iddialı bir program koymuştur.

ABA’nın Getirdiği Değişiklikler

ABA’nın müşterek hükümler başlığı altındaki 1. maddesi “Avrupa Birliği” kavramını ilk olarak kullanmış ve tanıtmıştır. Yine, bu madde, Avrupa Birliği’nin, Avrupa ülkeleri arasında daha sıkı ve daha yakın bir işbirliğine dayanan ekonomik, parasal ve siyasal bir birlik kurulmasının yeni bir basamağı olacağını belirtmektedir. Nitekim, 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren, kaydi de olsa, parasal birlik sağlanmıştır. Takip eden üç yıl içinde ulusal paralar tedavülden kalkarak yerine

“euro" adı verilen yeni para birimi kullanılması kararlaştırılmıştır. Vatandaşlık, ortak dış ve savunma politikaları, adalet ve içişlerinde işbirliği gibi daha ziyade federal bir yapıyı andıran konular, hükümetlerarası bir metot kabul edilmek suretiyle ilk olarak Avrupa Birliği’nin ilgi alanına girmiştir. Bu alanların dışında, ilk defa ABA ile Avrupa Birliği’nin ilgi alanına giren diğer konular ise şöyledir: Tüketicilerin korunması, kamu sağlığı, vize politikaları, trans Avrupa ulaşım ağı, eneıji ve telekomünikasyon ağı, çevrenin korunması, eğitim, kültür, arge faaliyetlerinin artırılması ve sanayi politikaları gibi alanlarında Avrupa Birliği organlarının daha aktif olarak faaliyette bulunması kararlaştırılmıştır.

Antlaşma ile yasal ve siyasal bir varlık olarak Avrupa Birliği ortaya çıkarılmıştır. 1.

maddeye göre, Birlik, Avrupa Toplulukları üzerine kurulmalı ve bu Antlaşma’nın ortaya çıkardığı işbirliği formları ve politikaları ile desteklenmelidir. Bu ifade ile Birliğin karmaşık karakteri ortaya konurken, üç Topluluğun, Birlik içindeki baskın etkisine vurgu yapılmaktadır. 1. maddede belirtilen “işbirliği formları ve politikaları” kavramları, Antlaşmada, Başlık V ve Başlık VI içinde yer alan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile Adalet ve İçişlerinde İşbirliği politikasına (Aİİ) atıfta bulunmaktadır.

Maastricht Antlaşması’ndan sonra Topluluğun yeni görev ve hedeflerini şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Dengeli ve sürdürülebilir ekonomik ve sosyal ilerlemeyi sağlamak. Bunun için özellikle iç sınırlardan arındırılmış bir alan yaratmak, ekonomik ve sosyal kaynaşmayı güçlendirmek; sonunda tek para birimini içerecek ekonomik ve parasal birliği kurmak,

b) Özellikle ortak bir dış politika ve güvenlik politikası uygulamak. Sonunda ortak bir savunma politikası oluşturmak suretiyle Avrupa Topluluğu’nun uluslararası alana kendi kimliğiyle çıkmasını sağlamak

(22)

22 c) Avrupa Birliği yurttaşlığını ihdas etmek yoluyla üye devletlerin uyruklarının hak ve çıkarlarının daha güçlü bir biçimde korunmasını sağlamak,

d) Adalet ve içişleri konularında sıkı bir işbirliği geliştirmek, e) Topluluk müktesebatını eksiksiz muhafaza etmek ve geliştirmek

- Üç Sütun

Maastricht Antlaşması’nın ortaya çıkardığı AB’nin temelini, Avrupa Toplulukları oluşturmakla beraber AB üç sütun üzerine (buna “üç sütun teorisi” denir) oturmaktadır. AB, mevcut olan üç Topluluğu (AKÇT, AET ve AAET) ortadan kaldırıp onların yerine geçmemiş;

fakat üç Topluluğun (Topluluklar üç sütundan birini oluşturur) yanına, iki yeni sütun daha eklemiştir.

Bu sütunlar;

1. Sütun: Üç Topluluk (AT, Euratom, AKÇT) daha sağlam bir temele oturtulmuş ve bunlara ekonomik ve parasal birlik eklenmiştir,

2. Sütun: Üye devletler arasında ortak bir dış politika ve güvenlik politikası üzerinde işbirliğini gerçekleştirmek,

3. Sütun: Adalet ve içişleri konularında üye devletler arasında işbirliği gerçekleştirmek.

(23)

23 AB’NİN ÜÇ SÜTUNU

I. SÜTUN II. SÜTUN III. SÜTUN

Avrupa Toplulukları Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP)

Adalet ve İçişlerinde İşbirliği Politikası (AİİP) Maastricht Antlaşması’nın G, H ve I maddeleri

ile yenilenen (Başlık II, IH ve IV), AKÇT, AET ve AAET’yi ortaya çıkaran geleneksel

antlaşmalar.

Maastric ht Antlaşması ’nın J-J.ll

maddeleri (Başlık V)

Maastricht Antlaşmasının K-K.9 maddeleri (Başlık VI)

I. Sütun’da yüksek derecede bir bütünleşme vardır. Bir ortak pazar (kişilerin, malların, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı)

ve tamamlayıcı sektörel politikalar (sosyal, çevresel, bölgesel vb.)

Kararlar, esas olarak, nitelikli çoğunluk yöntemiyle, tüzük, yönerge gibi Topluluk hukuki araçlarıyla alınır ve AB Komisyonu,

girişimde bulunma hakkına sahiptir.

ABA, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası üe Adalet ve İçişleri alanlarında üye devletler arasında işbirliği için kuramsal bir çerçeve sunmak amacıyla Avrupa Topluluklarının yanma bu iki

sütunu ekledi. Üye devletler, bu hassas alanlarda, kararların oybirliği ile hükümetlerarası alındığı daha düşük derecede bir

politik bütünleşmeyi kabul ettiler. Amsterdam Antlaşması bu yapıyı korudu. Ancak, işbirliğini arttırmak ve etkinleştirmek için,

Antlaşma, bazı Adalet ve İçişleri konularını

Sütun kapsamına alarak Sütunun kapsamım bir hayli daralttı.

Sütun içinde, sadece, cezai konularda adli işbirliği ve polis işbirliği bırakıldı.

Toplulukların yanına eklenen diğer iki sütunda Topluluk organları dışında üye ülkeler arasında ortak eylemin gerekmesi, birçok kişi tarafından Topluluk sisteminin bütünlüğünü etkileyebileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir. ABA’nın getirdiği yapı içinde, Avrupa Parlamentosu ile Adalet Divanı’nın birinci sütunda var olan yetkileri ikinci ve üçüncü sütunlar üzerinde sadece kısıtlı şekilde mevcuttur. Bu nedenle, Adalet Divanı’nın adı, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı olarak devam etmektedir.

Avrupa’nın entegrasyonu sürecinde yeni bir aşamaya işaret eden ABA, Topluluk faaliyetlerinden bazılarını AT Antlaşması’nın merkezî demokratik/yargısal çerçevesinin dışında bırakarak federalizm fikrine herhangi bir göndermeden kaçınmaktadır. Bu yönüyle ABA, bütünleşme sürecinde her zaman görülen, Toplulukla, “uluslarüstü” bir kurum ortaya çıkarmak isteyenlerle, hükümetlerarası bir kurum ortaya çıkarmak isteyenler arasında bir uzlaşmayı yansıtmaktadır.

(24)

24 ABA’yla yapılan değişikliklerin birçoğu, Roma Antlaşması’nın maddelerinde yapılan değişiklikler yoluyla olduğundan, Roma Antlaşması’nın, artık bu değişiklikler göz önüne alarak değerlendirilmesi gerekmektedir. ABA, Roma Antlaşması’nda Topluluğun resmi adı olarak öngörülen AET’yi, Avrupa Topluluğu (AT) olarak resmen değiştirmiştir. Ayrıca, herhangi bir üye ülkenin vatandaşı olan bir kişinin aynı zamanda AB vatandaşı olduğunu kabul ederek, “Birlik vatandaşlığı” ilkesini getirmiştir. AB Antlaşması çerçevesinde Birlik vatandaşlığı’nın kişilere sağladığı haklar şunlardır:

a) Üye ülkeler arasında serbestçe dolaşma ve bir başka üye ülkeye yerleşme hakkı (ATA.m.18).

b) Bir başka üye ülkede yaşayan kişilere, yerel seçimlerde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ev sahibi ülke vatandaşlarıyla aynı koşullarda aday olma ve oy kullanma hakkı. Bu hakkın kullanılması, Komisyon’un teklifi ve Parlamento’nun görüşü alındıktan sonra Komisyon’un oybirliğiyle 31 Aralık 1994’ten önce yapacağı ayrıntılı düzenlemelerden sonra olur (ATA.m.19).

c) AB vatandaşı olan bir kişinin yaşadığı üçüncü bir ülkede, kendi ülkesinin diplomatik temsilciliği yoksa, o ülkede temsil edilen herhangi bir üye ülkenin diplomatik veya konsolosluk korumasından, o ülke vatandaşlarıyla aynı şekilde yararlanma hakkı (ATA.m.20). Bu hak, tüzel kişileri de kapsamaktadır.

d) Toplulukla ilgili olan konularda ve gerçek ve tüzel kişilerin doğrudan etkilendiği durumlarda Avrupa Parlamentosu’na (ATA.194. maddede) ve Ombudsman’a, (ATA.195.

maddede yer alan hükümlere göre) başvuru hakkı (ATA.m.21).

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu hedef ve davranışlar, öğretim programının “Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Atatürk İlkeleri” bölümünde “ Atatürk’ün Düşünce Sisteminin Oluşumunu

(3) Önerinin Sınıflandırma Komitesinden Yönetim Kuruluna geliş tarihi .../.../... Sınıflandırma Komitesinin ... meslek gurubuna ... olarak alınması uygun görülen /

yazılma istemi Talebin kabulü ile ilgiliye staj bitim belgesi verilerek Baromuz levhasına yazılmasına,. 50 10231 MUHAMMED BURAK EYNALLI Staj Bitim Belgesi

yazılma istemi Talebin kabulü ile ilgiliye staj bitim belgesi verilerek Baromuz levhasına yazılmasına,. 33 30716 MERVE EKİNCİ Staj Bitim Belgesi ve Levha'ya

80 67987 MUHAMMED FIRAT HOCANLI Staj Bitim Belgesi verilmesi istemi Talebin kabulüne, 81 66578 SÜEDA ESMA ŞEN Staj Bitim Belgesi ve Levha'ya.

Adli Yardım Merkezinin 2014/2781 sayılı dosyasında görevlendirilen Av...'nun Adli Yardım Kurulu kararına itirazı hususunun

96 32807 ABDULLAH ERDEM Staj Listesi'ne yazılma istemi Talebin kabulüne, 97 33126 AHMET BOLAT Staj Listesi'ne yazılma istemi Talebin kabulüne,. 98 33357 EMİNE PINAR DURAK

Ayrıntısı gerekçeli kararda açıklanmak üzere Avukat ………… ve Avukat ………… haklarında ayrı ayrı disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına,.