• Sonuç bulunamadı

BİRLİK HUKUKUNUN KAYNAKLARI

Belgede AB HUKUKU Ders Notları (sayfa 121-179)

Adalet Divan’nın görev alanını belirleyen Birlik Antlaşmaları’nın her biri, Divan’ın “bu Antlaşmaları yorumlarken ve uygularken, hukuka saygıyı sağlayacağını” belirtmekle birlikte,

“hukukun” ya da onun kaynaklarının ne olduğunu açıkça belirlememektedirler. Buna rağmen, Divan, Antlaşma hükümleriyle kendisine verilen görevleri yerine getirirken değişik kaynaklardan Birlik hukuku olarak yararlanmaktadır. Birlik hukukunun kaynakları şunlardır.

1. Birincil kaynaklar olarak adlandırılan anayasal antlaşmalar;

2. İkincil kaynaklar olarak adlandırılan Birlik organlarının tasarruflan;

3. Adalet Divanı tarafından tanınan hukukun genel ilkeleri;

4. Adalet Divanı’nın kararlan;

5. Üye olmayan devletlerle yapılan uluslararası antlaşmalar;

6. Yazılı olmayan Birlik hukuku kuralları.

Birincil (Asli) Kaynaklar

Anayasal Antlaşmalar

Bu antlaşmalar, hepsi birlikte değerlendirildiğinde, Birliğin yapısal hukukunu oluşturduğu için, birincil kaynak olarak Birliğin yasal düzenine temel oluşturmaktadırlar.

Birlik hukukunun birincil kaynaklarının başlıcaları şu şekilde sıralanabilir:

- Toplulukları kuran AKÇT, AAET ile AET Antlaşmalarıyla bunları tamamlayan eklerle, protokoller;

- Avrupa Toplulukları için Belirli Ortak Organlar Hakkında Sözleşme (25 Mart 1957);

- Birleşme Antlaşması (8 Nisan 1965);

- Bütçeyle İlgili Lüksemburg Antlaşması (22 Nisan 1970);

- AET ve AAET’na Katılma Antlaşmaları (22 Ocak 1972-İngiltere, Danimarka ve İrlanda;

28 Mayıs 1979 - Yunanistan; 12 Haziran 1985 - Portekiz, İspanya; Avusturya, İsveç, Finlandiya;

16.4.2003 - Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya, Litvanya, Letonya, Slovenya, Estonya, Kıbrıs, Malta; 25.5.2005 - Romanya, Bulgaristan);

122 - İkinci Bütçe Antlaşması (1975);

- Avrupa Parlamentosuna doğrudan seçimle ilgili Konsey kararı (1976);

- Tek Avrupa Senedi (1986);

- Avrupa Birliği Antlaşması (Maastricht) (1992);

- Amsterdam Antlaşması (1997);

- Nice Antlaşması (2001);

- Lizbon Antlaşması (2007).

 Özellikleri

Birliği kuran Antlaşmalar, üye devletler tarafından onaylandıktan sonra, bu devletlerin iç hukuklarında otomatik olarak yürürlüğe girerler. Bu nedenle, bu Antlaşmalar, “kendiliğinden yürürlüğe giren” antlaşmalardandır. Uluslararası yükümlülükler içeren fakat iç hukukta uygulanabilmesi için, bir uygun bulma yasasına gereksinim duyan “kendiliğinden yürürlüğe girmeyen” antlaşmalardan farklı olarak, “kendiliğinden yürürlüğe giren” antlaşmalar, ulusal mahkemeler tarafından, iç hukuk kuralları olarak uygulanmak zorundadır. Doğası gereği, bir antlaşma, bir yasama faaliyeti değil, iki ya da ikiden fazla devlet arasında yapılan bir sözleşmedir.

Bununla beraber, taraf devletlerce, bir konuda hukukun ne olacağının belirlenmesinin ya da uluslararası bir kurumun anayasasının deklarasyonu şeklindeki bir antlaşma, bir tür yasama faaliyeti olarak değerlendirilebilir. AB’yi kuran Antlaşma’nın bir tür yasama faaliyeti olduğuna, onun amaçlarını ortaya koyan hükümler ABİA m. 261 ve diğer özel hükümler ABİA m. 357 tarafından işaret edilmiştir.

Uluslararası antlaşmalarla ortaya çıkan Birlik hukuku, uluslararası antlaşmaların anayasallaşmasını uygulamada getirmiştir. Fakat, uluslararası hukukla bağının tamamen koparılması yoluna da gidilmemiştir.

Avrupa Birliği hukuku, uluslar-üstü (supranasyonel) bir hukuk düzeni kurmuştur. Ulusal ve uluslararası hukuk sistemlerinin yanında yeni bir hukuk düzeni olarak ortaya çıkan bu hukuk sisteminin bir takım ayırt edici nitelikleri bulunmaktadır. Egemenlikten kaynaklanan bazı yetkilerin devri, hukuk yaratma yetkisiyle donatılmış organların oluşturulması, karar almada oy birliği ilkesi yerine oy çokluğu ilkesinin kabul edilmesi, oluşturulan organların oluşturduğu hukuk kurallarının iç hukuklarda doğrudan uygulanabilme ve doğrudan etkiye sahip olmasıdır.

Birlik hukuku ile uluslararası hukuku karşılaştıracak olursak; uluslararası hukuk devletlerin egemen eşitliği ilkesini esas almıştır, Birlik hukuku devletlerin egemenlikten kaynaklanan yetkilerinin bir kısmın Birlik organlarına devrini gerektirmektedir. Uluslararası hukukun süjeleri, devletler, uluslararası örgütlerdir. Gerçek kişiler ve tüzel kişiler uluslararası hukukun kural olarak süjesi değildir. İstisnai bazı durumlarda, insan hakları, uluslararası suçlar gibi konularda süje haline gelmektedir. Birlik hukukunun süjeleri, üye devletler, Birliğin organları, üye devletlerin vatandaşları ile uyruğunda bulunan tüzel kişilerdir. Bu iki hukuk sisteminin kaynakları da farklılık

123 arz etmektedir. Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesinin 1. fıkrasında, uluslararası hukukun kaynakları, antlaşmalar, örf ve adet hukuku ve hukukun genel ilkeleri asli kaynak, doktrin ve mahkeme kararları ise yardımcı kaynak olarak sayılmıştır. Birlik hukukunun kaynakları olarak kurucu antlaşmalar anayasal değerdedir; fakat ikincil normlar olarak Birlik organlarının meydana getirdiği kaynaklar önemli bir yer tutmaktadır. İki hukuk düzeninin varlık nedeni de önemli bir farktır. Uluslararası hukukun amacı, uluslararası toplumda işbirliğini sağlamaktır. Halbuki Birlik hukuk düzeni üye devletler arasında entegrasyonu (bütünleşmeyi) amaçlamaktadır.

Birliği kuran Antlaşmaların içeriği, kurumlar ortaya çıkarması ve Birliğin hedeflerini tanımlaması yanında, Birlik hukuk düzeni içinde yasa koymak için gerekli olan zemini ve yetkiyi sağladığından karmaşıktır. Antlaşma, yürütme, bürokrasi, Parlamento ve Mahkeme ortaya çıkararak, bunlara, Antlaşmanın yürütülmesi görevini yüklemektedir. Antlaşma, imzacı devletler arasında bir anlaşma olması yönüyle bir “antlaşma” olma özelliğini korumakta; ancak, klasik anlamdaki antlaşmalardan, sadece, uluslarüstü kurumlar ortaya çıkardığı için değil, daha da önemli olarak, Antlaşmanın yürütülmesini taraf devletlerden alarak bu kurumlara devrettiğinden farklılıklar göstermektedir. Bu uluslarüstü Antlaşmanın yarattığı kurumlar, uluslararası hukukta var olan kurumlara, bunların yetersizliğini ve sınırlı yetkiye sahip olmalarını göz ardı edersek, benzetilebilir. Ancak, bu kurumların, uluslararası hukukta yer alan benzer kurumlardan güçlü yanı, Antlaşmayla belirlenen bazı konulardaki birtakım önemli yetkilerin taraf devletlerce bu kurumlara devredilmiş olması ve bunun sonunda bu kurumların yarı bağımsız hale gelmiş olmasıdır. Zayıf yanları ise, bu kurumların çalışmasının, Antlaşma yükümlülüklerinin üye devletler tarafından kesintisiz olarak yerine getirilmesi koşuluna bağlı olmasıdır. Bu nedenle, eğer, üye devletlerden biri engelleyici bir tutum benimserse, Birlik çalışmaya devam eder ancak, onun dinamizmi yavaşlayabilir.

Taraf devletlere haklar ve yükümlülükler getiren uluslararası bir antlaşma, uluslararası hukukun genel sınırları içinde özel bir hukuk olarak değerlendirilebilir. Burada, AB Antlaşması’nı Birlik hukukunun asli kaynağı olarak ilgilendiren nokta, taraf devletlerin, uluslararası hukukun genel prensiplerine atıfta bulunarak bu Antlaşmayla getirilen yükümlülüklerden kaçınmasının olası olup olamayacağıdır. Diğer bir deyişle, uluslararası hukukun, Birlik hukuku içinde bir asli kaynak olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir. Adalet Divanı, ilk dönemlere ait olan Van Duyn kararında, uluslararası hukukun bir prensibine atıfta bulunarak, Birlik vatandaşlarının bir başka üye devlete giriş haklarının, Birliği kuran Antlaşmanın doğrudan uygulanabilen hükümlerinden kaynaklanmasına karşın, uluslararası hukukta, bir devletin başka devlet vatandaşlarını kabul etme zorunluluğu olmadığına, sadece kendi vatandaşlarını devletine kabul etme yükümlülüğü olduğuna karar verdi.Diğer yandan, Divan, Nold(II) kararında, üye devletlerin taraf oldukları uluslararası antlaşmaların Birlik hukuk düzeni içinde göz önüne alınması gerektiğine karar verdi. Bu nedenle, üye devletlerce tanınan uluslararası hukukun bir kuralına, Birliği kuran Antlaşmaların veya Birlik hukuk normlarının yorumlanmasında ve uygulanmasında, hukukun genel prensibi olarak başvurulmasının önünde bir engel yoktur. Bununla beraber, uluslararası hukuk sistemi içinde bağımsız bir örgüt olarak kurulan Birlik, kendi hukukuna göre eylem ve işlemlerini sürdürecek; uluslararası hukukun bir kuralı, Birlik hukukunca tanımlanan haklarla ilgili olduğu zaman, Birlik mahkemesi bu kurala başvurabilecektir.

124 İkincil Kaynaklar

Birlik hukukunun ikincil kaynakları, Birlik organlarının, Antlaşmalarla verilen yetkileri çerçevesinde, yarıbağımsız kapasiteleri ile yaptıkları ve hiyerarşik olarak Antlaşma hükümlerinden sonra gelen hukuktur. Birlik organlarının, görevlerini yerine getirebilmeleri ve konulan hedeflere ulaşabilmeleri için, Antlaşmaların kendilerine verdiği yetkiler dahilinde koydukları kurallar, bir tür yasama faaliyeti niteliğinde olmakla birlikte, Antlaşmalar, bu kavramı kullanmaktan ısrarla kaçınarak, bunun yerine, “tüzükler” kavramını kullanmaktadırlar. Bunun bir nedeni, üye devlet parlamentolarında kendilerinin dışında yasama yetkisi olan bir başka kurum olduğu düşüncesine yol açmamaktır.

İkincil kaynaklar, Konsey ve Komisyon tarafından hazırlanan tüzükler, direktifler (direktif), kararlar ve tavsiye ve görüşlerden oluşur. Bu tür tasarrufların özellikleri ABİA m.

288’de sayılmıştır. Buna göre:

“Kurumlar, Birliğin yetkilerini icra etmek için, tüzükler direktifler, kararlar, tavsiyeler ve görüşler kabul eder.

Tüzük genel kapsamlıdır. Bütün unsurlarıyla bağlayıcıdır ve bütün Üye Devletlerde doğrudan uygulanır.

Direktif, sonuçları açısından her muhatap Üye Devleti bağlar ancak şekil ve yöntem seçimini ulusal makamlara bırakır.

Karar, muhatapları için bütün unsurları ile bağlayıcıdır Tavsiye ve görüşler bağlayıcı değildir.”

Amsterdam Antlaşması ile yapılan değişiklik ile Parlamento’nun yasama sürecindeki rolünün arttığı yukarıda “Kurumlar” kısmında geniş şekilde ele alınmıştı. İşte bu artışa paralel olarak değişikliğe gidilmiştir. Eski ATA 249. maddesinin I. fıkrası şöyle değiştirilmişti:

“Konsey ile birlikte hareket ederek Parlamento, Konsey ve Komisyon, görevlerini yerine getirmek için, bu Antlaşma’nın hükümlerine uygun olarak tüzükler yapar, direktifler yayınlar, karar alır, tavsiyelerde bulunur ve görüşler bildirir.” İkincil kaynaklardan, tüzükler, direktifler ve kararlar, Birliğin bir tür “Resmi Gazetesi” olan Official Journal'âz (OJ) yayımlanır. ABİA m. 297, tüzüklerin ve tüm üye devletlere yöneltilen direktiflerin bu yolla yayımlanmasını zorunlu kılar;

diğer direktifler ve kararlar yöneldiği kişilere tebliğ edilmek zorundadır. Çünkü bu tebliğ ile geçerlilik kazanmaktadırlar. Bununla beraber, diğer direktif ve kararların bir çoğu OJ’da yayımlanmaktadır.

İkincil hukuk kaynakları her ne kadar Antlaşma metninde birer birer (Tüzükler, Direktifler, Kararlar vs, sayılsa da bu liste tükenme ilkesine tabi değildir. Yani Birlik organları ABİA’nın 288.

maddede belirtilen beş şekil dışında da, farklı usullerde düzenleme yapabilirler.

125

 Tüzükler

Tüzükler, Birlik hukukunun tüm üye devletlerde aynı şekilde uygulanmasını sağlamanın bir aracıdır. Birlik hukukunun aynı şekilde uygulanması, arzu edilen bir hedef olmakla birlikte, bu her zaman tüzüklerle gerçekleşmeyebilir ve üye devletlerin herhangi bir işlemine gereksinim duyulabilir. Örneğin, tarımla ilgili bazı tüzükler, üye devletlerde aynı şekilde uygulamayı sağlamak üzere, üye devletlerin gerekli düzenlemeleri yapmaları ve yaptırım uygulamaları için tazmin ve vergilendirme sistemini kendi yöntemleriyle yürütmelerine izin verir.

İşçilerin serbest dolaşımı ve göçmen işçilerin sosyal güvenlikleriyle ilgili tüzüklerde olduğu gibi bazı durumlarda tüzüklerin fonksiyonu, Birlik vatandaşı işçilerin ve yakınlarının, Birlik hukukundan kaynaklanan serbest dolaşım veya sosyal güvenlik hakları konusunu düzenleyen ulusal sistemleri, Antlaşma hükümleri çerçevesinde koordine etmektir.

ABİA m. 296’ya göre, bir Birlik organının tasarrufunun tüzük olması için belirli koşulları taşıması gerekir. İlk olarak, tüzükler, Antlaşma’da tanınan yetkiye dayanmalıdır. Antlaşma’nın tanıdığı yetkiye dayanmayan bir tasarruf tüzük karakteri taşımaz. Ayrıca, organların hazırladığı tüzükler gerekçeli olmalı yani, bu tüzükle hedeflenen amaçları, tüzüğü haklı gösterecek nedenleri ve benimsenen sistemin ana hatlarını kabaca ortaya koymalıdır.

Tüzükler, Birliğin resmi gazetesi olan OJ’da yayınlanmak zorundadır. Bununla birlikte, organların bir tasarrufunun tüzük olup olmadığı, yayımlanması ya da formundan belirlenemez.

ABAD değişik kararlarında, bir tasarrufun yasal niteliğinin belirlenmesi için, onun şeklinden çok, içeriğinin ve tabiatının göz önüne alınması gerektiği görüşünü benimsemiştir. Aksi halde, tüzük şekline benzetilen yanlış tasarruflar, Birlik organların yetkilerini, keyfi olarak kullanmalarını sağlar ve bu durum Antlaşma’da sağlanan güvenceleri ortadan kaldırabilir.

Tüzüklerin “Doğrudan Etkisi”: ABİA 288. maddeye göre, tüzükler, doğrudan uygulanır.

Tüzükler, yayınlandığı andan itibaren, üye devletlerin herhangi bir işlemine, onayına, iç hukuk içine almasına gerek olmadan, ulusal hukuklarının otomatik olarak bir parçası olurlar. Bununla birlikte, tüzükler, “yeterince açık” ve “koşulsuz” olma kriterlerini taşımazlarsa, üye devletlerde

“doğrudan etkiye” sahip olmazlar. Çünkü, “doğrudan uygulanabilirlik”, “doğrudan etki” den farklı bir prensiptir. Tüzüklerden bazıları, uygulanabilmeleri için organların eylemde bulunmasını gerektirebilir. Örneğin, 19/65 sayılı Tüzük, rekabet kurallarını uygulamak ve işletmek için Komisyon’u görevlendirmiştir.

 Direktifler (Yönergeler)

Prensipte tümüyle bağlayıcı olan tüzüklerle karşılaştınldığında, Konsey ve Komisyon tarafından yapılan direktifler, yöneldiği her bir devlet için varılacak sonuçlar bakımından bağlayıcıdırlar ve uygulanma yöntemlerine ilişkin tercih, yöneldiği devlete bırakılmıştır (ABİA m.

288). Birden çok devlete aynı içerikle yöneltilen direktifler dışındaki direktifler, tüzükler gibi, Birlik hukukunun uygulanmasında üye devletlerarasında birliği sağlamaya yönelik değildir.

Direktifler, uygulamada, temel olarak ulusal hukukların ABİA m. 115’e uygun şekilde yakınlaştın İması için kullanılmaktadır. Antlaşmanın 115. maddesi bu amaçla Konsey’e,

126

“Parlamento ve Ekonomik ve Sosyal Komitenin görüşünü aldıktan sonra özel bir yasama usulüne uygun olarak, ortak pazarın kurulması ya da işlemesi üzerine doğrudan doğruya etkisi olan üye devletlerin yasal, idari ve düzenleyici hükümlerinin yakınlaştırılması için oybirliğiyle direktifler çıkarması” görevi vermiştir.

Ulusal hukuk sistemlerinin Birlik hukukuna uyumlu hale getirilmesinde, çoğunlukla, bunun dolaylı olarak gerçekleştirilmesi eğilimi vardır. Bu yüzden, direktifler, en çok tercih edilen Birlik yasama şeklidir. Direktifler, bir tür çerçeve kanun oluşturduklarından etkilerini doğurmaları, onların ulusal hukuk düzenlerine aktarılması ile mümkün olmaktadır.

Direktifler tüzükler gibi gerekçeli olmalı ve Antlaşmaya dayanmalıdır. Direktiflerin yöneldikleri devlete bildirilmesi gerekir. Bildirimden sonra yürürlüğe girerler (ABİA m.288).

Ancak tüm üye devletlere yöneltilen Direktifler, Tüzükler gibi, hangi tarihte yürürlüğe gireceği belirtilmişse o tarihte, eğer böyle spesifik bir tarih verilmemişse, OJ’da yayınlanması takip eden yirminci günde yürürlüğe girer. (ABİA m.297 (2)). Direktifler, yöneldikleri devlete spesifik yaptırımlar yüklediklerinden bunlar, ilgili devlet tarafından bir bütün olarak ve en etkin biçimde uygulanmak zorundadır. Ayrıca üye devletler Direktifleri iç hukuklarına adapte ettikten sonra onlar üzerinde Direktifin amaçlarına ters düşecek değişikliğe gidemezler.

Direktiflerin “doğrudan etkisi”: Antlaşmanın 288. maddesinde direktifler “doğrudan uygulanabilir” olarak tanımlanmadığı için, başlangıçta bunların doğrudan etkiye sahip olmadığı;

yöneldiği devlet ya da devletlere yükümlülükler getirdiği ve uygulama yöntem ve metodu konusunu bu devletlerin tercihine bıraktığından, direktifin etkisinin devlet tarafından uygulanması koşuluna bağlı olduğu düşünülmüştü. Ancak, Adalet Divanı, bu görüşü benimsemeyerek, istisnai durumlarda Üye devletin söz konusu Direktifi iç hukukuna adapte etmeden, uygulanması için verilen süre dolduktan sonra bir direktifin doğrudan uygulanabilir olabileceğine birçok davada karar vererek bu alanda içtihat hukukunu geliştirmiştir. Adalet Divanı aşağıdaki gerekçelere dayanarak Direktiflerin doğrudan uygulanabilir olduğuna karar vermiştir:

 Üye devlete adapte etmesi için verilen sürenin geçmesine rağmen Üye devletin Direktifi hiç adapte etmemesi ya da yeterli şekilde adapte etmemesi,

 Direktif hükümleri Direktifin temelinde yatan düşünceyi yansıttığı ölçüde önem ifade eder, dolayısıyla Direktifin hükümleri adapte edilirken bu temel düşünceyi dikkate almak gerekir,

 Direktifler AB içinde yaşayan bireylere haklar bahşeder. Bir Direktif üye ülke hukuk bünyesine kazandırıldıktan sonra bireyler, Direktif hükümlerinden kaynaklanan haklarını devletin tüm birimlerine karşı ileri sürebilirler. Devletin söz konusu birimleri otomatik olarak doğrudan uygulanabilir olan Direktif hükümleri çerçevesinde karar vermelidir.

Tazminat Talebi: Bazı durumlarda Direktiflerin iç hukuka adapte edilmemesi veya uygun şekilde adapte edilmemesi durumlarında bundan zarar gören Birlik vatandaşları tazminat talep edebilirler.

(Francovich karan ve Faccini Dori karan) Bunun için öncelikle;

 Direktif hükümlerinin bireylere haklar bahşetmesi,

 Bu hakların varlığı kullanılması Direktif hükümleri çerçevesinde değerlendirilmeli,

 Direktifin iç hukuk kuralı haline getirilmemesi ile bireyin kaybı arasında illiyet bağı olmalı.

127 Burada önemli olan husus, Üye devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olmasıdır. Üye devlet kusuru olmasa bile tazminat ödemek zorundadır.

- Kararlar

Konsey ya da Komisyon’un bir kararı, yöneldiği gerçek ve tüzel kişilerle devletler için bütün hükümleri itibari ile bağlayıcıdır. Kararlar, soyut biçimde formüle edilen tüzüklerden ayrılırlar.

Bununla birlikte, bir tüzük, sadece yöneldiği kişi ya da içeriği bireyselleştirilebildiği için bir karar olarak değerlendirilemez.

Tüzük ve direktiflerde olduğu gibi kararlar da gerekçeli olmak ve Antlaşma hükümlerine dayanmak ve belirli bir formu olmadan, yöneldiklerine bildirilmek zorundadır. Kararlar, bu bildirimden sonra yürürlüğe girer.Kararlar, tüzüklerden farklı olarak, sadece, yöneldikleri kişiler için (özel ve tüzel kişilerle devletler) bağlayıcıdırlar. Direktiflerden farklı olarak ta, “tüm yönleriyle bağlayıcı” olduklarından, uygulanmasının yöntemi konusunda muhatabına hiçbir yetki tanımaz. Bununla beraber, bir karar, bir tüzükle Komisyon’dan yapması istenen bir tasarrufun sonucu da ortaya çıkmış olabilir.

Kararlar da, Direktifler gibi bir üye devlete, Birlik vatandaşlarına daha iyi bir yasal pozisyon sağlamaları konusunda bir hüküm içerebilir. Kararlar, Direktiflerin doğrudan uygulanabilmesi için gerekli şartlara sahip ise doğrudan uygulanabilirler.

Kararların “Doğrudan Etkisi”: Antlaşmanın 288. maddesi direktifler gibi kararları da doğrudan uygulanabilir olarak tanımlamamakla birlikte, ABAD’ın yorumlarına göre, kararlar da doğrudan etki kriterlerini taşıdığı zaman doğrudan etkiye sahip olabilir. Bir başka deyişle, bir kişi, bir kararın yöneldiği kişiye karşı bu karara dayanarak yargıya başvurabilir. Ancak, bu kararın, koşulsuz, yeterince açık ve süresinin dolmuş olması gerekir. Ancak, üye devletlere yönelen kararlar bireysel hak sağlamaz.

- Tavsiye ve Görüşler

Konsey ve Komisyon’un, görevlerini yerine getirmek için Antlaşmanın hükümlerine uygun olarak aldıkları tavsiye ve görüşlerin, Birlik hukukunun bir kaynağı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusu tartışmalıdır. ABİA m 288’e göre, tavsiye ve görüşler bağlayıcı değildir. Bununla beraber, mesleki hastalıktan dolayı para talep eden bir göçmen işçinin, bu gibi durumlarda para ödenmesini düzenleyen Komisyon tavsiyesini ileri sürmesiyle ilgili olan Grimaldi davasında Adalet Divanı, ulusal mahkemelerin; özellikle, bağlayıcı AET mevzuatına eklemek niyetiyle yapılan ya da AET mevzuatını uygulamak üzere kabul edilen ulusal hükümlerin yorumlanmasına açıklık sağlayan Birlik tavsiyelerini, önlerine gelen bir davada karar verirken göz önüne almak zorunda olduklarına karar verdi. Divan’ın bu yorumu tartışmaya açıktır. Bu nedenle, bağlayıcı olmayan tasarruf olarak tavsiyelerin, en fazla iç hukuktaki belirsizliklerin çözülmesinde göz önüne alınabileceği ileri sürülmüştür.

128 Adalet Divanı Tarafından Tanınan Hukukun Genel İlkeleri

Adalet Divanı, kendisine tanınan yargılama yetkisi sınırları içinde, Birlik hukukunu yorumlarken hukukun genel ilkelerini de göz önüne alır. ABAD’ın kararlarına göre genel ilkeler şunlardır;

- Eşitlik

Bu kavram, en geniş anlamıyla, benzer durumdaki kişilerin, farklı şekilde işleme tabi tutulmalarını haklı gösterecek objektif nedenler olmadıkça farklı muameleye tabi tutulmamaları anlamına gelir. Objektif kıstaslara göre farklı oldukları kabul edilen durumlar için eşitlik prensibi uygulanmaz. ABİA 18. maddeye göre Antlaşmada belirtilen istisnalar saklı kalmak kaydıyla, milliyetçilik (uyrukluk) bazındaki her türlü ayırımcılık yasaklanmıştır. 19. madde ise Konseyin maddede belirtilen usuller çerçevesinde, cinsiyete, etnik yapıya, ırka, dini görüş ve inanışa, cinsiyet tercihlerine, yaş ve özürlülüğe dayalı ayırımcılık karşısında her türlü mücadele yapmak için gerekli önlemleri alacağını belirtir.

- Yasal Kesinlik ve Hükümlerin Geriye Etkili Olmaması

Yasal kesinlik, bir hükmün doğuracağı hukuki sonuçların açık ve önceden tahmin edilebilir olmasını gerektirir. Eylem ve işlemlerini hukuka uygun olarak yapmak isteyen kişiler, hukukun kendilerinden ne istediğini önceden bilebilmelidir.

Birliğin ikincil yasaları için geçerli olan hükümlerin geriye etkili olmaması prensibi, bunların yayınlandıktan itibaren geçerli olmasını ifade eder.

- Ölçülülük

ABAD’ın tanımlamasına göre bu kavram, “idare hukukunda bir amaca ulaşmak için kullanılan araçların, gerekli ve uygun olandan daha fazla olmaması” anlamına gelir. Bir idari makam, sadece uygunluk kriterine baş vurarak işlemde bulunamaz. İdare, yaptığı bir tasarrufun haklılığını, bu konuda başvurulabilecek muhtemel alternatifler çerçevesinde savunabilmelidir. Bu nedenle, Waston and Belmann kararına konu olan olayda, İtalyan makamları, İtalya’da oturma hakkının olduğunu ileri süren Bayan Watson’u, İtalyan hukukuna göre zorunlu olan ülke içinde dolaşımını kayıt ettirmediği ve izlenmesini sağlamadığı gerekçesiyle sınırdışı etmeye çalıştığı zaman, Adalet

ABAD’ın tanımlamasına göre bu kavram, “idare hukukunda bir amaca ulaşmak için kullanılan araçların, gerekli ve uygun olandan daha fazla olmaması” anlamına gelir. Bir idari makam, sadece uygunluk kriterine baş vurarak işlemde bulunamaz. İdare, yaptığı bir tasarrufun haklılığını, bu konuda başvurulabilecek muhtemel alternatifler çerçevesinde savunabilmelidir. Bu nedenle, Waston and Belmann kararına konu olan olayda, İtalyan makamları, İtalya’da oturma hakkının olduğunu ileri süren Bayan Watson’u, İtalyan hukukuna göre zorunlu olan ülke içinde dolaşımını kayıt ettirmediği ve izlenmesini sağlamadığı gerekçesiyle sınırdışı etmeye çalıştığı zaman, Adalet

Belgede AB HUKUKU Ders Notları (sayfa 121-179)