• Sonuç bulunamadı

ŞERH-İ GÜLİSTÂN’IN İNCELENMESİ A) ŞERH

1) GRAMER TERİMLERİ 149

Klâsik şerhlere mahsus özelliklerden biri de ele alınan metnin gramer açısından değerlendirilmesidir. Sûdî, diğer şerhlerinde olduğu gibi, Gülistân

Şerhinde de kelime ve cümlelerin gramer özelliklerini vermiştir. Bu kısımlarda

kullandığı kelimelerin her biri gramer terimi olduğu için, metnin anlaşılmasına katkıda bulunacak şekilde bu kelimelere ait karşılıkların verilmesi uygun görüldü. Tezin bu bölümünde, metinde geçen gramer terimlerinin alfabetik sıralanışı, anlamları ve geçtikleri yerlerden örnekler verilmiştir.

‘Āmil: Cümle içindeki kelimelerin sonlarındaki durumu (îrâbı) etkileyerek kelimenin cümle içindeki fonksiyonunu belirleyen manevî etken.

Ör) İn ve lem ikisi de ḥurūf-ı cāzimedendür. Ḥattā ba‘ż-ı ‘ulemā mā-ba‘dında gelen fi‘l-i mużāri‘de ‘āmil olmalarında iḫtilāf eylediler. Kimisi ‘āmil olan indür ve kimisi lemdür didi (87a).

‘Aṭf: Kelime veya cümleleri atıf edatlarıyla birbirine bağlamak.

Ör) Ve Ālihi żamīr-i mecrūra ma‘ṭūfdur bir ḥarf-i cerr taḳdīriyle. Veyā ‘ulemā-i Kūfe meẕhebi üzredür ki anlar i‘āde-i cārrsuz ‘aṭfı tecvīz iderler.

‘Aṭf-ı beyān: Bir kelime veya cümleden sonra onu açıklamak üzere, aynı manaya gelen değişik ve daha meşhur bir kelimeyi zikretmektir.

Ör) Muḥammed Muṣṭafā, mā-sebaḳa ‘aṭf-ı beyāndur (6b).

‘Aṭf-ı tefsīr, ‘aṭf-ı tefsīrī: Aynı anlamda olan iki kelimenin yan yana kullanılması.

149 Bu bölümde ele alınan gramer terimleri anlamlandırılırken şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Nusrettin Bolelli, Arapça Dilbilgisi Nahiv Sarf ve Terimleri, İstanbul: Yasin Yay., 2006; Ahmet Cevdet Paşa-Fuat Paşa, Kavâ‘id-i Osmâniyye (haz.: Nevzat Özkan), Ankara: TDK Yay., 2000; Ahmet Cevdet Paşa, Medhal-i Kavâ‘id (haz.: Nevzat Özkan), Ankara: TDK Yay., 2000; Ahmet Cevat Emre,

Türkçe Sarf ve Nahiv Eski Lisân-ı Osmânî Sarf ve Nahiv (haz.: Gülden Sağol, Erdal Şahin, Nurgül

Yıldız), Ankara: TDK Yay., 2004; Tâhir Ken‘ân, Kavâid-i Lisân-ı Türkî (haz.: Leylâ Karahan, Ülkü Gürsoy), Ankara: TDK Yay., 2004; M. Nazif Şahinoğlu, Farsça Grameri Sarf ve Nahiv, İstanbul: Kitabevi Yay., 1997; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi, 14. baskı, 1993.

Ör) Celle: ‘Azze gibi fi‘l-i māẓī-i müfred-i müẕekker-i ġā’ibdür. Lüġatde ‘aẓīm dimekdür ammā bunuñ gibi yerlerde müte‘ālī ma‘nāsını virürler. Evlā budur ki ‘azzeye ‘aṭf-ı tefsīrī i‘tibār oluna (1b).

Ḫoş, vāv-ı resmīyle luṭfa ‘aṭf-ı tefsīrşeklidür (20a).

‘Ayn-ı betrā: “Hemze-i izâfet” adı verilen tamlamalarda hâ-yı resmî üzerine konulup hem “yâ” harfini ve hem de “hemze”yi karşılayan işaretin adı. Bu işarete “hemze” denilmesi mecazendir.

Ör) Çeşme-i rūşen beyāniyyedür. Ve ‘ayn-ı betrā şekli -ki ‘Arabīde ve Fārisīde hemzeden bedel kitābet olunur, bunuñ gibi yerlerde iżāfete delālet ider. Līkin ḫāliṣ hemze telaffuẓ olunmaz, belki yāyla beyne beyne telaffuẓ olunur (83b).

Nihāyeti müteḳaddimīn yāyı hā-yı resmīden ṣoñra kitābet idüp iẓhār iderlerdi. Līkin müte’aḫḫirīn hā-yı resmī üzerine bir ‘ayn-ı betrā şeklini vaż‘ iderler ki hem yāya ve hem hemzeye delālet ider. Ve ol şekle hemze didükleri mecāzladur. Zīrā hemzenüñ ḥarf-i ‘illetden ġayrı şekli yoḳdur (98a).

Bā-yı istimrār: Başına geldiği fiile “süreklilik” anlamı katar. (bkz. edāt-ı istimrār) Ör) Bilerzed, bā-yı istimrār ile fi‘l-i mużāri‘-i müfred-i ġā’ib (190b).

Bā-yı te’kīd: Pekiştirme ve kuvvetlendirme edatlarındandır. Klâsik Farsça’da daha çok mazi gövdesinin başında görülmekle birlikte bazen emir ve istek kiplerinde kullanıldığı da olur.

Ör) Bikend, bā-yı te’kīdle fi‘l-i māżī-i müfred-i ġā’ibdür. Ḳazdı ve ḳopardı ya‘nī ḳal‘ u ḳam‘ eyledi dimekdür (43b).

Bibürend, bā-yı te’kīdle fi‘l-i emr-i cem‘-i ġā’ib (96b).

Bisitāned, fi‘l-i müstaḳbel-i müfred-i ġā’ib bā-yı te’kīd ile; alur dimekdür (209a).

Bünvāzī, bā-yı te’kīdle fi‘l-i mużāri‘-i müfred-i muḫāṭab; oḫşayasın [dimekdür] (217b). (Şarih bu örnekte, geniş zamana tekâbül eden bâ harfini te’kîd bâsı olarak göstermiştir).

Bedel: Bir ismin, bir fiilin, bir zarf veya sıfatın yerine, onu açıklamak amacıyla başka bir yapıyı kullanmak. Îrâb bakımından mübdelün minhe (bedel olduğu kelimeye) uyar.

Nehr mecrūrdur münyeden bedel olmaġla (133b).

Būy-ı istiḳbāliyyet, būy-ı mużāra‘at: Metnin üç yerinde geçen bu iki tabir, şarih tarafından başına “tüvâned” ya da “netüvâned” yardımcı fiilinin geldiği fiillerde “netüvân” ibaresi için kullanılmıştır. Mana itibarıyla “geniş yahut gelecek zaman anlamına yakın” şeklinde karşılanabilir.

Ör) Rest bunda, resten ma‘nāsınadur. Zīrā netüvānda būy-ı istiḳbāliyyet vardur (41b).

Kerd bunda, kerden ma‘nāsınadur. Zīrā netüvānda būy-ı mużāra‘at var (70b).

Rest bunda, resten ma‘nāsınadur. Zīrā netüvānda būy-ı mużāra‘at var (104b).

Caḥd-ı muṭlaḳ: Arapça’da geniş zamanlı (muzâri) fiillere getirilerek onlara olumsuzluk anlamı katan “lem” ve “lemmâ” edatlarının genel adı. Bunlardan “lem”, “bazen” anlamı verirken “lemmâ”, “kesinlik” anlamı katar. Eklendiği fiilin harekesini sâkin kılar.

Ör) Lem emüt, fi‘l-i caḥd-ı muṭlaḳ-ı mütekellim-i vaḥdedür māte-yemūtüden ya‘nī naṣara bābınuñ ecvef-i vāvīsinden. Ölmezsem dimekdür (173b).

Cārr: Kendisinden sonraki ismi cerr eden (esreleyen) edat. Cerr edatlarından bazıları “min, ilâ, ‘an, fî, ‘alâ ve hattâ”dır.

Ör) Fī’d-dāreyni, cārr mecrūrıyla sevāda müte‘āllıḳdur (205b). Cem‘: Çokluk.

Ör) ‘İbād, ‘abdüñ cem‘idür (3a).

Cem‘-i cümū‘: “Cem‘lerin cem‘i” anlamına gelen bu ifade çokluk hâlindeki bir kelimenin tekrar çokluk yapılması anlamına gelir.

Ör) Āyādī, āydīnüñ ve eydīnüñ cem‘i. Ḥāṣılı cem‘-i cümū‘dandur (71a).

Cem‘-i ḳıllet: Azlık çoğulu. Üç ile on arasındaki sayılara delâlet eden kırık çokluk kalıpları olup dört kalıbı vardır: ef‘ul, ef‘âl, ef‘ilet, fi‘let.

Ör) ‘Ammān, ‘ammuñ cem‘idür üslūb-ı ‘Acem üzre. ‘Arabīde a‘mām gelür cem‘-i

ḳıllet vezni üzre (193b).

Cem‘-i mü’enneẟ: Dişi veya dişi kabul edilen isimlerin çoğulu.

Cem‘-i mükesser: “Kırık çokluk” anlamındaki bu tabir, Arapça’da ve Osmanlı Türkçesi’nde, teklik hâlindeki kelimeyi çokluk yapma kurallarındandır.

Ör) Vülāt, vālīnüñ cem‘idür; ḥākimler dimekdür. Ma‘lūm ola ki ẟülāẟī mücerredüñ nāḳıṣından ism-i fā‘ilüñ cem‘-i mükesseri bu minvāl üzre gelür (13b).

Cevāb-ı şarṭ: Metinde, “eger, ver, er, çünânki vb.” gibi şart edatlarıyla kurulan şart cümlelerinden sonra gelen cevabî yapı, şarih tarafından “cevâb-ı şart” tabiriyle ifade edilmiştir. Arapça’da ise gelecek zamana delâlet etmeyen muzâri bir fiil cezmedilir. Hem fiil cümlesi hem de isim cümlesi olabilir.

Ör)

Eger ḫˇişten-rā melāmet konī Melāmet nebāyed şenīden zi-kes

Ḫˇīşten, kendü ma‘nāsınadur ve rā, edāt-ı mef‘ūl. Konīnüñ evvel mef‘ūlidür ve ẟānīsi melāmetdür. Nebāyed şenīden cevāb-ı şarṭ (109b).

Merrū, cevāb-ı şarṭ (117a).

Cevāb-ı ta‘līl: “ki, tâ, çün vb.” gibi harf-i ta‘lîl (bkz. harf-i ta‘lîl, edât-ı ta‘lîl) adı verilen edatlardan sonra gelen yapı, şarih tarafından “cevâb-ı ta‘lîl” olarak ifade edilmiştir.

Ör) Ser, fürū borduñ mef‘ūl-i ṣarīḥi ve be-ceyb ġayr-ı ṣarīḥi. Ve cümle-i fi‘liyye cevāb-ı ta‘līldür ve ta‘līl cevābıyla ḫaber-i mübtedādur (212b).

Cezā-yı şarṭ: Şart cümlesindeki ikinci kısma verilen ad. Şartlı bileşik cümlelerin temel kısmıdır. Bu tip cümlelerde ilk kısma da “cümle-i şarṭiyye” adı verilir (bkz. cevâb-ı şarṭ).

Ör)

Be-deryā der-menāfi‘ bī-şumārest Eger ḫˇāhī selāmet der-kenār[est]

Be-deryā: Bā, ḥarf-i ẓarf. Deryā, deñiz. Der, bā müteżammın olduġı ẓarfiyyet ma‘nāsını te’kīd ider. Menāfi‘, cem‘-i menfa‘at. Fevā’id dimekdür. Bī-şumār, bī‐

ḥesāb ma‘nāsınadur. Ḫˇāhī, fi‘l-i mużāri‘-i müfred-i muḫāṭab, fi‘l-i şarṭ; dilerseñ

dimekdür. Selāmet, mef‘ūli. Der, ḥarf-i ẓarf. Kenār ma‘rūf. Sīn ve tā edāt-ı ḫaber. Der-kenārest cezā-yı şarṭdur (55b).

Bu örnekte “eger ḫˇāhī selāmet der-kenārest” cümlesi şart cümlesidir. “Eger” şart edatıyla başlayan ve “eğer selâmet istiyorsan” anlamındaki “eger ḫˇāhī selāmet” kısmı şart cümlesinin ilk kısmıdır. Dolayısıyla “der-kenārest” şartın cezâsı hükmündedir.

Devlet mübtedā ve yāft ḫaberi ve cümle-i ismiyye her ki nikū-nām zīst müteżammın olduġı şarṭuñ cezāsıdur (27b).

Cümle-i ibtidā’iyye: Temel cümleciğin iş, kılış ve oluşu için bir başlangıç zamanı ifade eden yan cümlecikler, “cümle-i ibtidâ’iyye (başlangıç cümleciği)” adını alır. Bağlandığı edatlarla birlikte cümleye “-eli, -eli beri, -eliden beri, -diğinden beri vb.” anlamlarını katar.

Ör)

Be-nādānān çünān rūzī esāned r Ki ṣad dānā der-ān ḥayrān bimāned

Bā, ḥarf-i ṣıla. Nādānān: Elif ve nūn edāt-ı cem‘dür. Resāned: Elif ve nūn edāt-ı ta‘diyedür; irişdürür dimekdür. Aṣlında resed idi, irişür ma‘nāsına. Ki, ḥarf-i beyān.

Dānā, ṣıfat-ı müşebbehedür, ‘alīm ma‘nāsına. Der-ān, ya‘nī rızḳ irişdürmede. Ṣad dānā, mübtedā-yı evvel; ḥayrān, mübtedā-yı ẟānī. Bimāned, fi‘l-i mużāri‘-i müfred-i ġā’ib. Fā‘ili taḥtında ḥayrāna rāci‘ żamīr. Cümle-i fi‘liyye ḫaber-i ḥayrāndur ve cümle-i ismiyye ḫaber-i ṣaddur ve cümle-i ṣuġrā vü kübrānuñ i‘rābdan maḥalli yoḳ cümle-i ibtidā’iyye (82a).

Cümle-i ismiyye: İsim cümlesi. Metindeki yerine göre sıfat, cevâb-ı şart, cümle-i ibtidâiyye, cümle-i müste’nefe gibi görevlerde olabilir.

Ör)

İẕā nehaḳa’l-ḫaṭību ebu’l-fevāris Lehü ṣavtün yehüddu’sṭaḫra fāris

Lehü ṣavtün cümle-i ismiyye, cevāb-ı iẕādur (156b).

El-faḳru faḫ īr, cümle-i ismiyye (205b). Cümle-i fi‘liyye: Fiil cümlesi.

Ör)

Mānend-i āstān-ı deret me’men-i rıżā

Cümle-i fi‘liyye ḫaber-i mübtedādur (16a). Bu örnekte “imrūz kes nişān nedihed der-basīṭ-i ḫāk” ibaresi cümle-i fi‘liyyedir.

Cümle-i mu‘tarıża: Ara cümle. Gramer bakımından asıl cümleyle bir ilgisi yoktur. Kanaat bildirmek yahut gönderme yapmak amacıyla kullanılır.

Ör) Ḥażret-i Şeyḫ meẕkūr laṭīfeyi cümle-i mu‘tarıża ṭarīḳıyla ẕikr eyledükden ṣoñra yine aṣıl ḥikāyeye şürū‘ idüp buyurur (64b).

Çünān ki üfted ü dānī, ancılayın ki vāḳi‘ olur ve bilürsin. Ya‘nī cüvānlıḳ eyyāmında insānuñ niçe dürlü aḥvāli olur. Bu kelām cümle-i mu‘tarıżadur (164a-164b).

Bedî‘ ilminde dua anlamı ifade eden ara cümlelere de haşv-i melîh denmektedir. Ör) Dāme mülkühu, cümle-i mu‘tarıża. ‘İlm-i bedī‘ada du‘āyı müştemil cümle-i mu‘tarıżaya ḥaşv-i melīḫ dirler (38b).

Dūr ez-īn ḫuceste serāy cümle-i mu‘tarıżadur ki bedī‘de ḥaşv-i melīḥ dirler (102a). Cümle-i müste’nefe: Kendisinden önceki cümleye bağlı olmayan bağımsız cümle. Ör) Ve cümle-i fi‘liyye maḥallen merfū‘ ḫaber-i mübtedādur ve cümle-i ismiyyenüñ i‘rābdan maḥalli yoḳ cümle-i müste’nefe (125b).

Li’n-nā’imi: Lām, ḥarf-i cerr. Bir muḳaddere müte‘allıḳ. Nā’im, ism-i fā‘ildür nevmden. Uyuyan kimseye dirler. Bunda murād cüvānuñ ẕekeridür. Cārr ve mecrūr i‘rābdan maḥallen merfū‘ ḫaber-i mübtedādur ve cümle-i ismiyye i‘rābdan maḥalli yoḳ cümle-i müste’nefe (186a).

Cümle-i şarṭiyye: Şart cümlesinin ilk kısmı. Şartlı bileşik cümlelerde cümle-i şartiyyeden sonra gelen kısım da cezâ-yı şart olarak adlandırılır (bkz. cezâ-yı şart).

Ör)

Ebr eger āb-ı zindegī bāred Hergiz ez-şāḫ-ı bīd ber neḫˇorī

Ebr mübtedā ve cümle-i şarṭiyye ḫaber (38b).

Bu örnekte “ebr eger āb-ı zindegī bāred” kısmı cümle-i şartiyyedir.

Cümle-i ta‘līliyye: Sebep cümlesi. “Çünkü, -dığı için, sebebiyle vb.” gibi unsurlarla asıl cümleye bağlanır.

Ör) Düşmen ü ez-heme ḥīletī der-māned silsile-i dūstī bicünbāned. Pes āngeh be-dūstī kārhā koned ki düşmen netüvān kerd. Bicünbāned, bā-yı istiḳbālle fi‘l-i mużāri‘-i müfred-i ġā’ib. Fā‘ili taḥtında düşmene rāci‘ żamīrdür. Cünbānīdenden

depredür dimekdür. Ya‘nī dostlıḳ ve maḥabbet iẓhār ider. Cevāb-ı ta‘līldür ve

ç

cümle-i ta‘līliyye ḫaber-i mübtedādur ki lafẓ-ı düşmendür (223a).

Cümle-i ẓarfiyye: Zarf cümlesi. Sıfat ve haber görevlerinde bulunabilirler. Ör)

Ne muḥaḳḳıḳ büved ne dānişmend Çār-pāyī ber-ū kitābī çend

Cümle-i ẓarfiyye ṣıfat-ı çār-pā (216b).

Dāl-ı mühmele: “İhmâl edilmiş, boşlanmış, başıboş bırakılmış” anlamındaki “mühmel” kelimesinden gelen “mühmele”, alfabedeki noktasız harfleri ifade etmek için kullanılır. “Dâl-ı mühmele” ifadesi “

œ

” harfini “

” harfinden ayırmak için kullanılmıştır.

Ör) Kejdüm, kāf-ı ‘Arabuñ fetḥi ve jānuñ sükūnı ve dāl-ı mühmelenüñ żammıyla ‘aḳreb dimekdür (58b).

İmām Yāfe‘ī, Tārīḫinde yazmış: “Hemedān, hānuñ ve mīmüñ ve ẕāl-ı mu‘cemenüñ fetḥalarıyla diyār-ı ‘Acemde bir şehirdür. Ammā hānuñ fetḥi ve mīmüñ sükūnı ve dāl-ı mühmele ile Yemen’de bir ḳabīlenüñ ismidür” (177b).

Du‘āun ‘aleyh: Bir kimsenin kötülüğüne söylenen, beddua mahiyetindeki söz gramerde “du‘âun ‘aleyh” tabiriyle ifade edilir.

Ör)

Muṭribī dūr ez-īn ḫuceste serāy Kes dü bāreş nedīde der-yek cāy

Dūr ez-īn ḫuceste erāy cümle-i mu‘tarıżadur ki bedī‘de ḥaşv-i melīḥ dirler. Ṣıfatla mevṣūf beynine i‘tirāż eylemiş. Maḥṣūl-i beyt: Bir muṭrib ıraġ olsun bu mübārek serāydan. Bu mu‘tarıża serāya nisbet du‘āun lehdür ve muṭribe nisbet

s

du‘āun ‘aleyhdür (102a).

Ān bih ki, ol yegdür ki. Nīkī: Yā, ḥarf-i maṣdar. Nebīned, fi‘l-i nefy-i istiḳbāl-i müfred-i ġā’ib ve du‘āun ‘aleyh. Eylik görmeye dimekdür (152b).

Du‘āun leh: Bir kimsenin iyiliği için söylenen sözler gramerde “du‘âun leh” tabiriyle ifade edilir.

Ör) Dūr ez-dūstān, du‘āun lehdür. Dostlardan ıraġ ola dimekdür (130a).

Vaḳtā kim selāṭīnüñ aḳvāl ü ef‘āli ‘avāmuñ aḳvāl ü ef‘āli gibi olmadıysa, pes pādişāhzādelerüñ aḫlāḳını pāk eylemede Allāhü te‘ālā anları güzel nebāt bitürsin ya‘nī güzel ve maḳbūl nebāt gibi ‘ālim eylesün. Cümle-i mu‘tarıża du‘āun leh (192a). Ecvef-i vāvī: Arapça’da ayne’l-fi‘li “

È,Ë,«

” illetli harflerinden biri olan kelimeler “ecvef” olarak adlandırılır. ‘Ayne’l-fi‘li “

Ë

” olan ecvef kelimeler “ecvef-i vâvî” tabiriyle ifade edilmektedir.

Ör) Fāyıḳ, fāḳa-yefūḳudan ya‘nī naṣara bābınuñ ecvef-i vāvīsinden ism-i fā‘ildür, ‘ālī ma‘nāsına (5b).

Fevt, fānuñ fetḥi ve vāvuñ sükūnıyla maṣdardur naṣara bābınuñ ecvef-i vāvīsinden, bir nesne geçmek ma‘nāsına (169b).

Ecvef-i yāyī: Arapça’da ayne’l-fi‘li “

È,Ë,«

” illetli harflerinden biri olan kelimeler “ecvef” olarak adlandırılır. ‘Ayne’l-fi‘li “

È

” olan ecvef kelimeler “ecvef-i yâyî” tabiriyle ifade edilmektedir.

Ör) Mezīd, zāde-yezīdüden; ya‘nī ḍaraba bābınuñ ecvef-i yāyīsinden lāzımla müte‘addī beyninde müşterekdür (2a).

Mebīt, maṣdar-ı mīmīdür, beytūtet ma‘nāsına. Bāte-yebītudan, ḍaraba bābınuñ ecvef-i yāyīsinden, ef‘āl-i nāḳıṣadan (22b).

Edāt-ı ‘aṭf: Bağlama edatı.

Ör) Nīz, daḫı dimekdür; edāt-ı ‘aṭfdur (122a).

Edāt-ı cem‘: Çokluk eki, çokluk edatı. Metinde çeşitli yerlerde “est (6a), end (6a), ān (8a), hā (17a), (23b), (185a), hem (46b), bārhā (103a) vb.” gibi unsurlar edât-ı cem‘ olarak zikredilmiştir.

Ebr ü bād u meh ü ḫˇurşīd ü felek der-kārend Tā tü nānī be-kef ārī vü be-ġaflet neḫˇorī

Der, ḥarf-i ẓarf. Kār, işdür; fi‘l ma‘nāsına. Nūn ve dāl-ı sākine bunuñ gibi yerlerde edāt-ı cem‘dür (6a).

Beythā: [Hā], edāt-ı cem‘dür (17a).

Pīrāhen-i berg ber-dıraḫtān Çün cāme-i ‘ıyd-ı nīk-baḫtān

Elif ve nūn edāt-ı cem‘dür iki ḳāfiyede bile (22a).

Hem-rāh, yoldaş. Zīrā hem, edāt-ı cem‘dür. Hem-ḫā[ne] ḫānedeş ve [hem]-ḥücre ḥücredeş dimekdür (46b).

Metnin iki yerinde, edāt-ı cem‘-i ḫaber (yüklem görevli çokluk edatı) ve edāt-ı cem‘-i zamāniyye (zaman bildiren çokluk edatı) terimlerine rastlanır.

Ör)

Benī Ādem a‘żā-yı yek dīgerend Ki der-āferīniş zi-yek gevherend

A‘żā, ‘użvuñ cem‘idür. Yek dīgere iżāfet lāmiyyedür ve nūn ve dal edāt-ı cem‘-i ḫaberdür (47b).

Būdend, edāt-ı cem‘-i zamāniyye; getürmişleridi dimekdür (36b). Şarih, edāt-ı ictimā‘ tabirini de kullanmıştır:

Ör)

Dürüştī vü nermī be-hem der-bihest Çü fāṣid ki cerrāḥ u merhem-nihest

Be-hem: Bā, ḥarf-i ṣıla ve hem, edāt-ı ictimā‘dur. Hem-ḫāne ve ḥücre ve hem-rāh gibi. Bunda biribiriyle dimekdür (221a).

“Hem” edatını “edāt-ı ṣohbet ü cem‘iyyet” terimiyle karşıladığı kısımlar vardır. Ör)

Vegerne men hemān ḫākem ki hestem

Hem, edāt-ı ṣohbet ü cem‘iyyetdür ve hem-nişīn mücālis ve muṣāḥib ma‘nāsınadur (13a).

İki kişinin yaptığı bir işi bildirmek amacıyla “edāt-ı teẟniye” terimi kullanılmıştır. Aşağıdaki örnekte “hemīdūn” edatı iki kişiyi ifade etme görevindedir:

Ör)

Dü ṣāḥib-dil nigeh dārend mūyī Hemīdūn ser-keşī v’āzerm-cūyī

Hemīdūn, edāt-ı teẟniye; hemçünān dimekdür. ‘Arabīde keẕālik gibi, ancılayın

ma‘nāsına (154b).

Edāt-ı fā‘il: Fâ‘il ismi yapan ek. Sonuna geldiği kelimeyi işi yapan hükmüne getirir, bu kelimeye özne görevi yükler. Metin içerisinde bu ekin bir hayli örneğine rastlamak mümkündür: bān (7a, 41a), kār (24b, 166a, 192b), ger (41a, 82b), mend (120b), gār (7b, 217a) bunlardan birkaçıdır.

Ör) Püştībān: Püşt, arḳa dimekdür ve yā muḳḥemedür żarūret-i ḳāfiye içün. Yā-yı nisbet olmaḳ da ḳābildür ba‘żı te’vīlle. Ve bān, edāt-ı fā‘ildür; -ci ma‘nāsına. Niteki derbān dirler ḳapıcı ve şütürbān, deveciye dirler (7a).

Tüvān, muṭlaḳ ḳuvvetdür ve ger kāf-ı ‘Acemüñ fetḥiyle gārdan muḫaffef edāt-ı fā‘ildür –ci ma‘nāsına (41a).

Ḥācetmend: Mend, mīmüñ fetḥiyle edāt-ı fā‘ildür, -ci ma‘nāsına. Ya‘nī ḥācetli dimekdür (120b).

Edāt-ı ġāyet: Önüne geldiği ifadeye “nihayet, son” anlamı katan derecelendirme edatı. Cümleye “dek, değin, kadar” anlamını veren sonuç ve kesinlik edatı.

Ör) Tā teşne vü gürsine vü bī-ṭāḳat ber-ser-i çāhī resīd ḳ vmī-rā dīd ber-ū gird āmede būdend ve şerbetī āb be-peşīzī mī āşāmīdend.

a

Tā, edāt-ı ġāyetdür, ilā ma‘nāsına (147a-147b).

Edāt-ı ḫaber: Yüklem eki, ek fiil, bildirme edatı. Farsça’da bildirme edatı “sīn ve tā” harflerinin birleşmesinden oluşan “est” yapısıyla meydana gelir. Çoğulu “end” şeklindedir. Metnin birçok yerinde görülen bu edat, şarihin verdiği bilgiye göre, isimlerin sonuna getirilir ve fiillere dahil olmaz.

Ör) Ḳurbetest: Ḳurbet, ḳarube-yaḳrubüden ya‘nī ḥasüne bābından maṣdardur. Ḳarube, ḳaribe gibi naḳīż-i ba‘udedür yaḳınlıḳ ma‘nāsına. Sīn ve tā edāt-ı ḫaberdür (2a).

Kerdest -ki aṣlı kerdeestdür, żarūret-i vezniçün hā-yı resmīyle hemze-i müctelibe ḥaẕf olunmuşdur. Zīrā edāt-ı ḫaber fi‘le dāḫil olmaz (8a).

Dervīş ü ġanī bende-i īn ḫāk-i derend V’ānān ki ġanīterend muḥtācterend

Nūn-dāl edāt-ı ḫaberdür (46b).

Edāt-ı ḥāl: Şimdiki zaman eki, -yor, -iken. Eklendiği fiile geniş zaman, şimdiki zaman ve süreklilik anlamı katar.

Ör) Mī, edāt-ı ḥāldür fi‘l-i mużāri‘de. Ammā māżīde edāt-ı ḥikāyetdür. Ve gāh olur ki bā-yı istiḳbāliyye ma‘nāsını ifāde [ider] ve gāh olur ki maḳām-ı istimrārda müsta‘meldür bundaki gibi (2b).

Ki ez-bisyārī-i du‘ā vü zārī-i bende hemī şerm dārem. Hemī, hā-yı te’kīdle edāt-ı ḥāldür (8a).

Edāt-ı ḥasret ü teġābün: Hasret, üzüntü ve aldanma bildiren edat. “Edât-ı tahassür” terimiyle de karşılanmıştır.

Ör) Veh, vāvuñ fetḥi ve hā-yı aṣliyye ile edāt-ı ḥasret ü teġābündür. Vāh da derler (138a).

Edāt-ı ḥikāyet: “Mī” ve “hemī” edatları mazi fiille kullanıldıklarında “edāt-ı hikāyet” olurlar ve eklendikleri fiile “-ardı, erdi, -yordu” anlamı katarlar.

Ör) Mī, edāt-ı ḥāldür fi‘l-i mużāri‘de. Ammā māżīde edāt-ı ḥikāyetdür (2b).

Mī goftemī: Ma‘lūm ola ki goft fi‘linüñ evvelinde ve āḫirinde yā edāt-ı ḥikāyetlerdür. ‘Alā-külli ḥāl tekerrür te’kīd ifāde ider (105a).

Edāt-ı iḍrāb: “İḍrāb” kelimesi lügatte “duraklama, kalma, dönme” anlamlarını içerir. Sözü yarıda kesip önceki söylenenden farklı anlam taşıyan bir başka sözü söylerken, bu iki söz tümcesinin arasında edât-ı idrâb kullanılır. Metinde karşımıza çıkan idrâb edatları ve görüldüğü yerler şöyledir: “bel (11a, 83a), belki (70b), velīk (123a), ne (163b)”.

Nemānd Ḥātem-i Ṭāī velīk tā be-ebed Bimānd nām-ı bülendeş be-nīkuyī meşhūr Velīk, edāt-ı iḍrāb (123a).

Reşkem āyed ki kesī sīr-naẓar der-tü koned Bāz gūyem ne ki kes sīr neḫˇāhed būden

Ne, edāt-ı iḍrābdur sīr naẓar der-tü konedden ve ki, ḥarf-i ta‘līl (163b).

Edāt-ı istidrāk: Sınırlandırma edatı. “līk (30b), ammā (30b), velī (65b), velīkin (94a), līkin (220b)” edatları metinde geçen istidrâk edatlarına örnek gösterilebilir.

Ör)

Bigoftā men gil-i nāçīz būdem Velīkin müddetī bā-gül nişestem

Velīkin, edāt-ı istidrākdür, ammā ma‘nāsına (13a).

Naḫl-bendem velī ne der-bostān Şāhedem men velī ne der-Ken‘ān Velī, edāt-ı istidrāk (30a).

Edāt-ı istifhām: Soru edatı. Türkçe’de “ne” kelimesiyle karşılanan bu edatın metindeki bazı örnekleri “kū (157a), çūn (159a), keyfe (159a), çi (233a)” şeklindedir. Bunlardan kū (hangi), çūn (nasıl) ve çi (ne) Farsça; keyfe (nasıl) Arapça’dır.

Ör)

Ger kesī vaṣf-ı ū zi-men porsed Bī-dil ez-bī-nişān çi gūyed bāz

Çi, ne dimekdür, edāt-ı istifhāmdur (8b).

Kū düşmen-i şūḥ-çeşm-i çālāk Tā ‘ayb-ı merā be-men nümāyend

Kū, kāf-ı ‘Arabuñ żammıyla edāt-ı istifhāmdur (157a).

Aşağıdaki örnekte “ne” edatı edāt-ı istifhām-ı inkārī terimiyle ifade edilmiştir. Anlamı pekiştirmek amacıyla olumsuz soru sorma yoluyla kullanılan bir edattır.

Ör)

Īn meẟel āḫir ne ḥakīmī zedest Mūr hemān bih ki nebāşed pereş

Ne bunda, edāt-ı istifhām-ı inkārīdür. Maḥṣūl-i beyt: Bu ḍarb-ı meẟeli bir ḥakīm urmadı mı ya‘nī elbette urdı (132b).

Edat-ı istimrār: Süreklilik edatı. Farsça’daki süreklilik edatları “mī” ve “hemī”dir. Geniş zaman ve şimdiki zaman köklerinin üzerine gelen bu edatlar, eklendiği yere süreklilik ve devamlılık anlamı katar.

Ör)

Miskīn ḫar egerçi bī-temīzest

Çün bār hemī keşed ‘azīzest

Hemī: Hā, ḥarf-i te’kīd ve mī, bunuñ gibi yerlerde edāt-ı istimrārdur (64b).

Hemī kūşī: Hemī bunda, edāt-ı istimrārdur (223b).

Şeb-i tārīk-i dūstān-ı Ḫudāy Mī bitābed çü rūz-ı raḫşende Mī, edāt-ı istimrār (243b).

Geniş zaman anlamı katan “hemī” edatı, metinde “edāt-ı mużāra‘at” terimiyle de karşılanır:

Ör)

Çü gāv er hemī bāyedet ferbihī Çü ḫar-ten be-cevr-i kesān der-dihī Hemī, edāt-ı mużāra‘atdur (242a).

Benzer Belgeler