• Sonuç bulunamadı

SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ VE GÜLİSTÂN’I SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ

SA‘DÎ-İ ŞÎRÂZÎ

İran Edebiyatı’nın meşhur müelliflerindendir. Ünü sadece İran coğrafyasıyla sınırlı kalmamış, Doğu ve Batı edebiyatlarını çeşitli yönlerden etkilemeyi başarmıştır. Eserleri sayesinde yaşadığı çağdan itibaren birçok kaynakta isminin zikredildiği görülmektedir. Sa‘dî’nin hayatı hakkında, genel olarak, kesinlik arzetmeyen bilgiler mevcuttur.

Sa‘dî’nin gerçek ismi hakkında geçmişten günümüze kadar sürüp gelen birtakım rivayetler vardır. İlk dönem kaynaklarında şairin ismi, Sûdî’nin, “Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī mü’ellifüñ maḫlaṣ-ı şerīfleridür ve ism-i laṭīfi Muṣliḥüddīndür (Şerh-i Gülistân, 10a)”; Gülistân Dibacesi’ni şerh eden şarihlerden Lâmi‘î’nin “Sa‘dī muṣannifüñ maḫlaṣıdur. Adı Muṣliḥüddīndür”34 ve yine Gülistân Dibacesi şarihlerinden Rüşdî’nin “Ve Sa‘dī muṣannifüñ (r.a.) maḫlaṣıdur. Ve ism-i şerīfleri Muṣliḥüddīndür. Ve muḥtemel ki ismi Muṣṭafā ve Muṣliḥüddīn laḳabı ola Muḥammede Muḥiddīn ve Ahmede Şemsüddīn didükleri gibi. Sa‘dī yümn ü berekete mensūb dimekdür”35 ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Muslihüddîn olarak dile getirilmiştir. Ancak son yapılan araştırmalar sonucunda isminin tam künyesi “Ebû Muhammed Müşerrefüddîn (Şerefüddîn) Muslih bin Abdullâh bin Müşerref”36olarak tespit edilmiştir37.

Firdevsî ve Hâfız ile birlikte Fars şiirinin 3 büyük temsilcisinden biri olan38 Sa‘dî’nin doğum ve ölüm tarihleri, muhiti ve yaşadığı yer hakkındaki bilgiler, araştırmacıları ihtilafa düşürmüştür39. Gülistân’da verdiği birtakım bilgilere bakılarak yaşamı hakkında kesin yorumlar yapılsa da hayatının ana hatları son yapılan

34 Hülya Canpolat, Sa‘dî’nin Gülistân Önsözüne Yapılan Türkçe Şerhlerin Karşılaştırılmalı

İncelemesi, Basılmamış Doktora Tezi (dan.: Yard. Doç. Dr. Şerife Yalçınkaya), Ege Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, İzmir 2006, s. 3.

35 Hülya Canpolat, a.g.e., s. 4.

36 Zebîhullâh Safâ, “Sa‘dî”, Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 2 (Hulâsa-i Cild-i Sivom), Tahran: İntişârât-ı Firdevs, 11. baskı, 1384, s. 111.

37 Şemseddîn Sâmi, Kâmûsü’l-A‘lâmında “… Atâbekân-ı Fârsdan Sa‘d bin Zengî’nin zamânında Şiraz’da tevellüd etmekle hükümdâr-ı müşârun ileyhe mensûb bulunmuş olan pederi tarafından onun nâmına nisbetle “Sa‘dî” tesmiye olunmuşdu” diyerek Sa‘dî’yi lakab yerine isim olarak zikretse de (bkz. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü’l-A‘lâm, c. 4, Ankara: Kaşgar Neşriyat, 1996, s. 2572) yukarıda verilen izahatlardan da anlaşılacağı üzere “Sa‘dî” şeyhin lakabıdır.

38 Ali Nihad Tarlan, İran Edebiyatı, İstanbul: Remzi Kitabevi: 1944, s. 90.

39 Jan Rypka, “Sa‘dî: The Rise of the Ghazal”, The History of Iranian Literature, Dordrecht: Reidel Publishing, 1968, s. 250.

çalışmalarla ortaya çıkmaya başlamıştır. Şair, aynı zamanda hamisi olan Türk asıllı Salgurlu hanedanı40 hükümdarlarından Sa‘d bin Ebî Bekr bin Sa‘d bin Zengî’den esinlenerek “Sa‘dî” mahlasını almıştır41. Gülistân’da geçen:

İy ki pencāh reft [ü] der-ḫˇābī Meger īn penc rūz der-yābī

beytine bakılarak doğum yılı eserin te’lifinden 50-60 sene önce, takriben hicrî 606 tarihi gösterilse de42 Sûdî’nin de “Ve pencāhdan murād ‘ömrüñ ekẟeri ve pencden eḳallidür (Şerh-i Gülistân, 17a)” şeklindeki şerhinden anlaşılacağı üzere sözkonusu beyitten kesin olarak Sa‘dî’nin 50 yaşını geçtiği manası çıkmaz. Son yapılan araştırmalarla birlikte 610-615 (1213-1219) tarihleri arasında doğduğu şeklinde genel bir kanaate varılmıştır43. Doğum yeri Şiraz’dır. Burada “din âlimleri” olarak bilinen bir hanedana mensup olarak dünyaya gelmiştir44. Küçük yaşlarda babasından iyi bir eğitim almasına rağmen45 muhtemelen 12 yaşlarında yetim kaldığı için46 eğitimi ve terbiyesi işini annesi üstlendi47. Şiraz’da edebî yönünü ve şairlik yeteneğini geliştirdi. Kuzeyden gelen Moğollar’a, Selçuklular sonrası bölgede hakimiyet kuran yerel devletler (Salgurlular ve Karahitaylar) boyun eğince Şiraz ve çevresinde Moğol baskısı kendisini hissettirmeye başladı48. Bu baskıya katlanmak istemeyen Sa‘dî, tahsilini ilerletmek amacıyla Bağdat’a giderek49 Selçuklu veziri

Nizâmülmülk tarafından kurulan50 o zamanların meşhur mektebi “Nizâmiye

40 Oğuzlar’ın Salur kabilesi tarafından Selçuklu imparatorluğunun harabeleri üzerinde kurulmuş bir hanedan. 1203’te Sa‘d bin Zengî tahta çıkınca memleketinin refahı için meşgul oldu. Yerine geçen oğlu Ebûbekir ve onun oğlu Sa‘d II zamanında devlet genel olarak tam bir bağımsızlık elde edemeyip, genellikle Harzemşah ve Moğol egemenliği altında varlık gösterebildi. Hanedan, 1284’te Hülâgû’nun dördüncü oğlu Mengü Timur ile evlenen Âbiş Hatun’un ölmesiyle son buldu (bkz. T. W. Haig, “Salgurlular”, İslâm Ansiklopedisi, c. 10, İstanbul: MEB Yay.,1980, s. 125-126).

41 “Ve daḫı memdūḥı olan şehzādeye -ki Sa‘d bin Ebī Bekrdür- mensūb demek ma‘nāsın iş‘ār murād idinmişdür”, (Rüşdī-Şerh-i Dībāce-i Gülistān), Hülya Canpolat, a.g.e., s. 4.

42 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 111.

43 Jan Rypka, Edebiyyât-ı Îrân der-Zamân-ı Selcûkiyân u Mogûlân (terc.: Dr. Yakub Ajend), Tahran: Fârûs-ı Îrân, 1364, s. 102; R. Davis, “Sa‘dî”, Encycloapedia of Islam (New Edition), c. 8, Leiden: E. J. Brill, 1995, s. 719.

44 Halil Hatîb Rehber, Gülistân, Tahran, 1348, s. I.

45 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112.

46 Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250.

47 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 102.

48 Reuben Levy, “Sa‘di of Shiraz”, An Introduction to Persian Literature, Newyork and London: Columbia University Press, 1969, s. 60.

49 Bazı kaynaklara göre Sa‘dî vaaz ve hitâbet öğrenmek amacıyla da böylesi bir yolculuğu tercih etmiştir (bkz. George Morrison vd., Târîh Edebiyyât-ı Îrân ez-Âgâz tâ İmrûz, Tahran: Sahhâfî, 1380, s. 75).

Medresesi”nde öğrenim gördü51. Bağdat’ta Mustansırıyye medresesi müderrislerinden “el-Muhtesib” lakaplı Cemâlüddîn Ebu’l-ferec bin Abdurrahmân Cevzî’nin (ö. 636/1238) hizmetinde bulunarak52 ondan ilim tahsil etti53. 632/1234-35 tarihinde vefat eden Avârifü’l-Ma‘ârif müellifi Şihâbüddîn Ebû Hafs Ömer bin Muhammed Sühreverdî’nin hizmetinde bulundu. Onun hizmetinde gerekli terbiyeyi alarak kendisinden işittiği ârifâne sözlerle eserlerine damgasını vuracak hayat felsefesinin sınırlarını çizdi.

Sa‘dî’nin mürşidinin kim olduğu hususunda birtakım rivayetler ortaya çıkmıştır. Sûdî’ye göre menkıbesinde geçen aşağıdaki ifadeler mürşidinin Şihâbüddîn-i Sühreverdî (ö. 1234-35) olduğuna işaret etmektedir:

“Pīr-i naẓar-ı Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī sulṭānü’l-‘āşıḳīn Şeyḫ Rūzbihān-ı Baḳlīst. Gūyend ki peder-i Ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī ḫādim-i ḥażret-i Şeyḫ būdeest ve ün ḥażret-i Şeyḫ Sa‘dī mütevellid odeest pedereş be-ḫıdmet-i Şeyḫ verde ve ḥażret der-ū naẓar fermūd . Ve fermūdeend ki ‘ışḳ-rā baḫş kerdīm bedū hem naṣībī dādīm ammā mürşid-i ū Şeyḫ Şihābü’d-dīn-i Sühreverdī būdeest ḳaddesallāhu ervāḥehum

ç ş ā e 54 (Şerh-i Gülistân, 10a)”.

Ayrıca Sûdî’nin “Ḥikāyet olunur ki ḳırḳ yıl miḳdārı seyāḥat eylemişdür ve memālik-i ma‘mūreyi gezmekden murādı bir mürşide irişmek imiş. ‘Āḳıbet Baġdādda Şeyḫ Şihābüddīn-i Sühreverdī ḥażretlerine vāṣıl olup anuñ zülāl-i feyż ü efḍāliyle sīrāb olmuş (Şerh-i Gülistân, 15a)” şeklindeki yorumları Şeyh Sa‘dî’nin mürşidi olarak Şihâbüddîn-i Sühreverdî’yi gösterir.

Bağdat’ta devrin ulu şeyhleri ve önemli hocalarından dersler aldıktan sonra bilgi ve tecrübesini arttıracak uzun yolculuklar dizisine başladı. Kendisinden bahseden eserlerdeki iddialara göre Batı Asya’nın uzak noktalarından Mezopotomya, Küçük Asya, Hicaz, Şam, Lübnan, Anadolu, el-Cezîre, Suriye, Mısır, Marakeş, Azerbaycan, Belh, Gazne, Gücerat gibi devrin gözde merkezlerini dolaştı55. Yaklaşık

51 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112; Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250.

52 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 112.

53 Şemseddîn Sâmî, a.g.e., s. 2572.

54 “Şeyh Sa‘dî hazretlerine nazar eden pîr, âşıklar sultanı Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’dir. Derler ki Şeyh Sa‘dî hazretlerinin babası, Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’nin hâdimi olduğundan oğlu Şeyh Sa‘dî doğunca onu da Şeyh Ruzbihân-ı Baklî’nin hizmetine getirmiş ve Şeyh hazretleri Sa‘dî’ye nazar buyurmuştur. Ve (yine) buyurmuştur ki (ona) aşk bağışladık ve aşktan nasip verdik ancak onun mürşidi Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdi (Allâh onun ruhunu kutsasın)dir”.

55 Sa‘îd Nefîsî,Târîh-i Nazm u Nesr der-Îrân ve der-Zebân-ı Fârisî, c. 1, Tahran: Kitâbfürûşî-i Fürûğî, 1344, s. 167; Rypka, a.g.e., 1968, s. 250; Bazı araştırmacılar tarafından, bilhassa eserlerindeki

35 sene devam eden bu seferlerde görüp yaşadıklarını eserlerine yansıttı. On dört defa Hacc’a ve Ravza-i Mutahhara seyahatine gitti56. O yıllarda Ebûbekir bin Sa‘d bin Zengî’nin Moğollar’la yaptığı bir barışın memleketin genelinde huzur ortamı oluşturmasını57 fırsat bilerek tekrar Şiraz’a dönse de bir süre sonra hac yapmak amacıyla Mekke’ye gitti. Bu seferi sırasında Hâce Şemseddîn Muhammed Sâhib-dîvân Cüveynî (ö. 683/1284), onun kardeşi Târîh-i Cihângüşâ müellifi ünlü tarihçi Atâ Melik Cüveynî58 (d. 681/1283) ve meşhur şair Hümâmüddîn-i Tebrîzî59 ile görüştü60. 654-5/1256-7 tarihlerinde Tebriz üzerinden Şiraz’a döndü61. Bu dönüşünde kendisine büyük ün kazandıracak iki eserin (Bostân ve Gülistân) te’lifine başladı (1257-1258)62. Bostân’ı Ebû Bekr bin Sa‘d Zengî adına 655/1257’de ve

Gülistân’ı Sa‘d bin Ebî Bekr bin Sa‘d Zengî nâmına 656/1258’de kaleme aldı63. Başlangıçta tarihî eserler yazan ancak pek şöhret bulamayan Sa‘dî, bu iki eserle dünya edebiyatına mâlolacak bir hüviyet kazandı.

Sa‘dî, caize amaçlı şiirler yazmaktan öte halkın hizmetinde olmayı tercih etti. Kaside, gazel ve muhtelif risalelerle kendine has bir külliyat oluşturdu. Şiraz’a döndükten sonra ömrünün geriye kalan kısmını riyazet ve ibadetle geçirdi. Bu yıllarda, hareketli bir ömür sürmesinin getirdiği büyük tecrübeleri halkla paylaşmayı

hikâyelere bakılarak Hindistan, Trablus ve Kaşgar’a seyahat ettiği (bkz. Edward G. Browne, A

Literary History of Persia: From Firdawsi to Sa‘dî, vol: II, London: Cambridge at the University

Press, 1956, s. 529) söylense de Rypka’nın ifadesiyle sadece hikâyelerden esinlenerek varılan bu kanıya şüpheyle bakmak gerekir (bkz. Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 103 ve R. Davis, a.g.md., s. 719).

56 Şemseddîn Sâmî, a.g.e., s. 2572.

57 Tahsin Yazıcı, “Sa‘dî”, İslâm Ansiklopedisi, c. 10, İstanbul: MEB Yay. s. 37. Nitekim Gülistân’ın Dibacesinde Moğol zulmünü ve bu zulmden sonra yapılan barışla sağlanmış huzur ortamını ifade eden 11 beyit bulunmaktadır. Bu beyitler ve tezimizdeki şerhleri için bkz. Şerh-i Gülistân (metin) 15a-16b.

58 Sa‘dî’nin Cüveynî kardeşlerle yüz yüze görüşüp görüşmediği hususuna kuşkuyla bakılmalıdır. Zira o asrın müelliflerince yazılmış kasidelerde memduhuyla görüşme hayali oldukça yaygındır. Sa‘dî’nin her ikisine de kaside yazarak bu kasidelerinde onlarla görüştüğünü ima eden sözler söylemesi, doğal olarak Cüveynî kardeşlerle yüz yüze görüştüğü anlamına gelmez (R. Davis, a.g.md., s. 720).

59 Meşhur Azerbaycan şairlerindendir. Hicrî 7. asırda Cüveyniyân hanedanına bağlı olarak Tebriz’de hayatını devam ettirdi. 1314’te yine aynı şehirde vefat etti. Yaklaşık 2000 beyitten oluşan Dîvân’ının yanısıra Sâhibdîvân Cüveynî’nin oğlu Şerefüddîn Hârûn adına söylenmiş Sohbetnâme adlı bir de mesnevîsi bulunmaktadır (Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168-169).

60 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 111; Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 92; Jan Rypka, a.g.e., 1968, s. 250. Bazı kaynaklarda Sa‘dî’nin görüştüğü kimseler arasında 1265-1282 yılları arasında hüküm sürmüş Abaka İlhân’ın da olduğu kaydedilmektedir (Rypka, a.g.e., 1364, s. 103). Nitekim Risâle-i Selâse adlı eserinin muhtevasını Abaka Han’la yaptığı bu görüşme oluşturur (bkz. Eserleri).

61 George Morrison vd., a.g.e., s. 76.

62 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 104.

63 Sa‘dî bu iki eseri peş peşe kaleme almasını Gülistân’da “henûz ez-gül-i Bostân bakıyyetî mevcûd bûd ki kitâb-ı Gülistân tamâm şod” yani “Zihnim Bostân’la meşguliyeti yeni yeni bırakıyordu ki Gülistân kitâbı tamamlandı” ifadeleriyle anlatır.

seçmiş, onların mutluluklarıyla mutlu olmuş, onların kendisine hediyeler vermesinden hoşnut kalmıştır64.

Sa‘dî’nin vefat tarihi, Molla Câmî’nin (ö. 1492) Nefahâtü’l-Üns’ünde geçen ve Sûdî’nin de şerhine dahil ettiği aşağıdaki tarih kıt’asına göre H.691/M. 1292’dir:

Hümā-yı rūḥ-ı pāk-i Şeyḫ Sa‘dī Çü der-pervāz şod ez-rūy-ı iḫlāṣ Meh-i Şevvāl būd [u] şām-ı Cum‘a Ki der-deryā-yı raḥmet geşt ġavvāṣ Yekī porsīd sāl-i fevt go tem f

Zi-ḫāṣān būd ez-ān tārīḫ şod ḫāṣ65(10a) Aynı tarihi veren bir başka kıt’a da şöyledir66:

Şeyh Sa‘dî ki ‘ârif-i Hak bûd Râz-dân-ı vücûd-ı mutlak bûd Yek sad u bîst sâl ‘ömreş bûd K’ân zamân rıhlet ez-cihân fermûd Be-şeb-i Cum‘a pencüm-i Şevvâl Şod be-firdevs ân sütûde-hısâl Çü zi-hâsân-ı Hak te‘âlâ bûd “Hâs” târîh-i û melek fermûd67

Bu kıt’alarda geçen “ḫāṣ” kelimesinin ebced hesabıyla karşılığı H. 691/M. 1292 yılıdır. Dolayısıyla Şeyh Sa‘dî’nin ölüm tarihi H. 691 yılının Şevvâl ayındaki bir Cuma gecesi olsa gerektir. Ancak son yıllarda yapılan bazı araştırmalar

64 Jan Rypka, a.g.e., 1364, s. 104.

65 Şeyh Sa‘dî’nin hüma görünümlü temiz ruhu (dünyadan) kurtulmak için kanat çırpmaya başladı. Rahmet denizinde dalgıç olduğunda Şevvâl ayı ve Cuma gecesiydi. Birisi ölüm tarihini sorduğunda ona “hâslardan olduğu için ölüm tarihi de “hâs” oldu” dedim.

66 Muhammed Hazâ’ilî, Şerh-i Gülistân, II. baskı, Tahran: Sâzmân-ı Câvidân-ı İntişârât, 1348, s. 55.

67 Mutlak vücudun sırrına vâkıf Hak âriflerinden olan Şeyh Sa‘dî’nin ömrü 120 yıla ulaştığında dünyadan göç etmesi buyuruldu. O övülmüş ahlaklı kişi Cennete dahil olduğunda Şevvâl ayının beşi gecelerden Cumaydı. Cenâb-ı Hakk’ın hâslarından (seçkin kullarından) olduğu için ölüm tarihi de melekler tarafından “hâs” olarak buyuruldu.

sonucunda ömründen 80 yıl geçtiği hâlde 27 Zilhicce 691/9 Aralık 1292 tarihinde vefat ettiği genel kabul görmüştür68. Şiraz’ın doğusuna bir mil mesafedeki Kal‘a Bender dağına yakın bir yerde bulunan mezarının etrafındaki imaret 18. yüzyılın ortalarında Kerim Han Zend adlı bir sanatsever tarafından yaptırılmıştır69. Sa‘dî’nin tekkesi de bu mezarın civarındadır70. Kaynaklarda 12 yaşına kadar geçen çocukluk yılları dışında ömrünün 30 senesini tahsille, 30 senesini seyahat ve askerlikle ve 30 senesini de inziva ve ibadetle geçirdiği şeklinde rivayetler bulunmaktadır71. Gazellerinden birçoğunu bu inziva müddetinde yazmıştır72.

Sa‘dî, geniş bilgisi ve yüksek düşünce gücü, derin bir tetkik, tecrübe ve müşahede sayesinde insan ruhunu iyi bilişi, ince ve keskin, bazen alaycı bir edayla beşerin bütün zaaflarını ortaya koyması ve özellikle samimî ve oldukça ahenkli, ruhu büyüleyen şiir ve nesri sayesinde İran edebiyatçıları nazarında Firdevsî ve Hafız’dan daha üstün bir konuma yükselmiştir73. Nazımda Firdevsî ve Enverî dışında benzeri olmamakla birlikte nesirde benzersiz denilse lâyıktır74. Fars edebiyatında onun kadar sözü yumuşak, sade, fasih ve akıcı söyleyen gönül çelici sözlere sahip bir ikinci şair yoktur75. Hangi dile çevrilirse çevrilsin eserlerindeki bu üslup özelliği ve doğallık değerinden bir şey kaybetmemiş, böylece tüm dünyada tanınır hâle gelmiştir76. Değişik insan tiplerini tanımasına yardımcı olan seyahatleriyle önemli bir fikir ve tecrübe adamı hâline gelmiştir77. Şiirlerinde kısmen Firdevsî, Esedî-i Tûsî, Senâî, Enverî, Zahîr-i Fâryâbî gibi şairlerin etkisi görülse de Sa‘dî, taklitçi olmaktan öte istifade ettiği mazmunları kendi hayal gücü ve tecrübesiyle birleştirebilmiş yepyeni bir hüviyet olarak karşımıza çıkar78. Sehl-i mümteni tarzındaki gazelleri kendisinden sonra birçok şairi etkilemiştir79. Bunlar arasında Seyyid Cemâlüddîn-i Kâşî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Hâcû-yı Kirmânî ilk olarak akla gelenlerdir80. Mecdî-i Hafî tarafından kaleme alınan Ravza-i Huld (733/1332)”, Muînüddîn Cüveynî’nin

68 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 167.

69 Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 93.

70 Tahsin Yazıcı, a.g.md., s. 37.

71 Şemseddîn Sâmi, Kâmûsü’l-A‘lâm, c. 4, Ankara: Kaşgar Neşriyat, 1996, s. 2572.

72 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 167.

73 Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 90.

74 Şemseddîn Sâmî, a.g.e., s. 2572.

75 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 167.

76 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168.

77 Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 90.

78 Tahsin Yazıcı, a.g.md., s. 40.

79 Tahsin Yazıcı, a.g.md., s. 39; Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 90.

Nigâristânı, Molla Câmî’nin meşhur Bahâristânı hep Sa‘dî’den ilham alınarak telif

edilmiş eserlerdir81.

Sa‘dî’nin bu denli meşhur olması şu sebeplerle izah edilebilir:

1) Sahip olduğu fasih dili ve icazlı söyleyişi sadece zamanın

devlet adamlarını övmek yahut âşıkâne şiirler söylemek için kullanmayıp daha çok insanlara güzel ahlak öğreterek onları faydalandırmak amacıyla sanatını icra etmesi.

2) Birçok yeri dolaşarak kazandığı tecrübeleri sanatına ustalıkla yansıtması.

3) Öğüt tarzındaki hoş sözlerini mesel ve hikâyelerle süseyip

anlatımını zenginleştirmedeki başarısı.

4) Gazel nazım şekliyle söyleyişte yeni bir vadi açması.

5) Hikmetli ve veciz söyleyişleri, halkı coşturan vaazlarıyla

kendisini okuyanlarda derin tesir bırakması82.

Sa‘dî kendine has üslubuyla kendisinden önce eser vermiş Firdevsî, Dakîkî, Rûdekî, Ferahî gibi şairlerin söyleyişine yeni bir ruh kazandırmış, böylelikle Farsça’nın aynı kalıplar etrafında teşekkül eden bir edebî dil hâline gelmesinin önüne geçmiştir83. Tüm bu özelliklerine nazaran Sa‘dî için Fars şiirinde yeni bir yol açmıştır demek mümkündür. Dolayısıyla Sa‘dî,

Hurrem ten-i û ki çün revâneş Ez-ten bireved sühan revânest84

sözüne uygun olarak bedenini toprağa teslim etmiş ancak sözleri ile asırlara hükmetmeyi başarmıştır85.

Eserleri

Daha sağlığındayken eserlerini bir araya getirerek tanzim eden86 Sa‘dî’nin eserleri birçok kez “Külliyât-ı Şeyh Sa‘dî” başlığı altında bir arada yayınlanmıştır.

81 Ali Nihad Tarlan, a.g.e., s. 90.

82 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 114-115.

83 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 115.

84 Ne mutlu o kişiye ki canı bedeninden gider de sözleri (kendisinden sonra) hükmünü sürdürür.

85 Hatîb Rehber, a.g.e., s. VI.

Bunlar arasında en bilineni şairin gazellerini beyit sonlarındaki harflerine göre (alfabetik olarak) sıralayarak külliyatını 1320 tarihinde bir araya getiren Ali bin Ahmed bin Ebî Bekr Bîsütûn’a aittir87.

Sa‘dî’nin Külliyât’ı 23 eserden meydana gelmektedir: 1) Takrîr-i Dîbâce 2) Mecâlis-i Pencgâne (mensûr) 3) Su’âl-i Sâhib-dîvân (mensûr) 4) Resâ’il-i ‘Akl u ‘Işk (mensûr) 5) Risâle-i Nasîhat-i Mülûk (mensûr) 6) Risâle-i Selâse (Mülâkat-ı Şeyh Sa‘dî bâ-Abaka Hân) 7) Gülistân 8) Bostân (Sa‘dînâme) 9) Kasâ’id-i Fârisî 10) Kasâ’id-i Arabî 11) Mülemma‘ât 12) Tercî‘ât 13) Tayyibât 14) Bedâyi‘ 15) Havâtîm 16) Gazeliyyât-ı Kadîm 17) Sâhibiyye (manzûm) 18) Mukatta‘ât 19) Rubâ‘iyyât 20) Müfredât 21) Hubsiyât 22) Hezliyât 23) Mudhikât (mensûr).

Gazelleri 4 kitapta toplanmıştır: Gazeliyyât-ı Kadîm, Tayyibât, Bedâyi‘, Havâtîm. Bu isimler, tıpkı Ali Şîr Nevâî’de olduğu gibi, ömrünün çeşitli dönemlerinde yazdığı gazelleri temsil etmektedir88.

Merâsî (mersiyeler), Mülemma‘ât ve Sâhibiyye manzum eserleri arasında

yer almaktadır. Ayrıca Arap gramerine dair Mîzân adlı bir eseri bulunmaktadır89. Kuşkusuz bu eserler arasında en meşhurları Gülistân ve Bostân’dır. Bostân, Sa‘dî’nin Gülistân’la birlikte en çok bilinen ikinci eseridir. Yaklaşık 2000 beyitten oluşan Bostân, mütekârib bahrinde ve Salgurlu hanedanından Ebû Bekr bin Sa‘d bin Zengî namına 655/1257 tarihinde manzum olarak kaleme alınmıştır90. Eserde çeşitli hikâyeler, maârif, ahlâk ve hikem, seyr ü sülûkla ilgili ve mesellerle süslenmiş birçok fasıl mevcuttur91. Feridüddîn-i Attâr’ın İlâhînâmesi ve Senâî’nin

Hadîkatü’l-Hakîkasını esas almasına rağmen Sa‘dî, Bostân’da kendisinden önce eser vermiş bu

iki müellifi söyleyiş güzelliği ve düşünce bakımından geride bırakmıştır92.

87 Zebîhullâh Safâ, a.g.e., s. 114.

88 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168.

89 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168.

90 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168.

91 Sa‘îd Nefîsî, a.g.e., s. 168.

92 Najibullâh, “Persian Literature under The Mongols and Timurids”, Islamic Literature, Newyork: Washington Square Press, 1963, s. 296.

Benzer Belgeler