• Sonuç bulunamadı

Aydınlanma; şehirleşme-laiklik-akılcılık süreçlerinin (Rönesans’ın) bir ürünü olarak9 XVII. yüzyılda Batı’da ortaya çıkmış ve bu süreci gerçekleştiren toplumların modernleşmesini sağlamıştır.10 Daha sonraki dönemlerde, bilimsel bilgilerin zanaatkârlar-mucitler eliyle pratik amaçlarla/teknoloji üretimine yönelik kullanılması, Avrupa’da Sanayi Devrimi’ni ortaya çıkarmıştır. İngiltere’de, 1760-1850 yılları arasındaki süreçte ortaya çıkan Sanayi Devrimi,

9 Ural Akbulut, “Sanayi Devrimi Dünya’nın Gidişini Değiştirdi” <www.uralakbulut.com.tr>.

10Avrupa’da hukuk henüz 1700’lerde laikleşmişti. Bkz. Mustafa Ergün, “Batılılaşma Dönemi Osmanlı Eğitim Sistemi’nin Gelişimine Mukayeseli Bir Bakış”, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi IRCICA, Osmanlı Dünyası’nda Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri, İstanbul 2001, s. 90. ; Tarihçi Marshall Hodgson’a (1922-1968), göre, Batı’nın yükselmesi; ekonomik, entelektüel ve toplumsal alandadır. Ekonomik hayatta; sermaye birikimi, tarım devrimi ve verimlilik artışı. Entelektüel hayatta; deneysel bilim, aydınlanma ve keşifler. Toplumsal hayatta bürokratik ve ticârî gücün yükselişi. Hodgson, bu sürece “Batı’nın Büyük Dönüşümü”

adını vermektedir. Bu süreçte, Batılılar, okyanuslarda dolaşmaya elverişli olan hafif, hızlı, manevra kabiliyeti yüksek gemiler yapmışlardır. Böylece, Afrika, Amerika ve Hindistan’a ulaşmışlardır. Ümit Burnu ve Macellan Boğazı bulununca, Baharat ve İpek ticâret yolları etkinliğini kaybetmiştir. Artık Avrupa, Hindistan ve Çin mallarını yeni ticâret yollarıyla temin etmeye başlamıştır. İspanya ve Portekiz limanları (Palos, Lizbon), Fransa (Bordeaux, Le Havre), Belçika ve Hollanda (Anvers, Rotterdam), İngiliz limanları (Londra) önem kazanmıştır.

Böylece ticâretle zenginleşen Batı’nın toplumsal ve ekonomik bünyesinde büyük bir değişme meydana gelmiştir.

Bkz. İhsan Burak Birecikli, “Batı’nın Yükselişi: The Rise of The West”, History Studies: International Journal of Studies, Cilt: 3, Sayı: 2, s. 6-8.

17 sırasıyla Avrupa’nın diğer ülkeleri ile ABD’de tarih sahnesine çıkmıştır. Devrimi başlatan en önemli etkenler ise tekstil, buhar makinesi ve demir üretimi olmuştur.11

XVII. yüzyılda gerçekleşmiş olan Aydınlanma ve ardından doğan Rasyonel-Deneysel Bilim Çağı, XII. ve XVI. yüzyıllar arasındaki ekonomik, toplumsal, hukukî ve epistemik gelişmelerin bir sonucudur. Nitekim bütün bu gelişmeler bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Son tahlilde, epistemik durum, hukukî ve siyâsî durumun bir yansımasıdır.12 Dolayısıyla, ekonomik ilişkilerden başlayarak bütün bu gelişmeler birbirlerini belirlemektedir.

Biz, ilk olarak, Antik Yunan Doğa Felsefesi’nin/Kadim Episteme’nin (Klasik Paradigma’nın), yüzyıllarca Batı ve Doğu epistemesini nasıl şekillendirdiğini ve anlamlandırdığını ele alacağız.

Böylece Aydınlanma’nın kültürel altyapısının XII. yüzyıla gelinceye değin nasıl oluştuğunu

11 Ural Akbulut, “A.g.m.” <a.g.i.s.>.

12 Aydınlanma’nın temelde bir hukuk devrimi olduğu savunulabilir. Nitekim Muhteşem Devrim olarak da bilinen 1688 Devrimi’nde, İngiltere kralı II. James, bazı İngiltere ileri gelenlerinin daveti üzerine İngiltere’ye ordusu ve donanması ile çıkartma yapan Hollanda cumhurbaşkanı Oranj-Nassau’lu William tarafından tahtından indirilmiştir. Bu olayın sonucunda, Stuart Hanedanlığı devrilmiş ve William (III. William adıyla), İngiltere Krallığı, İrlanda Krallığı ve İskoçya Krallığı tahtlarına, karısı II. Mary ile birlikte ko-monark olarak çıkmıştır.

İngiltere Parlamentosu bu gelişmeyi meşrulaştırmak için “Haklar Kanunu (Bill of Rights:1689)” adlı bir kanun çıkartmış ve böylelikle İngiltere Krallığı’nın mutlak kral istibdatı ile yönetilmesi uygulaması terk edilmiştir. (Bkz.

Wikipedia: “Muhteşem Devrim” maddesi.) Bu olay sonucunda, toprak aristokrasisi ile finansal burjuvazi arasındaki bir uzlaşmayla, İngiltere’de anayasal monarşi sağlamlaştırılmıştır. Bkz. Friedrich Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar: 1890-1894, Çev. Öner Ünalan, Ginko Kitap Ltd.Şti. , Kor Kitap, İstanbul 2018,

s. 41. ; Dolayısıyla, Aydınlanma Hukuku’nun (Aydınlanmacı Hukuk Algısı’nın) 1688 İngiliz Devrimi’yle başladığı ve 1789 Fransız Devrimi’yle ilkelerini yerleştirdiği kabul edilebilir. İngiltere Krallığı’nın bir meşrutiyet olduğu, bu anayasal nitelik taşıyan kanunla teyit edilmiştir. Görülmektedir ki, Osmanlı, İngiltere’den yaklaşık iki yüz sene sonra meşrutiyete geçmiştir. Dolayısıyla, Osmanlı’da Demokrasi Algısı, Batı’dan iki yüz sene sonra ortaya çıkabilmiştir. (Y.n.)

18 anlamaya çalışacağız. Daha sonra ise, bu gelişmelerin, Batı’yı, XII. yüzyıl ile XVII. yüzyıllar arasında nasıl etkilediğini göreceğiz.13

Bilindiği gibi, Antik Yunan Doğa Felsefesi (Klasik Episteme), Batı’da ve Doğu’da uzun yüzyıllar boyunca egemen episteme olarak varlığını sürdürmüştür. Nitekim Batı’da ortaya çıkan Episteme ve Doğu’da ortaya çıkan İlim, Batı ve Doğu arasında yüzyıllar boyu meydana gelen kültürel etkileşimin ve bu etkileşim sonucu ortaya çıkan bilgi aktarım süreçlerinin sonucudur. Bu sürecin, 431 yılında Efes’te düzenlenen III. Konsül tarafından sürgüne gönderilen Nestorius (386-451) ve yandaşlarının, beraberlerinde Antik Yunan ve Roma eserlerini getirerek Urfa-Harran civarlarına yerleşmeleri sonucunda, Kadim Yunan Bilgisi’nin, Doğu’ya aktarılması ile başladığı söylenebilir. Bu dinî-siyâsî olay, Batı ile Arap-Fars toplumları arasında kültürel bir etkileşimin başlamasına neden olmuştur. Bu gelişmenin sonucunda, Antik Yunan ve Roma eserleri; Arapça, Farsça, Süryanice, Sanskritçe ve Pehlevice’ye çevrilmiştir.

Böylece, Doğu’da, Kadim Yunan Bilgisi ilk olarak anlaşılmaya daha sonra da yorumlanmaya başlamıştır. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Müslümanların İspanya’yı fethetmelerini izleyen süreçte, İslâm Dünyası’nda yeniden üretilen Kadim Bilgi, Batı’ya aktarılmaya başlamıştır.

Nitekim XII. yüzyılın sonlarında, Yunanca, Arapça ve Farsça eserlerin Latince’ye kazandırılması için İspanya’nın Toledo şehrinde başpiskopos Raymond de Sauvetat (Ö: 1152) tarafından bir çeviri okulu kurulması, Batı’da, bu aktarım ve yeniden yorumlama sürecinin kurumsal temellerinin atıldığını göstermektedir. Dolayısıyla, bu aktarım süreci, Ortaçağ

13 Tezimizin ilerleyen bölümlerinde, Batı’nın nasıl aydınlandığını ve bu aydınlanmanın sonucunda nasıl modernleştiğini, Doğu’nun ise kendine özgü aydınlanmasını gerçekleştiremediği için nasıl geri kaldığı açıklanacaktır. (Y.n.)

19 Bilimi’ni (Klasik Episteme’yi) şekillendirmiştir. Bu bilgi aktarım sürecinde, ticârî ve siyâsî ilişkiler ile savaşların belirleyici rolü olmuştur.14

Bu noktada, Batı’da Aydınlanma’ya giden sürecin birinci aşaması olduğunu açıkladığımız şehirleşmenin, epistemik bağlamdaki sonuçlarına değineceğiz. Açıktır ki;

Batı’daki şehirleşme süreci, Ortaçağ Batı Toplumu’nun üretim ilişkilerinin ve hukukî yapısının/idarî sisteminin değişmeye başlamasının bir sonucudur. Bu değişim; kilise okulları ve üniversitelerin birbirlerinden bağımsız olarak örgütlenmelerini sağlamıştır. Nitekim ilk üniversiteler de (yeni epistemik merkezler de) bu değişen idarî sistem içerisinde, ortaya çıkmışlardır. Böylece, Ortaçağ Skolastik Dönemi’nde, XII. yüzyıla kadar eğitim-öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü ve bilgi üretiminin gerçekleştirildiği kurumlar olan katedral ve manastır okulları, bu yüzyıldan itibaren epistemik üstünlüklerini üniversitelere kaptırmışlardır.

Bu durum, yeni eğitim ve öğretim kurumlarının; hoca ve öğrencilerin seçimi, düzenli ders programları ve kütüphâneleri ile katedral ve manastır okullarından nitelik olarak farkını da ortaya koymaktadır. Ayrıca, üniversitelerde bilginin kayıtlı olduğu ve bilginin yayılmasına aracılık eden kitaplar, Hristiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi birer dokunulamaz/değiştirilemez bilgi kaynağı olarak değil, sadece, bilginin üretimi ve yayımı için birer araç haline gelmiştir.15

Şimdi de Aydınlanma’nın laiklik süreci ile olan ilişkisini, epistemik sonuçları bağlamında ele alalım. Bilindiği gibi, Batı’da, din bilgisi/felsefesi ve doğa bilgisi/doğa felsefesi, henüz XIII. yüzyılda, birer bilgi alanı olarak birbirinden ayrılmaya başlamıştır. Bu ayrılma sonucunda, Ortaçağ’da giderek iki farklı düşünsel etkinlik (bilgi üretme yöntemi ve bilgi türü) ortaya çıkmıştır. Albertus Magnus (1193-1280) ile başlayıp Thomas Aquinas (1225-1274) ile

14 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “Ortaçağ’da İlk Üniversiteler: Studium Generale”, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

15 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “A.g.m.”, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

20 yerleşen bu anlayışa göre; din bilgisi ve doğa bilgisi, kendilerine ait alanlarda bilgi üretmeli ve ürettikleri bu bilgileri, kendi yöntemleriyle ve birbirlerine müdahale etmeden yorumlamalıdır.

Thomas Aquinas’a göre din bilgisi ile doğa bilgisinin konuları ve epistemik temelleri ayrıdır;

nitekim din bilgisinin konusu inanç/iç dünya, epistemik temeli Kutsal Kitap ve din otoriteleri iken, doğa bilgisinin konusu dış dünya ve epistemik temeli de deney-gözlemdir. Dolayısıyla, dinî bilgi, varlığa ilişkin nedenleri ve sonuçları, Tanrı Yasaları ile anlamlandırır ve açıklarken;

doğa bilgisi, Doğa Yasaları ile anlamlandırır ve açıklar. Bu yaklaşım ile din ve bilimin çalışma alanları birbirlerinden ayrılmıştır. Böylece, önceden olduğu gibi, bu iki alanın ürettiği bilgilerin birbirleriyle uzlaştırılmasına çalışılmamıştır. (Bir başka ifadeyle, bu iki alanın ürettiği bilgilerin sağlaması, birbirleri tarafından yapılmamıştır.) Tüm bu gelişmelerin bir sonucu olarak, bu iki alan, kendi epistemik sorunlarını bağımsız bir şekilde ve kendi yöntemleriyle çözme imkânına ve özgürlüğüne kavuşmuşlardır. Bu anlayışın yaygınlaşması ise, zamanla Batı’da, dinsel bilgiden bağımsız olarak, laik epistemik müfredatı ortaya çıkarmıştır.16

Son olarak, Aydınlanma’nın, temelinde Akılcılık olan, XVII. yüzyıldan günümüze dek güncelliğini koruyan ve gelecek yüzyıllara da taşınacak bir modernleşme süreci olduğundan bahsedeceğiz. Bu süreci ise, yine epistemik sonuçlarıyla ele alacağız. Nitekim Aydınlanma’nın bilimsel yönünün, Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), Christian Huygens (1629-1695) ve Isaac Newton’un (1643-1727) matematiksel fiziğinin kuramsal ve deneysel sonuçları ile ortaya çıktığı söylenebilir.17 Modern Bilim’in entelektüel sonuçlarının ise, Yeni Rasyonalizm

16 Fatih Rukancı, Hakan Anameriç, “A.g.m.”, A.g.d. , Sayı: 39, Cilt: 2004-1, s. 170-186.

17 Emma Mariot, Bir Nefeste Dünya Tarihi (Orj. The History of the World in Bite-Sized Chunks), Maya Yayınları, Kayhan Matbaacılık, İstanbul 2014, s. 142; Zeki Tez, Doğa Karşısında Pratik ve Teknik Uğraşı, T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 105. ; Matematiğin deneysel sonuçlarından birisi de Leibniz tarafından geliştirilen bir hesap makinesi olan “Leibniz çarkı”dır. Nitekim 1671 yılında geliştirilen ve dört işlemin yanısıra karekök de alabilen bu cihaz, sonraki yüz elli yıl boyunca üretilecek mekanik makinelerine de esin kaynağı olmuştur. Bkz. <www.moment-expo.com/bilgisayarlardan-once-hesap-yapan-makineler>.

21 (Matematiksel Akılcılık)18 ile kendisini gösterdiği söylenebilir. Bu süreç, Batı’da, eski doğa felsefesinin/klasik bilimin, yeni doğa felsefesine/modern bilime dönüşmesini sağlamıştır.

Dolayısıyla, Modern Bilim’in en temel özelliğinin, usavurma sürecine matematiksel bir yapı kazandırmak olduğu söylenebilir.19 Bu dönemde, bilimsel epistemede meydana gelen çarpıcı paradigmatik değişimlere örnek olarak şu gelişmeler verilebilir:

1. Galileo Galilei’nin (1564-1642) dinamiği20,

18 Eski Rasyonalizm’de, mantıksal akılcılık (sözel akılcılık) öncelenirken, Yeni Rasyonalizm’de matematiksel akılcılık (sayısal akılcılık) öncelenir. Bununla birlikte, bu dönemde, bilimsel bilgi üretiminde, mantık ve matematik birlikte kullanılmaya başlanır. Böylece, Aydınlanma’nın epistemik sonuçları ortaya çıkmış olur. (Y.n.)

19 Bu dönemde, usavurma sürecinin temeli, Kadim Doğa Felsefesi’nin (Kadim Bilim’in) doğaya ilişkin bilgi üretiminde ve sunumunda kullandığı yöntem olan sözel betimlemeden/mantıktan, sayısal betimlemeye/matematiğe evrilmiştir. Bkz. Timur Karaçay, “20. yy’da Matematiğin Temellerini Sarsan Düşünceler”, Çağrılı Konuşma, Matematikçiler Derneği: Matematik Etkinlikleri, Ankara 2004.

20 Antik Yunanlılar, Statik’in/Denge’nin yasalarını incelemişlerdir. Galilei, cisimlerin nasıl hareket ettiklerini açıklarken, dışarıdan gelen etkileri gösteren şeyin hız değil, ivme olduğunu ortaya koymuştur. Bu ilkenin bulunması, dinamikte tarihsel öneme sahiptir. Bkz. Bertrand Russell, Bilim ve Din: Yüzyıllardır Süren Savaş, Varlık Yayınları, Eylül 1972; Galilei, İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog (1632) ve İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog (1638) adlı eserlerinde hareket kuramlarını ortaya koymuştur. Galilei, Archimedes ile aynı yolu izlemiş

ve fiziksel olguları matematiksel olarak ifade etmeye çalışmıştır. Nitekim Galilei, İki Yeni Bilim Üzerine Diyaloglar’ın üçüncü gün diyaloglarına “doğada, devinimden eski belki hiçbir şey yoktur…” diyerek başlamış ve

“mermilerin ve fırlatılan cisimlerin, bir tür eğri yol betimledikleri gözlemlenmiştir, ancak bu yolun, bir parabol olduğu olgusuna daha önce hiç kimse dikkat çekmemiştir” sözleriyle devam etmiştir. Einstein’a göre, İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog, “rahip ve âlim kıyafetine bürünmüş öğretmenlerin uyuşukluğundan ve halkın câhilliğinden

destek alarak, otorite olma konumlarını sürdürenlerin ve savunanların çokluğu karşısında, rasyonel düşüncenin temsilcisi olarak ayakta kalma cesaretine, zekâsına ve tutkulu iradesine sahip bir insanı” tanıtmaktadır. Bkz. Vural Başaran, “Osmanlılar’da Balistik ve Modern Fizik İlişkisi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 55, Sayı: 1, 2015, s. 71-72. ; Einstein’ın, buradaki rasyonalite vurgusu oldukça önemlidir ve

22 2. William Harvey’in (1578-1657) kan dolaşımı öğretisi,

3. Pierre de Fermat (1601-1665) ve René Descartes’in (1596-1650) analitik geometrisi, 4. Leibniz’in dinamik cisim tasarımı21,

5. Newton ve Leibniz tarafından keşfedilen Sonsuz Küçükler Hesabı.22

Bilimsel Episteme’de ortaya çıkan değişim, Bilimsel Örgütlenme’de/Bilim Cemaatleri’nde de değişime neden olmuştur. Nitekim XVII. yüzyılın ikinci yarısında, Londra’da Kraliyet Topluluğu (Royal Society: 1660) ve Paris’te Bilimler Akademisi (Académie des sciences: 1666) gibi önemli bilim dernekleri ve bu derneklere bağlı bilim dergileri ortaya çıkmıştır. Nitekim bilim derneklerinin, Modern Bilim Cemaati’nin oluşmasında büyük bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.23

tezimizde “ampirik akılcı” bilimsel yöntemi Modern Bilim’in temeline koyan görüşümüzü desteklemektedir.

(Y.n.)

21 Leibniz Felsefesi’nde, geometrik ya da durağan doğa anlayışının yerine dinamik ya da enerjik görüş yer almaktadır. Bu görüş, cisimlerin uzam nedeniyle var olmadıklarını, ama uzamın cisimler (kuvvetler) nedeniyle var olduğunu ileri sürmektedir. Bir başka ifadeyle, kuvvet olmaksızın, dinamik cisimler olmaksızın hiçbir uzamın olamayacağını ifade etmektedir. Descartes’a göre cisimlerin varoluşu, uzamı ön gerektirirken Leibniz’e göre ise uzam cisimlerin ya da kuvvetlerin varoluşunu ön gerektirmektedir. Bu görüş, dinamik doğa anlayışının temellerini hazırlamıştır. Bkz. <www.ideayayinevi.com/2014/adlar/leibniz.php>.

22 Zeki Tez, A.g.e. , T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 105-106.

23 Ayrıca, bahsi geçen bilim dernekleri ile bu derneklere bağlı bilimsel dergilerin oluşumunda, Kalvinist Düşünce’nin önemli bir payı olmuştur. Bu durum, Avrupa’daki bazı dinsel güçlerin bilimsel etkinlikler üzerinde oynadığı rol bakımından oldukça dikkat çekici görünmektedir. Nitekim XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kalvinist mezhebin yaygın olduğu Kuzey Hollanda, İngiltere ve Fransa’da önemli bilimsel, teknik ve ekonomik gelişmeler meydana gelmiştir. Bkz. Zeki Tez, A.g.e., Ankara 1995, s. 106-107. ; Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte, Batıda “çalışma”ya bakış yeni bir anlam ve boyut kazanmıştır. Bu anlayışın oluşumunda etkili olan isimlerin başında, Martin Luther (1483-1546) ve John Calvin (1509-1564) gelmektedir. Daha çok çalışmanın ahlâkî ve dinî arka planını irdeleyen bu düşünürler, çalışmayı teolojik planda ele almışlardır. Nitekim Luther’e

23 Modern Sentetik Bilgi’nin Ortaya Çıkışı

Batı’da XVII. yüzyıldan itibaren deneysel bilimlerin önem kazanmaya başladığı söylenebilir. Nitekim bu yüzyıldan itibaren, doğa incelemelerinde “yeni yöntemin/ampirik akılcılığın” ağırlık kazanmış olması nedeniyle, Klasik Bilim’in kullandığı yöntem (Aristoteles Yöntemi/Tümdengelimci Yöntem) tasfiye edilme sürecine girmiştir.24

göre çalışma, insanın Tanrı’nın rızasını kazanması için bir vesiledir. Bu durum, kişinin bir meslek içerisinde çalış-masıyla gerçekleşmektedir. Çünkü meslek, sınırsız bir çalışma alanı olarak yaşamın amacı anlamına gelmektedir.

Calvin de onu destekleyerek çalışmanın Tanrı’nın emri olduğuna, yeryüzünde Tanrı’nın egemenliğinin ancak insanın çalışması ve alın teriyle gerçekleşeceğine inanmıştır. Dolayısıyla, bir insanın çalışarak mesleğinde başarılı olması, böylece zenginleşmesi, onun Tanrı tarafından sevilmesine yol açacaktır. Böylelikle, bu düşünce ve eylem (protestan ahlâkı) birey olarak zenginleri ve bir değer olarak zenginliği yücelten bir anlama sahip olmuştur. Bu anlam ise, Weber’e göre insanların çalışmaya ve maddî kazanca önem vermelerine, hatta dinî bir gayretle bu konularda birbirleriyle yarışmalarına yol açmıştır. Weber, modem kapitalizmin de temelini oluşturduğunu düşündüğü bu dünya görüşüne (düşünceye ve eyleme) “Protestan Zihniyet” ismini vermiştir. Burada temel faktör,

“dünyevî dinsel düşünce” olsa da; ekonomik, coğrafî ve tarihî durum da bu sürecin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Bkz. Tevhit Ayengin, “Çalışmanın Dinî Temelleri: Kalvinizm ve İslâm Örneği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4, İslam ve İktisat-II Özel Sayısı, s. 464-465.

24 Bu anlayış doğrultusunda, Bilimsel Yöntem’in yapısı ve özellikleri gibi konular, Port Royal Okulu mantıkçıları tarafından işlenmiştir. Port Royal Mantığı, Mantık ya da Düşünme Sanatı (1662) adlı eserle kendi anlayışını ortaya koymuştur. Bu eser, Antoine Arnold (1612-1694) ve Pierre Nicole (1625-1695) tarafından kaleme alınmış olup dört bölümden oluşmuştur. İlk bölümün konusu idealar ve terimler iken, ikinci bölüm önermeler konusuna ayrılmıştır. Üçüncü bölüm, akıl yürütmeler, yani tasımlar konusuna ayrılmış iken dördüncü bölümde ise bilimin yöntemi ile ilgili konulara yer verilmiştir. Böylece, Port Royal Mantığı’nın yazarları, yöntem ile ilgili araştırmayı da mantığın bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla, “eski klasik alet”in (tümdengelim: organon) yerine yeni bir araç kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni aracı ise Bacon, Novum Organum (Yeni Alet) adlı eseri ile ortaya koymuştur. Bu yeni araç, deneysel bilimin kullandığı tümevarım yöntemidir. Bkz. “Klasik Mantık”

<www.felsefedersligi.com>. (17.04.2017); İskender Taşdelen, “14. ve 19. Yüzyıllar Arasında Mantık”

<sozriko.blogspot.com>. (05.06.2018) ; Aristoteles’in olanaklılığını sorguladığı ve bilimsel bilgi olarak kabul

24 Bilindiği gibi, XVII. yüzyılda, Isaac Newton (1643-1727) gibi bilim liderlerinin önderliğinde, doğaya ait bilgi üretim sürecinde, yöntem olarak felsefî akıl yürütmenin yerine hesaplama ve ölçüm kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla doğa araştırmalarında, veriler ve sonuçlar, matematiksel yöntem-çözümleme ile elde edilmeye başlamıştır.25 Bu süreçle birlikte, XVII. Yüzyıl Avrupası’nda, “Modern Bilim Anlayışı”nın doğduğu Modern Epistemik Cemaat’in, yerleşik/egemen epistemik zihniyeti (merkezinde Doğa Felsefesi’nin yer aldığı ilmî paradigması) değişmeye başlamıştır. Bir başka ifadeyle, “Klasik Paradigma” ve “Klasik Epistemik Cemaat”, çözülme sürecine girmiştir. Bu süreç, yeni rasyonalizm (bilgi üretme aracı olarak mantığı ve matematiği birlikte kullanan mantıksal-matematiksel yöntem)26 ile

ettiği bilgi türü Apodeiktik bilgidir. Apodeiktik bilgi, genel-zorunlu-kesin bilgidir. Aristoteles, böyle bir bilginin nerede ve hangi disiplin içinde gerçekleştiğini araştırmıştır. Ona göre, bilimsel bilgi; olanaklı, üretilebilir, elde edilebilirdir. Bu tür bilgilerden oluşmuş bir disiplin mevcuttur: Bu disiplin geometridir. Bkz. Ömer Faik Anlı,

“Aristoteles ve Yöntem: Tümevarım ve Tümdengelim”, Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 208.

25 John Lenihan, Bilim İş Başında, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul 1999, s. 122-123.

26 Eski Doğa Felsefesi’nde (Klasik Doğa Felsefesi/Eski Rasyonalizm), doğaya ait güvenilir bilgi üretmek için yöntem olarak sadece felsefî/sözel akıl yürütme (aracı mantık: kelimeler, önermeler ve bu bu ikisinin sonucu/en gelişmiş formu olan ispatlı-çelişkiden arındırılmış hükümler) ile ölçülmemiş ham duyu verileri kullanılmıştır. Yeni Doğa Felsefesi’nde, doğa bilgisi üretiminde felsefî/sözel akıl yürütme aracı olan mantık ile birlikte sayısal akıl yürütme aracı olan matematik (rakamlarla, formüllerle ve bu rakamlar ile formüllerin en gelişmiş biçim olan teoremlerle akıl yürütme) kullanılmaya başlanmıştır. [Eski Doğa Felsefesi/Klasik Felsefe, doğru bilgi üretmek için mantığı, Yeni Doğa Felsefesi/Modern Felsefe (Yeni Rasyonalizm) ise doğru bilgi üretmek için mantık ve matematiği birlikte kullanır. Doğru bilgi ise ispatlanabilir bilgidir ve bu ispatlı bilgi aksi ispatlanmadıkça, yani yanlışlanmadıkça doğru kabul edilir.)] Mantıkta ölçü/kıyas kullanılır; matematikte ise ölçüm/metrik sistem kullanılır. Modern Bilim ile birlikte ölçülmemiş duyu verileri gözlem araçları ile ölçülünce, böylece maddî dünyaya ait bilinmeyenler insan gözlemine konu olarak keşfedilince (nitelikleri ve nicelikleri belli olunca);

Modern Bilim başlamıştır. (Galileo Galilei’nin teleskobunu gökyüzüne çevirmesi ile Anton Van Leeuwenhoek’ün mikroskobunu yeryüzüne çevirmesi sonucu, maddî dünyaya ait yeni bilgiler elde edilmeye başlamıştır: Modern Bilim’in Doğuşu.) Nitekim bu süreç, Aristotelesçi tümdengelim yerine Bacon’cu tümevarım yönteminin

25 ampirizmin (deneycilik) epistemolojik birlikteliği ile ortaya çıkan Modern Bilim’in devrimsel

25 ampirizmin (deneycilik) epistemolojik birlikteliği ile ortaya çıkan Modern Bilim’in devrimsel