• Sonuç bulunamadı

Bu bölümde, Batı’da kurulan bilimsel dernek ve akademilere değineceğiz. Ancak, bundan önce “Epistemik Cemaat” olgusuna açıklama getirmek gerekmektedir. Epistemik Cemaat, insanı ve doğayı anlayıp açıklamayı amaçlayan bilgi topluluğu olarak tanımlanabilir.

Yani, Epistemik Cemaat; bilgiyi işlemekte, geliştirmekte (bilgiyi inşâ etmekte) ve sonraki kuşaklara miras bırakmaktadır. Dolayısıyla, Epistemik Cemaat olmadan, bilginin ortaya çıkması ve aktarılması söz konusu olamamaktadır.44

Modern Epistemik Cemaatler

Epistemik Cemaatlerin Evrimi’ni incelediğimizde; Ortaçağ, Rönesans, Aydınlanma ve sonraki dönemlerde, kesintisiz bir değişim-dönüşüm süreci yaşandığı görülmektedir.

sahipti. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında geçen “Esafil-i Şark” (Şark Sefilleri) ifadesi ise belki de, avam sınıfı için değil, Nizâm-ı Âlemciler için kullanılması lâzım gelen bir ifadedir.

Bu ifade, yine aynı kitapta geçen bir terim olan “şark fatalizmi” ile de güçlendirilebilir. Böylece, “Aydınlanma Dönemi Nizâm-ı Âlemcileri” için “Sefil Şark Fatalistleri” ifadesini kullanmak çok da tâhkir edici olarak görülmemelidir. (Y.n.)

44 Ayhan Dever, “Bilginin Efendileri: Epistemik Cemaat”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2012 Bahar, Sayı: 13, s. 206.

33 Dolayısıyla, Epistemik Cemaatlerin Evrimi, pre-modern, modern ve post-modern dönemlere bölünerek incelenebilir.45

Bilindiği gibi, Ortaçağ’da hem Kilise’nin resmî paradigması (Klerikalizm/Din erkçilik), hem de onunla ilişkili olmakla birlikte, kısmen onun dışında, görece özerk bir epistemik yapı söz konusu olmuştur. Bu özerk epistemik yapılara, Batı’da kurulan şu üniversiteleri örnek verebiliriz:

- 1088 yılında İtalya’da kurulan Bologna Üniversitesi, - 1134’te İspanya’da kurulan Salamanca Üniversitesi, - 1150’de Fransa’da kurulan Paris Üniversitesi, - 1167’de İngiltere’de kurulan Oxford Üniversitesi, - 1209’da İngiltere’de kurulan Cambridge Üniversitesi.46

Biz, Ortaçağ Avrupa’sında hüküm süren bu dinî-lâdinî ikili eğitim öğretim yapısına,

“Füzyonik Epistemik Yapı” diyoruz. Bununla birlikte, Ortaçağ Avrupası’nda görece özerk eğitim-öğretim yapısı olmasına karşın, episteme üretimi ve dağıtımı Ortaçağ Katedral Okulları’nın ve Aristokrasi’nin tekelinde olmuştur. Ancak, bu dönemdeki kısmî özerk epistemik yapının, dönemin bilginlerinin bir aidiyet süreci içerisinde zümresel/meslekî bir kimlik kazanmalarını sağladığı söylenebilir. Böylece, Avrupa Ortaçağı’nda resmî öğretiyle tam olarak sınırlanmamış, modern ve bağımsız akademisyen örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

45 Osman Konuk, “Sosyal Bilimci ve Kültürel İkilemler”, Tübitak Bilimler Akademisi Kültür Envanteri Dergisi (TÜBA-KED), 13. Sayı, 2015, s. 169. ; Bu tanımlamamız, Batı Epistemik Cemaatleri için geçerlidir. (Y.n.)

46 Bologna Üniversitesi, faaliyetlerini tanımlamak için, kurucuları tarafından “üniversite” deyimini kullanan ilk yükseköğretim kurumu olmuştur. (Bologna Üniversitesi, en eski ve ilk üniversitedir.) Diğer yarı dinî eğitim kurumlarıyla aralarındaki farkı belli etmek için kullanılan ve İtalyanca’da “universitas” olarak tarihe geçen bu kelime; daha sonra ortaya çıkan benzer eğitim kurumlarına da ilham kaynağı olmuştur. Böylece, ilk laik üniversite, İtalya’da ortaya çıkmıştır. (Y.n.)

34 Bu ikili epistemik yapı, Aydınlanma Dönemi’nde47 Özgür Düşünce’nin (Modern Felsefe ve Bilim Düşüncesi’nin) ortaya çıkması ile tam olarak ayrışmış ve bunun sonucunda Batı’da Modern Episteme’nin/modern epistemik cemaatlerin kurumsallaşması tamamlanabilmiştir.48 Burada, Batı’da, Aydınlanma ile yaşanan değişimi şu şekilde ifade edebiliriz: “Batı’da (Avrupa Devletleri’nde), Kilise’nin belirlediği Klasik Epistemik Yapı (Kilise İdeolojisi: Hristiyan Paradigması), yerini, Aydınlanma’nın sonucunda Modern Felsefe-Modern Bilim’e bırakınca, Özgür Düşünce kurumsallaşabilmiş, dolayısıyla Modern Bilgi yayılabilmiştir. Bu süreç, Sanayi Devrimi ile gelişen modern teknolojinin, Burjuva Sınıfı’nın hızla zenginleşmesine neden olması olgusu ile birleşince, Aydınlanma Dönemi’ni burjuvazinin ekonomik ve epistemik zaferine dönüştüren bir nitelik kazanmıştır.”

Modern Epistemik Cemaat’e Bir Örnek: Royal Society

Bir önceki kısımda, Aydınlanma’nın Batı’da modern bilgi cemaatlerinin oluşmasını sağladığına değinmiştik. Bu kısımda da, Royal Society (Kraliyet Topluluğu) modern epistemik cemaati özelinde, Batı’da Modern Bilim’in nasıl kurumsallaştığını ortaya koymaya çalışacağız.

47 Batı’da (Avrupa Devletleri’nde), Kilise’nin belirlediği Klasik Epistemik Yapı (Kilise İdeolojisi: Hristiyan Paradigması) XVI. yüzyıldan başlayarak devrimci gelişmelerle aşılmaya başlanmıştır. Bu devrimci gelişmelerden kastımız; Aydınlanma ve daha sonrasında Modern Teknoloji’nin kurumsallaşmaya başlamasıdır. Burada, Aydınlanma’nın epistemik anlamını, yani Modern Felsefe-Modern Bilim’i, dolayısıyla Modern Bilgi’nin Doğuşu’nu kastediyoruz. Modern Teknoloji ise Aydınlanma’nın bir sonucudur. (Y.n.)

48 Osman Konuk, “A.g.m.”, Tübitak Bilimler Akademisi Kültür Envanteri Dergisi (TÜBA-KED), 13. Sayı, 2015, s. 169-170. ; Modern Epistemik Cemaat, bilimsel devrimlerin ortaya çıktığı XVI. yüzyıldan sonra, kurumsallaşma aşamasına girmiştir. Bunun sonucunda, XVI. Yüzyıl Hümanizması’nın egemen epistemesi olan hikmet/wisdom yerini, XVII. yüzyıldan itibaren mantıksal sağlamlık ve matematiksel kesinliğe dayanan Rasyonel Bilim Epistemesi’ne bırakmaya başlamıştır. Bkz. Stephen Toulmin, Kozmopolis: Modernitenin Gizli Gündemi, Çev.

Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002, s. 3.

35 Royal Society

Bu akademik topluluk, bilgi üretilmesinde Yeni Organon’u (Ampirik Yöntemi) kullanan doğa araştırmacıları tarafından 28 Kasım 1660 yılında Londra’da kurulmuştur. Royal Society, Batı’da, Modern Bilim’in kurumsallaşmasında önemli rol oynamış öncü bir epistemik cemaattir.49 Bu bakımdan Dernek’in, Erken Modern Çağ’da (XVII. yüzyıl) bilimsel devrimin şekillenmesinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Nitekim bu dernekte; Robert Boyle (1621-1697)50, Robert Hooke (1635-1703)51, Gottfried Leibniz (1646-1716)52 ve daha sonra Isaac Newton (1643-1727) gibi araştırmacıların deneysel yöntemle buldukları yeni gerçekleri işlemesiyle, Doğa Felsefesi’nin Modern Bilim’e evrilmesini sağlayan bir aşama olarak Pre-Modern Paradigma’nın ortaya çıktığı söylenebilir.

49 Daniel J. Boorstin, Keşifler ve Buluşlar, Çev. Fatoş Dilber, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1996, s. 370-371.

50 Boyle, mistik içerikli simyayı, ölçülebilir bir alana dönüştürerek modern kimyanın bilimsel temellerini atmıştır.

Nitekim Boyle’un, gazın basıncını kendi hacmiyle ilişkilendiren kanunla ilgili çalıştığı, ayrıca element, bileşik ve karışımları tanımladığı bilinmektedir. Bkz. <inovatifkimyadergisi.com/robert-boyle>. ; XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ise Lavoisier, filojiston teorisine son vermiş, kitlenin korunması yasasını geliştirerek, deneysel ve nicel kimyayı başlatmıştır. Bkz. İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sistemi’nin Oluşumu ve Dönüşümü, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999, s. 48.

51 1653’te, Hooke, Oxford’daki İsa Kilisesi’nde koroculuk görevini almıştır. Burada, Robert Boyle’la tanışıp onun asistanlığını yapmıştır. Boyle, bir matematikçi olmadığından, ideal gaz yasasının bir parçası olan Boyle yasasını, formülize edenin Hooke olma ihtimali yüksektir. Ayrıca hücre (celula), 1665 yılında, Robert Hooke tarafından ölü mantar dokusunda boş odacıklar şeklinde tanımlanmıştır. Daha sonraki yıllarda, bu odacıkların boş olmadığı ve içinde canlıların yaşamsal olaylarını gerçekleştiren en küçük organizmalar olduğu anlaşılmıştır. Bkz.

<www.biyologlar.com/robert-hooke?page=3>.

52 Leibniz’in ise, bu dernekte kendi yaptğı hesap makinesini ve diğer keşiflerini sunduğu görülmektedir. Bkz.

<www.matematikciler.com/leibniz-1646-1716>.

36 Royal Society’nin bugün de geçerli olan yönetmeliği; üyelerin çalışmalarını, deneylerin gücü ve doğal-beşerî bilimler yardımıyla, Tanrı’nın görkemini ve insan soyunun üstünlüğünü artıracak biçimde yönlendirmesini dikte etmektedir. Burada, İslâm Geleneği’ndeki “eşref-i mahlukât” anlayışına benzer bir anlayışı görüyoruz.53 Ancak, buradaki ayrım noktası, Royal Society’nin, geçmişin öğretilerine ve bilim anlayışına bağlı kalmayıp, yeni öğretilere ve yeni bilim anlayışına kapı açıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Modern epistemik bir topluluk (modern bilgi cemaati) olan Royal Society’nin bilimsel çalışmalarında, deney-gözlem ve matematikle elde edilen bilginin, yine gözlem ve deneye dayanarak elde edilen gerçeklikle doğrulanması amaçlanmıştır.54 Ayrıca, Society’nin sekreterliğini yapan Henry Oldenburg’un (1619-1677) editörlüğünde ilk hakemli dergi olarak 6 Mart 1665 yılında akademik hayata adımını atan Philosophical Transactions’un da modern bilimsel bilgi üretme yönteminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir.55

Epistemik Cemaatler ile Bilim ve Teknik İlişkisi

Bu kısımda modern bilim cemaatlerinin teoriyi ve pratiği birleştiren çalışma anlayışlarına değineceğiz. Bu kapsamda, Royal Society ve Académie des Sciences modern bilim cemaatleri özelinde Modern Bilim Çağı’nın temel özelliklerini ortaya koymaya çalışacağız.

Galilei ve Newton gibi bilimsel devrimin öncüsü olan bilim insanlarının çalışmalarıyla Avrupa’da bilimsel araştırmalar yeni bir evreye girmiştir. Nitekim, bu evrede, hem kuramsal paradigma değişmeye başlamış, hem de pratik çalışmalar/teknolojik etkinlikler hız kazanmıştır.

53 John Lenihan, Bilim İş Başında, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul 1999, s. 124.

54 Doğrulama Hedefli Bilimsel Araştırma. (Y.n.)

55 Bkz. <rstl.royalsocietypublishing.org>. (05.09.2017) ; Oldenburg’un görevleri; tasarlanan deneylerin gerçekleşmesini sağlamak, dış yazışmaları yapmak ve sayıları otuzu bulan yabancı öğrenciyle bağlantı kurmaktı.

Bkz. Daniel J. Boorstin, Keşifler ve Buluşlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1996, s. 370-371.

37 Bu süreç, bilim cemaatlerinin de çalışma anlayışlarını değiştirmiştir. (Salt kuramsal çalışmadan, teori ile pratiği/teknolojik çalışmayı birleştiren anlayışa geçiş.) Nitekim modern bilim cemaatinin, teorik ve pratik çalışmaları birleştiren bir tekno-bilim cemaati olduğu söylenebilir.

Örneğin, İngiltere’de, 1662 yılında, II. Charles’ın (1630-1685) siyâsî olarak koruma altına almasına ve desteklemesine rağmen devletin finansal desteği olmadan kurulan Londra Kraliyet Derneği (Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge) bir tekno-bilim topluluğu özelliği göstermektedir. Nitekim dernek, endüstrinin teknolojik gereksinimlerine uygun bir akademik faaliyet yürütmüştür. Bu durum, derneğin yayın organı olan Philosophical Transactions’da (Felsefe Yazışmaları), Antonie Philips van Leeuwenhoek (1632-1723), Marcello Malpighi (1628-1694) ve Isaac Newton’un (1643-1727), hem deneysel hem de teorik çalışmalarını, Bilim Cemaati’yle paylaşmalarından da görülebilir. Bu çalışmalar;

Klasik Episteme’nin Modern Episteme’ye dönüşmesinde, oldukça önemli bir rol oynamıştır.56 Burada, derneğin kurucularının ve ilk üyelerinin dinî özelliklerine değinmemiz yararlı olacaktır. Nitekim Robert King Merton (1910-2003), dernek üyelerinin toplumsal kökenlerini incelemiş ve dinî eğilimleri bilinenler arasında büyük çoğunluğu Püritenlerin oluşturduğunu tespit etmiştir. Dernekte üretilen bilimsel ve teknolojik bilgiler, İngiltere’de hızla dünyevî

56 Batı’da devlet desteği olmadan meydana gelen bilimsel örgütlenmelerden birisi de, XVII. yüzyıl Fransası’nda, filozof bir din adamı olan Marin Mersenne (1588-1648) çevresinde meydana gelmiştir. Bkz. Peter Kropotkin, A.g.e. , Ankara 2014, s. 143-144. ; XVI. Yüzyıl Avrupası’nda savaşların artmasıyla birlikte askerî teknolojide de

gelişmeler hız kazanmıştır. Özellikle, bu dönemde, top atışları ve top teknolojisi, savaşlarda etkin bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Görünüşe göre, bir askerî terim olan balistik kelimesinin kökeni de Marin Mersenne’nin (1588-1648) Ballistica et Acontismologia (1644) adlı eserinden kaynaklanmaktadır. Filozof ve dinî kimliği yanında, bir bilim insanı olan olan Mersenne, dâhili ve hâricî balistik konularının yanı sıra, termodinamik ve kimya üzerine de çalışmıştır. Bkz. Vural Başaran, “Osmanlılar’da Balistik ve Modern Fizik İlişkisi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi Cilt: 55, Sayı: 1, 2015, s. 71.

38 sorunların çözülmesi için kullanılmaya başlanmıştır.57 Bu durum önemlidir; nitekim Osmanlı’da dinî ve ilmî bilgiyi tekelinde tutan Ulemâ, Püritenlerin Batı’da oynadığı role benzer bir rolü, Osmanlı coğrafyasında oynayamamıştır. Tekno-bilim topluluğuna bir örnek de, 1666’da Paris’te, Kral XIV. Louis (1638-1715) tarafından kurulan Académie des Sciences’tır.

(Bilimler Akademisi.) Nitekim Kral tarafından bu kurumun görevi, çağın en önemli teknik sorunları üzerinde çalışmak olarak belirlenmiştir. Bu sorunlar şunlardır: Pompa tekniği ve hidrolik, atış tekniği ve gemicilik, meslekî alet ve makinelerin geliştirilmesi vb. Böylece, malî desteği Fransız Hükümeti tarafından sağlanan Akademi, hükümetin patent bürosu, bir başka deyişle teknolojik üretim merkezi gibi çalışmıştır.58 Bu da, bir bilim akademisinin/epistemik cemaatin Modern Bilim-Teknoloji Paradigması’nın oluşumunda ne kadar önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir.

Kraliyet Derneği ve Bilimler Akademisi örnekleri, devletin siyâsî ya da mâli desteğini alabilen bilim topluluklarının, hem bilime hem de teknolojiye katkı sağlayabilme potansiyellerinin yükseldiğini göstermektedir. Ancak, bu potansiyelin, aktüele dönüşebilmesi için, toplumsal dinamiklerin, değişim ve dönüşümü teşvik eden, ekonomik, siyâsî ve kültürel özelliklere sahip olması zorunludur. Nitekim Royal Society’nin bahsettiğimiz faaliyetleri yürüttüğü XVII. yüzyılda, Batı’da Modern Bilim’in gelişmesine koşut olarak, savaş teknolojileri de değişmiştir. Böylece, bu dönemde, askerî teknolojilerin geliştirilmesi zorunluluğu, epistemik cemaatlerin bilimsel çalışmalarını da şekillendirmiştir. Bu gerçek;

57 John Lenihan, Bilim İş Başında, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul 1999, s. 124.

58 XVII. yüzyılın sonlarına doğru, (1695’te) Akademi’nin yönetimi altında, en ince ayrıntılara varıncaya kadar, sınaî yöntemlerin ve teknik düzeneklerin sözlü ve resimli olarak kapsamlı bir şekilde bilimsel betimlemesi çalışmasına girişilmiştir. Bunda amaç, sınaî ve teknolojik buluşları/icatları, bilimsel bir ruhla, devletin refahı doğrultusunda kullanmaktır. Bkz. Zeki Tez, Doğa Karşısında Pratik ve Teknik Uğraşı, T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 141.

39 Royal Society’nin, barutun etkisinin artırılması, mermilerin ve top güllelerinin uçuş mesafesi, silahların geri tepmesi ve metallerin kalıba dökülerek biçimlendirilmesi konularıyla ilgilenmesinden de anlaşılabilir. Dolayısıyla, Dernek’te yapılan; gazların sıkışması ve genleşmesi, metallerin dayanımı ve esnekliği ile patlamaların özellikleri gibi çalışmalar, Batı Epistemik Cemaati’nde, Bilim-Teknoloji olgularının ayrılmaz bir bütün olarak algılandığını göstermektedir.59 Bu noktadan yola çıkarak, şu soruyu sorabiliriz: “Bir modern epistemik cemaat nasıl olmalıdır?” Bilim ve teknoloji olgularının içerikleri ve yöntemleri ile hedefleri üzerine düşündüğümüzde, cevabı şu şekilde verebiliriz: “Modern Epistemik Cemaat, tam anlamıyla bir bilim-teknoloji cemaati olmalıdır.”