• Sonuç bulunamadı

Toplumların; hukukî, siyâsî, epistemik (felsefî, dinî, bilimsel) ve ideolojik üst yapıları, temel olarak üretici güçler ile üretim ilişkilerinden oluşan toplumsal alt yapı/ekonomi tarafından belirlenmektedir. Bir başka deyişle, toplumun altyapısı, üretim ve bölüşüm ilişkileri (ekonomik ilişkiler) ile oluşurken üstyapısı ise toplumsal altyapı tarafından belirlenmektedir.111 Böylece, toplumların üretim ilişkilerinin gelişmesine bağlı olarak üretici güçleri (hammadde, sermaye, teknoloji, iş gücü vb.) elinde bulunduran egemen sınıf, aynı zamanda üstyapıyı da

111 Tarih boyunca ekonomik ilişkilerin temelinde artı-değerin sahipliği bulunmaktadır. Nitekim artı-değere/artı ürüne hangi sınıf sahipse ve onu kullanıyorsa, toplumda o sınıf egemendir ve o sınıfın sözü geçmektedir. Ekonomik ilişkilerde, artı-değere el koyma işleminin adı sömürüdür. İç sömürü; feodal ve kapitalist toplumlardaki egemen sınıflar/ekonomik gücü elinde bulunduran sınıflar tarafından daha güçsüz sınıflara karşı yapılırken; dış sömürü emperyalist/sömürgeci devletler tarafından kendisinden daha güçsüz ülkelere karşı yapılmaktadır. Bu durum, sınıflı toplumlar kurulduğu zamanlardan beri değişmemiştir. Nitekim iç sömürü; sınıfların ortadan kalktığı, sınıfsız bir toplum kurulduğunda, dış sömürü ise emperyalizm yenilgiye uğratıldığında ortadan kalkacaktır. (Y.n.)

68 (hukukî, siyâsî, epistemik ve ideolojik yapıyı) belirlemektedir. Ancak, tarihsel materyalizmin kurucularından Engels’e göre, tarihin gidişâtında biricik unsur, alt yapı/ekonomik ilişkiler değildir. Alt yapının yanında, üst yapı da tarihi değişimde rol oynamaktadır. Ancak, son tahlilde, belirleyici olan ekonomik ilişkiler olmaktadır. Bu durumu Engels, şu sözlerle açıklamaktadır: “…Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte en sonunda (son tahlilde) belirleyici etken, gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Marx da ben de bundan daha çoğunu asla öne sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse, bunu, ekonomik etmen biricik belirleyici etkendir diyerek bozarsa, bu önermeyi, anlamsız, soyut, saçma bir söze dönüştürüyor demektir. Ekonomik durum temeldir, ama üstyapının çeşitli ögeleri -sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları, örneğin başarılı bir çarpışmadan sonra, yenen sınıfın koyduğu anayasalar vb. hukuksal biçimler, özellikle de bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, politik, hukuksal, felsefî teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogma sistemlerine gelişmeleri- de, tarihsel savaşımların gidişinde etkilerini gösterirler ve birçok durumda özellikle onların biçimini belirlerler. Bütün bu ögeler arasında bir etkileşim vardır; bu etkileşimde bütün sonsuz rastlantılar112 (yani, iç bağlaşımı bizim kendisini yokmuş gibi savlayabileceğimiz kadar uzak veya kanıtlanması o kadar olanaksız şeyler ve olaylar) çokluğu ortasında ekonomik devinim, sonunda kendisini kesinlikle olurlamak zorundadır. Yoksa teorinin, tarihin herhangi bir tarih dönemine uygulanması, birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden daha kolay olurdu.”113 Üstyapı, toplumun altyapısının bir yansımasıdır. Nitekim üstyapıyı oluşturan unsurlar; toplumun üretim tarzına, bu üretim tarzında kurulan ilişkilere ve bu ilişkilerdeki egemen sınıfın özelliklerine ve çıkarlarına göre şekillenmektedir. Bu durum, toplumdaki egemen fikirlerin, egemen sınıfların fikirleri olmasını sağlamaktadır. Ayrıca; her

112 Çeviri metinde, bizim kullandığımız “rastlantı” ifadesi yerine ilinek ifadesi kullanılmaktadır. (Bkz. 98. Dipnot.)

113 Friedrich Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar: 1890-1894, Çev. Öner Ünalan, Ginko Kitap Ltd.Şti. , Kor Kitap, İstanbul 2018, s. 13-14.

69 toplumun, dinsel, ahlakî, felsefî, hukukî yapıları, yani üstyapısı, temele siyaset aracılığıyla bağlanmakta ve böylece üstyapının altyapı üzerinde etkili olması sağlanmaktadır. Ancak, genel olarak ve tarihi bakımdan (son tahlilde), daima belirleyici olan altyapıdır. Marx, bu konu üzerine şunları söylemektedir: “…Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddî üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesiyle örtüşür. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisâdî yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimleriyle örtüşen bir hukukî ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddî yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.”114

Hukukî ve siyâsî durum üzerinde ekonomik altyapı doğrudan etkiye sahipken, epistemik yapı; daha çok hukukî ve siyâsî durumun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.115 Görüldüğü gibi, her uygarlıkta; ekonomi, politika, yasalar, din, eğitim, birbirine bağlıdır. Bu unsurların her biri ötekine dayanır ve oluş nedeni de ötekilerine bağlıdır. Bütün bu güçler içerisinde, ekonomi en önemlisidir; temel etmendir. Yapının temel direği, üreticiler olarak insanlar arasında varolan ilişkidir. Nitekim insanların yaşama biçimini, geçimlerini sağlama biçimi, belirli bir toplumda belirli bir anda hüküm süren üretim biçimi belirlemektedir. Dolayısıyla, insanın düşünce biçimini, yaşama biçimi belirlemektedir. Böylece; hak, adalet, özgürlük ve benzeri kavramlar,

114 Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, Ekim 2011, Ankara, s. 35. ;

<https://www.evrensel.net/haber/332967/iki-kavram-altyapi-ustyapi>. Burada, toplumların/devletlerin içyapısı tahlil edilmiştir. Devletlerarası ilişkilere ise, bu tahlilde yer verilmemiştir. (Y.n.)

115 Epistemik yapı, doğrudan ekonomik yapı tarafından belirlenmemektedir. Epistemik yapı, daha çok politik iktidarı elinde tutan sınıfların çıkarlarına göre belirlenmekte ve yeniden üretilmektedir. (Y.n.)

70 yani her toplumda bulunan fikirler dizisi, o toplumun ulaştığı ekonomik gelişim aşamasına uygun düşmektedir.116

Şimdi de tarihsel materyalizmin, insanlığın evrimini ve dolayısıyla modern toplumun (kapitalizmin) kökenlerini ortaya koyduğu evrimsel şemayı görelim:

- İlkel Komünal Toplum - Köleci Toplum

- Feodal Toplum

- Kapitalist Toplum (Modern Toplum)117

Bize göre bu şema, Batı Toplumları için oldukça doğru olmasına rağmen, Doğu Toplumları için aynı oranda doğruluk arz etmemektedir. Nitekim biz, insanlığın gelişimini, hem doğu hem de batı için geçerli olduğunu düşündüğümüz şu evrimsel şema ile açıklıyoruz:

- İlkel Komünal Toplum: Mülkiyet, tüm topluma aittir. Köleci ilişkiler yoktur.

- İlkel Köleci Toplum: Bu toplumda, insan alınıp satılan bir metadır. Tarih boyunca görülen, en gelişmemiş ve en gerici toplum biçimidir.

- Klasik Köleci Toplum (Feodal, Asyal ve Kendine Özgü/Suis Generis Toplum): Bu toplum, yöneticiler (kral, derebey, padişah, toprak sahipleri vb. gibi artı değere el koyan zengin kesimler) ve yönetilenlerden (zengin olmayan ve sömürülen halk kesimlerinden) oluşur. Yönetilenler, klasik köle (serf, reaya, kul vb.) statüsündedir.

- Modern Köleci Toplum: Bu toplumda, yöneticiler, zenginliği ve politik iktidarı elinde tutan büyük burjuvazi ile işbirlikçilerinden (emek sömürücülerinden) oluşurken;

yönetilenler, emekçi halk kesimlerinden (işçi, köylü, memur, esnaf/küçük burjuvazi gibi kesimlerden) oluşur. İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, modern köleci bir toplumdur.

116 Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, Sol Yayınları, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara 2013, s. 49-50.

117 Marksizme göre, kapitalizmden sonraki aşamalar, sosyalizm ve komünizm olacaktır. (Y.n.)

71 Ortaya koyduğumuz şema, oldukça geneldir; daha da geliştirilebilir. Ancak bu, tezimizle doğrudan ilgili değildir. Bu şemayı ortaya koymamızın nedeni ise Osmanlı Toplumu’nu ve Osmanlı Epistemesi’ni altyapı-üstyapı ilişkileri çerçevesinde anlamaya çalışmaktır. Nitekim Doğu’nun/Osmanlı’nın ve Batı’nın/Avrupa’nın tarihsel gelişim çizgilerinin farklı olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda, daha detaylı açıklamalarımızı “Osmanlı Tipi Üretim Tarzı ve Ekonomik Gerilik” bölümünde yapacağız.

Modern Toplum ve Tabiat İlimleri

Şimdi de tarihsel materyalizmin kurucularının tabiat ilimlerine bakışına değinelim.

Engels’e göre, tabiat ilimlerinin/doğa bilimlerinin, kendilerine has bir statüleri bulunmaktadır.

Marx da tabiat ilimlerini, ideolojik bölgeden ayırmıştır. Nitekim Marksizm’de, tabiat ilimlerinin yöntemi, ekonomik bir temele/altyapıya bağlanmamışken amaçlarıyla konusu ekonomik temele bağlanmıştır. Dolayısıyla, Marx ve Engels’e göre; tabiat ilimlerinin bu denli gelişmesinin nedeni endüstriyel ve ticârî faaliyetlerdir. (İnsanların gözle görülen faaliyeti, ilimlerin amaç ve konularını belirlemektedir.)118 Bu noktada, Engels’in bilim ve teknik arasındaki ilişkiye dâir şu sözleri aydınlatıcıdır: “…Teknik, bilimin durumuna büyük ölçüde bağlıysa da bilim, tekniğin durumuna ve gereksinimlerine daha çok bağlıdır. Toplumun teknik bir gereksinmesi varsa, bu, bilimi on üniversiteden daha çok ilerletir. Bütün hidrostatik (Torricelli vb.), XVI. ve XVII. yüzyıllarda, İtalya’da dağlardan inen akarsuları düzenleme zorunluluğundan doğdu. Ancak elektriğin teknik uygulanırlığı bulunduktan sonradır ki elektrik üzerine ussal bir şeyler biliyoruz. Ama ne yazıktır ki, Almanya’da, bilimlerin tarihini o bilimler sanki gökten zembille inmişler gibi yazmak gelenek olmuştur…”119 Bu görüşler doğrultusunda

118 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul 2014, s. 281.

119 Friedrich Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar: 1890-1894, Çev. Öner Ünalan, Ginko Kitap Ltd.Şti. , Kor Kitap, İstanbul 2018, s. 36.

72 şunu söyleyebiliriz: Bir toplumun, hukukî ve siyâsî yapısı, felsefî ve bilimsel bilgiyi önceliyorsa, daha çok felsefî ve bilimsel düşünce, dinî bilgiyi önceliyorsa da daha çok dinsel düşünce gelişmektedir. Epistemenin (bilimin, felsefenin ve dinin) gelişmesi, laikliğin ve rasyonalizmin gelişimine bağlıdır. Nitekim hukukî ve siyâsî yapıda, dinsel ve felsefî-bilimsel düşünce birbirinden ayrıldığı (hukukî ve siyâsî yapı laikleştiği ölçüde), bu alanların birbirlerinden bağımsız olarak gelişimlerini sürdürebilmesi sağlanabilecektir. Bu durumda, toplumda din-bilim çatışması meydana gelmeyecektir.

Toplumların içyapıları bu şekilde oluşmaktadır. Ancak tarih, toplumların içyapıları ile iç ilişkilerinden (uzlaşma, çelişki ve çatışmadan oluşan ilişkilerden) ibâret değildir. Nitekim bize göre, târihî olaylar iki yönlü incelenmelidir. Bu inceleme, ilk olarak devletlerin içyapıları ve iç ilişkileri üzerinden, daha sonra da devletlerin dış ilişkileri, yani başka devletlerle kurduğu ilişkilerle yapılmalıdır. İç ilişkiler anlaşılmadan, dış ilişkiler anlaşılamaz. Öncelik iç ilişkilerdedir, yani içsel dinamiklerdedir. Bu yapıldıktan sonra, dış ilişkilerin sağlıklı bir tahlili yapılabilir. Dışsal tahlil de üst yapı kurumlarından oluşan devletler/devletleri yöneten egemen sınıflar tarafından belirlenen dünya siyâsetini (devletlerin arasındaki çıkar ilişkilerini ve çatışmalarını) anlamamızı sağlayacaktır. (Devletlerin yanında, bilgi topluluklarının gelişimi de bu altyapı-üstyapı ilişkilerinin doğrudan ya da dolaylı etkisi altındadır.) Bu ikili inceleme yapıldığı takdirde, tarihsel olayların doğasını daha sağlıklı bir şekilde ortaya koyabiliriz.

Tezimizde de bu yöntemi uygulayacağız. Nitekim bir toplumdaki egemen hukukî, siyâsî ve epistemik yapı, altyapının (ekonominin) bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Burada, tarihsel materyalist yöntemi/Marksist diyalektiği açıklayan Mao Zedong’un görüşlerine yer vermekte yarar vardır. Nitekim Mao, sanayi proletaryasının ve buna bağlı olarak Marksist Diyalektik’in ortaya çıkması sonucunda, burjuvazinin göstermiş olduğu metafizik/kaba evrimci tavır hakkında, şu ifadeleri kullanmıştır: “…Bu metafizik ya da kaba evrimci dünya görüşü, şeyleri ve olguları birbirinden kopuk, durağan ve tek yanlı olarak görür. Dolayısıyla, Evren’deki her

73 şeyi, bu şeylerin biçim ve türlerini, birbirlerinden ebediyen yalıtılmış ve değişmez kabul eder.

Değişme de ancak nicelikte bir artma, eksilme ya da yer değiştirme şeklinde olabilir. Üstelik bu gibi artma, azalma ya da yer değiştirmelerin nedeni, şeylerin içinde değil, dışındadır; yani değişimin itici gücü dışsaldır. Metafizikçilere göre, Evren’deki farklı türden her şey ve bunların özellikleri, ilk ortaya çıkışlarından beri hep aynıdır. Sonraki her değişme, sırf nicelikte artma ya da azalmadan ibarettir. Bu görüşe göre, bir şey ancak aynı şey olarak kendini tekrar edip durur ve farklı hiçbir şeye dönüşmez. Böylece, toplumsal gelişmenin nedenleri de coğrafya ve iklim gibi topluma dışsal olan etkenlere bağlıdır. Böylece aşırı basitleştirilmiş bir tarzda şeylerin gelişmesinin nedeni, şeylerin dışında aranır ve gelişmenin şeylerin içindeki çelişkilerden doğduğunu savunan materyalist diyalektik teori reddedilir. Bu nedenle de ne şeylerin nitel çeşitliliği ne de bir niteliğin bir başka niteliğe dönüşmesi olguları açıklanabilir.

Avrupa’da bu düşünce tarzı, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda mekanik materyalizm, XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında da kaba evrimcilik şeklinde var olmuştur…”120

120 Mao Zedung, Pratik ve Çelişki Üzerine, Epos Yayınları, Ankara 2009, s. 87.