• Sonuç bulunamadı

XV. yüzyıl ortalarında, Avrupa’da, ekonomi tarihi açısından pre-kapitalist bir aşama60 sayılabilecek Merkantilist Ekonomi Sistemi ortaya çıkmıştır. Merkantilizm; Rönesans ve Reform hareketleri döneminde ortaya çıkmış ve Aydınlanma Dönemi’ne kadar Batı’da üç yüzyıl boyunca, egemen ekonomik sistem olmuştur. Bu sistem, ulusal bir ekonominin sınırları içinde, müdahaleci bir ekonomi politikası uygulayarak, dış ticâret yoluyla ülkedeki değerli maden stoğunu artırmak (bulyonizm) ve ülkenin dış ticâret fazlası vermesini sağlamaya yöneliktir.61 Aynı dönemde, (XV.-XVIII. yüzyıllar), Osmanlı Devleti’nin, Batı’da olduğu gibi,

59 John Lenihan, A.g.e. , Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul 1999, s. 124-125.

60 Bu aşamaya, kapitalizmin müjdecisi de denilebilir. (Y.n.)

61 “Ticâret Sistemi” anlamına gelen Merkantilizm deyimini ilk kullanan ise, Adam Smith’tir. Bu konu için bkz.

<www.ekodialog.com/Konular/iktisatcilar/merkantilizm_ticari_kapitalizm.html>. Bu noktada, merkantilizmden kapitalizme geçiş sürecinde Aydınlanma’nın etkisini ele almak gerekmektedir. Nitekim XVII. ve XVIII. yüzyılda, Avrupa’nın mutlak krallıkları ve imparatorluklarının içinde yeni bir ekonomik ve sosyal sistemin öncülleri belirmekteydi ve bu yeni toplumsal sistemin önderi burjuvazi, Aydınlanma’nın toplumla ilgili düşüncelerini kullanmıştır. Burjuvazi buna zorunluydu, çünkü belli bir ekonomik pazar etrafında, insanları toplamaya ve

40 merkantilist ekonomi aşamasını yaşamadığı ve geleneksel ekonomisini/Klasik Ekonomi’yi devam ettirdiği de akılda tutulmalıdır. (Osmanlı’da aynı yüzyıllarda, Rönesans ve Reform benzeri hareketler de olmamıştır; bunun sonucunda, Klasik Ekonomi varlığını korumuştur.

Böylece, ekonomide ve toplumsal yapıda ne pre-kapitalist ne de kapitalist aşamalar, ortaya çıkamamıştır.62)

gelişmeye başlayan ticarî ve basit sanayi işletmelerinde çalışacak bireysel özgürlüklere sahip işçilere (işçi sınıfına) gereksinimi vardı. Bunun yanında, bu amacına ulaşmak için mutlak krallıkların ve imparatorlukların kapalı yönetim biçimlerini çözmek ve bunun için vereceği mücadelede müttefiki olarak kullanacağı yoksul halk yığınlarının, özellikle köylülerin sahipleneceği siyasî idealler de oluşturmak zorundaydı. Nitekim burjuvazinin Aydınlanma fikirlerini sahiplenmesi, (toplumda aklın egemenliğini savunması) ve dolayısıyla dönemin siyasî gelişmelerine ağırlığını koyması, Aydınlanma’nın karakterini önemli ölçüde değiştirmiş, ona -belki de bir fikir hareketi olarak olması gerekenden çok daha fazla- bir siyasî-ekonomik içerik kazandırmıştır. “Aydınlanma’nın halkı keşfetmesi ve onu burjuvazinin dünyasının içine yerleştirmesi” böylece gerçekleşmiştir. Daha sonra, XIX.

yüzyılda, ulus-devletlerin inşâsı sürecinin sonlarında, toplumsal çelişkinin merkezinde burjuvazi ve işçi sınıfı (Marksist terminolojide “proletarya”) yer almıştır. Nitekim Engels’in, Aydınlanma Çağı düşünürlerinin savundukları aklın egemenliği düşüncesinin gerçekte burjuvazinin idealize edilmiş egemenliğinden başka bir şey olmadığını ifade etmesinin nedeninin bu olduğu düşünülebilir. Bkz. Bedi Gümüşlü, “Aydınlanma ve Türkiye Cumhuriyeti”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi (HÜTAD), Eylül 2017, s. 126-127.

62 Rönesans döneminde (XV.-XVI. yüzyıllar), Platon’un da içinde yer aldığı Eski Yunanlıların spekülatif/metafizik-rasyonalist düşüncesi yeniden canlanmıştır. Bu canlanma/uyanış, Ortaçağ Skolastik Felsefesi’nin sonu ve “modern zamanlar”ın başlangıcını oluşturur. Rönesans hareketiyle egemen bir epistemoloji haline gelmeye başlayan rasyonalist bilgi kuramında akıl, sınırsız kavrama kapasitesine sahip bir alet olarak düşünülür. İnsanın istemesi durumunda “aklı” ile bütün gerçekliği kavrayabileceği, hiçbir olgu ve gerçekliğin aklın açıklaması ve kavrayışı dışında kalamayacağı, rasyonalizmin ön kabullerinin başında gelir. Örneğin, bizim de Yeni Rasyonalizm olarak nitelediğimiz XVII. Yüzyıl Rasyonalizmi’nin önde gelen filozofları Descartes (1596-1650), Malebranche (1638-1715) ve Spinoza (1632-1677) için “akıl”, “ebedi doğruluk” alanıdır. Buna göre, doğayı da insanı da yaratan Tanrı’dır. Dolayısıyla insan aklı ile doğa aynı “töz”e sahiptir. Yani; doğa ile akıl, nesne ile zihin arasında bir tekabüliyet ilişkisi vardır. Bu nedenle insan, doğru akıl yürütmeyle ve doğuştan sahip olduğu

41 Merkantilizm; İngiltere, Hollanda, Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkmış bir ekonomi politikasıdır. Bu politika; sermaye birikimi yapmış bir sınıf olan burjuvazinin tarih sahnesine çıkmasıyla ilişkilidir. Nitekim merkantilizm; devletin politik ekonomisinin (ekonomi siyâsetinin) burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına uygun olarak yürütüldüğü bir kapitalistleşme (pre kapitalist aşamanın ortaya çıkışı) sürecidir. Bu süreç; dış ticâret yoluyla, altın ve gümüş elde edilmesini, elde edilen sermayenin de iç endüstrinin geliştirilmesi için kullanılmasını kapsamaktadır. Nitekim merkantilist politika uygulayan ülkeler, ülke içinde henüz işlenmemiş olan doğal kaynakları (toprak, maden, nehir ve deniz gibi) işlemek ve hâli hazırda işletilenleri de daha verimli hâle getirebilmek için yeni teknolojileri kullanarak yeni üretim metotlarını geliştirmeyi amaçlamışlardır. Teknolojik yenilikler ise, madencilik ve ulaşım (kara ve deniz ulaşımı) alanlarındaki pratik ihtiyaçların bir sonucudur. Böylece, XVII. yüzyılda ortaya çıkan modern bilim ve modern tekniğin, ekonomik ilişkilerle ve ihtiyaçlarla olan doğrudan bağlantısını ortaya koymuş bulunuyoruz. (Bilim ve teknik, ekonomik ihtiyaçlarla orantılı olarak büyümekte ve gelişmektedir. Özellikle teknolojik gelişme ile ekonomik gelişme aynı doğrultuda ilerlemektedir. Nitekim üretim teknolojilerinin gelişmesi, toplumsal gelişmenin motorudur.) Burada çok önemli bir noktaya değinmemiz gerekmektedir. Merkantilist süreçte,

“ide”lerden hareketle, gözlem ve deneye gerek kalmaksızın evrenin sırlarını çözebilecek durumdadır. Aklın gücünün sınırsızlığına dair bu inancın pekişmesinde, Yeniçağ’ın başlarında ortaya çıkan “matematiksel fizik”in önemli bir katkısı olmuştur. Rönesans sonlarında hızla ilerleyen matematiksel fizik, doğanın yapısının matematiksel kavramlarla anlaşılabileceğini göstermiş ve bu yöntemle kesin öncüllere dayanan kimi doğa yasaları keşfedilmiştir. Bu gelişmeler, nesnel gerçekliğe ilişkin bilgilerin basit bir çıkarımla kendisinden türetilebileceği öncüllerin, zihinde var olduğuna dair rasyonalist inancı pekiştirmiştir. Dolayısıyla artık insan, akılda bulunan sabit anlama kategorileri (ulamları) vasıtasıyla doğa ve toplum yasalarını kesin bir biçimde keşfedilebilecektir. Bkz.

İlyas Söğütlü, “İki Farklı Epistemoloji İki Farklı Siyaset: Rasyonalist ve Ampirist Siyasetin Felsefi Temelleri”, Liberal Düşünce Dergisi, Yaz-Sonbahar 2008, Sayı: 51-52, s. 197-214. ; Doğu’da ise, suis generis/kendine özgü bir Rönesans-Reform-Aydınlanma modeli hayata geçirilememiştir. (Y.n.)

42 Batı’da, üretim teknolojilerini geliştirmek amacıyla; usta/zanaatkâr transferleri ön plana çıkmıştır. Nitekim bu süreçte, Fransızlar İtalyanlardan; İngilizler Fransızlardan; Cenevizliler İngilizlerden; Bohemyalılar Venediklilerden ustalar/zanaatkârlar transfer etmişlerdir. Batı’da bu gelişmeler yaşanırken, Osmanlı Ulemâsı arasında ise “El sıkışmak mübah mı? Kabirleri ziyaret etmek mekruh mu?” gibi konular tartışılıyordu.63

Avrupa’da, Modern Bilim’in ortaya çıktığı XVII. yüzyıldan, kurumsallaşmasını sürdürdüğü XVIII. yüzyılın ortalarına kadarki tarihsel süreçte, Merkantilist Ekonomi Sistemi varlığını korumuştur. Bununla birlikte, özellikle İngiltere’de, aynı dönemde, merkantilist ekonomi sistemini aşma doğrultusunda, özel girişime dayalı ve devletten bağımsız bir teknik üretim gelişmiştir.64 Bu gelişme de “bağımsız bir teknoloji olgusu”nun doğuşuna/burjuva sınıfının güçlenmesine ve kapitalizmin gelişmesine neden olmuştur. (Aynı dönemde, Osmanlı’da ise “bağımlı teknoloji olgusu/devlet güdümlü teknoloji olgusu” söz konusu olmuştur. Bu durum burjuvazinin oluşmamasının ve kapitalizmin ortaya çıkmamasının nedenidir.) Nitekim Avrupa, bu olgunun tarihsel bir sonucu olan Sanayi Devrimi sayesinde, ekonomik olarak kendi kendine yeterli bir konuma gelebilmiştir. (Kapitalizmin Yerleşmesi.)65

63 Şerafettin Pektaş, 100 Soruda Osmanlı Ekonomisi, Ulak Yayıncılık, İstanbul 2016, s. 74-75.

64 Zeki Tez, A.g.e. , Ankara 1995, s. 138.

65 Muammer Kaddafi’nin, bu konuyu bilimsel gelişmelere bağlayan ilginç bir görüşü bulunmaktadır. Nitekim Kaddafi, Batılı devletlerin, bilim anlayışları ve savaş silahlarının modernleşmesi temelinde yükselen bir sanayi medeniyetini kurmaya başladıkları zamandan itibaren dört yüz sene boyunca sömürgeciliğe teşebbüs ettiklerine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda, bu dönemden çok önce, Asya ve Afrika kıtasındaki ülkelerin, bilimden ve bilimsel yöntemlerden uzak durduklarını, her türlü yeniliğe düşmanca davrandıklarını (neofobi) ve bundan dolayı da Avrupalıların saldırılarına karşı kendilerini savunmaktan aciz kaldıklarını belirtmektedir. Bunun sonucunda, bu ülkelerin sömürünün pençesine düştüklerini belirtmektedir. Kaddafi, bu durumun, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru; kendi toprakları üzerinde özgürce ve bağımsız bir şekilde yaşamak adına savaşmak zorunda kalan

43 Ekonomi odaklı/kâr odaklı teknolojik yenilik sürecinin gelişimi ise, XVIII. yüzyıl boyunca artan teknik icatlar ve patentlerle somut olarak anlaşılabilir.66 Nitekim yeni teknolojilerin ekonomiye somut katkılarının tarihsel avantajları, XVIII. yüzyıl sonlarında, kendisini daha çok hissettirmiştir.67 Son tahlilde, Batı Ekonomi Devrimi’nin, şu üç tarihsel gelişmenin/zincirleme aşamanın birbirini izlemesiyle ortaya çıktığı tespiti yapılabilir:

- Merkantilist Ekonomi’nin Doğuşu (Pre-Modern Dönem).

- Teknolojik İcatlar ve Bağımsız Endüstriyel Teknoloji Olgusu’nun Doğuşu:

Kapitalizmin Doğuşu/Pre-Modern Dönem ile Modern Dönem Arası geçiş süreci:

Tarım+Sanayi Toplumu.68

- Endüstriyel Kapitalizm (Kapitalizmin Yerleşmesi/Modern Dönem: Sanayi Toplumu).

Böylece, Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi sonrasında, Batı’da, Tarım Toplumu’ndan Sanayi Toplumu’na geçiş süreci tamamlanmıştır.69 Bu noktada, Bağımsız Teknoloji

milletlerin verdikleri mücadelelerin sonunda edindikleri kazanımlarla sömürgeciliğin yenilmeye başlamasına kadar devam ettiğini belirtmektedir. Bkz. Muammer Kaddafi, Görüşlerim, Alter Yayıncılık, Ankara 2011, s. 7.

66 Nitekim XVIII. yüzyılın ilk on yılında, ortalama olarak İngiltere için onaylanmış 3 patent ve Fransa’da kabul edilmiş 6 icat varken, 1780’li yıllarda ise, İngiltere için rakam, yılda 54’e yükselmiş; Fransa için ise 22 civarında olmuştur. Rostow, bunların yalnızca yenilik adımlarını gösteren sembolik rakamlar olmak üzere, mutlak şekilde ekonomiye düzenli bir akış olarak gelmekte olan teknik yeniliği temsil ettiğini ileri sürmüştür. Bkz. Walt Whitman Rostow, “Sanayi Devrimi Nasıl Başladı?”, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 30, Sayı: 1-4, s. 257-258. (İnternet linki: <http://dergipark.gov.tr/iuifm/issue/844/9368>.)

67 Walt Whitman Rostow, “A.g.m.”, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 30, Sayı: 1-4, s. 258.

68 [“…Bu dönemde, deneysel araştırmalar bir dizi teknolojik aygıtı da ortaya çıkarmıştır. Bunlar arasında yer alan mikroskop, teleskop, barometre, hesap makinesi, hava pompası, sarkaçlı saat ve termometre, bilimsel/toplumsal hayatı oldukça değiştirmiştir...” Bkz. Zeki Tez, A.g.e. , T.C. Kültür Bakanlığı Millî Kütüphane Basımevi, Ankara 1995, s. 105-106.]

69 Sanayi Devrimi öncesinde, Avrupa’da halkın %90’ını köylüler oluşturmaktaydı. Bu dönemde, Avrupa’da millî gelir çok düşüktü ve halk yoksuldu. Sadece büyük toprak sahibi asiller (aristokrasi/feodaller) zengindi. İngiltere’de

44 Olgusu’nun sonuçlarından bahsetmeye gerek vardır. Nitekim bu sonuçlar, aşağıda bazı örneklerini verdiğimiz endüstriyel ölçekteki üretimlerden somut bir şekilde izlenebilir:

- 1746’da John Roebuck (1718-1794) tarafından Birmingham’da “kurşun odalar yöntemi” ile üretilen sülfürik asit.70

mucit John Kay (1704-1779), 1733’te “uçan mekik” adlı buluşuyla kumaş dokuma hızını artırmıştır. İngiliz dokumacı, marangoz ve mucit James Hargreaves (1720-1778) 1764’te, aynı anda sekiz makarada iplik büken (eğiren) çıkrığı icat etmiştir. Daha sonra bir çıkrıkla, yüz yirmi makarada iplik bükme olanağı doğmuştur. İlk tekstil fabrikalarında mekik ve çıkrık, akan su gücüyle çalışmıştır. James Watt’ın dairesel hareket yapan düzeneği bulması ile İngiltere’de buhar gücünün kullanıldığı ilk tekstil fabrikaları kurulmuştur. Böylece, İngiltere, ucuz ve kaliteli tekstil ürünlerini tüm dünyaya ihraç etmeye başlamıştır. Ardından, kömür ocaklarında buhar makinesinin kullanılmasıyla bu alanda da verimlilik artmıştır. Ayrıca, demir madeninden metal elde etmek için odun kömürü yerine kok kömürü kullanma tekniği de İngiltere’de keşfedilmiştir. Buharlı gemiler, İngiliz mallarını deniz aşırı ülkelere hızla ulaştırmıştır. Buharlı trenler ise hammadde ve sanayi ürünlerinin limanlara taşınmasını hızlandırmıştır. Tüm bu gelişmeler, İngiltere’de Sanayi Devrimi’ni başlatmıştır. Sanayi Devrimi, Avrupa ve ABD’de yeni sermaye sahipleri yaratmış ve bu ülkelerdeki millî geliri artırmıştır. Bkz. Ural Akbulut, “Sanayi Devrimi Dünya’nın Gidişini Değiştirdi” <www.uralakbulut.com.tr>.

70 <https://www.revolvy.com/page/John-Roebuck>. Sanayi Devrimi sonucunda, büyük miktarlarda sülfürik asit üretilmiştir. Nitekim 1736’da eczacı Joshua Ward (1685-1761), kükürtün okside olmasına ve suyla birleşmesine olanak tanıyan, serpme gübre işlemini içeren bir üretim süreci geliştirmiştir. Bu süreç, büyük ölçüde sülfürik asidin ilk pratik üretimi olmuştur. John Roebuck ile Samuel Garbett, 1749’da İskoçya’nın Prestonpans kentinde, kurşun yoğunlaştırma odalarını, sülfürik asit üretimi için kullanan büyük ölçekli bir fabrika kurmuşlardır. Bkz.

<https://bilgibanka.tk/Kimyasal_endüstri>. (20.09.2018) ; Sülfürik asitin endüstride kullanım alanı yoğundur.

Özellikle gübre üretiminde (amonyum sülfat üretiminde), boya sanayisinde, patlayıcı yapımında ve petro-kimya sektöründe yaygın olarak kullanılmaktadır. Bkz. <https://www.asit.gen.tr/sulfurik-asit-kullanim-alanlari.html>.

(02.07.2018)

45 - Nicholas Leblanc’in (1742-1806) 1783 yılında yaptığı soda (sodyum karbonat)

üretimi.71

Bu gelişmelerle eş zamanlı olmak üzere, Henry Cort’un (1740-1800) demir teknolojisine ilişkin geliştirdiği “tavlama ve hadde süreci” ile demir üretiminde hızlı bir artış yaşanmıştır.72 Bunun sonucunda, demir; gemi ve köprü yapımından, makinelerin üretimine ve tarıma kadar birçok alanda tahta, deri ve taş gibi malzemelerin yerini almıştır. Bu durum, 1780’lerde, hem İngiltere’de hem de Kıta Avrupası’nda demir çerçevelerle desteklenen ilk beş ve altı katlı binaların yapılmasını sağlamıştır.73

71 Leblanc’in soda üretim endüstrisini geliştirmesi “ağır kimya endüstrisi”nin başlangıcıyla da ilişkilendirilebilir.

Bkz. Zeki Tez, A.g.e. , s. 138. ; İnsanlar, alkaliyi/sodyum karbonatı, ilk olarak liçlerden (su çözeltilerinden) elde etmişlerdir. XVIII. yüzyılın sonlarında ise, alkalinin (suda çözünen bazların) temel üretim kaynağı odunun ya da deniz yosunu külünün süzülmesi olmuştur. 1775 yılında, Fransız Bilimler Akademisi, alkali üretiminde yeni yöntemler geliştirilmesi için para ödülü teklif etmiştir. Ödülü, 1791 yılında, sofra tuzunu (Sodyum klorür: NaCl) çamaşır sodasına (Na2CO3: Soda külü) dönüştüren işlemi için patent alan Leblanc kazanmıştır. Leblanc işlemi, 1860’larda Ernest Solvay tarafından geliştirilen amonyak-soda yöntemi ortaya çıkana kadar soda üretim süreci olarak geçerliliğini korumuştur. Bkz. <https://www.britannica.com/science/alkali#ref106768>.

72 Henry Cort tarafından demir ve çelik üretimi için geliştirilen yeni yöntemle (karıştırarak yumuşatma süreci) üretim akışı sıkıntısız bir şekilde gerçekleşerek, demir ve çelik üretiminde odun kömüründen kok kömürüne geçilme aşaması tamamlanabilmiştir. Bkz. <www.metaldunyasi.com.tr/tr/guncel/86/demir-ve-celik-uretiminin-kisa-bir-tarihcesi.html>. ( 02.07.2018)

73 Zeki Tez, A.g.e. , s. 138. , Michael Adas, İnsanın Ölçüsü Olarak Makina: Batılı Hâkimiyet İdeolojileri (Orj.

Machines As The Measure of Men), Çev. Ahmet Demirhan, İnsan Yayınları, İstanbul 2001, s. 150. ; Ayrıca, XVIII.

yüzyılın başlarında, Alman mucit ve mühendis Jakob Leupold’un (1674-1727) 1724 yılında makine inşâsı ve tekniğine ilişkin yazdığı dokuz ciltlik Theatrum Machinarum Generale (The General Theory of Machines) adlı eser oldukça önem taşımaktadır. Bu eser, makine üretimi sorunlarını merkeze almış ve yay, vida, dişli çark ve piston gibi parçaların kullanımından söz etmiştir. Leupold, eserinde, Modern Bilim’in kullandığı tümevarım yöntemini tekniğe uygulamış ve “özelden genele giderek” ayrı ayrı makine parçalarından karmaşık makinelere

46 Buhar Makinesi’nin Ekonomi Devrimi’ndeki Rolü

Buhar gücü, Antik Çağ’dan bu yana tanınmasına karşın, buhar kazanlarındaki ısı enerjisini mekanik enerjiye çeviren motorların icat edilmesi, XVII. yüzyılı bulmuştur. Böylece, Orta Çağ (feodalizm) ile özdeşleşen yel değirmenleri, yerini, Modern Çağ/Makine Çağı (kapitalizm) ile özdeşleşen buhar makinesine bırakmıştır.74 Marx’a göre, su değirmeni ve saat, manifaktür çağında üstlendiği rol ile makine çağını başlatan en önemli araçlardır. Nitekim saat yapımında ve değirmencilikte gerçekleştirilen ilerleme, bilimsel araştırmayı da zorunlu kılmıştır. (Teknolojiden bilim üretimi) Saatin hareketi; yani yeknesak düzenli hareket, otomasyon ve otomatik hareket fikrinin oluşmasını sağlamış ve bu fikrin üretim sürecinde kullanılmasının önünü açmıştır. Su değirmenlerinin dayandığı, suyun itme gücünden yararlanarak üretim yapma fikri ve girişimleri, mekanik ve hidrolik ile ilgili, bilimsel ve teorik araştırmaların yapılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, Marx, buhar makinesinin icadı ve geliştirilmesi öncesi, manifaktür döneminin büyük önem taşıyan bilimsel-teknik başarılarına vurgu yapmaktadır.75

Buhar makinesinin icadında, Fransız Denis Papin’in (1647-1713) önemli bir yeri vardır.

Papin, ilkel bir buharlı tencere (silindir ve pistondan oluşan bir düdüklü tencere) yaparak buhar makinesinin fikrî temellerini atmıştır.76 İlk buhar makinesi, Thomas Newcomen (1664-1729)

geçişi sağlayacak bir “Modern Mühendislik Konsepti”ne ulaşmıştır. Bu eserin önemi, Watt’ın bu eseri incelemek amacıyla Almanca öğrenmesinden de anlaşılabilir. Bkz. Tez, A.g.e. , s. 139.

74 Modern Çağ’a Otomasyon Çağı da denilebilir. (Y.n.)

75 Elif Süreyya Genç, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yenileşme ve Buhar Makineleri, Doğu Kitabevi, İstanbul 2010, s. 87.

76 Elif Süreyya Genç, A.g.e. , Doğu Kitabevi, İstanbul 2010, s. 89-90. ; Ayrıca Mısırlı Heron da birinci yüzyılda, 50 yıllarına doğru, İskenderiye'de uçları birbirlerine göre zıt yönleri gösteren iki eğik tüpün yerleştirildiği oyuk bir küreden türbin yapmıştır. Bu kürede su kaynatıldığında, ortaya çıkan buhar, etki-tepki kanunu gereği, kürenin dönmesine yol açmakta idi. Bkz. <www.turkcewiki.org/wiki/Buhar_makinesi>.

47 tarafından üretilerek maden endüstrisinde kullanılmıştır. Ancak, bu kullanım, çok verimli olmamıştır. Nitekim buhar motorları, Watt’ın Newcomen’ın buhar motorunun tamir edilmesi için kendisine teslim edilmesine kadar, ekonomik bir devrime neden olabilecek güçte olmamıştır. Watt, kendisine tamir edilmesi için teslim edilen buhar motorunu, tek zamanlılıktan iki zamanlılığa dönüştürmeyi başarmıştır. Böylece, önceden klasik güç kaynakları olan insan ve hayvan gücü ile yarışamayacak kadar zayıf olan buhar motorları, devasa bir güce ulaşmıştır.

Bu noktadan sonra da, buhar motoru, endüstride kullanılan devrimci bir teknolojik icat konumuna yükselmiştir.77 Dolayısıyla, endüstriyel kapitalizmin, Modern Bilim-Modern Teknik-Modern Endüstri süreciyle kurumsallaşmasını gerçekleştirdiği bu döneme, Mucitler Cemaati’nin en önemli isimlerinden birisi olan James Watt’ın (1736-1819) buhar makinesinin damgasını vurduğu söylenebilir. Nitekim Watt’ın çarklı buhar motoru, 1776’da maden eritme ocağında, 1785’de pamuklu eğirme silindirlerinde, 1790’da ise mucit Samuel Crompton’un (1753-1827) eğirme çıkrığında kullanılmıştır.78

Buhar motoru ile köleler ve hayvanlar tarafından çok zor şartlarda yapılan birçok iş, artık makineler tarafından yapılır hâle gelmiştir. Nitekim Watt’ın gücünü muazzam noktalara çıkardığı buhar motoru yoluyla, modern endüstri kurulabilmiştir. Böylece, yeni üretim/değer yaratma süreci, daha önceleri olduğu gibi bir işkolunda sadece kölelere (insan ya da hayvan) dayandırılmış kas gücüne bağlı olarak değil; modern teknolojik bilgiye dayalı olarak organize

77 Ticârî olarak satılan buhar makinesinin patenti, ilk olarak Thomas Savery (1650-1715) tarafından, 1698 yılında alınmıştır. Thomas Newcomen (1664-1729) ise suyu madenlerden tüm ülkeye pompalayan motorları geliştirmiştir.

1764 yıllarında, James Watt’a (1736-1819) tamir edilmesi için bir Newcomen motoru verilmiştir. Watt, makinenin verimsiz olduğunu görerek yeni bir tasarım geliştirmek için çalışmaya başlamıştır. Böylece, buhar makinesi için, büyük buhar kayıplarını önlemek için ayrı bir yoğuşma odası tasarlamıştır. Buhar makinesinin ilk örneklerini geliştiren selefleri gibi bir mucit ve mühendis olan Watt, 1769 yılında bu motorun patentini almıştır.

<www.bbc.co.uk/history/historic_figures/watt_james.shtml>.

78 Zeki Tez, A.g.e. , s. 138. ; Michael Adas, A.g.e. , Çev. Ahmet Demirhan, İnsan Yayınları, İstanbul 2001, s. 150.

48 edilen makinelerin, fabrikasyon ve seri üretim süreci içinde, modern üretici güçlere dönüşmesiyle tarih sahnesine çıkabilmiştir. Nitekim çarklı buhar motorunun eğirme makinelerinde kullanılması ile İngiliz Pamuk Tekstil Endüstrisi’nin hızlı bir şekilde gelişmesi, bu dönüşümü gösteren somut bir örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla, bu dönemde, Watt’ın çarklı motorlarının kullanımının çoğalması ile endüstriyel teknoloji gelişerek ekonomide hızlı bir değişim ve dönüşüm meydana gelmiştir.79

Şimdi de, buhar makinesinin evrimsel gelişimini inceleyelim.

1698: Thomas Savery patenti.

1712: Thomas Newcomen patenti.

1763: Watt, Newcomen motorunun problemini keşfeder.

1765: Watt, hâricî kondansatörü icat eder.

1769: Roebuck ve Watt, motorun patentini alır.

1774: Boulton, Roebuck’un patent haklarını elde eder.

1776: Boulton ve Watt motorunun ilk ticârî satışı gerçekleşir.

1781-2: Güneş ve planet dişlileri ile iki zamanlı motorların patenti alınır.

1800: Motor patenti geçerliliğini kaybeder.80

Görüldüğü gibi, Watt’ın selefleri ve Watt dönemindeki mucitler, Sanayi Devrimi’nin ve Batı kapitalizminin inovatif insan kaynakları olmuşlardır.

79 Tez, bu durumun, ilk motorun 1784’te faaliyete geçmesinden on yıl sonra, çeşitli endüstrilerde 150 motorun,

79 Tez, bu durumun, ilk motorun 1784’te faaliyete geçmesinden on yıl sonra, çeşitli endüstrilerde 150 motorun,