• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI ANADOLU’DA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM: KAYSERİ VE AKSARAY ÖRNEKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI SERMAYE BİRİKİMİ Doktora Tezi Ercan GEÇGİN Ankara-2015

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI ANADOLU’DA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM: KAYSERİ VE AKSARAY ÖRNEKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI SERMAYE BİRİKİMİ Doktora Tezi Ercan GEÇGİN Ankara-2015"

Copied!
303
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

ANADOLU’DA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM: KAYSERİ VE AKSARAY ÖRNEKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI SERMAYE BİRİKİMİ

Doktora Tezi

Ercan GEÇGİN

Ankara-2015

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

ANADOLU’DA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM: KAYSERİ VE AKSARAY ÖRNEKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI SERMAYE BİRİKİMİ

Doktora Tezi

Ercan GEÇGİN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Nilay ÇABUK KAYA

Ankara-2015

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

ANADOLU’DA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM: KAYSERİ VE AKSARAY ÖRNEKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI SERMAYE BİRİKİMİ

DOKTORA TEZİ

Ercan GEÇGİN

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nilay ÇABUK KAYA Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya ……….

Prof. Dr. M.Aytül Kasapoğlu ……….

Prof. Dr. Metin Özuğurlu ……….

Prof. Dr. Aylin Görgün Baran ………... ..

Prof. Dr. Necmettin Özerkmen ………..

Tez Sınavı Tarihi:29/09/2015

(4)

II

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRÜĞÜNE

Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (30/09/2015)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

Ercan GEÇGİN

İmzası

(5)

III

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ……….III

TABLOLAR LİSTESİ……….VI

ŞEKİL VE FOTOĞRAFLAR LİSTESİ………..VII

KISALTMALAR……….VIII

ÖNSÖZ……….IX

1.BÖLÜM:GİRİŞ ………1

1.1.Araştırmanın Problemi………..………...…...….9

1.2. Araştırmanın Amacı ……….………13

1.3.Araştırmanın Önemi ve Sınırlılıkları……….………...….15

1.4.Temel Kavramlar………..………..15

1.4.1. Sermaye Birikimi………..…………..15

1.4.2.Burjuva………..…..25

1.4.3.Girişimcilik………..29

1.4.4.Ekonomik Sosyalleşme ……….…….30

1.5. Kuramsal Çerçeve………..……….…..30

1.5.1 Sosyolojik Tipleştirme ve Tekilleştirme………..………...……...46

1.5.2. Doğurgan Yapısalcılık Açısından Ekonomik Sosyoloji ve Ekonomik Coğrafya ……….49

1.6. Yöntem……….……54

1.6.1. Araştırma Türü ……….……...…...55

(6)

IV

1.6.1.1. Temellendirilmiş Kuram Türleri ………..…60

1.6.2. Veri Toplama Teknikleri ……….66

1.6.3. Örneklem Stratejisi ve Analiz Süreci………..….67

2. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE SOSYO-EKONOMİK GELİŞİM SÜRECİNDE KAYSERİ VE AKSARAY………..…70

2.1.Türkiye’de Eşitsiz Sosyo-Ekonomik Gelişme………..73

2.1.1.Eşitsiz ve Bileşik Gelişme……….75

2.1.2. Tarihsel Açıdan Kayseri’nin Sosyo-Ekonomik Gelişimi………...…..77

2.1.3. Tarihsel Açıdan Aksaray’ın Sosyo-Ekonomik Gelişimi……….….94

2.1.4.Kayseri ve Aksaray Üzerine Yapılan Araştırmalar………...…96

3. BÖLÜM: FIRSATLARI KOLLAYAN BİR KENT: KAYSERİ…………..….102

3.1. Kayseri’de Sosyo-Ekonomik Evrenin Profili ……….…..103

3.1.1.Coğrafyanın Etkisi: Fırsatlar, Tekinsizlik ve Düzen İstenci………..…. 108

3.1.2.Sektörel Kümelenme, Sermayenin Tekelleşmesi ve Taklit Ekonomisi……...114

3.1.3.Siyasal Sermayenin Ekonomik Gelişimdeki Etkisi……….121

3.1.4.Kayseri’nin Ekonomik Uzamında Sosyal Sermaye ve Sembolik Sermaye….124 3.1.5. İtibar Sermayesi Olarak Kayseri’de ‘Hayırseverlik’………..128

3.2.Kayseri’de ‘Oturma’ Kültürü……….….140

3.3.Kayseri’de Ekonomik Sosyalleşme, Ticaret Kültürü ve Ticaret Habitusu…….149

(7)

V

3.3.1.Ticaret Kültürünün Sosyo-Kültürel Aktarımı ……….156

3.3.1.1. “İşini Bilicen, Adamını Bulucan” ………...158

3.3.1.2.“Hamallığını Yapmadığın Bir İşin Patronluğunu Yapamazsın” …………..158

3.3.2.Geçmişin Kültürel Mirası: Gayrimüslimlere Bakış………..……..….159

3.4. “Kayserili” Kimliği ve “Girişimcilik Ruhu” Söylemi…….………….……….162

3.4.1.“Kayserili Kendi İşini Kendi Halleder” ……….………….167

3.4.2. “Kayserili Riske Girmez” ………..168

3.4.3.“Kayseri Yerlisi”-“Kayseri Köylüsü” Ayırımı………169

3.5.Çerçilikten Pazarlamacılığa, Pazarlamacılıktan Sanayileşmeye Kayserili Burjuvanın Fetihçi Kültürü………...…172

3.6.Kayseri’de Özgün Bir Girişimci Tipi: Homo Kaysericus ……….…… 175

3.6.1.Homo Kaysericus’un Girişimci Ruhu ……….177

3.6.2. Girişimciliğe Övgü: “Girişimci Milletin Efendisidir”………...…….179

3.6.3.Fıkralarda Homo Kaysericus ………...……180

3.7.Kayseri’de Yarı-Bağımlı Sosyo-Ekonomik Gelişme ……….……184

3.8. Homo Kaysericus’un ‘Takım’ları ……….187

4. BÖLÜM: FIRSATLARIN KIYISINDA BİR KENT: AKSARAY……….195

4.1. Aksaray’da Ekonomik Evren ……….….…..195

4.1.1. Siyasetin Etkisi ……….………..…197

(8)

VI

4.1.2. Yabancı Sermaye Etkisi……….….202

4.1.3. Coğrafya Etkisi: Avantajlar ve Dezavantajlar………..…….….203

4.1.4. Almanya Deneyimlerinin Etkisi ………204

4.1.5. Sosyal Sermaye Olarak Dernek ve Cemaatlerin Rolü ……….…..208

4.2.Ekonomik Zihniyeti Etkileyen Sosyo-Kültürel Çerçeveler ………...…210

4.2.1. Güven Sorunu……….…213

4.2.2. Kurumsallaşamama Sorunu………..…..219

4.2.3. İki Kültür Arasında Sıkışma……….…..222

4.3. Aksaray’da Ekonomik Form ve Ekonomik Sosyalleşme ……….……223

4.4. Aksaray’da Geleceğe Yönelik Fırsatlar ve Stratejiler: Lojistik Merkez Olma Hayali ……….……..…226

4.5.Aksaray’da Bağımlı Sosyo-Ekonomik Gelişme ………...229

4.6.Aksaray’da Ekonomik Takım: Tutuk Girişimci ……….…….….….231

5. BÖLÜM: KAYSERİ VE AKSARAY KARŞILAŞTIRMASI BAĞLAMINDA TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM……….……...232

5.1. ‘Çifte Hareket’ Açısından Anadolu’da Toplumsal Dönüşümü Anlamak …...234

5.1.1.“Pantolon Üstüne Etek Giyen İnsan Tipi”……….243

5.2.Kayseri ve Aksaray’da Kapitalizmin Yeni Ruhunu Aramak ………...245

6.BÖLÜM: SONUÇ……….……….….……..249

(9)

VII

KAYNAKÇA……….……..259

EKLER……….….282

EK 1. Derinlemesine Görüşme Formu (Kayseri)……….……..….….282

EK 2. Derinlemesine Görüşme Formu (Aksaray)……….…..……..284

ÖZET………...….…286

ABSTRACT……….…….288

(10)

VIII

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1 : Göker'in (2007) Ekonomik Sosyoloji İle İlgili Yapmış Olduğu

Karşılaştırmanın Birleştirilmiş Hali ………...52 Tablo 2: Temellendirilmiş Kuram Yöntemindeki İki Yaklaşımın Farklılıkları……..57

Tablo 3: Küresel Kapitalizmin Aşamaları ………....70 Tablo 4. Açık Kodlamaya Dayalı Aksaray’da Ekonomik Gelişmeye Etki Eden Faktörler ………..…225

(11)

IX

ŞEKİL VE FOTOĞRAFLAR LİSTESİ

Şekil 1. Ritzer’in (2013) Toplumsal Çözümlemenin Başlıca Düzeyleri ……...……33

Şekil 2. Mikroskobik-Makroskobik Süreklilik Çizgisi .………..….……..35

Şekil 3. Nesnel-Öznel Süreklilik Çizgisi ……….……..36

Şekil 4. Teori Tanımlama veya Görsel Model………..………..…62

Şekil 5. Kayseri’de Yarı-Bağımlı Sosyo-Ekonomik Gelişme ……….……....186

Şekil 6. Takım-Oyuncu Metaforu……….193

Şekil 7. Aksaray’ın Bağımlı Gelişmesini Açıklamaya Yönelik Kuramsal Model...230

Fotoğraf 1. Kayseri’nin Sokaklarında Sıklıkla Karşılan Hayratlardan Bir Kare…..131

Fotoğraf 2. Kayseri Ticaret Odası’nın Girişinde Yazılı Tabela………..……..180

(12)

X

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

AKP : Adalet ve Kalkınma Partisi A.Ş. : Anonim Şirketi

AKSARAYOSB :Aksaray Organize Sanayi Bölgesi DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

ESI : Europan Stability Initattive

IMF :International Moneraty Fund (Uluslararası Para Fonu) KOBİ :Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler

KÖY :Kalkınmada Öncelikli Yöre KOSB :Kayseri Organize Sanayi Bölgesi KSS :Küçük Sanayi Sitesi

MÖ :Milattan Önce

MS :Milattan Sonra

KOSGEB : Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi geliştirme dairesi başkanlığı OSB :Organize Sanayi Bölgesi

TKY :Temellendirilmiş Kuram Yöntemi TSO : Ticaret ve Sanayi Odası

MÜSİAD :Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği

TUSKON :Türkiye İş Adamları Ve Sanayiciler Konfederasyonu TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu

TÜSİAD :Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği

(13)

XI ÖNSÖZ

Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişim sürecindeki kentler arasında öne çıkabilmiş belli başlı kentlerin olduğunu görmekteyiz. Kayseri tarihsel geçmişinden biriktirmiş olduğu sermaye yapılarının verdiği imkan sayesinde bunu dünya ekonomik sistemine ve de kapitalizmle uyumlu bir karaktere bürünebilmektedir.

Sosyo-kültürel faktörler, din, devlet ve başka unsurların da etkisi ile geçmişte çağın ekonomilerinde nasıl rol oynamışsa, bugünkü ekonomik sistemde de kendine özgü bir formla var olmayı sürdürmektedir. Sermaye birikimine zemin sağlayan söz konusu sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel zeminin analizi, bu çalışmanın konusunu oluşturmuş ve nihayetinde Kayseri’deki ekonomik yapının sosyolojik çerçevesi sunulmaya çalışılmıştır. Kayseri’nin kendine özgür bir ekonomik insan tipinin (Homo Kaysericus) ortaya çıktığını temellendirilmeye doğru gidilmiştir. Diğer taraftan Aksaray bir kontrol grubu şeklinde ele alınarak, bu ildeki sermaye birikim sürecine etki eden faktörler, etkileşim süreçleri yakından irdelenmiştir.

Bu çalışma sürecinde beni destekleyen, katkı ve yönlendirici rol oynayan değerli tez danışmanım Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya’ya içten teşekkür ederim. Keza değerli katkılarını ve önerilerini her fırsatta dile getiren tez izleme komitesi üyesi Prof.Dr. Aytül Kasapoğlu’na, Prof. Dr. Metin Özuğurlu’ya, tez değerlendirmesi jürisi olarak yer alan Prof. Dr. Aylin Görgün Baran’a ve Prof. Dr. Necmettin Özerkmen’e teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca görüşmelerin gerçekleşmesinde katkı sunan tüm katılımlara da çok teşekkür ediyorum.

Ercan GEÇGİN

Eylül, 2015

(14)

I.BÖLÜM:

GİRİŞ

“Bir Avrupalıya sevginin tanrısından söz edecek olsan, yüzünü buruşturur ve güler, senin düşüncenin yalınlığıyla alay eder. Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da koca bir ağır kâğıt uzatacak olursan, o an gözleri parlar ve dudaklarının arasından salyalar akar. Onun sevgisi paradır, tanrısı paradır. Onlar, yani beyazların tümü uykularında bile bunu düşünürler.” (Göğü Delen Adam, 2014:36)

21. yüzyılın ilk çeyreğinde Dünya'nın manzarasına bakıldığında ilk göze çarpan problemlerin ekonomik, siyasi, etnik ve çevresel olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ekonomik krizler, etnik çatışmalar, kültürel farklılıklar, siyasi kamplaşmalar, her türden sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, ayırımcılıklar, sosyal dışlanma, ahlaki çözülmeler, yoksulluklar, ekolojik sorunlar ve daha pek çok problem rahatlıkla sıralanabilir. Buna mukabil sosyoloji, bir toplumsal sorunun her şeyden evvel gözle görülür bir şekilde kendini belli etmesi gerektiğinde ısrarcı değildir. Olağan görülen bir toplumsal akış içinde de pekâlâ "sorun" tespit edilebilir ve bu son derece toplumsal ve de tarihsel bir nitelik taşıyabilir. Bundan hareketle söz konusu bu çalışma kendi "sorununu" hem olgusal açıdan rahatlıkla fark edilen taraflarıyla, hem de ilk etapta doğrudan fark edilmeyen boyutuyla ele almaya çalışmaktadır.

(15)

2

Küresel ölçekte yaşanmakta olan toplumsal dönüşümden bugün Türkiye de etkilenmektedir. Ekonomik, politik ve kültürel açılar başta olmak üzere Türkiye yeni bir toplumsal dönüşüm sürecindedir. Bu çalışmanın çıkış noktası da Anadolu'da yerel ölçekte yaşanan dönüşümlerdir. Dünyadaki sosyo-ekonomik eşitsiz gelişmelere paralel olarak Anadolu’da da eşitsiz bir gelişim söz konusudur. Küresel rekabetçi kapitalist düzenin olanaklarını yerelde sermaye birikimine dönüştürmeyi başaran dinamikler (veya işletmeler) ile bu olanağa sahip olamayan yerellikler arasındaki farklılıklar, eşitsiz gelişiminin toplumsal sonuçlarını yaratan unsurlardır. Anadolu'da toplumsal emeğin düzenlenişi ile yerel sermayenin yapısı ve zihniyeti arasındaki mekânsal, sınıfsal, cinsel ve etnik yönden yaşanan karşılaşma, bir yönü ile yeni bir yerel toplumsal bütünleşmeye dönüşürken, diğer yönü ile de "küresel piyasa toplumuna" eklemlenen bir sürecin dinamiğine işaret etmektedir.

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı coğrafyalarında da bazı bölgelerin ekonomik gelişme gösterip birer cazibe merkezi haline dönüşmelerine karşın neden diğer kentlerin durgun veya gerileme içerisinde oldukları akademisyenler ve pratisyenler arasında merak konusu ola gelmiştir (Özgür ve Erdal,2003). Bu konuda farklı teoriler geliştirilmiş olsa da genel itibariyle ağırlıklı bakış açısı ekonomik yönelimli bir eğilimin altında veya Fine’nın (2008) ifadesiyle belirtecek olursak ekonominin sömürgesi altında gelişen teoriler olmuştur.

Neoliberal piyasa toplumu ile birlikte dünya pazarlarına yönelik üretim yapan ve bu eğilime uygun örgütlenmeleri içeren ‘küresel fabrika’ (Özuğurlu,2008:17) niteliğinin halihazırda Anadolu’nun yerel kalkınma dinamikleri olarak sunulan bölgelerin en belirgin özelliği olduğu gerçeği Kayseri için de geçerlidir.

Oluşturulmaya çalışılan Organize Sanayi Bölgeleri vasıtasıyla yerel ölçekte

(16)

3

mekânsal farklılaştırmaya yönelik toplumsal emeğin düzenlenişini eşitlikçi bir sistem yerine, nüfusun çalışan kesimin giderek proleterleşmesi aracı olmuştur/olmaktadır.

Ancak bu proleterleşme süreci emeğin yeniden düzenleme mekanizmaları aracılığıyla farklı bir toplumsal rotaya bağlanmaktadır. Polanyi’nin (2003) karşılıklılık, yeniden dağıtım ve değişim şeklinde ortaya koymuş olduğu ekonomik ilişkilerin ilkeleri bu açıdan iki yönlü olarak işlev görmektedir. Değişim ilkesi piyasa sistemine entegrasyonu, karşılıklılık ve yeniden dağıtım ilkeleri ise geleneksel toplumsal bağların piyasa ilişkililerinde işlevsel hale getirilmesi sürecinde kullanılmaktadır. Piyasa ilişkilerinin her geçen nüfuz alanını toplumsal bağlam içinde derinleştirdiği günümüzdeki süreci anlamanın ve açıklama biçimleri geliştirmenin sosyolojinin gündemlerinden biri olmasından hareketle bu çalışma Kayseri ve Aksaray özgülünde ve bütünsel bir bakış açısı temelinde ekonomik- toplumsal dönüşümü ve bu dönmüşümün dinamiklerini karşılaştırmalı şekilde anlamaya çalışmaktadır.

Kayseri, küresel piyasa toplumuna, tarihselliği içinden yaratmış olduğu girişimci tiple eklemlenmeye çalışırken kendi yerel kültürel ve dini formasyonunu da bu eksende kullanabilme örneğidir. Buna karşın Kayseri ve Aksaray'ın sosyo- ekonomik göstergeler açısından gelişim farklılığı taşıması1 ve yıllardır oluşturulan

1 Kalkınma Bakanlığı'nın açıklamış olduğu 2011 "İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması'na (SEGE) göre Kayseri 17. sırada görülürken, Aksaray 55. sırada listeye girmiştir. 2003'teki araştırmada kullanılan 58 değişkene karşılık, SEGE-2011 çalışmasında demografi, eğitim, sağlık, istihdam, rekabetçi ve yenilikçi kapasite, mali kapasite, erişebilirlik ile yaşam kapasitesi olmak üzere 8 alt kategoride ve çoğunluğu 2009-2010 yıllarına ait olmak üzere 61 değişken kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenlerin seçiminde ilin ülke içindeki ekonomik ağırlığı ve potansiyeli, sosyal gelişmişlik seviyesi, ortalama bireysel refah düzeyi, il ölçeğinde ekonomik ve sosyal gelişmişlik ile bireysel refah arasındaki kümülatif denge ve veri teminine ilişkin süreklilik hususları gözetildiği belirtilmiştir.

(http://www.cnnturk.com/2012/ekonomi/genel/05/25/illerin.sosyo.ekonomik.gelismislik.siralamasi.gu ncellendi/662420.0/index.html, erişim:25.05.2012)

(17)

4

kalkınma planlarında eşitsizliğin bir türlü giderilememiş olması genel toplumsal bir problemdir.

II. Dünya Savaşı sonrası dünya çapında yaşanan toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel dönüşüm için pek çok sosyolog farklı tanımlamalar yapmıştır. Günümüz dünyasını "post-endüstriyel toplum" olarak tanımlayan Bell (1999:126-128) yeni toplumsallığın bilginin çevresinde organize olduğuna kapı aralamaktaydı. Zira toplumun temel kurumsal gereksinimlerinin bilgi ve akla dayalı değerlere kayması ile kararların daha teknik bir nitelik alarak bilimcilerin veya daha profesyonel mesleklerin (örneğin ekonomistler) siyasi süreçlere doğrudan girdiği bir yeni dönem ortaya çıkmıştır (akt.Belek,1999:155). "Postkapitalist" paradigmanın savunucu Drucker'a göre ise yeni toplumsal yapının en önemli belirleyicileri bilgi ve bilginin kullanıcıları, becerileri, ilişkilerdeki zenginleşme, eğitim düzeyinin yükselmesi;

yüksek özgüven;"katılım"; toplumsal dayanışmasının artışı olmaktadır. Toplumsal dayanışma "üçüncü" ya da "sosyal sektör" olarak tanımlanan yeni bir aktivasyon ortamı içinde canlandığını öne süren bu paradigma, "sosyal sektör" vurgusuyla formel iş ortamının sonlanması ve enformel çalışma ilişkilerinin yaygınlaşmasını temel alır (akt. Belek,1999:152-153). "Enformasyonel toplum" veya "enformasyonel ekonomi" kavramını ortaya atan Castells (2005:209) ise enformasyonelin küresel ekonominin gelişiminde farklı kültürel/ulusal bağlamlarda hayat bulduğunu belirtir.

Bu süreçte gelişen teknoloji değil sadece örgütlenme mantığında da yeni bir farklılaşma yaşanmaktadır. Yeni teknolojik paradigma ile yeni örgütlenme mantığının uyum ve etkileşimi, muhtelif kültürel ve kurumsal bağlamlarda ve farklı Değişkenler göz önüne alındığında her ne kadar karşılaştırma güçlüğü ortaya çıksa da bir fikir vermesi babında 1996 ve 2003'teki araştırmalarla kıyaslandığında Kayseri ve Aksaray'ın gelişmişlik sürecine ilişkin kısmi bir bilgi elde edilebilir. Söz gelimi Aksaray 2003 verilerinden hareketle 1996'ya göre iki sıra gerilerken, Kayseri üç sıra gerileyen iller arasına girmiştir (DPT 2003:53).

(18)

5

biçimlerde kendini gösterir. 1970'lerdeki ekonomik krizin kitlesel üretim sistemini değiştirmesi ve (Coriat'a göre "Fordizm"den "post-Fordizm"e geçiş süreci) piyasaların yeni yapısal koşullara uyum sağlama sürecinde şirketlerin dikey örgütlülüğünün yetersizliği sonrasında yatay pozisyonda şirketlerarası ağların oluşumu ve bununla birlikte küresel girişim ağlarının yaygınlaşması, enformasyonel düzenin "ağ toplumuna" ilişkin geçiş özellikleri olarak kendini göstermiştir (Castells,2005:210-244).

1980 sonrasında küresel boyutta yaşanan dönüşümden Türkiye de payını almış, sadece politik değil ekonomik ve toplumsal bakımdan da önemli ölçüde farklılaşmaya uğramıştır. Batı, hızla sanayi sonrası toplum özelliklerini ve enformasyonel ekonominin karakterini alırken Türkiye ile Batı arasında neo- liberalizm üzerinden kurulan köprü Türkiye’yi farklı eksenlerde bu sürece eklemlenmesini sağlamıştır. Zira sanayi toplumu özelliğini yaşayamadan sanayi ötesi toplumun kanallarına akarak onun karakterini almaya başlayan Türkiye’nin toplumsal dinamiği de değişim göstermiştir. Avrupa’ya göçle birlikte 1990’larda açığa çıkacak olan toplumsal yeni ağlar, 1980 öncesinde pek rastlanmasa da 1990’larda kendini iyice hissettirecek olan Anadolu sermayesi (veya MÜSİAD), Siyasal İslam, Kürt sorunu, taşeronlaşma, özelleştirmeler, Küçük ve Orta Boy İşletmelerin yaygınlaşması, politik açıdan yaşanan dönüşüm, bölgeselleşme dinamikleri gibi pek çok faktör yeni bir sürece girildiğinin açık göstergeleri olmuşlardır.

1980 sonrasında Türkiye’de uygulanan ihracata dönük kalkınma stratejisi ve bu stratejinin bütünleşeceği neo-liberal küresel politikanın sunduğu koşullar çerçevesinde yeni sanayi odakları belirmeye başlamıştır. Yerel ve ulusal kalkınmanın

(19)

6

tepeden –aşağı merkezi idari ile alttan-yukarı yerel dinamikler ve kamu sektörü ile özel sektör arasındaki karşıtlıkların gündemde olduğu bir süreç içerisinde "Anadolu Kaplanları" denilen ve yeni sanayi odaklarının öznesi olan aktörleri ortaya çıkmıştır.

KOBİ’lerin yerelin dinamikleri olarak ortaya çıkan bu özneler tüm Anadolu'da değil, belli başlı bölgesel dinamiklerin öncü rolünü üstlenmişlerdir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde yer alan sanayi odaklarının başında, Denizli, Gaziantep, Çorum, Kayseri ve Kahramanmaraş gibi iller yer almaya başlamıştır. Kendiliğinden ortaya çıkan birer büyüme kutbu olarak görülen bu iller, bölgelerindeki diğer illeri de kalkınma sürecine katarak, uluslararası piyasalarda yarışabilmeleri olanağına erişmişlerdir (Özaslan, 2006).

Anadolu sermayesinin “Anadolu Kaplanları” adıyla önce kapitalistleşmeye yönelik kontrollü bir kabul, sonrasında küreselleşmeye yönelik atılım ve ardından bölgeselleşmeye doğru kayan eğrisinde en tipik örnek olarak Kayseri ili gösterilebilir. Ancak Kayseri hem yerel hem küresel imkânlar ölçüsünde kendini ekonomik yönden belli etmiştir.

Sermayenin küreselleşmesi temel boyutlarından olan “yerelleşme”

küreselleşmeye karşı hem bir direnç ve hem de onunla esnek üretim(post-fordist) aracılığıyla bütünleşmesini sağlayan karşıt ikili sürecin bir uzantısı olarak varlık kazanmıştır. Küresel ile yerelin karşılıklı kendilerini yeniden üretmeleri olarak tarif edilen “glokalleşme” ya da “küyerelleşme” (Robertson,1999:116) olgusu, “zaman”

ve “mekansal” konumlanış açısından küresel olarak bölgesel farklılıklarda göreli açıdan azalmaya yol açılırken mekansal bağımlılığın da arttığı bir sürece (Eraydın,2006:20) gönderme yapmaktadır.

(20)

7

Yerel kaynaklar ve yerel yönetimlerin politik ve ekonomik ağlarla yeniden anlamlandırılıp gelişim gösterdiği 1990’ların Anadolu’sunda İslami saiklerle ortaya çıkan toplumsal kuvvetin ekonomi-politik boyutu “Ilımlı İslam” olarak adlandırılmıştır Neoliberalizmin yereldeki imkanını işlevselleştirerek kendi toplumsal bağlamını geleneksel bağıntılar üzerinden yeniden üreten bu yeni dönüşüm dinamiği, İslam dünyasındaki Cihadist felsefenin yerine neoliberalizm tarzında yeni bir ekonomik felsefenin, yani “dinsel felsefeye uyarlanmış halini yansıtıyordu ki bu daha sonra “Piyasa İslamı” olarak (Haenni,2011) tarifini bulacaktır.

Çalışma başlığında kullanılan “sermaye birikimi” kavramının bu çalışmadaki manasına da kısaca değinmek yerinde olacaktır. Genel olarak Marksist analizin anahtar kavramlarından olan sermaye birikimine bu çalışmada yüklenilen anlamın Marksist çerçevenin de ötesine giden yorumlamalara imkan veren bir boyutu vardır.

Özellikle mikro ve orta ölçekteki analizlerde birden fazla teorik açıklamalara ihtiyaç duyulmaktadır. Sermaye birikimini, artı-değer üretimi, üretim ilişkileri, mülksüzleşme, işçileşme gibi süreçlerden yola çıkarak analziler gerçekleştirmek mümkündür. Bu çalışma bu yaklaşıma alternatif de değildir. Bilakis onu tamamlayacak başka boyutlara odaklanmayı tercih etmiştir. Ağırlıklı olarak ekonomik girişimcilerin ilişki biçimlerinin dahil olduğu sosyo-kültürel formun sermaye birikimine etkisine yoğunlaşılmıştır. Dolayısıyla sermaye birikimiyle ilgili analizlere bir katkı sunmayı amaçlamıştır. Sermaye birikiminin ekonomik yönünden ziyade ekonomi-dışı alanın sermayelerine odaklanarak bu alan etkisi gözler önüne serilmek istenmiştir. Farklı sermayelerin bileşkesi ve dinamizmi olarak “toplumsal dönüşüm” ele alınmıştır. Bu açıdan ekonomik sermaye, sosyal sermaye, kültürel

(21)

8

sermaye ve sembolik sermaye türlerinin bir bileşkesi olarak sermaye birikimi kullanılmıştır. Sermayelerin birikimi bütünsel bir düzlemde kavranmıştır.

Bir diğer nokta da toplumsal ilşkilerden hareketle ekonomik evren analiz edilmeye çalışılırken toplumsal alanla ekonomik alan iki ayrı entite olarak kavranmamış, bilakis bir bütünün parçaları olarak görülmüşlerdir.

Çalışmada somut bulgulardan hareketle tarihsel bir ekonomik-kültürel bir tip olarak Homo Kaysericus kavrmsallaştırılmasına varılmıştır. Kayseri özgülündeki bu tip, mekanı ve zamanı aşan bir kültürel forma sahiptir. Araştırmada “kontrollü- yenilikçi girişimci” olarak nitelendirilen girşimci tipi Homo Kaysericus’ın altını dolduran bir karakter olmuştur. Bu tipin ait olduğu sosyo-ekonomik gelişim bağlam ise “yarı-bağımlılık”tır. Aksaray’da ise Kayseri’ye göre bağımlı bir sosyo-ekonomik gelişimin olduğu sonucuna varılmıştır. Girişşimci tipi ise sosyal sermaye ve kültürel sermaye formlarından çok fazla istifade edememesinden, ekonomik alanın bilgi stoğunu başta siyasal müdahaleler olmak üzerede pek çok alanın müdahalesinden dolayı bir “tutukluk” yaratmıştır. Aksaray’daki girişimci tipi ise bu çerçevede “tutuk girişimci” şeklinde soyutlandırılmıştır.

Bu çalışma, beş ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çalışmanın problemi, amacı, önem ve sınırlılıkları, konuyla ilgili temel kavramlar, yöntem, kuramsal çerçeve ve yöntem başlıklarına yer verilmiştir. İkinci bölümde Türkiye’de sosyo-ekonomik bağlam temelinde Kayseri ve Aksaray hakkında makro verilere tarihsel açıdan bakılmıştır. Üçüncü ve dördüncü bölümde saha araştırmasının bulguları analiz edilip tartışılmıştır. Beşinci bölümde Kayseri ve Aksaray’da ortaya çıkan toplumsal dönüşüm “çifte hareket” kavramıyla açıklanmaya çalışılmış ve yeni kapitalist ruhun görünümlerine yer verilmişti. Son bölümde ise bulgulardan ve

(22)

9

analizlerden hareketle elde edilen sonuçlar dikkate alınarak genel bir değerlendirme yapılmıştır.

1.1.Araştırmanın Problemi

Türkiye’nin küresel kapitalizme eklemlenme süreci, eşitsiz ve bağımlı bir niteliğe sahiptir. 1980 sonrası neoliberal kalkınma modeline entegre olan Türkiye’de bu entegrasyonun maddi üretim zemini Anadolu’da yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Anadolu’nun yerelinde meydana gelen sermaye birikim süreçleri her ilde eşit düzeyde gerçekleşmemektedir. Esasında kapitalist üretim sistemi içerisinde sermaye birikiminin bizatihi kendisi eşitsiz ve sömürü ilişkilerine dayanmaktadır. Bu çalışmanın temel problemini de Kayseri ve Aksaray özelindeki sosyo-ekonomik açıdan eşitsiz gelişme oluşturmaktadır. Kayseri gibi sanayi odağı haline gelmiş iller daha fazla ön plana çıkarken, Aksaray gibi az gelişmiş iller bu odakların gölgesinde hareket etmektedir.

Kapitalizme eklemlenme süreciyle birlikte gündeme gelen Ilımlı İslam tartışması, ekonomi-politiğin başka bir yüzünü temsil etmiştir. Anadolu’da yükselen burjuvazinin ideolojisi haline gelen bu eğilim, en nihayetinde kapitalizmle etkileşim halinde ve onunla uyumlu bir niteliğe haiz olmuştur. Her ne kadar kapitalizme ahlaki ve erdemli kültürel ve dinsel değerlerle yaklaşılsa da neticede küresel ekonomik ağa dahil olma süreci, piyasalaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Bu bağlam ışığında Anadolu’dan yükselen yerel sermaye gücü dinsel hassasiyeti yüksek tüm illerde ekonomik gelişmeyi sağlayamamış, dolayısıyla da dinselliğin ekonomik faaliyet için toplumsal bağların yeniden üretilmesi açısından birer araç olarak kullanılması sorununu gündeme getirmiştir. Dinsellik üzerinden piyasa sistemine girişin meşru gösterilmeye çalışılan yönü ise hem yerelden hem

(23)

10

küresel odaklardan gelen “İslam Kalvinizmi” veya buna paralel anlamlar içerecek şekilde yerelin kendini tarif ettiği haliyle “Homo İslamicus” (MÜSİAD,1994) öne sürülmeye başlanmıştır. Ancak bu genel eğilimin veya tanımlama biçimlerinin Boltanski ve Chiapello’nun (2007) “kapitalizmin yeni ruhu” olarak tarif ettikleri meşrulaştırma mekanizmalarından biri olan “ahlakçı” vurguyla bağlantılı ilerlediğini belirtmemiz gerekir. Türkiye’de “İslami İş Ahlakı”, “Protestan İş Ahlakı” gibi farklı isimler altında yeni bir iş ahlakının doğduğunu iddia eden yorumlar ve değerlendirmeler de bu yeni kapitalizm ruhunun söylem çerçeveleri olarak görmek daha uygun olacaktır.

“Europan Stability Initattive”in (ESI) tarafından 2005 yılında yayınlanan ve Kayseri örneğinden çıkarak “İslami Kalvinistler”in var olduğunu iddia etmesi yukarıda sözünü ettiğimiz İslam-kapitalizm ilişkisine yönelik tartışmaları da yeniden gündeme getirmiştir.2 Ancak sürecin tartışıldığı boyut ile yaşanılan maddi gerçekliğin düzlemi arasındaki ciddi farklar gözden kaçırılmıştır. Tüm tartışmalar Weber ya da İslam-Kapitalizm uyumuna hapsedilerek ekonominin ya da siyasetin hegemonyasında analizlerin üretilmesine yol açmıştır. Bu yüzden Anadolu

2 ESI’nin raporunda temel olarak Kayseri’nin ekonomik açıdan Anadolu Kaplanları denilen sanayi aktörlerinin başarılı girişimlerinin, Kayseri’nin sahip olduğu muhafazakâr hayat ve dindar yaşayışın, çalışmayı, girişimciliği esas alan “Sessiz İslam Reformu” sürecinden geçildiği iddia edilmektedir.

Rapor, Kayseri’nin Türkiye:’deki mobilya üretiminde ve pazarlamasında önde gelen üreticilerini barındırmasından hareketle, Orta Anadolu’nun dünya jean kumaşı üretiminin yüzde birini gerçekleştiriyor oluşu, Kayseri Şeker fabrikasının yükselişi ve bunun yerel tarımda yarattığı etkilerden yola çıkarak bazı stratejik sektörlere yönelik vak’a analizlerine yönelmiştir. Rapor, Kayserinin İslami yaşam biçimin en yoğun şekilde yaşandığı bir yer olmasını, buna karşın üretimin de merkezlerinden biri halini almış olmasını İslam içerisindeki Calvinist mantığa bağlamaktadır. Görüşülen iş adamlarının da üzerinde durduğu nokta İslam’ın ticaret yapmayı özendirdiği, ancak faiz ve israf konusunda da kapitalist yaşama uygun olarak kazanç payı altında alternatif bir model geliştirerek bir bütünleşmenin sağlandığı vurgulanmıştır. Max Weber’in söz konusu ettiği Protestanlık etiğinin Kayseri versiyonu olarak görülebilecek bu görüntü, tartışmaya değer yaklaşımları da beraberinde getirmektedir.

(24)

11

özgülünde yaşanan toplumsal dönüşümü anlayamaya yönelik özgün bir model ortaya konulamamış ve Batı merkezli düşün geleneğinden ya da onun simetriğini yaratma güdüsünden sıyrılamamıştır.

Anadolu’da KOBİ’lerin hızla artışı ve yükselen sermaye birikimi ile ortaya çıkan yeni burjuva sınıfını anlamaya ve açıklamaya yönelik olarak yukarıda sözünü ettiğimiz kapitalistleşme ile din ve kültür arasındaki ilişkiye ekseninde araştırmalar gündeme gelmiştir. Özellikle iş ahlakı, Protestan etiği gibi konular sosyolojik araştırmaların odaklandığı meseleler olmuştur. Arslan’ın (2001) Protestan İngilizler ve Katolik İrlandalılar ile Müslüman Türkleri değer etikleri/iş ahlakı açısından yaptığı karşılaştırma; Özdemir’in (2006) MÜSİAD üyeleri üzerine yaptığı çalışma ve yine Yankaya’nın (2014) MÜSİAD’ın ileri gelenleri üzerinden kavramsallaştırdığı

“Yeni İslami Burjuvazi” çalışması; Cengiz’in (2013) Kayseri-Hacılar örneğine odaklanan araştırması ve yine Kayseri konusunda Gençoğlu’nun (2012) Kayseri’deki ekonomi ve iş adamları üzerine yaptığı araştırma; Adaş’ın (2006) İslami kapitalist ruhuna odaklanan çalışması ve son olarak Özatalay’ın (2013) İstanbul’daki KOBİ’ler özelinde yeni kapitalist ruhları açıklamaya yönelik çalışma, son dönemlerde bu yöndeki araştırmaların önde gelenleri olarak belirtilebilir. Son olarak Buğra ve Savaşkan’ın (2014) din ve iş hayatı arasındaki ilişkiyi kapitalist küreselleşme ekseninde ele alan “Türkiye’de Yeni Kapitalizm” adlı çalışmasını da zikretmek yerinde olacaktır. Tüm bu çalışmalar, ekonomik alanda Türkiye’de farklı güç dengelerinin açığa çıktığını, din ve kapitalistleşme arasındaki rabıtaların belirgin bir iş etiği çerçevesinde ortaya konulamayacağı, kültürel örüntülerin, tarihselliğin ve siyasal alanla kurulan patronaj ilişkilerin, enformel ilişki ağları gibi pek çok faktörün devreye girebildiğini bize göstermiştir. Dolayısıyla özellikle de Anadolu’da ve özel

(25)

12

olarak Kayseri’de İslami Kalvinizme dayalı iş ahlakının varlığını güçlü bir şekilde teyit edecek veriler henüz ortaya çıkarılmış değildir. Dolayısıyla Türkiye koşullarında İslam içerisinde bir Kalvinizm veyahut Protestan iş ahlakı formu keşfetmenin son derece zorlayıcı bir tarafı olduğu açıktır. Ayrıca dindar-muhafazakâr çevrenin iş örgütlülükleri arasında da çok ciddi farklılıklar göze çarpar. Söz gelimi MÜSİAD ile TUSKON arasında hem siyasal kompozisyondaki yerleri hem dinselliğe bakış ile sosyal örgütlülük manasında ciddi farklılıklar bulunur. Bu durum Kayseri özgülünde de geçerliliğini korumaktadır. Bu gerçeklikten hareketle

“Anadolu Sermayesi” diyebileceğimiz kapitalist girişimci sınıfın dindarlıkla ilişkisi kadar, kültürle, tarihle, sosyal ilişki ağlarıyla, siyasal alanla ilişkilerinin de önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Kayseri ve Aksaray arasındaki farklılıklar kadar her ikisinin içsel ve dışsal ekonomik formlarında ve bunu çevreleyen sosyal mekanizmalarda da bu boyutların bileşik etkisini yakalayabilmek mümkündür.

İslam’ın içinden Kalvinizme benzer bir formun Kayseri örneğinden zorlamayla ortaya çıkarıldığını görmekteyiz. Kayseri’nin gelişmişliğinde dinsel ve muhafazakâr yaşamdan ziyade tarihsel, jeopolitik ve kültürel etmenlerin payı daha büyüktür. Tarihsel açıdan İpek yolunun önemli kavşaklarından biri olmuş olması, Doğu’dan İç Anadolu ve Batı’ya geçişte bir köprü vazifesi görmesi, uzun yıllar ticaret ve zanaatla uğraşan gayrimüslim cemaatin mekânı olması ve bu ticaret kültürünün bir sonraki kuşaklara devrilmesi gibi çeşitli faktörler Kayseri’nin ticaret şehri olmasından ötürü girişimci bir insan tipini açığa çıkartmıştır. Bu noktada Türkiye’de ekonomik gelişmenin, kentleşme ve endüstrileşmenin geleneksel ve dinsel temaların etkisi altında olduğunu belirtmekle birlikte, bunun tarihsel bir damarı olduğunu da unutmamak gerekir. Devletin üstten, teşvik ve yatırımlarla bu

(26)

13

süreci beslemiş olması yeni kentsel feodalizmin üretilmesine yol açmıştır. Bunu paternalist emek politikaları olarak görmek mümkündür. Kayseri’nin gelişiminde bu kültürün yeniden üretilmesinin yanında aşırı milliyetçiliğin ve dinin ortak paydada birleştirme güdüleri, farklı formel ve enformel grupların yerelde ve politik arenadaki bütün fırsatları avantaja çeviren davranışları (Özcan, 2006) Kayseri’nin yeni bir sanayi odağı ya da kutbu olmasını doğurmuştur.

Diğer taraftan Aksaray, Türkiye’de coğrafi ve dinsel bakımdan benzer özellikler göstermiş olmasına karşın ekonomik açıdan gelişim gösteremeyen benzer illerden biridir. Ekonomik açıdan gelişememesinin nedenleri ancak Kayseri ile yapılacak yapısal, kurumsal karşılaştırma ile açığa çıkartılabilir.

1.2.Araştırmanın Amacı

Bu çalışmanın genel amacı, Kayseri ve Aksaray örneğinden hareketle Anadolu’da gözlemlenebilen sosyo-ekonomik gelişmişlik farklılıklarını sosyo-kültürel formlar ekseninde açıklayıcı çerçeve ortaya koymaktır. Temel gerekçesine konu olan şey ise ekonomik ve toplumsal dönüşüme ilişkin özgün bir modelin bugüne kadar geliştirilememiş olmasıdır. Bu gerekçeden hareketle Anadolu’da yaşanan dönüşümü anlamaya yönelik, tarihsel ve sosyolojik etmenlere vurgu yapılarak aşağıdaki alt amaçlar çalışmanın genel eksenini meydana getirmektedir:

 Dünya'da ve Türkiye'de küresel ve yerel ölçekte yaşanmakta olan ekonomik ve toplumsal dönüşümün genel çerçevesini tarihsellik bağlamında sunarak hem makro ve hem mikro açıdan sosyolojik bir perspektif geliştirmek,

 Ekonomik ilişkilerden yola çıkıp toplumsal ilişkilere doğru bakmak yerine, toplumsal ilişkilerden hareketle ekonomik ilişkileri anlayamaya çalışmak

(27)

14

8ikisini birbirinden ayrı düşünmeden), bu çerçevede, sermaye birikimine etki eden sosyo-kültürel faktörlerin neler olduğunu keşfetmek,

 Ekonomik ilişkilerin ne tür toplumsal farklılaşma biçimlerinden beslendiğini, ayrıca toplumsal farklılaşmaların da ekonomik ilişkilerden tarafından ne derece belirlendiğini diyalektik bakış açısı temelinde çözümlemeye çalışmak ve bu karşılıklı ilişki içinde "toplumsal bağ"ların ekonomik ilişkiler içerisinde nasıl yeniden üretildiğini çözümlemek,

 Bir yerel ve bölgesel ekonomik gelişme veya cazibe merkezi örneği olarak Kayseri’nin, bir ekonomik gelişme sorunu örneği olarak Aksaray’ın sosyolojik yönden karşılaştırmak; bu karşılaştırmanın sosyolojik kolonlarının yapılar, aktörler, kurumlar gibi belirleyici özellikler üzerinden hem ampirik hem teorik olarak ele almak,

 Kayseri ve Aksaray'ı toplumsal yapı, sosyal eylem biçimleri, kültür ve habituslar ile bunların yeniden inşası açısından karşılaştırırken ortaklıklar ve farklılıklardan hareketle sosyolojik soyutluklara ulaşmaya çalışmak,

 İki ildeki sermaye birikim süreçlerinin ve toplumsal emeğin buna göre nasıl düzenlendiğini ampirik bulgulardan hareketle analiz etmek,

 Kayseri’nin toplumsal ve ekonomik dünyasında Weberyan anlamda bir ideal tip olarak bireyin Homo economicus mu, Homo İslamicus mu yoksa kendine has tarihsel-kültürel kimliğin mi olduğunu araştırmak,

 Kayseri ile Aksaray’ın doğal çevre, toplumsal ilişkiler, toplumsal bağların piyasa mekanizması içindeki işlevleri açısından ne derece özerk olduğu ve ne derece piyasaya direnç gösterdiğini ortaya koymak,

(28)

15

 Kayseri ve Aksaray’da sermaye birikimini etkileyen sosyo-kültürel mekanizmaları keşfetmek ve bu mekanizmaların işleyişini elde edilen bulgulardan hareketle temellendirmek,

 Çalışmanın odaklandığı mekânsal ve toplumsal evrenle kurulan ilişkide çoklu bir yaklaşım benimsenip bütünsel bir sosyolojik bakış geliştirilmeye çalışılırken saha ile kurulan ‘gelmeler-gitmeler’ çerçevesinde teoriyi yeniden inşa etmek.

1.3.Araştırmanın Önemi ve Sınırlılıkları

Türkiye’de sosyo-ekonomik eşitsizliklerin hem sınıfsal hem de bölgesel düzeyde sürmekte olduğu bir gerçektir. İller arasında da eşitsiz gelişim söz konusudur. Söz gelimi Kayseri, Aksaray’a göre benzer bir coğrafyaya imkanlara sahipken Kayseri daha gelişmiştir. Bu çalışmada iki kent kıyaslanarak gelişim dinamikleri de tespit edilebilmiş, sorunlar karşılaştırmalı olarak sunulmuştur.

Sosyolojik açıdan ekonomik formun mantığı ortaya konulurken hem literatüre katkı manasında hem de toplumsal kalkınma rotasında önemli ipuçları sunabilmiştir.

Kayseri gibi ön plana çıkmış kentlerle ilgili araştırmalar hızla artarken Aksaray gibi geriden gelen kentlerle ilgili çalışmalar son derece sınırlıdır. Bu açıdan da çalışma literatüre bir katkı sunmayı amaçlamıştır.

Çalışmada sınırlı bir örneklem ile araştırma yapılabilmiştir. Önemli sanayici ve iş adamları ile görüşmeler gerçekleştirilmek istenmişse de kendilerinden kaynaklı progmların yoğunluğundna bu görüşmelerin bazıları gerçekleşememiştir. Keza bazı iş adınlarıyla da görüşme imkanı bulunamamıştır. Ayrıca zaman ve maliyet açısından da daha fazla kişi ile görüşebilme olanağı sınırlı kalmıştır.

(29)

16 1.4.Temel Kavramlar

1.4.1. Sermaye Birikimi

Sermaye (capital) kavramının kökü Latincede “baş, kafa” manasına gelen

“caput” sözcüğüne kadar gider. Ancak sermayenin pek çok özel anlamı söz konusu olmuştur. Ağırlıklı olarak ekonomi alanındaki “capital stock” (ana mal ya da para) ifadesinin kısaltılmış anlamıyla gelişim gösterdiği söylenebilir. Klasik ekonomide Adam Smith’te “dolaşım sermayesi” olarak geçen kavramın üzerinde Karl Marx özel olarak durur ve ‘sermaye’ (capital) kavramını tarihsel bir ekonomik sistem olarak adlandırılan ‘kapitalizm”den (capitalism) ayırır (Williams, 2007:63). Sermaye birikim sürecini kapitalist üretim tarzı bağlamında ele alan Marx’ın daha öncesinde Adam Smith’in üzerinde durduğu “ilkel sermaye birikim” kavramını kapitalizm toplumsal gelişim mekanizmasını anlamak açısından temellendirmesi, sermayenin olağan birikim mantığını kavramak açısından önemlidir. Marx’a göre ilkel birikim,

“üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir”

(2000:678-679). Ayırma ve dönüştürme kavramlarını öne çıkaran ilkel birikim böylece “üreticiyi üretim araçlarından ayıran; toplumsal geçim araçlarını sermayeye, doğrudan üreticileri de ücretli emekçilere dönüştüren tarihsel bir süreç”

(Göztepe,2014:20) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada sermaye kavramından ne anlaşılması gerektiği ortaya çıkar ki o da Marx’ın (2000:730) sermayeyi bir toplumsal üretim ilişkisi olduğunu işaret eder. Marx’ın sermayeyi toplumsal ilişki biçimi olarak tarif etmesi, Smith’in (1776) “stok” olarak gördüğü sermaye kavramından temel farklılığa da işaret eder. Dolayısıyla sermayenin sermaye olmasını sağlan en temel unsur, kapitalist üretim ilişkilerine can suyu olmasını sağlayan birikimsel niteliğidir. “İlkel birikim”in hem kapitalizme giden yolun, yani

(30)

17

kapitalizm öncesi aşamanın başlangıç sürecindeki işlevine; hem de ayırma, dönüştürme karakteriyle kapitalizm içinde giderek artan boyutta yeniden üretilebilme niteliğine dikkat etmek gerekir.

İlkel birikim konusunda pek çok teorik çerçevelerin geliştirildiğini söyleyebiliriz. Klasik anlamda Lenin’in (1988) Rusya özelinde ortaya koyduğu analiz bunların başında gelir. Lenin (1988), Rusya’daki kapitalistleşme sürecine değinmiş ve köylülüğün tasfiyesi ile mülksüzleşmenin kapitalistleşme yolunda önemli bir zemin sunduğunu öne sürmüştür. Sermaye birikimi ve onun spesifik bir süreci olan ilkel birikim konusunda Luxemburg’un (2004) kapitalist üretimin ekonomik-dışı koşullara ve emperyalizme yaptığı vurgu konunun tartışılmasına daha zengin bir yorum sağlamıştır. Kapitalistin üretimin meta alıcısı olan üçüncü bir unsura (köylüler, bağımsız üreticiler vb) da dayanmak durumunda kalabileceğini belirten Luxemburg (2004), artı değerin realizasyonunda kapitalist olan ve olmayan üretim arasındaki mübadele ilişkisine de dikkate çeker ve sermayenin bu iki yapı arasındaki çatışmayı askeri, politik şiddet kanalıyla üstesinden gelebilmekte olduğuna vurgu yapar. Dolayısıyla ekonomi dışı faktörlerin önemi de ortaya çıkarken bu faktörün aynı zamanda kapitalist üretime içkin bir nitelik olduğu da belirtilmiş olur. İlkel birikimin sürekliliğine vurgu Amin’in (1974) “gelişmiş” veya ileri dünya (merkez) ile gelişmemiş (çevre) dünya arasındaki ilişkide kapitalist olanın pre- kapitalist olandan sürekli değer transfer ettiği tezinde de görülür.3 İlkel birikim sürecine benzer bir süreci neoliberal dönem açısından mülksüzleştirme yoluyla birikim olarak “Yeni Emperyalizm” adlı eseriyle Harvey (2003) de ortaya koyar.

3 Bu görüş Wallerstein’ın (1980) dünya ekonomik sistemi tezinin ilkel birikimi sürekliliğine değinen, sermayenin dünya çağındaki dolaşımına, merkez-çevre-yarı çevre düzlemindeki nesnel mekanizmalarındaki analizde de etkiler gösterir.

(31)

18

Küresel neoliberalizmin başta özelleştirmeler ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşların da etkisiyle çeşitli mülksüzleştirme stratejilerine dikkati çeker.

Feodalizmden kapitalizme geçişteki ilkel birikimin üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasının tarihsel sürecine karşılık gelen niteliği nasıl mekansal düzlemde bir üretim tarzına doğru başlangıcı işaret ediyorsa, başka bir yerde yeninde üretimin koşulları da olabilir. Dolayısıyla kapitalizmin bir dünya ekonomisi olarak var olmasına da işaret eder. Bunun yanında Marx, farklı ilkel birikim şekillerinden de bahseder. Söz gelimi Marx’a göre para manipülasyonu yoluyla, kamusal borçla, uluslararası kredi sistemi ve vergilerle daha fazla ilkel birikim elde edilebilir (De Angelis,2014).

Üretim koşulları ile üreticiler arasındaki ayrılmanın ilkel birikimle ortaya çıkan sermayenin de bağlamını oluşturduğunu belirten Marx (1997), oluşan birikimin artık sürekli bir süreç olduğunu, sermayenin böylece merkezileşmesinin ve nihayetinde diğerlerini sermayesizleştirerek merkezileşmeye doğru gittiğini ortaya koyar. Dolayısıyla sermayenin varlık koşulları (doğuşunun değil, varlığının) ile sermayenin ortaya çıkış koşulları farklılık arz etmekle birlikte, gerçek sermaye arttıkça ortaya çıkış koşulları gözden kaybolur; artık varlık koşullarını kendisi yaratmış olur. Özcesi, Marx’ta ilkel birikim, üretim araçlarına sahip kişilere yönelik kimi toplumsal aktörler (devlet, belirli toplumsal sınıflar, doğrudan ekonomik-dışı güçler) tarafından başlatılmış toplumsal bir süreç ve bu sürecin çoğunlukla üreticileri üretim araçlarından ayırmayı da amaçlayabilen bir strateji şeklidir (De Angelis,2014).

(32)

19

Sermaye birikimi içerisinde özel bir yeri bulunan ilkel birikimin son dönemlerde güncelleştiğini söylemek yanlış olmaz. Bunda Türkiye gibi ülkelerin kapitalizmle kurdukları bağın da rolü vardır. 1980 sonrasında Anadolu’da organize sanayi bölgelerinin çoğalması ve buna paralel olarak Anadolu’da yeni proleterlerin çıkması özellikle Marksist analizlerde bu kavramın yeniden işe koşma çabasını doğurmuş ve sermaye birikim döngüsünün neoliberal evredeki niteliği de “ilkel sermaye birikiminin sürekliliği” tezinin güçlenmesini beraberinde getirmiştir (Özuğurlu,2014:38-39). Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin aldığı yeni çehreyle birlikte emperyalizmin pre-kapitalist ülkeleri nasıl bir metalaştırma süreciyle kendi kapsamına aldığına yönelik Neo-Marksist ilkel birikim teorilerinin de bunda etkisi büyük olmuştur. Baran’ın büyümenin politik ekonomisi üzerine tezi (1957), az gelişmiş ülkelerin ileri kapitalist ülkelere bağımlılığını teorikleştirmeye çalışan eden Frank’in bağımlılık kuramı (1967;1979); Wallerstein’ın dünya sistemi yaklaşımı (1974;1979); Amin’in emperyalizm, eşitsiz gelişme ve küresel birikim üzerine görüşleri (1974;1977) ve üretim tarzlarının eklemlenmesi üzerine yapılan tartışmalar (Foster-Carter,1978; Wolpe,1980) bu minvaldeki analizler olarak görülebilir. Keza Trotsky’nin (1959) “eşitsiz ve bileşik gelişme” tezi de benzer bir mahiyet taşır.

İlkel birikim ile ‘asıl birikim’ (accumulation proper) arasında kurulan bağlantının artık tüm dünyaya yayılan bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Bu sürecin ekonomik-dışı unsurları ve toplumsal aktörleri ve devletin rolü giderek daha bir berraklık kazanmaktadır. De Angelis’in (2014) de belirtmiş olduğu gibi ilkel birikim tarihsel bir evre olmaktan ziyade kapitalizmin yeniden üretiminde ve yayılımında

(33)

20

sürekliliği olan bir stratejidir. Bu stratejinin daha iyi anlaşılabilmesi için Marx’ın asil birikim sürecini nasıl ele aldığına da bakmak gerekir.

Üretim araçlarının tek bir elde toplanmasına ve ücretli emek sistemi içerisindeki işlevi dolayısıyla sermayeyi ele alan Marx, ‘değer’ ve ‘mübadele değeri’

ile yakından ilişkilendirmekle birlikte bunu klasik iktisattan farklı bir bağlama, tarihsel ve toplumsal ilişkiler bağlamına yerleştirir. Ona göre sermaye ilk önce dolaşımdan gelir ve çıkış noktası paradır. Mamafih dolaşıma giren ve tekrar dolaşıma geri dönebilen para, ona göre para kavramını aşmak noktasında gereken son koşuldur (2008:270). Bu noktada “sermaye haline gelen para, para olarak paradan farklıdır”

diyecektir Marx (2008:67). Zira paranın öncelikle birtakım metalara dönüşmesi ve ardından bu metaların tekrar paraya dönüşmesi gerekir ki bu süreç dolaylıdır. Paranın sermaye haline dönüşmesi mübadele süreciyle olur. Mübadele değeri olarak paranın kullanım değeri olarak değil, bizzat mübadele değeri olarak kendini var etmesi söz konusu olacaktır. Bu noktada eşdeğeri verilmeyen, el konulan yani artı değer söz konusu olacaktır. Bu süreç P-M-M-P (Para-Meta-Meta-Para) (paranın işlevi ancak metaya dönüştürülmesinde ortaya çıkabilir) şeklindeki bir döngü ile ifade edilir.

Paranın para olarak paradan farklı olması gibi meta da meta olarak metadan farklıdır ve kullanıldıkça meta haline gelen ‘emek’ kavramına işaret eder. Ancak paranın sermayeye dönüşebilmesi ücretli emek sisteminde mümkün olur. Marx (2008:284- 285) bu döngüyü şu şekilde verir: “Sermaye haline gelen para (dolaşımdan kendine geri gelen para) katılığını kaybetmiştir, elle tutulur bir şey olmaktan çıkıp bir süreç haline gelmiştir. Aynı şekilde, emeğin kendi nesnelleşmiş biçimiyle olan ilişkisi de değişmiştir: emek de kendine geri dönmüştür. Fakat bu dönüşte, -bu tersyüz oluşta- başlangıçta sadece emeğin bir ürününden ibaret gözüken mübadele değeri, mübadele

(34)

21

değeri biçiminde nesnelleşmiş olan emek, artık yaşayan emeği kendi yeniden üretiminin bir aracı haline getirmiştir.”

Sermayenin karşısında kullanım değeri ile öne çıkan emek bulunur. Sermaye bir mübadele değeri olarak bir kullanım değerine, yani karşıtına, antitezine dönüşmesi veyahut olumsuzlanması (Marx,2008:303-305) söz konusu olur ki bu durum emek-sermaye çelişkisi olarak ortaya çıkar. Sermayenin hem dolaşımdan hem de dolaşım dışından genişlemesi kadar onun niteliği de önemlidir. bu noktada Marx (2000:209), üretim araçlarını, hammaddeyi, yardımcı malzemeleri, iş aletlerini kapsayan kısma değişmeyen sermaye, emek-gücü tarafından temsil edilen, kendi değerinin eşdeğerini yeniden üreten, değişen koşullara göre az veya çok artı-değer üreten kısmına da değişen sermaye adını verir. Değişen sermaye bir anlamda birikimle yükselen nicel ve nitel bir karaktere sahiptir.

Özelde Marx’ta ve genel olarak da Marksizm’de sermaye birikim sürecinde üretime ve üretici güçlerin önceliğine yapılan vurguyu görmekteyiz. Sömürü ilişkileri ve artı-değer üretimi sermayenin yeniden üretim sürecinin önemli bir parçası olarak görülür. Üretici güçler açısından emek-gücünün değiştirici doğası, Marx’ın değişen sermaye dediği dinamikle de diyalektik bir ilişki içerisindedir.

Sadece emek-gücünün devingen niteliği değil, başka dinamikler de sermaye birikimde etkilidir. Wright (1988) sermaye birikiminin engelleri hakkında Marksistlerin analizlerini şu dört grupta toplar: (1) Yükselen organik sermaye bileşeni (Cogoy, Mage, Mattick, Yaffe); (2) Artı-değerin gerçekleşmesi sorunu ve kapitalizmde eksik tüketim sorunları (Baran, Sweezy, Gillman); (3) Ücret artışlarından kaynaklı düşük veya azalan sömürü haddi (Boddy, Crotyy, Glyn, Sutclliffe); (4) Devletin birikimde oynadığı çelişik rol (Cogoy, O’Connor, Yaffe).

(35)

22

Bütün bunlarla birlikte sermaye ve sermaye birikim süreciyle ilgili bütün bu analizlerin ekonomik düzlemin sınırlarının ötesine çok fazla kayamadığını görmekteyiz. Her ne kadar Marx sermayeyi bir toplumsal ilişki biçimi olarak görmüşse de, sermayenin oluşum ve varoluş koşullarını ağırlıklı olarak iktisadi bir çerçevede tutmuştur. Bunun dışında elbette ki sermaye birikim sürecinde ekonomi- dışı faktörlere dikkati çekenler de olmuştur. Ancak toplumsal alanı ekonominin çehresinden değil de ekonomiyi toplumsalın çehresinden ele aldığımızda sermaye birikiminin tek boyutlu bir sermayeye dayanmadığını görürüz. Ekonomik sermayenin birikiminde rol oynayan ekonomi-dışı enstrümanların da ayrı sermaye türü oluşturduğu da sosyolojik bir birikimdir. Dolayısıyla ekonomik sermaye dışındaki sermaye türlerinin de dikkate alınması faydalı olacaktır. Ekonomik sermaye dışındaki sermayelerin başlıcaları sosyal sermaye, kültürel sermaye ve sembolik sermayelerdir. Kuşkusuz bunların dışında da toplumsal uzama özgü sermayeler geliştirilebilir. Ancak bu dört sermaye tipi, en yaygın sosyal soyutlamalar olarak öne çıkmaktadır.

Sosyal sermaye (beşeri sermaye) kavramı, 20.yüzyılın ortalarında ortaya atılmış olsa da gelişimi ve üzerinde tartışılması 1960’lardan sonrasına tekabül eder.

Kapitalizmin başta kentleşme olmak üzere, teknoloji ve bilgi üretim ve dolaşımı sürecinde işlevsellik gösteren ekonomik-dışı sermayelerin başında sosyal sermaye gelir. Sosyal sermaye hem ekonomik/fiziki sermayenin birikiminde rol oynar hem de onun piyasalaşama sürecinde yarattığı tahribatta bir sığınak veyahut sosyal ağlar kurarak baş etme stratejisi şeklinde işlevsellikler gösterebilir. Dolayıyla ekonominin faktörlerinden biri olduğu kadar toplumsal alanın da önemli mekanizmalarından birini teşkil eder.

(36)

23

Sermayenin toplumsal boyutuyla öne çıkan kavramlardan sosyal sermayenin endüstrideki işlevinin ötesindeki toplumsal ilişkiler bağlamında ele alınışı 20.yüzyılın son çeyreğine doğru yoğunlaşır. Coleman, Putnam ve Bourdieu, sosyal sermaye kavramları üzerinde duran sosyal bilimciler olmuşlardır. Coleman (2010) kavramı, rasyonel tercih kuramı bağlamında sosyal sistemdeki bireysel davranışların toplamına dayalı olarak geliştirmiş ve karşılıklı beklentilerin olduğu ve bu ilişkilerin güvenle tesis edildiği, ortak değerlerle örülü, iletişim ağlarının da ötesine geçebilen bir kaynak olarak görür. Putnam da benzer şekilde güvene, normlara ve ağlara göndermede bulunarak sosyal sermayenin topluluk verimliliğini bu yönlerden arttıran bir organizasyon olduğunu dile getirir. Bu noktada sosyal iletişim ağlarının mühim bir yeri vardır. Putnam sosyal sermayeyi, bölgeler karşılaştırmasında kalkınmadaki belirleyici etkisi dolayısıyla ele alıp geliştirmiştir. Ayrıca sosyal sermayeyi “bağlayıcı sosyal sermaye” (seçkin kimlikleri destekleme ve homojenliği sürdürme) ve “köprü oluşturan sosyal sermaye” (farklı sosyal bölümlerden insanları bir araya getiren) şeklinde ikiye ayırır (Field,2008:46). Benzer şekilde sosyal sermayenin ekonomik hayattaki işlevine “güven” çerçevesinde Fukuyama (2005) da dikkati çeker. Bourdieu (1990) de güven eksenli ekonomik işlevine dair açıklama yapmanın yanında sosyal uzamdaki yerine de vurgu yapar ve onun diğer sermeye formlarla birlikte ele alır. Bütün bu açıklamaları göz önünde bulundurarak özet olarak Field (2008:16) "sosyal sermayenin ana fikri, sosyal iletişim ağlarının değerli bir servet olduğudur" tanımlamasında bulunur.

Bourdieu’nün sermayeye yaklaşımı ve farklı sermayeleri ele alma biçimi, sosyal sermayeye bakışı da işaret eder. Ona göre sermaye toplumsal açıdan biriktirilmiş tarihidir (2010). Sermaye maddi veya sosyal açıdan içselleştirilmiş halde

(37)

24

birikimi ifade eder. Bourdieu (2010) birden fazla sermaye formuna işaret eder:

Doğudan paraya dönüştürülen ve mülkiyet biçimleriyle kurumsallaşan ekonomik sermaye; koşullara göre ekonomik sermayeye dönüştürülebilir olan kültürel sermaye;

toplumsal bağlantılardan müteşekkil ve yine ekonomik sermayeye dönüşebilen eğilime sahip ilişkileri ifade eden, az ya da çok bir şekilde kurumsallaşmış karşılıklı tanıma ve tanımları ifade eden sosyal sermaye (1983:190-191) ve son olarak sosyal uzamın hiyerarşik örgütlülüğünde ortak kanı ve beğeni gibi habituslarla kendini gösteren (1996), meşru adlandırma için girişilen mücadelede soyluluk sıfatları veya statüleriyle işe koşulan sembolik sermaye (2013:205).

Diğer taraftan Fine (2008), sermayenin sosyal ve sosyal olmayan şeklin bölünmesine itiraz eder. Marx’ın izinden giden Fine’a (2008:68-69) göre sermayenin kendisi zaten sosyaldir. Dünya Bankası’nın kalkınmanın önemli bir halkası olarak görmeye başladığı sosyal sermaye kavramı Fine’a (2008) göre kapitalizmin yayılımında başvurulan önemli bir kavram olmuş ve neoliberalizm sürecinde ekonomi-politikle yüzleşmekten kaçışın bir aracı haline dönüşmüştür. Bu kavramın dağınık bir şekilde kullanılması piyasa ilişkilerini olumlayan ve piyasa toplumu bağlamında ona meşrulaştırıcı bir itibar yükler. Esasında bu durum da sosyal sermaye kavramının kendisinin de sembolik bir sermaye olarak kullanılabildiğine işaret eder.

Sosyal sermayenin piyasalaştırma eksenindeki sermeyenin bütüncül doğasından koparılma biçimini sınıf olarak burjuvazi ile “girişimci” ve “girişimci kültürü” söylemine yönelik analizlerde de bulabilmek mümkün. Ekonomik aktör olarak girişimciliğin burjuvaya tercih edilmesi ile sosyal sermayenin sermayeyi bölme fikri arasında esasta pek bir farklılık teşkil etmez. Bu eleştirelliğin haklılığını

(38)

25

teslim etmekle birlikte ve bu hassasiyeti göz önünde bulundurarak sosyolojik analizler yapabilmek mümkündür. Gerek sermaye formlarını ve gerekse piyasalaştırmanın meşru sembolik sermaye kiplerinden girişimciliğin kullanılması, toplumsal mikrokozmosun yapısını anlamak içindir. Bu çalışmada bu kavramlar analitik birer çözümleme aracı olarak kullanılmaktadır.

1.4.2.Burjuva

Toplumların tarihini sınıf savaşımları tarihi olarak okuyan Marx ve Engels (2015), Komünist Manifesto adlı eserlerinde 19.yüzyıl çağını burjuva/kentsoyluluk çağı olarak nitelendirip sınıf karşıtlıklarının yalınlaşmış olmasıyla ayırt edildiğini belirttikleri bu dönemin burjuvazi ile proletarya olmak üzere iki büyük sınıfa ayrıldığını dile getirmişlerdir.

“Modern sanayi, Amerika’nın keşfiyle yolu açılan dünya pazarını kurmuş; bu pazar ticaretin, deniz ve kara ulaşımının olağanüstü bir biçimde gelişmesine yol açmış; bu gelişme de sanayinin yayılmasını sağlamıştır. Sanayi, ticaret, denizyolları ve demiryolları yaygınlaştıkça burjuvazi de gelişmiş, sermayesini artırmış ve ortaçağdan arta kalan tüm sınıfları sahne arkasına itmiştir. Demek ki, modern burjuvazinin kendisi de uzun bir gelişme sürecinin, üretim ve değişim biçimlerinde gerçekleşen bir dizi devrimin ürünüdür. (...) Burjuvazi, tarihsel olarak, son derece devrimci bir rol oynamıştır. (…) 52 dinsel azgınlığın, soylu tutkuların, sığ duygusallığın en ulu coşkunluklarını bencil çıkarcılığın buzlu sularında boğmuştur.

İnsanoğlunun kişisel değerini değişim değerine dönüştürmüş ve onca kazanılmış, geri alınmaz özgürlüğün yerine o tek, vicdansız özgürlüğü, Serbest Ticareti geçirmiştir. Sözün kısası, dinsel ve siyasal aldatmacaların peçesi ardına gizlenen

(39)

26

sömürünün yerine çırılçıplak, utanmasız, dolaysız, acımasız sömürüyü geçirmiştir.

(...)Burjuvazi, Mısır piramitlerinden, Roma’nın sukemerlerinden, gotik katedrallerden kat kat üstün harikalar yaratmış, bir zamanların tüm kavim göçleri ve haçlı seferlerini gölgede bırakan seferler gerçekleştirmiştir. (…) Burjuva çağını daha önceki tüm çağlardan ayırt eden özellik, üretimin durmadan değişip gelişmesi, tüm toplumsal koşulların aralıksız altüst olması, bitmek bilmeyen bir belirsizlik ve çalkantıdır. Tüm kalıplaşmış, donup kalmış ilişkiler, ardı sıra gelen eski ve saygıdeğer önyargılar ve düşüncelerle birlikte silinip giderken, yeni oluşanlar da kemikleşmeye fırsat bulamadan köhneleşir. Elle tutulur ne varsa uçup gider, kutsal olan her şey ayaklar altına alınır ve sonunda insanoğlu aklını başına toplayıp yaşamının gerçek koşulları ve kendi türüyle olan ilişkileriyle yüz yüze gelmek zorunda kalır. Ürünleri için durmadan genişleyen bir pazar gereksinimi, burjuvaziyi yeryüzünün dört bir yanına salar. Burjuvazinin her yerde yuvalanması, her yere yerleşmesi, her yerle bağlantılar kurması gerekir.” (Marx-Engels, 2015: 51-53).

Yukarıdaki alıntıda dikkat çekmemiz gereken anahtar ifadeler burjuvazinin bir “dünya pazarı” içinde gelişim göstermiş olduğu ve eski yapıyı yıkan devrimci bir role sahip olmasıdır. “Tüm toplumsal koşulların altüst olması”nı, “belirsizlik” ve

“çalkantılı” bir karaktere sahip olmakla birlikte “elle tutulur” bir niteliği barındırmayıp sürekli genişleyen “pazar gereksinimi”nden dolayı da kendi öz niteliğini gittiği her yere savurmaya başladığına dikkati çekmiş olur. Burjuvazinin her yerle bağlantılar kurup genişlemesi, onu “hareket” ve “hız” kabiliyetiyle önceki dönemden ayıran temel hususlardan biri olarak öne çıkartır. Marx ve Engels’in işaret etmiş olduğu burjuvazinin öne çıkan bu niteliklerinin bir kısmını bugünün Anadolu Burjuvazisinde de asgari ölçekte görebilmek mümkündür. Ancak önemli

(40)

27

farklılıkların da olduğunu belirtmek gerekir. Özellikle de burjuvazinin devrimci niteliğinin, yani geçmiş yapıyı altüst etme rolünün Batı kapitalizmine göre biraz daha esnek ya da ılımlı bir hüviyete sahip olması öne çıkan özgünlüklerden biridir. Genel olarak Anadolu burjuvazisinin, özelde ise Kayseri’deki burjuvazinin sürekli genişleyen, hareket eden, yeni yerlerle bağlantılar kuran karakterinin toplumsal ilişkileri dönüştürme noktasında mevcut muhafazakâr yapıyı yeninde üretmeye yönelik bir işlev gösterdiğini vurgulamak yerinde olur. Tarihsel açıdan benzer bir eğilim olmasa da, son 30 yıla bakıldığında- özellikle de ihracat odaklı kalkınma stratejisinde- bu yayılımın izlekleri bulunabilir.

19. yüzyılın kapitalist dünyasını ”burjuva toplumu” olarak nitelendiren Marx ve Engels, burjuvanın gelişim dinamiğini, kapitalist üretim tarzı ve kapitalist üretim ilişkileri ekseninde ele alırlar. Mülkiyet ilişkileri, sermaye ve ücretli emek burjuva toplumunu açıklamada kullandıkları anahtar sözcüklerdir. Yine Komünist Manifesto’da “sermaye” ve “ücretli emek” ilişkisini şu ifadelerle ortaya koyarlar:

“Ücretli emek, sermaye yaratır; başka bir deyişle, ücretli emeğin sömüren ve sömürülecek yeni bir ücretli emek sunumu meydana getirmenin koşulları olmaksızın çoğalamayan bir mülkiyet yaratır. Bugünkü biçimiyle mülkiyet, sermaye ile ücretli emek arasındaki karşıtlığa dayanmaktadır. (...) Kapitalist olmak, üretimde salt kişisel bir konuma değil, toplumsal bir konuma da sahip olmak demektir. Sermaye, ortaklaşa bir üründür; ancak toplumun birçok üyesinin, birçok üyesi ne söz, son çözümlemede ancak toplumun tüm üyelerinin ortak uğraşıyla ortaya çıkarılabilir. O yüzden, sermaye yalnızca kişisel bir güç değil, aynı zamanda toplumsal bir güçtür.

Onun içindir ki, sermaye ortak mülkiyete, toplumun tüm üyelerinin mülkiyetine dönüştürüldüğü zaman, kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönüştürülmüş olmaz.

(41)

28

Değişen, yalnızca mülkiyetin toplumsal niteliğidir. Mülkiyet sınıfsal niteliğini yitirir, o kadar. (…) Burjuva toplumunda, canlı emek, biriktirilmiş emeği artırmanın bir aracından başka bir şey değildir. (…) Burjuva toplumunda sermaye hem bağımsızdır, hem de bireyselliği vardır; yaşayan insan ise hem bağımlıdır, hem de bireysellikten yoksundur.” (Marx- Engels, 2015:67-68).

Marx ve Engels’in sonraki eserlerinde derinleştirecekleri analizlerin yoğunlaştırılmış halini yukarıdaki alıntıda görebilmek mümkün. Sermayenin sadece kişisel bir güç olmayıp toplumsal bir güç olduğuna da vurgu yapmış olmaları önemli bir noktadır. Sermayenin toplumsal bir ürün olması böylece sosyolojik bir muhtevaya sahip olmuş olur. Ayrıca yukarıdaki ifadeden çıkarsanabilecek bir başka konu da sermayenin özünü ücretli emeğin oluşturmuş olmasıdır. Sermaye gibi ücretli emek de toplumsal bir güçtür. Sermaye ve ücretli emek arasındaki ilişki, mülkiyet ilişkisiyle de doğrudan bağlantılı görünmektedir. Ücretli emeğin sömürü ilişkilerinde birikmiş sermayeye dönüşmesi sadece toplumsal değil, tarihsel bir duruma da sahiptir.

Kuşkusuz bu analiz son derece makro düzeyde seyreden bir analizdir. Daha orta ölçekli ve bir boyutuyla da mikro düzeydeki analizlerde farklı sermaye türlerinden bahseden Bourdieu’nün yaklaşımı kullanışlı olacaktır. Bourdieu, sermaye açısından nesnel koşullarla faillerin öznel konumlarını ilişkisel bir bağlamda ele alır. Bir sınıfın entitesini belirgin bir tözsel güce indirgemez. Sosyal sınıfa; ekonomik güç, üretim araçlarına sahiplik, özel mülkiyet gibi kriterler yerine toplumsal uzamdaki ilişkiler, mesafeler ve alanın dinamiklerinin hesaba katıldığı bir zeminde bakar Bourdieu (1987:6). Ekonomik sermaye, kültürel sermaye, sosyal sermaye ve simgesel sermaye gibi farklı toplumsal uzamlara sahip sermaye türlerinin birikimi bağlamında Kayseri ve Aksaray’ı ele aldığımızda hem makro yapıların mikro alanda nasıl yeniden

Referanslar

Benzer Belgeler

sınıf öğrencilerine yönelik geliştirilmiş olan akılcı duygusal yaklaşıma dayalı olarak hazırlanmış mükemmeliyetçilikle ilgili psikoeğitim programı ile

“Net ücretleri, bu Kanunun 103 üncü maddesinde yazılı tarife nedeniyle bu maddedeki esaslara göre sadece kendisi için asgarî geçim indirimi hesaplanan asgarî

Sahnede kaldığı kırk yılı aşkın süre boyunca dünya basınında ve gündeminde özel yaşamı, sahne performansı, geçirdiği estetik operasyonlar, yaşam tarzı, norma

Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucuna göre, bu kez anksiyetesi yüksek grubun Stroop Testi hata puanlarının, anksiyetesi düşük gruptan ve hasta

58 Marshall’ın yurttaşlığın ana unsurlarından biri olan sosyal haklardan kastı, esas olarak ekonomik refah ve sosyal güvenlik gibi haklara sahip olmak ve mevcut toplumsal

6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında 8.06.2011 tarihli ve 636 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Çevre ve Orman

İnsanların toplumsal, sivil iletişim ağlarına üyeliği, ortak değerler, toplumsal olana/alana katılım, değer paylaşımı ve karşılıklılık/mütekabiliyet ilkesiyle sosyal

Bunlar: Karşılıklı sözleşme, ortaklık benzeri sözleşme 87 ve karma (karşılıklı sözleşme ve ortaklık sözleşmesi karışımı) sözleşmedir 88. 87 “Gerçekten