• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: FIRSATLARI KOLLAYAN BİR KENT: KAYSERİ

3.1. Kayseri’de Sosyo-Ekonomik Evrenin Profili

3.1.4. Kayseri’nin Ekonomik Uzamında Sosyal Sermaye ve Sembolik Sermaye….124

124

özel sektörü iyi izlemiyor, dinlemiyor. Dinleseydi bugün öyle kimsenin oyuncağı olmazdık biz. “

Kayseri’de siyasal sermaye kanalları kendi başına çok fazla bir anlamda ifade etmez. Zira diğer sermayelerle birlikte ele alındığında ekonomik sermayeye dönüştürülebilmektedir.

3.1.4.Kayseri’nin Ekonomik Uzamında Sosyal Sermaye ve Sembolik Sermaye

125

Kayseri’de aile şirketi kültürünün de yaygın bir eğilim olduğunu vurgulamak gerekir. En küçük işletmelerden en büyüklerine, holdinglere kadar bu eğilim yüksektir.

K1: “Burada aile şirketleri çoktur. Bir de aile şirketlerinin kurumsallaşamaması var. Şirketler genelde ayrılmalar oluyor. Toprak bölünmesi gibi. Verim düşüyor ticarette de. Benim bir arkadaşım var.

Babayla 40 yıllık ortak. Ayrıldılar. Makineleri bölüyorlar. Farklı sektör değil, aynı sektördeler.”

Bölünen aile şirketlerinin yine aynı sektörde devam etmeleri taklit ekonomisinin yeniden üretilmesine ve tekrar edilmesine önemli bir dayanak oluşturmaktadır. Bunun dışında aile, akrabalık ya da tanıdık ilişkisinin de bir sosyal sermaye oluşturduğu görülmektedir. Aile sermayesi sosyal dayanışmanın örülmesinde ve diğer sermaye formlarının aktif kullanımında kaldıraç görevini yerine getirir. Ancak katılımcının da belirttiği gibi bu bir süreliğine kadar da olabilir, daha fazla sermaye birikimini gerçekleştirmeye yönelik kurumsal bir yola doğru da kayabilir. Nitekim aile şirketlerinin kurumsallaşmış hallerine de sahada rastlanmıştır.

Enformel ilişki ağlarının ya da sosyal sermaye kaynaklarının önemli bir boyutunu cemaatler ya da tarikatlar meydana getirmektedir. Görüşmelerin gerçekleştirildiği kişiler içerisinde de cemaatlere mensup olanlara denk gelinmiştir.

Bunun yanında herhangi bir cemaate mensup olmadıklarını belirtenler de bulunmaktadır. Ancak cemaatler konusunda çok samimi bir görüşme ikliminin sağlanamadığını da belirtmek gerekir. Bununla birlikte cemaatler meselesi

126

konuşurken “bizde oturmalar vardır” sözüyle kültürel bir vurguya dikkatleri çekme eğilimi ile sıklıkla karşılaşılmıştır.

K12: Burada cemaatler vardır, evet. Mesela Nurcular var, Gülen Cemaatinden, Nakşibendiler var.

K34: “Ben cemaatçi filan değilim ama bu tür işlere giren ağabeylerimiz, tanıdıklarımız var elbette.”

K40: “Kayseri’de farklı cemaatler var. Nakşibendi Musa Topbaş Efendi Cemaati. Fethullah Gülen Hocaefendi Cemaati de var mesela. Erenköy Cemaatine bağlı Hacı Sami Efendi var, Hakyol Vakfı var, İskender Paşa Cemaati olarak geçen. Bunlar içinde son 15-20 yıldır en çok güçleneni Gülenciler aslında.”

K33: “Cemaatlerin ekonomik bir etkisi var mıdır bilemem ama tabi birbirlerini tutarlar.”

Cemaatler bağlamında saha notlarından söz edecek olursak, görüşmelerin gerçekleştirildiği ortamlarda Gülen Cemaatine yakın basın-yayın organlarına (Zaman Gazetesi, Yeni Bahar Dergisi) pek çoğunda rastlandığını belirtebiliriz. Keza konuşmalarda da dinsel hassasiyete uygun tabirlerle sıklıkla karşılaşılmıştır.

Görüşmelerde cemaat konusu ile birlikte İslam ile kapitalizm arasındaki ilişki üzerinde de durulmuştur. Katılımcıların pek çoğu kendilerini muhafazakar, mütedeyyin kişiler olarak sunmuşlardır. Kapitalizme kısmen mesafeli bir tutum sergilense de en nihayetinde uyuşabileceği kanaati vardır. Ancak İslami Kalvinizm konusunda ise genel olarak “öyle bir şey yok” şeklinde bir söyleme rastlanmıştır.

127

K5: “Doğru ve düzgün çalışırsan İslam ile kapitalizm uzlaşır. Şu anda gittiğinde adam, inançlı, itikatlı gözüküyor. Ama orada öyle para bir kartlaşma meydana getirmiş ki adamda, isim vermek istemiyorum mesela, bugün o dediğiniz kişiler acımıyor, zalim. Şu anda, o var. O sistem işliyor. Ben bunu kazandım diyor. Parası olmadığında ağladığı günü bilen de var, parası olduğu gün bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen de var. Bu tür paraları benim kazanmam lazım diyor. Faizi biraz daha fazla alayım diyor. Hatta şöyle bir şey var sistemde: diyor ki bu firmanın karşısına bir rakip değil iki rakip çıksın diyor. Diyelim sen A maddesi yapıyorsun. Onda senden rakip çıkartmak istiyor kapitalizmdeki parası çok olanlar. Yani yan sanayinin güçlenmesi istenmiyor. Tedarikçisinin güçlü olmasını istemiyorlar. Hammadde aldığı yerin güçlü olmasını istemiyor. Kayseri’de şimdi bu sistem yerleşmiş durumda.”

Sosyal sermaye ağlarının Kayseri’nin burjuva yapısında farklı fraksiyonlara yaslandığını da belirtmek gerekir. Poulantzas (2014) Marksist sınıf çözümlemesine katkı babında yeni bir kuramsal ünite ortaya koymuş, sınıf bölümlerini kategori, fraksiyon ve katman terimlerini kullanmıştır.24 Ona göre fraksiyonlar toplumsal güç olma ölçüsünde özerktirler (Poulantzas, 2014:95). Bu aynı zamanda politik sınıf mücadelesine bir işareti kabul eder. Kayseri özelindeki sınıf fraksiyonundan açığa çıkan şey ise çeşitli toplumsal güçleri sınıfın ekonomik gücüyle bütünleştirebilmesidir. Bu aynı zamanda ekonomik sermaye ile sosyal sermaye,

24 Toplumsal kategori, toplumsal güçlere dönüşebilen “uygun etkiler”e sahip, ekonomik yapıların dışındaki yapılarla olan ve üst belirleyici ilişkileri bulunan toplumsal ilişkilere göndermede bulunur.

Özerk sınıf fraksiyonları olası toplumsal güçlere dayanak olanlar; sadece fraksiyonlar ise “uygun etkiler” kriterine göre elverişli fraksiyonlar gösteren toplumsal birlikteliklerdir. Toplumsal katman ise ikincil etkileri kapsar (sınıflar, kategoriler ve fraksiyonlar üzerindedir) (Poulantzas, 2014:94).

128

kültürel sermaye, politik sermaye ve sembolik sermayelerin oluşturduğu bir kategorileşmedir. Buna dayalı farklı sınıf (burjuva) fraksiyonları arasındaki rekabet örtüktür. Ancak AKP ile Gülen Cemaati arasında yaşanan gerilim ve AKP iktidarının kamu gücü Gülen Cemaati’ne yakın sermaye gruplarına (Kayseri’de Boydak Grubu başta olmak üzere TUSKON’a üye iş adamları dernekleri) yönelik sembolik şiddete doğru kaymış bulunmaktadır.25

3.3. İtibar Sermayesi Olarak Kayseri’de ‘Hayırseverlik’

Kayseri’de hayırseverlik kültürü son derece yaygındır. Hayırseverlik de diğer sosyal örüntüler gibi tarihsel bir bağlama sahiptir. Hayırseverlik kültürü, bir açıdan dinselliğin tarihsel yapıtaşlarından olan kurbanlık mekanizmalarının bıraktığı formdan beslenir. Battaille, “insan nesneleştirebildiğini kurban edebilir” diyerek kurban vermenin amacının kurbanın nesne olarak var olmasına yol açan ‘şey’i yok etmesine, yani kurbanın ‘nesnelliğinden’, işe yararlılığından koparılmasına, dokunulmayan ama ‘mahrem’ kabul edilen tinsel dünyaya geçmesine dayandırır (akt.

Tuğrul,2010:110-112). Dolayısıyla kurban yok edilmez, sadece anlam dünyasında yer değiştiren bir taşıyıcıya dönüşür.

Hayırseverlik, paranın, yani bir anlamda fazlanın (veyahut artı-değerin), nesnelleştirilmiş olanın kurban edilmesidir. Kurban edilen para ya da yapılan hayırseverlik, tinsel alanın anlamını alır. ‘Hayır duası almak’ bu tinsel dünyanın dinsel bir değeri olur.

25 Siyasal iktidarın “Paralel Yapı” olarak kodladığı Gülen Cemaati çevresine yönelik operasyonlardan aynı zamanda TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi Memduh Boydak da nasibini almıştır. Boydak Holding’in CEO’su konumunda bulunan Memduh Boydak 16 Eylül 2015 tarihinde operasyon kapsamında gözaltına alınmış, daha sonra serbest bırakılmıştır. Bkz.

http://www.haberturk.com/ekonomi/ekonomi/haber/1129074-kayseride-operasyon

129

K20: “Bu biraz muhafazakârlıktan geliyor. Ya da bundan da öte, insanların birbirini tanıyor olması. Ortak bir geçmişe sahip olmalarından dolayı olarak yorumluyorum ben. Çünkü Kayseri’de “oturma” adı verilen bir hadise var.

Kışın evlerde, yazın bağlarda oturulduğunda; işte sanayiciler, birbirlerine sıkıntılarını, sektörel problemlerini, işbirliği imkânlarını görüşüyorlar, çayın kahvenin dışında. Arkadaşlarının sıkıntıları ile ilgili de görüşmeler yapıyorlar, çözümler arıyorlar. Dolayısıyla bu, insanların birbirini anlamasını getiriyor, dayanışmayı getiriyor, yardımlaşmayı getiriyor muhtaç olanlara. Kayseri’de mesela ben 19 yıl bankacılık yaptım. Dolayısıyla şimdiki sanayicilerin, işadamlarının geçmişini de biliyorum ama şeyden, krizlerden veya öngörülmeyen şeylerden dolayı iflasların, batmaların dışında çok fazla yardımlaşmaya girmeyeni görmedim. Buradaki bir genç, iş hayatına başladığı zaman, ben ileride nasıl bir okul filan yaptıracağım veyahut da bir sağlık kuruluğuna nasıl yardımda bulunacağım diye düşünür. Mesela 50 milyon dolarlık Kızılay Hastanesi buradaki hayırseverler sayesinde yapılmıştır. Bu topraklarla ödeşmek için hayırseverlik yapıyorlar… Beni yetiştirdi diye, ödeşiyor.”

K18: “Çok çelişkili bir durum var. Şöyle mesela bir adama el arabasıyla evinin önüne bir eşyasını taşıtırken adama ücretinden beş kuruş aşağısını vermek için adamın canına okur yani. Ama bir düğünde, dernekte, bir hayır işinde şaşırırsınız, yani, zorlukla kazandığı parayı nasıl bu kadar kolay harcıyor diye. Bu hakikaten enteresan bir şey. Bunun iki nedeni var bana göre. Birincisi inancından dolayı. Bir de kendisinin bir şeye konması yani, bende. Mesela ben iki defa vakıflar bölge müdürlüğü yaptım. Hepsi için değil

130

ama birkaçı için söylüyorum. Gelirlerdi bana, bir cami yaptıracağım ama merkezde bana bir arsa göster derlerdi. Yahu olur mu git işte şurada garibanların mahallesi var, camisi yok, oraya yapsana filan… Yok, derlerdi.

İşte merkezde şu camiyi yıkayım, yerine şöyle esaslı bir cami yaptırayım.

Ama tabi herkes her zaman böyle değil. Ama mesela biz devletten tek kuruş almadan, zamanın müftüsünün de yardımıyla, kendisi parayı topladı halktan, Selçuklulardan bugüne bütün camileri, medreseleri, türbeleri restore ettik, onardık. Büyük paralar harcandı. Ama mesela orada benim de ismim de geçiyor mu diye kimse sormadı. Diğer taraftan mesela üniversiteye baktığınızda isimleri yazılı. Dört üniversite de böyle.”

K18: “Bunların Kayseri’de kültür işlerine bir kuruş harcadıkları yok.

İstanbul’da başlamadı mı koleksiyonculuk filan, kitap çıkarıyor müesseseleri filan. Bu işlere girmiyor hiç. Yani para etmeyen işlerle uğraşmaz Kayserili.

Bu inanç da para eder işlerinin içinde. Ben sergiden bir resim alan birini, evine gittiğimde evinde orijinal bir şeyler bulunduran birilerini hiç görmedim.

Mesela eski bağ evlerinden kalan eşyalarını filan korumak, böyle kültür değerlerini yaşatmak gibi şeyleri anlatmanın mümkünatı yok. Vefa duygusu daha çok. Kadir Has’ın dediği gibi “doğduğu topraklarla ödeşmek”. Bir de işte, herkes yapıyor, herkesle beraber bir şey yapmak var. Allah rızası için, öteki dünya için de yapsa, hepsi bunların hesap.”

131

Fotoğraf 1. Kayseri’nin Sokaklarında Sıklıkla Karşılan Hayratlardan Bir Kare

Hayırseverliğin toplumda bir “itibar” kazanma aracı olduğu görülmektedir.

Bu aynı zamanda Kayseri’nin ortak benliğinde ve kimliğinde ekonomideki aktörlerden beklenen bir performanstır. Performans sergilendikçe sosyal itibar artmaktadır. Bu itibar söylemi ise genellikle başka türlü kiplerle (dinsel veya vefa kültürü) birlikte sunulmaktadır.

K3:“Kayserili kazandığını belli bir yaştan sonra hayra ayırmayı sever.

Üniversite, okullar, camiler, mescitler yapar. Türkiye’nin en fazla okul yapmış hayırseveri Kayseri’dedir. Öte taraftan bir Kayserili, bir el arabası üzerinde patlıcan satan biriyle pazarlığını yapar. 2,5 liraysa 2 liradan ver de alayım

132

oğlum der mesela. Böyle de bir kültürümüz var yani. Bir de şu var: elinde bir el lambası, başkası tutuyor, sen de yürüyorsun. Işığı kestiği zaman yürüyemezsin değil mi karanlıkta? Lamba elindeyken kendi hayrını kendin yap. Önünü aydınlat. Kazanan insan mutlaka hayra yönelir.Yani o kendine göre hayır yapmanın mutluluğunu yaşar. Ben de çok arzu ederim bir Endüstri Meslek Lisesi açmayı. Zaten yaşım yeterse ileride açarım. Zaten çeşme, şadırvan filan ufak işler. Hayırla yad edilmek önemli.”

K20: “Misafir dokuz rızıkla gelir. Birini yer, sekizi ev sahibinde kalır der.

Şimdi, misafirperver bir toplumuz genel çerçevede. Özellikle inanların İslam’a gönül vermiş aileler bunun bilincinde. Diğer taraftan dinimiz emrediyor. Zekâtını veren insanlar fakir olmaz, diyor. Yani devlete vergisini filan veriyor ama bu arada zekatı da hayra kullanıyor. Okul, cami yaptırıyor.

Fakir fukarayı evlendiriyor, sünnetini yapıyor. Çok şey yapıyor. Bu hayırlardan dolayı da hiç eksilmiyor. Ben 10 yıldır buradayım. İstikbal Grubunun her yıl dağıttığı en az bir fabrika eder. Ama hiç küçülmediler. Hep büyüdüler. Yani şimdi birkaç tane aileler var. İsim veremem de. Hiç yardım etmezler. Hiç zekât vermezler. Yani, çayı üfleyerek içerler, tabiri caizse.

Onlar hiç büyümüyor, öyle duruyor. Küçülenlere baktığında onun hiç hayır yapmadığını görecen zaten. Yüzde yüz böyledir, tereddütsüz.”

K9: “Ben yaptıysam kendime yaptım, sen yaptıysan kendine yaptın, “sen niye yapmadın” diye sormanın kimsenin hakkı değil ki. Hatta benim çok iyi bildiğim adamlar var, isimlerinin verilmesinden bile rahatsız olur. Bu konular pek gündeme gelmez. Zaten gündeme getireni de pek hoş karşılamazlar. Eğer parayı bulan varsa, onlar silik şahsiyetler oluyor, toplumda bir şahsiyet

133

bulamamış, bir vesileyle böyle şey bulunca hemen onunla ön plana çıkmaya çalışan, işte arabasıyla falan... Buralarda onlara çok iyi bakmazlar.”

K20: “O farklı bir olay. Şimdi işçisine yardım yapıyor ama ücreti şey etmiyor.

Sıkıntı vereceğini düşünüyor. Orada ne var bilmiyorum tabi. Herkes de böyle değil. Ücret yüksek verenler de var. Tabi en büyük maliyet işçi maliyeti.

Yalnız bizim işçi de düşündüğümüz kadar iyi çalışan bir işçi değil.”

K4: “Size bir şey diyeyim mi? Kayseri’nin Yahyalısı var, Adana’ya yakın.

İlçesi. İnanır mısın, evlerine git gör, acırsın. Pencere yok, kâğıt koymuş.

Halime çok şükür der, Allah devletime zeval vermesin der. Senden zerre kadar yardım talep etmez, bir şey etmez. Bizim burada, Kayseri’de aç insan bulamazsın. Buradaki insanlar yardımseverdir. Mesela ben para kazansam, buraya yardım yapayım, buraya bir şeyler yapayım isterim. Bir eser bırakayım şeyi vardır. Bu bir kültürdür yani buranın. Bu zekatla ilgili değil.

Bir itibar sağlıyor mu peki? Yok, parayla değil insanla. Ben bu memlekette yaşıyorum, bu memlekette kazanıyorum, bu memlekete harcayayım düşüncesi var. Devletin yaptığı okul, cami yoktur, hastane yoktur burada. Devletin yaptığı üniversite yoktur, bir tane rektörlük binası dışında. Muhafazakârız biz. Biz tutucuyuz burada. Bu tip şeylere çok dikkat ederiz. En zengininden en fakirine kadar, elimde para olsa da ben hastane yaptırsam, okul yaptırsam, cami yaptırsam, affedersin tuvalet yaptırsam, bir yere yardım etsem... Bu yani, düşüncesi budur. Bir insan görsün, o da yaptırsın diye (isim yazdırılıyor). Bunun vergiyle falan bir ilgisi yoktur ayrıca. Biz mesela okul yaptırdık, 9 ayda teslim ettik devlete. Bunun vergiyle ilgisi yok. Yoksa 5 yıla yaymam ve her sene %20 matrahtan düşmem gerekirdi vergi için olsaydı.

134

K4: “Hayırseverliği işçilere maaş olarak yansıtırsak o zaman insan hiç çalışmaz. Şu an tüm işletmelere, işçilere git, hepsinde iphone5 telefon var.

Başka gelirleri var köyden, şuradan buradan.”

K5: “Hocam eskiden vardı şimdi yok. Hayır yapan ne yapıyor? Zekat verecek. Yapan dininin, inancının gereğini yerine getiriyor. Biz onu hep ekstra gibi gördük, yanlış gördük. Yozlaşmanın başlangıcı oldu o iş. İşverenle çalışan ortaktır. Ne ortağı? İş ortağıdır. Türkçemizi tahrif patron bizde olamaz. Bizde işveren olur. Patronu kaldıracağız işveren yapacağız. Çalışma Bakanlığını kaldıracağız Çalış Bakanlığı yapacağız. İslam’ın beş şartından biri. Parası olmayana zekat farz mı? Değil. Zekat parası olana farz. Adam yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Bunun neresi ekstra? Bu yalakalık mesleğinin değişik versiyonu oldu, onu gördük ekstra. Onun dışında ise vatandaşlarımız hayır yaptılar, neden yaptılar? Devlete ödeyecekleri vergiyi, devlet her zaman sahtekarmış gibi, sanki onun parasını çarçur ediyormuş da… Adam gitti vergiden düşürmek için okul yaptı. Adamın hayrıdır dedik, vergiden düştü. Bu denklemi nasıl çözeceğiz? Burada birbirimizi kandırıyoruz. Bir kere dürüstlük ilkesinde okulu devlet yapsın kardeşim.

Onun için veriyoruz vergiyi. Ha kendi vergiden düşmeden yapıyorsa benim gözümde gerçek hayır da o.”

K8: “Hayırseverlik şöyle; paran olursa hayırsever oluyorsun. Paran olmazsa sen nasıl sen nasıl hayırsever olacaksın. Kendin zor geçinirken nasıl hayırsever olacaksın? Çoluğunun çocuğunun rızkını kesip de verebilir misin?

Ekonomik durumun iyi olduğu zaman vermek de kolay oluyor. İnançları gereği de buna çok dikkat ediyorlar ve veriyorlar. Tabi biraz da kolaylaştırıcı

135

oluyor ekonomik ilişkilerde. Böyle, işte, daha çok tanınıyorlar. Kayseri’de filan okulun şunun okuludur, falan fakülteyi falan kişi yaptı gibi biraz yarış haline geldi. Ee paran da varsa, kalıcı da olsun istiyorsan ve dinimizde de yeri varsa yapıyor yani.

K10: “Hayır itibar getirir mi, evet getirir. Zaten biz bunu herkese aşıladık.

Belediye başkanlarıyla oturup kalkarken dedik ki, bu tür işleri yapanlara kendi isimlerini verin. Adam onure olsun. Odayı mı döşetmiş, odayı döşetmiş diye yazdıralım. Ne olacak ki? Çok önemli. Orada vatandaşın iyi hizmet alması lazım bizim için. İsmin önemi yok. Ha o adam da ona dua eder. Ama onu motive etmek için onları yapmanız gerekir. Bazı şeyleri motive sonucu elde edersiniz. Yoksa ben size şu odayı döşeseniz desem yok filan... Ama döşesen buraya giren çıkan herkes sana dua eder arkadaş desem, arkandan rahmet okur, şunu yapar bunu yapar desem, ne olursun? Ne kadar güzel bir şeymiş bu dersin.”

Hayırseverliğin söylemdeki manası ile hakikatteki işlevi arasında ciddi bir rabıta sorunu olduğu açıkça ortadadır. Bunun belediye de dâhil olmak üzere geniş ölçekteki siyasal alanın ekonominin aktörlerinden beklediği bir performans olarak da görebiliriz. Zira hayırseverlik, tüm toplumsal çelişkileri belli ölçüde örten bir role sahiptir. Ayrıca ekonomi sektöründe küçülenlerin hayır yapmayan kişiler veya gruplar olduğuna dair kanaat de bu itibarın sosyal uzamda kökleşmesinde işlevsellik gösteren bir söylemdir.

Görüşmelerin yapıldığı iş adamlarının hepsi hayırseverlik yaptığını ve bunun hem inanç hem de kültür örüntülerinde önemli bir yeri olduğunu vurgulamışlardır.

Ancak aynı iş adamları kendi işyerlerinde çalıştırdığı işçilere asgari ücret düzeyinde

136

(2015 itibariyle net 949,07 TL’dir) maaş vermek yerine hayırseverliği işçilere maaş olarak yansıtmayı kabul etmemektedirler. “Her ikisinin yeri ayrı” şeklinde bir açıklama kipi ortaya koysalar da esasında bunun toplumsal uzamda sembolik sermaye birikiminin önemli bir parçası olduğunun farkındadırlar. Ayrıca işçilerine Ramazan Ayında yardımlar yaptıklarını da dile getirmişlerdir. Gerek bu yardımlar, gerekse hayrat, okul, sağlık merkezi, cami gibi kamusal hizmet alanlarını tercih etmeleri hem sosyal bir itibar, hem sınıfsal tahakküm ilişkilerinde rıza alma hem de rakiplerine karşı gösteriş odaklı performans gösterme aracı olmaktadır. böylece hayırseverlik aynı zamanda hegemonyayı tesis etmenin de önemli kültürel araçlarından biridir. Hegemonyanın toplumsal sınıflar arası egemenlik mücadelesinde ideolojik bir sentez yarattığını ve oluşturulan sistemin yeniden üretimini sağladığını vurgulayan Gramsci’nin (1997,1985) “hegemonik kültür”

kavramının bu çerçevede saygınlığın aktif bir rıza biçimi olarak hayırseverlikte vücut bulduğunu söyleyebiliriz.

Esasında hayırseverlik, ekonomik edimlerin simgesel edim biçiminde sunulduğuna tanık olmaktayız. Çıkarın gizlenmesi ya da ekonominin yadsınması gerçeği bizi Bourdieu’nün “simgesel metalar ekonomisi” bağlamındaki çözümlediği bağış mübadelesine götürür. Bourdieu, “ekonominin yadsınması nesnel olarak ekonomik ilişkilerin, özellikle de sömürü ilişkilerinin (erkek/kadın, büyük/küçük, efendi/ hizmetkar, vb.) tümden değişmesine yönelik bir çalışma dâhilinde gerçekleşir; bu değişme sözde olduğu gibi (örtmece), edimlerde de görülür. Edimsel örtmeceler vardır. Bağış mübadelesi, zaman aralığı sayesinde bunlardan biridir (bir şey yapılır ama yapmıyormuş gibi yapılır)” (2006:172) ifadesini kullanır.

Kayseri’deki hayırseverlikte bu örtmeceli dil ve edimler yukarıdaki görüşmelerde

137

rahatlıkla görülebilir. Keza Bourdieu’nün “simgesel edimler her zaman bir tanıma ve kabullenme edimi gerektirirler; bunlar bağışın yöneldiği kişiler yönünden bilişsel edimlerdir. Simgesel bir mübadelenin işleyebilmesi için, her iki tarafın da aynı algı ve değerlendirme kategorilerine sahip olması gerekir” (2016:173) ifadesi de Kayseri’de hayır verenin de alanın da veyahut kamusal hizmet görenin de benzer algı kategorilerinin uzun zamandır geçerli olduğu noktasında isabetli bir analizdir.

Simgesel mübadeleler ekonomisinin ilk özelliğinin her daim için çifte tutulmaya sahip olduğunu, yani bir arada tutulması zor gerçekleri bir arada tutmanın söz konusu olduğunu belirten Bourdieu (2006:166) nesnel gerçek ile öznel gerçeklik arasındaki çelişkiye de göndermede bulunur. Bu ikiliğin bir tür öz-aldatmaca (self-deception), kendini mitoslaştırma veyahut kendini mitoslaştırma aracılığıyla geçerli kılma (Bourdieu,2006:165) olduğunu belirtir. Kayseri’de hayırseverlerin kendilerini geleneksel kültür (vefa-borç) ya da dinsellik içinde (sosyal yardımlar ya da zekat) mitoslaştırması buna örnektir. Kolektif yaşantılar, toplumsal yatkınlıklar ya da habituslar, bu ilişkinin kurumsallaşmasını kolaylaştırır.

Kişisel şöhret veyahut itibarın ve hayranlığın ekonomik ilişkilerdeki rolüyle ilgili Tarde ise, şöhret ve hayranlığın da değer açısından ölçülebilir olduğunu ileri sürmüştür. Bunun için bir ün-metre geliştirir. Tarde, bir kişinin şöhreti, onun adını ve yaptıklarını bilenlerin sayısına göre hesaplanabileceğini; hayranlığın ise sadece kişi sayısıyla değil, bu kişilerin ‘toplumsal saygınlık’larının da ölçülmesiyle değerinin ortaya çıkarılabileceğini savunmuştur (Aytaç, 2007). Dolayısıyla Kayserili hayırseverin toplumsal saygınlığının ölçüsü onun görünürlüğüdür. Hayırseverlerin isimlerinin yazılması da bu mahiyette okunabilir

138

Hayırseverlik kültürünün, sermaye birikiminin ekonomi-dışı faktörlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Zira hayırseverlik, kapitalizmin eşitsiz doğasının verdiği imkânla kapitalistin sömürü ilişkilerinden elde ettiği sermaye birikiminin bütünsel mekanizmasının üzerini örten kutsal bir kılıfa büründürülmektedir. Kimi zaman dinsel kodlara, kimi zaman yerel kültürel kodlara dayandırılan hayırseverlik söylemi ve pratiği, Hegel’in klasik “efendi-köle” diyalektiğinin sosyo-kültürel suretteki yeni halini yansıtmaktadır. Diğer taraftan hayır yapma pratiği, kliyentalizmin de en önemli gıdalarından biridir. Kliyentalizm ise patronaj ilişkilerinin hem siyasal hem ekonomik alandaki paternalist emek düzeninin tesisinde işlevsellik gösterir.

Dolayısıyla bir korumacılık söz konusu olmakla birlikte bu korumacılık toplumu korumak adına burjuvaziyi korumaya uzanmaktadır. Hayır yapmak, ayrıca Türkiye gibi kapitalizme sonradan eklemlenen ülkelerin yeni kapitalist ruhunun beslendiği

“armağan kültürü”ne26 dayanan “minnet ekonomi”sinin27 güncellendirilmiş adıdır.

26 Armağan ilişkisini pazar/özel ile devlet arasında üçüncü bir alanın toplumsallık ilkesi olarak ele alan Godbout (2003) iktisadi veya iktidar çıkarlarına uğramadan toplumsal ilişkileri kuran ve yeniden üreten enformel mekanizmanın üzerinde özenle durmuştur. Armağanın alıp-verme ilişkisi sonuç itibari ile bir borçlanma ilişkisidir. Bu borçluluk arkadaşlıktan aile içi ilişkilere ve daha geniş enformel ağlara kadar genişletilebilir. Bireyin kendisini yaratan "anne babaya borçlu olması" kadar anne babanın ona borçlu hissedebilmesi, sosyalleşme ve gelişim süresince katkısı bulunabilecek öğretmeninden en üst sosyal örgütlülük olan devlete kadar borçluluk sistemi bir "sarmal" söz konusu olabilir. Ancak psikolojik açıdan bu borçluluk durumunun sosyal istekleri, arzulara karşı gelip tatmin ettiğini de hesaba katmak gerekir. Aslında bu yükümlülük sorunu sadece özgürlük değil güvenlik arama ihtiyacının da bir sonucu kabul edilir (Godbout ,2003:63). Bunun antropolojik köklerini

“potlaç” sisteminde bulmak mümkündür. Armağan, karşılıklı yükümlülük veya bağış şeklinde ifade edilen potlaç sistemi, İslamiyet’i kabul etmelerinden önce de Türklerde yaygın görülen bir şölendir ve genellikle hanın mallarını yağmalanmasına göndermede bulunan bir tören vazifesi görüyordu. Ancak İslam’la birlikte potlaç anlam değiştirmeye başlamıştır. Misafirperverlik, zekât vermek, bağışta bulunmak, bonkörlük, düğünlerde, nişanlarda ve bayramlarda kurban kesmek, aşure yapmak, ziyafet vermek, ölümlerde ve kırklarda yemek vermek gibi daha birçok eylem, potlaç kültürünün Anadolu’daki kodlanmış biçimlerinden sayılabilir. Sadece toplum değil devlet de bu ayinin bir ortağı olmuştur. Çünkü potlaç özünde iktidar(lıklar)ın meşrulaşmasına hizmet etmek için uygulanır.

Osmanlı’da padişahın başa geldikten sonra halka dağıttığı cülustan günümüzde devletin –özellikle de 1950’lerden sonra- defalarca getirdiği gecekondu aflarıyla hazine arazisini bağışlamasına kadar sayısız örnekler verilebilir. Gecekondu afları devletin potlacı nasıl bir kontrol ve itaat aracı olarak kullandığına ilişkin en çarpıcı örnektir. Bu bağış-armağan karşısında aftan yararlananlar her zaman devleti merhametle karşıladılar ve karşılığında yükümlülükler beslediler. Türkiye’de devlet-toplum ilişkilerinde “devlet baba” imgesinin yerleşmesinde ve milliyetçiliğin devletle özdeşleştirilmesinde bu politikalar çok etkili olmuştur. Toplumun ilkel duygularına hitap eden bu tip eylemler sadece devlet tarafından değil sermaye sınıfı tarafından da kullanılmıştır. Hatta sermaye sınıfı arasında ilklerdeki

139

Nitekim yerel sermayedarlar bu paternalist kanalları ne kadar kullanırlarsa yerelde statüleri o kadar yükselmekte ve bu “cömertliklerinden” ötürü karşılıklı bir yükümlülüğe doğru sürükleyerek “alt hegemonyanın” ve de tahakküme karşı

“rıza”nın oluşmasına meydan vermektedir. Bu pratikleri ağırlıklı olarak Ramazan ayındaki yardımlarda görebilmek mümkündür. Bu türden bir minnet ekonomisinin gibi cömertlik yarışı (statü yarışı da denebilir) da yaşanabilmektedir. Aksanat, İş-Kültür, Yapı Kredi Yayınları gibi kültür-sanat alanındaki cömertliklerin yanı sıra “Haydi Kızlar Okula” gibi sosyal organizasyonlar, Deniz Feneri gibi yardım kuruluşları ve daha bir dizi uluslararası kuruluş gibi daha birçok örnek, temelde toplumun bilinçaltındaki potlaç geleneğine hitap eden ve iktidar ilişkilerini meşrulaştıran şölenler gibidir. Ekonomi-politik açıdan armağan kültürü ve ideolojisinin görüngülerini Anadolu Kaplanlarında temsilini bulan dinamiğin dayanmış olduğu sermaye birikim rejimine sunduğu katkı dolayısıyla yakalamak mümkündür. Bu bağlamda konuya, İslam veya din-ekonomi ilişkisinde sadece ekonomik sosyolojiyi değil ekonomik antropolojik çözümlemeleri de içine alan ve “kültürel konteksi” (Wuthnow, 1994) hesaba katan çok yönlü bakış açıları çerçevesinde yaklaşmak gerekmektedir. İslam özelinde bakılacak olursa, İslam’ın üretimden çok tüketime ve harcamaya, ki bunu “hak ve halk sofrası” anlayışı ile varlıkların yeniden dağıtım mekanizması olarak “potlaç”

kültürünün dinsel inancı da içine alan ve Protestan Etiğinin karşısında farklı bir ekonomik ilke olarak gelişen kültürel kontekstler meselenin anlaşılmasında zengin bakış açıları sunmaktadır. Zekât ve çeşitli yardımlaşma ve yeniden dağıtım biçimlerinden cemaatçi kültürün ekonomik hayattaki örgütlülüğüne kadar gerek potlaç gibi tarihsel ve antropolojik ve toplumsal statü sağlama nosyonları, gerek dinsel yaşayış biçimleri ve siyasal, etnik kültürel ve küresel ekonomik bağlamlar çerçevesinde yapılacak değerlendirmelere ihtiyaç vardır. Ancak bu kültürel değerler de bağımlı değişkenlerdir.

27 Armağan kültürüne dayalı minnet ekonomisini Türkiye bağlamında anlamak açısından en anlamlı çalışmalardan biri Jenny B. White'ın (2010) İstanbul'daki küçük meta üreticilerine ilişkin 1986-88 yılları arasında yaptığı alan araştırmasıdır. Ele alınan atölyelerde parça başı çalışanların “kolektif karşılıklılık” temelinde nasıl sömürüldüğünü ortaya koyan araştırmada, kadınların üretken yaşamlarında aile, akrabalık ve topluluk bağlarının kullanılmasıyla sömürü ilişkilerini hafifleten bir moral ekonomisinin yaratıldığına temas edilir. Aile, cemaat gibi toplumsal ağlar ve bağlar ile aidiyet duygularının pekiştirilmesi, yani toplumsal dayanışmanın sağlanması, emek sömürüsünün bir aracı haline dönüştürülür. Kolektif karşılıklılık tarafından belirlenen ideolojik bir sistemin varlığına işaret edilen çalışmada minnet ilişkisinin sağladığı herhangi bir grup aidiyetine ucu açık bırakılan bir tutunma haline dikkat çekiliyor ve karşılıklı borçlanmanın iktisadi hayatla ilişkine değiniliyor. White, çalışmasında Parry ve Bloch'un kapitalizm öncesi ekonomi mantığı çerçevesinde, paranın devreye girmesiyle (kapitalizmle) moral ekonominin dağılmaya neden olmadığını ortaya koyan görüşlerini paylaşır. Armağan ideolojisi piyasanın değiş tokuşunun anti tezi olarak yapılandırılmıştır görüşüne karşı paranın toplumsal hayat içinde karşılıklılık sistemin bir parçası olarak cisimleştiğini belirtir.

Marksizm'in göz ardı etmiş olduğu grup içindeki egemenlik ve sömürü ilişkilerine dair köksel izler bulmaya çalışır. Piyasa güçleri grup içinde de işler ancak grup yükümlülükleri ve karşılıklı minnettarlık ilişkileri ideolojisi ile üzerleri örtülür. White'ın araştırma yaptığı aile atölyelerinde grup (birey adına) bireylerin emeğinden artı değer elde ederken, parça başı üretim yapanlarda ise atölye sahibi parça başı üretim yapanlardan artı değer elde eder. Parça başı çalışanlar emeklerini

"satmadıklarını" aksine "verdikleri" konusunda ısrarlıdırlar. Atölye sahibinden ihtiyaçlar farklı şekilde karşılanabildiğinden karşılıklı yükümlülük sistemi kurumsallaşmıştır. Örneğin düğün masrafları gibi toplumsal harcamaları karşılanabilir ya da gelecekte bir hizmeti elde etmekte kullanabilecekleri bir minnettarlık elde edilebilir. Taraflar arasında böylece enformel bir toplumsal anlaşma kurulmuş gibidir. Formel sektördeki ücretlerin düşüklüğü bu toplumsal anlaşmanın temellerinden olan grup dayanışmasını ve güvenlik ihtiyacından dolayı yaşanan bağımlılığı daha da yükseltir. Kolektif karşılıklılık yoluyla elde edilen emek, kamu ile asgari düzeyin altındaki boşluğu doldurmaktadır.

Ancak Türkiye'nin kentlerinde küçük üretime dayalı yaşanan bu üretim ilişkilerindeki toplumsal kabul grup dışında yer alan piyasa güçlerinin yararınadır (White,2010:223-230).