• Sonuç bulunamadı

Trk Gramerciliinin Tarihinde "Kavaid" Kitaplarnn Yeri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Trk Gramerciliinin Tarihinde "Kavaid" Kitaplarnn Yeri"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRK GRAMERCİLİĞİNİN TARİHÎNDE "KAVAİD" KİTAPLARININ YERİ

HALİL İBRAHİM USTA

Türk gramerciliğinin tarihi oldukça eskidir. Kâşgarlı Mahmud'un yaklaşık 900 yıl önce yazdığı, günümüze ulaşamamış ancak

kaynak-larda adı geçen Kitâbu cevâhİTiVn-nahv fî lııgâtVt-Türk1 adlı kitabı,

bilim adamlarınca bir başlangıç eseri olarak kabul ediliı. Batıda ise Oğuz grubu Türkçesini esas alan Bergamalı Kadrî'nin M üye s s iretiVl-ulûm adlı eseri gramer kitaplarının ilki olarak bilinir ve 1530 tarihinde Veziriazam ibrahim Paşaya sunulmuştur.

1600'lu yıllardan itibaren Batılıların da birtakım gramer kitapları yazdığı bilinmektedir. Ticaret dilinde anlaşmayı sağlamaya ve yaban-cılara Türkçeyi öğretmeye yönelik bu ilk çalışmalardan biri H. Megiser'in Leipzig'te Lâtince olarak yazdığı Instutionum linguae turcicae libri quatuor adlı eseridir ve 1612 tarihini taşır. Gene 1630 yılında A. Du Ryer'in yazdığı Rudimenta grammatices linguae turcicae adlı eseri de bu ilk çalışmalara katabibriz.

Sayıları giderek artan bu tür kitapların açtığı süreç içinde zamanla Türkçenin eğitimi ve öğretimi, İmparatorluğun başşehri İstanbul'da da gündeme gelmiş ve Tanzimat'ın getirdiği yeniliklere paralel olarak yeni düşüncelerin halka aktarılmasında aracı olan dil önem kazanarak gazete dili, tiyatro dili, öğretim dili gibi kavramlar konuşulmaya başlanmıştır. 1851 yılında Ahmet Cevdet ve Mehmet Fuat Paşaların Batıdaki örneklere bakıp kaleme aldıkları Medhal-i Kavâid ile 1865 yılında ortaya koydukları Kavâid-i Osmâniyye adlı eserleri daha sonra Abdullah Ramiz Paşa'nm Emsile-i Tiirkiyye (1866), Ali Nazîma'nm Lisân-1 Osmânî (1884)'si takip etmiş ve bu alanda epeyce yayın yapıl-mıştır.

Bu tür eserlere verilen çeşitli adlar arasında dilin yapı bilgisini esas alanlar "sarf", kelime gruplarını ve cümle bilgisini hedef edinenler

(2)

ise "nahiv" terimini kullanmışlardır. Bu iki grup gramer kitapları arasında eğitim ve öğretim amacını taşıyanlar ise genell:kle "kavaid"

terimini tercih etmişlerdir. Kavait kitapları, anlaşdan, Türkçenin kurallarını vermek açısından diğerlerinden daha farklı bir özellik taşı-makta ve tarihî Türk grameri içinde ses ve yapı bilgisiyle ilgili konulara daha fazla eğilmektedir.

Üzerinde durmaya çalıştığımı/ Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye bu tür özellikleri taşıyan bir eserdir. 1328 (M. 1912)'de Dârülfünûn-ı Osmânî ve Mekteb-i İdadi' de görev yapan iki öğretim elemanı tara-fından hazırlanmıştır. Kitabın ön yüzünde amaç, "Mekâtib-i Rüşdiyye-nin son seneleri ile Mekâtib-i İdâdiyyeRüşdiyye-nin ilk senelerinde ve Dârül-muallimînlerde tedris olunmak üzere tertîb edilmiştir." diye açıklan-mıştır.

Ağır bir "sansür" döneminden sonra 1908'de II. Meşrutiyet'in ilân edilmesiyle birlikte yayın hayatının da canlanmaya başladığı bilinmektedir.2 Fikirlerin serbestçe söylendiği bir ortamda yazılan

bu "kavaid" kitabı, anlaşıldığına göre döneminde büyük ilgi görmüş, 1908 Meşrutiyetinden sonra istanbul Dâralfünûnunda edebiyat tarihi dersleri veren "Eslâf" yazarı Faik Reşat da bu kitaba bir "takrîz" yazmıştır. Oldukça hacimli olan eserin (416 sayfa) adı her ne kadar "Kavâid-i Osmâniyye" ise de muhtevası, dönemindeki "Türk" ve "Türkî" unvanlı diğer eserlerden daha çok Türkçeye yöneliktir. Kitap, dilin kurallarını tespit eden düzgün bir anlatım ile kaleme alınmıştır. Türkçülük ve Türkçecilik hareketlerinin yoğun olduğu bir dönemde kitapta neden "Türkî" yerine "Osmânî" adının tercih edildiği sorusu akla gelebilir. Sorunun cevabı, konuşulan ve yazılan dilin muhtevasında gizlidir. Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşmuş bir di'in kurallarını tespit etmeye çalışan kitabın yazarları, "Osmanî" terimini bu konuya uygun bulmuşlardır. "Lisân, bir kavmin ifâde-i merâm için söylediği söz demektir ki kelimelerden, kelimeler de hecelerden, onlar da harflerden teşekkül eder." (2. s.) tanımını eserin başına alan

2 Konumuz olan "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" adlı bu kitapta da II. Meşrutiyete zaman zaman değinildiğim görüyoruz: "fakat" kelimesinin görevleri anlatılırken verilen örnek ilgi çekicidir: "On Temmuz yevm-i mübecceli münasebetiyle mevkûfînden bir kısmının tahliye edileceği muhakkakdır; fakat hangilerinin istifade edebileceği henüz taayyün etmemişdir." (326. s.) Ayrıca 372. sayfada yardımcı cümlelerin anlatılması bittikten sonra Tevfik Fikret'in "Halûk'un Vedâı" adlı şiiri verilir ve ardından öğrenciye yönelik bir yazı konusu şu şekilde yer alır: Mevzu: 10 Temmuz. 1-10 Temmuzun ehemmiyyet i tarihiyyesi, 2-10 Temmuzdan ev-velki ve sonraki tahassü satınız.

(3)

TÜRK G R A M E R C l İ Ğ İ N N T A R İ H N D E . 285

yazarlar, yine aynı sayfada "Kavâid-i Osmâniyye" yi şöyle tanımlarlar: "Osmanlı lisânının kelimelerine, terkîblerine ve ibârelerine âid kârde-lerden ibârettir."

İzlenilen yöntem, sarf ve nahiv bölümlerini birleştirmek, buradan dilin ses ve yapı özelliklerine eğilmek ve ifade biçimleri üzerinde durmak suretiyle oluşmuştur. Bu konu kitapta şöyle anlatılır: "Bu kâidelerden kelimelere âid olanları (sarf), terkîb ve ibârelere taalluk edenleri (nahiv) nâmıyla ayrı ayrı tedvin eyleyenler vaısa da biz bu mesleğe sâlik ol-mayarak bunların meemûunu Kavâid-i Osmâniyye nâmı altında birleştirmek istiyoruz." (2. s.) Bu yolla Osmank klâsik gramer anlayışı aşdmaya çahşdmıştır.

"Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye", harf ve harekeden başlayarak cümle türlerine kadar çok geniş bir çerçeve içinde hemen her konuya değinmek gayretiyle yazılmıştır. Ünlü ve ünsüz uyumları, tamlamalar, cümlenin öğeleri, cümle bilgisi, anlam bilgisi g'bi pek çok konuya -bu adlar altında olmamak üzere- yer vermektedir.3

Bu incelemede biz eserde sık sık sözü edilen ve eski yazının imlâsını ilgilendiren konulara değinmeyeceğiz. Üzerinde duracağımız asıl konu, İstanbul Türkçesi esas alınarak ifade ve telâffuza ait söylenmiş bilgüer olacaktır. Ancak daha önce, bu tür eserlerdeki genel tutumu göstermesi bakımından bazı açıklamalar yapmak yerinde olur.

1. XIX. yüzyılın sonuna kadar, edebiyat ve dil ile meşgul olan-laıın üzerinde durdukları en önemli konulardan birisi belagat diğeri ise fesahat idi. Bunun dışında halkın veya aydınların okuyup yazdığı dilin kelime hazinesi ve gramer kaidelerine gereken önemin verilmediğini, bir hususun en hoş ve en süslü nasıl, anlatılabileceğinin öne çıktığım görüyoruz. Buna bağlı olarak aydınlar arasında, "Edebiyatla uğraşan-ların grameri bilmesi gerekli mi?" sorusu zaman zaman gündeme gelmiştir. "Mükemmel Kavâid i Osmâniyye" adlı bu eserde de konunun önemine bakdarak, kimden alındığı belirtilmemiş bir "kırâat" met-ninde şu fikirlere yer verilmektedir: "Lisân bahsine gelince: Evet, ben de pek çok işittim; edebiyyât başka, lisan başka imiş; edibler sarf ve nahve vukûf ile mükellef değillermiş. Halbuki benim bildiğime

3 Eserin sonunda "noktalama" ile ilgili ek bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm için verilen dip notu. o dönemde imlâ ile ilgili tutumu göstermesi bakımından aynen alıyoruz: 'Vışârât-ı tenkîtiyye, muharrirlerimiz tarafından -bir esâsa ircâı kabil olamayacak derecede- muhtelif şekillerde istimal edilmekde olduğunu görerek biz bu bâbda daha muvafık bulduğumuz Şem-eeddin Sami Bey merhumun "Usûl-i Tenkit ve Tertîb" nâmındaki eserini ittihâz eyledik." (373.S.)

(4)

göre bütün büyük şairler birer sarf ve nahiv âlimidir.... Doğru ve güzel yazmak hemen dâima mümkün olur, eğer lisâna karşı hâkimiy-yet-i kâffeye mâlik isek. İşte Racine, işte Tevfik Fikret." (161. s.)

2.1. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"nin yazarları her fırsatta Türkçenin lehinde çeşitli fikirler beyan etmektedirler. Yine o dönemde dilin kurallarına ve tabiî yapısına uymayarak farklı yollar seçenleri "Ba'zları Acem lisânına itbâen . . . . şeklinde istimâl ederler." (334. s.) gibi sözlerle eleştirmekte ve hatta suçlamaktadırlar: "Mütercim Asım Efendi lisânımız için güzel bir çığır açmıştı; esef ki Acem mukallid-liğini bir hüner zanneden üdebâ, bu mesleğe sâlik olmadılar." (349.s.)4

2.2 . Eserde Türkçe kelimelere ağırlık verilmesi, özellikle "Temrîıı"-lerde anlatımın güzel ve akıcı bir Türkçe ile yapılmış olması dikkat çekicidir, "bal arısı, umacı, ileri gel-, şimdileri (bu günlerde anlamında), evvelleri, oyuncu, işçi, sevinç, sürünceme, yakışık, okunak, dirim, ölüm, duygu, saygı, iğrenç, tıkız, kaçık, yüzgeç, bilgiç, çekişken, bezgin, dalgıç, soluğan (nefes darlığı), uğunmak" gibi pek çok kelime çeşitli konularda örnek olarak yer almıştır. Kitapta "su kesdmek" fiilinin "insan bedeninin ter veya başka sebepleıle aşırı ıslanması"' şeklindeki anlamı ise henüz Türkçe sözlüklere girmemiştir.

2.3. Türkçeye verilen önem, kitabın örnek cümleler kısmında her zaman kendini göstermektedir. Örnek olarak 336. sayfadaki şu cümle verilebilir: "Türk, fikrini daima açık söyleı; onun içindir ki (Türkçesi bu iş böyledir) denir."

2.4. O dönemde aydınların eğitimle ilgili düşünceleri ise kitabın "Temrin" kısmından alınmış şu örnek cümleden çıkarılabilir: "Kız-larını okutmayan millet, oğul"Kız-larını manevî öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir." (115. s.)

3.1. Kitapta Anadolu ve Rumeli ağızlarıyla ilgili bazı bilgilerin verildiğini görüyoruz. Sadece birkaç yerde geçen bu değinmeler, üstün-körü ve basmakalıp ifadelerle değil, aksine dil bügisinin değişik konu-larını içine alan doğru tespitlerle yapılmıştır.5 Örneğin 28. sayfada aynı

4 Orta dereceli okullarda okutulmak üzere hazırlanmış böyle bir "kavâid" kitabında bunun gibi derin anlamlar içeren bir cümlenin öğrenciyi sıkabileceği düşünülerek örnek cümle, "Edevât-ı Teessür ve Teessüf" bahsinin "Temrin" kısmında verilmiştir.

5 İstanbul Türkçesinden farklı olarak ve yazı dili haricinde kullanıldığına dikkat çekilen bu biçimlerin bazılarına "galattır", "fasih değildir" denmişken bazılarına herhangi bir not düşülmemiştir. Bu konuda bir istikrar yoktur.

(5)

TÜRK G R A M E R C Ğ N İ N T A R İ H N D E . 287

görevde kullandan iki ayrı ekten bahsedilir: "-Anadolunun ba'z mahal-lerinde böyle 'alemlerin cemci (-1er) edâtıyla olmayıp ( gil) ilâvesiyle

teşkil olunur: Necatigil, Kenangil, Şinasigil gibi."

3.2. Buna benzer olarak "Mâzî-i Nakli" konusunda, farklı bir kullanımdan bahsedilir; fakat bunun Anadoludaki "ağız"ların etki-siyle gelişmiş bir şekil olduğundan bahsedilmez: "Cem mütekelliminde (z)ye bedel (k, k) ilâvesiyle meselâ: bilmişik, anlamışık demek galat addolunur." (193. s.) Bu açıklama yazı dili ile halk dilinin birbirinden ayrdması gerektiği düşüncesini işlemesi bakımından ilgi çekicidir.

3.3. Yine aynı sayfadaki ikinci dip notta, "mâzî-i naklinin muhatabında" e öz konusu olan ve diğer örneğe benzeyen bir başka kullanıma yer verilmiştir. Fakat bu tür bir ifadenin de "fasîh" olmadığı belirtilmemiştir: "Muhataplarda bazen (-sın /-sin, -siniz /-siniz) za-mirleri sin'lerin hazfıyla tahfîf olunur: bilmişin, bilmişiniz, anlamışın, anlamışınız gibi." (193. s.) Halbuki, iki örnek arasındaki ortak nokta, ikisinin de aym şekilde -galat- değerlendirümesini gerektirir. Çünkü bu ifadelerin ikisi de "ağız"larda yer alan ve yazı dilinde bulunmayan şekillerdir.6

3.4. Gramerlerimizde bu gün zaman zarfı olarak değerlendirilen imdi, konumuz olan kitapla "tesri' manası kasd olunur" diye anlatılır-ken Anadolu ağızlarına da değinilmiştir: "Anadolunun ba'z taraflarnda (imdi) edâtınm mim'i de nun'a tebdil edilerek "gelindi, bakındı, deyindi" tarzında kullanılır." (194. s.)7

3.5. Yazı dilindeki biçimlere karşılık olarak konuşma dilinde yer alan sözlere örnek verirken, Anadolu ağızlarına atıfta bulunulur: "Anadolunun bacz bilâdmda emr-i hâzırın âhiı;ni meftûh okuyarak

(-ncaya, —yıncaya) edâtlarına bedel (-siya /-siye, -yasıya / -yesiye) lafzı üâvesiyle: bitesiye kadar, anlayasıya kadar tarzında bir istimal daha vardır." (307. s.)

3.6. Rumeli ağızlarından sadece bir yerde -dip notta olmak üzeıe- örnek verilerek bahsedilmiştir: "Rumelinin bacz taraflarında

âhiri sâkin emr-i hâzırlardan teşkil olunan fiil-i hâllerde (-yor) edâtınm üst tarafını meftûh okuyarak meselâ biliyor makâmında bileyor diyenler var ise de bu nev istimâl, fasîh addolunamaz." (189. s.)

6 Günümüzde televizyon programlarında "iyi yapmışsın", "Güzel söylemişsin" yerine "İyi yapmışın!", "Güzel söylemişin!" gibi ifadelere rastlanmaktadır. Kanaatimizce bu özellik İstanbul halk ağzı ile ilgilidir.

(6)

4.1. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" yazarları, Türklerin te-masta bulunduğu yabancı dil ve edebiyatların etkisiyle Türkçeye girmiş çeşitli kuralların tasfiyesi için, her fırsatta kitabın dip notlarında tavsiyelerde bulunmuşlardır.

4.2. Türkçeye geçmiş kelimeleri çoğullandırmada Farsça kuralın terk edilmesi isteniyor: "Bu gibi kelimeleri şu veçhile (yani Farsça ahter-ahterân gibi) Farisî cemiyle cemlemekden ise müfredlerinin âhirine (-1ar / -1er) ilavesiyle cemlemek lisânımızın istiklâlini muha-fazaya medâr olacağı için daha fâidelidir." (30. s.)

4.3. Yarısı Arapça, yarısı Farsça "musanna" (uydurma) birleş-tirmelere karşı çıkılıyor: "fcı/â edâtının Farisî kelimeye idhâliyle meselâ bilâ-pervâ gibi musanna tabirler kullanılmamalıdır." (81. s.)

4.4. Buna benzer, Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluş-turulmuş tamlama biçimindeki birleştirmeler de eleştirdiyor: " . . . . serVul-hâme, sürç-i lisân, resm-i geçid gibi terkipler doğru olamaz..." (99. s. ) deniyor.

4.5. Türkçede tamlayan önce, tamlanan sonra gelir. Türkçenin en çok temasta olduğu Arapça ve Farsça da ise durum tam tersinedir. Ters işleyen bu yabancı kurallar, dile yabancı kelimelerden daha zarar-lıdır. Çünkü bu tür kelimelerin dile girmesini kolaylaştırır: dilin tabiî işleyişini ve gelişmesini engeller. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"-nin tutumu da Arapça ve Farsça kurallara göre oluşturulacak terkip-lerin terk edilmesi yolundadır: " . . . .binâen aleyh katî bir mecbûriyyet olmadıkça -birçok Arahî ve Farisî kelimelerin lisânımıza girmesine sebebiyyet veren- bu türlü terkîblerin istimâlinden sarf-ı nazar olun-masını kemâl-i ehemmiyyetle tavsiye ederiz." (100. s.)

Bu konuyla ilgili olarak 123. sayfada "Böyle Türkçe kelimelerden teşkil olunamayacak terkîblerin lisânımız için muzır olacağı...."; 133. sayfada " . . . . b u türlü terkîblerin terki lisânımızın tasfiyesi için lâzımdır."; 134. sayfada "Bu nev mürekkeb sıfatların istimâline revâc verilmemesi şâyân-ı tavsiyedir." sözleri sarf edilmiştir.

5.1. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" sadece kuralları tespit edip örnekler veren bir kitap değil, aynı zamanda pek çok konu için yorum yapan, fikir veren ve yönlendiren bir inceleme eseri niteliğini de taşımaktadır. Modern bir anlayışla ve düzenli bir şekilde hazırlanmış dip notlar, eserin bilimselliğine önemli bir katk'dır. Bu özelliklerinin

(7)

TÜRK G R A M E R C İ İ N İ N T A R İ H N D E .

yanı sıra "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" nin örnekleri, yayım-landığı dönemde Türkçede yaygın olarak kullanılan veya yazı dilinde yeri olan ok, söz kalıbı ve kelimelerden seçilmiştir; ancak, eski nesir dilinin üslûbuna ait olan veya o gün kullanılmayan, unutulmuş ya da görevini bir başkasına bırakmış veyahut sınırlı olarak dar bir çevrede kullanılan kelimelere de dikkat çekilmiştir.8 Bunları iki grupta

top-layabiliriz:

* Türkçe kelime, ek, tamlama ve diğerleri,

** Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiş kelime, ek veya tamla-malar.

5.2. Türkçede zarf olarak kullanılan dek ve değindin 57. sayfada isim soylu, 307. sayfada fiil soylu kelimelerle oluşturduğu birlikten bahsedilmektedir. Bu iki biçimin "eski zamanlara" ait olduğu ve artık kullanılmadjğı(!) belirtilmektedir: "Eskiden . . . . (değin) tarzında bir istimâl var idi. Şimdileri bu sûret revâcdan düşmüş, hemen bazı muharrerât-ı resmiyyeye münhasır kalmıştır." (57. s.)

"Eski zamânlarda . . . . gelinceye dek, gelinceye değin tarzında bir sûret-i istimâl mevcûd idi, şimdileri bu sûret 'erk olunmuştur. (Maca zâlik nazma mahsûs olmak üzere (dek) ilâvesiyle olan istimâle

hâlâ tesâdüf edilmektedir.)" (307. s.)

Bu iki örnek, bir yönüyle fikirlerdeki istikrarsızlığı ve çelişkiyi gösterir. Çünkü, bir dip notta (57. s.) "dek" ve "değin" kelimelerinin sadece resmî yazışmalarda kullanıldığı belirtilirken, bir başka dip notta (307. s.) "dek" sözünün sadece nazım türünde yazılmış eserlerde yer aldığı ifade edilmiştir.

Diğer bir yönüyle bu iki örnek, önemli bir bilgiyi de içermektedir: Söyleyiş âhengindeki durgunluk ve başka sebeplerle, Türkçe asıldan gelen bu iki kelimenin o dönemde yabancı dillerden alınmış görev-deşlerine tercih edildiğini anlıyoruz. Bu gün durumun ne düzeyde olduğu incelenmeye değer bir konudur.

5.3 "Sıfat-ı işâriyye" konusu anlatılırken dip notta şu bilgiye yer veriliyor: ". . . . şol, ol şeklindeki istimâl bir zamândan beri revâcını gâib etmiştir." (117. s.)

8 Burada verilecek örneklerin ortak özelliği, hepsinin de cümlenin yapı taşları olarak Eski Anadolu Türkçesinde sıkça kullanılmış olmasıdır. Bu şekillerin, Tanzinıatla birlikte gelişen yeni dil ve edebiyat aıılayışınm etkisiyle terk olundukları muhtemeldir.

(8)

5.4. "İsm-i mübhem" bölümündeki 3 nolu dip notta bir başka Türkçe kelimenin ise tamamen terk edildiğinden bahseddir: "Kimse lafzının bir de (kimesne) tarzında istimâli varsa da o sûret metrûk hükmünü almıştır." (151. s.)

5.5. Türkçe olan -sız/-siz; -sar /-ser (doğrusu -ısar/-iser) ve -cak / -eek (doğrusu -ıcak / -icek) eklerinin de unutulmuş veya tercih edilmez olduklarından söz edilir.

5.5.1. "Eski zamanlarda (-siniz / -sifi'z) zamiri (-siz) şeklinde istimâl olunur ve: < ger dilerpiz bulsasiz oddan necât > dendirmiş şimdileri bu sûret tecviz olunmuyor." (167. s.)

5.5.2. "Eski zamânlarda madde-i asliyyeye (-se*-) (aslında -ısar/ -iser) ilâvesiyle teşkil olunur bir fid-i müstakbel şekli daha kullanılırdı, şimdderi o sûret, terk olunmuştur: Geliserdir senden ol hulk-ı hasen gibi." (187. s.)

5.5.3. "Evvelleri madde-i asliyyenin âhirini kesre ile harekele-yerek hafiflerde (-cek), sakillerde (-cak) ilâvesiyle: (gelicek, kabcak) tarzmda bir nev sîga-i takîbiyye daha kullanılırdı. Bu sûret epeyce zamândan beri büsbütün terk olunmuştur." (297. s.)

5.5.4. Osmaııhoaıım klâsik imlâsından kaynaklanan bazı şekil-lerin kullanılmasının doğru olmadığına değinilir ve örnek verilir:

"(idi) fiil-i nâkısmın sîga-i sılası olmak üzere (idigi) Jafzı nâdiren kullanılır; fakat bunun diğer şahısları bulunmadığı gibi mevsûfu da yoktur. Bu kelimeyi (idügi) şeklinde yazmak doğru değddir." (310. s.) 5.6. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"de zaman zaman, Türkçe söz yapdarına ait köken bilgisi denemelerine girişilir. Bu denemelerde, yazarın güvensizliği ifadesinden anlaşılmaktadır. Düşüncesini, baş-kasından duymuş gibi nakleder. Bunun sebebi ise, o dönemdeki Tür-koloji araştırmalarına Türkiye'deki bilim adamlarınca tam olarak nüfuz edilememesidir:

"evvel, önce, mukaddem kelimeleri, mefûlün fili olduğu vakit, ekseriyâ hazf olunur: Güneş doğmadan yola çıktık gibi ki, meselâ "güneş doğmadan evvel" demektir. Bazıları bunun, "Çok alâmetler belürdi gelmedin." mısramdaki "gelmedin" lafzı gibi esâsen <doğ-madın> olduğuna zâhib olmuşlardır." (61. s.)

6.1. Yazı ve konuşma dilinde kullanımdan düşmüş Farsça keli-melere de kitapta değinildiğini görüyoruz:

(9)

TÜRK G R A M E R C İ N N T A R İ H N D E . 291

"Farisîden mc'hûz mâzî-i şiilıudî sîgalarmdaıı (reft, kaydşod) gibi tabirler şimdileri metruk hükmündedir." (240. s.)

6.2. Farsça kelimelerin okunuşu ve Farsça kurallara dair zaman zaman verilen bilgder, Türkçenin ahengine ve kurallarına uygun ol-mayan ifade şekillerinin veya bazı telâffuzların nasıl kendi kendine geçerliliğini kaybettiğini de göstermektedir:

"/sı-i zamân (îsâ yerine İsı) gibi şîve-i Farisî üzerine telâffuz, bizde nazma mahsus olmakla beraber terk olunmak üzeredir." (101. s.) "Acem lisânına taklîden (âşinâ vü garîb) gibi vav (_,) edât-ı atfının mazmûm okunması eski zamanlarda merî bir şîve olmakla beraber şim-dileri terk edilmiştir. (322. s.)9

"(eger) edâl mm hemzesini hazf ile (ger) şeklinde kullanmak, nazma ait olmakla beraber bu gün metrûktur." (329. s.)10

7.1. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye", hazırlandığı dönemdeki yazı ve konuşma dilinde yanlış kullandan ek, kelime ve kelime grup-larına da değinmekte, en dikkat çekici örnekleri kollanarak hatalı ifadelerin düzeltilmesini önermektedir. Bunları da birkaç bölümde ele alabiliriz:

7.2. Yukarıda 4.4.'te kısaca örneklediğimiz tamlamalarda uyum konusu, "Farisî Terkîb-i Tavsîff'lerin "Mutâbakât Bahsi"nde ayrın-tılı olarak ele alınmış. İki örnek verelim:

"Binâen aleyh, Ordu-yı Osmânî gür terkîbler galat addolunur." (124. s.)

"Tophâne-i Âmire gibi terkîbler galat olarak istimâl olunmuştur." (125. s.)

7.3. Eklerin kullanılmasında kök ve ek arasındaki fonksiyonel bağlantıya dikkat gösterilmesi gerektiği belirtilir ve buna uymayan "galat" biçimlere örnek verilir:

"-lik, -lık, -iyyet ilâve olunacak kelimelerin de esâsen masdûr olmamasına dikkat etmek lâzım gelir: Bu cihetle (Allah şifâlık versin.) tabiriyle (şükrâniyyet) gibi kelimeler galat addolunur." (251. s.)

9 Bu giin, eski harflerden yeni harflere aktarılan özellikle son dönem metinlerinde, yer yer vü şeklinin kullanılması herhalde aşırı bir gayretkeşliktir.

10 Bununla birlikte, 330. sayfada yer alan ve bu gün de geçerliliğini koruyan izah, dikkat çekicidir:" (egerçi) adâtından hemzenin hazfı pek şâyi olup ekseriya lıeınzesiz kullanılır."

(10)

7.4. Öte yandan dildeki bir kavramın karşılığını terk ederek yerine uydurma şekiller koymak da eleştirilmektedir. "Arabi Masdarlar" konusunda "şebîbet (delikanldık)" örneğinin dip notunda şöyle denil-mektedir.

"(şebîbet): Bu kelime mevcûd iken (şebâb) lafzının âhirine ( o ) ilâvesiyle (şebâbet) kelimesini galat olarak istimâl etmeğe hiç de lüzûm yoktur." (256. s.)

7.5. Halk arasında dil bdgisi kurallarına aykırı olarak kullanılan biçimlere de dikkat çekilmiş ve bunlar genellikle "âmiyâne" terimiyle, bazen de "galat" olarak nitelendirilmişlerdir:

"Sîga-i hâliyyeyi (-dan/-den) ilâvesiyle istimâl etmek; meselâ (gülerek gelmiş) diyecek yerde (gülerekden gelmiş) demek pek âmi-yânedir." (295. s.)

"lâkin lafzını, evveline (ve) ilâvesiyle (ve lâkin) şeklinde istimâl eylemek pek âmiyânedir." (326. s.)

"(döndür-) kelimesini (dönder-) tarzında istimâl galattır." (208. s.) 8. Buraya kadar verden bdgiler ve yapılan yorumlar, "Mükem-mel Kavâid-i Osmaniyye"nin nasıl bir yöntemle hazırlanmış olduğunu, işlenen konuların çeşitliliğini gözler önüne sekmek ve böylece Türk gramercdiği tarihindeki yerini belirlemek amacına yönelikti.

9. Artık, bu "kavâid" kitabının başta da söylediğimiz gibi ifade, telâffuza ait açıklamaları ile ses bilgisine ait değinmelerine geçebdiriz.

10.1.1. Bu gün "ünlü uyumları" diye nitelendirdiğimiz kural-lardan "büyük ünlü uyumu", o dönemdeki diğer gramerlerde görme-diğimiz bir şekilde, "âheng-i telâffuz''' başlığı altında ele alınmıştır:

llâheng-i telâffuz: Türkçe kelimeler, hafîf kareke ile başlarsa hafîf,

sakîl hareke de bed' ederse sakfl hareke ile nihayet bulur: Okul, sönük, sıra, direk, ağaç, elek gibi.11 Bunun mütesnâsı pek azdır: hangi, hani,

»

elma, inanmak, onunki, geliyor, bakarken gibi." (6. s.)

10.1.2. "âheng-i telâffuz"dan başka, çeşitli konular anlatılırken dolaylı olarak "büyük ünlü uyumuna" da yer verilmektedir.

11 Burada, ilk hecesinde o veya ü sesini bulunduran örneklere yer verilmemesi dikkat çekicidir: koku, soğuk: bütün, küçük vb.

(11)

TÜRK G R A M E R C Ğ N N T A R İ H N D E . 293 \ • '

Bu gün, gramerlerimizde hiçbir şekilde yer almayan, "sadece kalın sıradan ünlü ile kullanılan ünsüzler" konusu anlatılırken aynı zamanda "büyük ünlü uyumu" dile getirilmiştir:

"Türkçe kelimelerde ( ^ J» ^ J ) harfleri daima sakil hareke de müteharrik bulunur: sarık, soy, sırt, taldı (daldı), toydu (doydu), tırnak, boğa, uğunmak, çağırdı, kara, korku, kılık gibi. Diğer harfler hafîf ve sakîl hareke ile müteharrik olabilir." (5-6. s.)

10.1.3. Belirli geçmiş zaman ekinin nasıl telâffuz edileceği anla-tılırken yine "büyük ünlü uyumundan" bahsedilir:

"Mâzî-i şühûdîdekı (-di) edâtı, telâffuzca emr-i hâzırın harekesine tâbidir, hafîf harekelerde hafîf; sakillerde sakîl okunur." (191. s.)

10.1.4. Belirsiz geçmiş zaman eki için de aym ifade kullanılır "Bu (-mış) edatmdaki mim'in harekesi de hiffet ve sıkletçe mâ-kabline tâbidir.' (192. s.)

10.2.1. "Dudak uyumu" dediğimiz dil olayına özel bir başlık altında yer verilmemiştir. Değişik konular anlatılırken bu olaya da zaman zaman değinilir. Meselâ fiillere gelerek mastar yapan -ş eki izah edilirken, dudak uyumandan bahsedilir.

Ünlü ile biten fid tabanlarına eklenirken -ş'den önce bir "y" sesin'n geldiği, son hecenin dar veya yuvarlak olmasına göre de "y" nin okunuşunun değiştiğine dikkat çekilir:

"okuyuş: Harf-i sâit ile nihayet bulanlarda (-ş) den evvel gelecek (-y-), son harf mazmûm ise zamme ile (yani -yu-, -yü-) ve illâ kesre ile (yani -yı-, -yi-) harekelenir." (250. s.)

10.2.2. Bu gün, "belirli geçmiş zamanı bildirir" diye tanımlanan ek, klâsik imlâda -dı/-di şeklinde idi. Böyle yazddığı halde "dudak uyumuna" tabi olduğunu bildiren. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" yazarları, konuyu şöyle ifade etmişler:

"Emr-i hâzırın son harfi mazmûm yâhat son harfi sâkin olup onun mâ-kabli mazmûm o'ursa (-di) edatmdaki (dal) zammeye mâil bir kesre ile telâffuz olunur: oku-dı> oku-du, gül-di>gül-dü gibi." (191. s.)

10.2.3. Belirsiz geçmiş zaman ekinin de "dudak uyumuna", bir başka deyişle "küçük ünlü uyumu" kuralına tabi olduğu ifade edilir:

(12)

"(mjş) Eğer emrin âhiri mazmûm olur yâhut âhiri sâkin. vav'mın mâ-kabli mazmûm bulunursa, mim de zammeye mâd bir kesre ile hare-kelenmek (yani -muş, -müş şeklinde) lâzım gelir." (192. s.)

10.2.4. Bazı geçişsiz fiillere gelerek (bit-, uç-, piş-, doğ-, doy-gibi), onlardan geçişli fiiller türetmiş olan - r - ekinin, son hecesi yuvarlak ünlü bulunduran fiillerden sonra -ur-, —ür-; diğerlerinde ise -ir-, —ir-olarak okunduğuna değinilirken dolayısıyla da "küçük ünlü uyumu" dile getirilmiş olmaktadır:

"işbu râ-i sâkine ile müteaddî olacak fiilin âhiri, mâ-kabli mazmûm olduğu sûrette zamme de, değil ise kesre ile harekelenir." (208. s.)12

10.2.5. "imek" yardımcı fidinin "bildirme" ifade eden -dır eki anlatılırken yine dolaylı olarak "küçük ünlü uyumundan" bahsedilir.

"(-dır) edatının mâ-kabli sâkin olur. ve üst tarafında zamme bulu-nursa dal'ı mazmûm okunur: sol-> soldur-, döıı-> döndür- gibi." (208. s.)

11. Yine o dönem gramer ve sözlüklerinde tanımlanmamış ve hatta yer verilmemiş bir konu olan "kapalı e" ünlüsü, "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" adlı bu kitapta özel bir terimle karşılanarak ele alınmıştır, "i" yazıldığı halde "e" diye okunduğu belirtilen ünlü, "fethalaşmış kesre" terimiyle tanımlanmıştır:

"Kesre-i miinfetiha: iL-j dio kelimelerindeki kesreler gibidir. Bu kesreler, fethaya mâil bir sûrette okunduğu için "kesre-i münfetilıa" tesmiye olunmuştur." (4. s.)

12. IJnlü değişmelerine de zaman zaman yer verildiğini görü-yoruz. Bu konulardan bazılarına bu günkü gramerlerimizde rastlamak bile çok zordur. Bir örnek verelim:

"Şu kadar var ki (ile) edâtı ilâve olunduğu zamân (bu, şu) keli-melerinin zamme-i makbûzası (yani u), zamme-i mebsûtaya (yani böyle, şöyle kelimelerindeki ö) tahavvül eder." (117. s.)

13. Kitapta "y" sesinin daraltıcı etkisinden de bahsedilir ve -yor eki örnek verilir. Bu suretle -yor ekinin, son hecesi düz ünlü ile biten kelimelere eklenmesi sırasındaki ses değişmesine yani - y - sesinin daraltıcı etkisine değinilmektedir:

12 çıkar-, gider-, kopar- fiilleri kitapta, "şaz" yani kural dışı örnekler olarak değerlendiril-miştir.

(13)

TÜRK G R A M E R C İ İ N İ N T A R İ H N D E .

"(ma) edât-ı nefyi fiil-i lıâl'de kesreye mâil bir fetha ile telâffuz edilir; bu cihetle ekseriyâ harf-i imlâları terk olunur: görm(i)yor, bak-m(ı)yor gibi." (188. s.)

14. Ünlüler hakkındaki bu tespitlerinden sonra "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"nin ünsüzlerden bazıları ve ünsüz değişmeleri ile ilgili izahlarına geçebiliriz.

14.1. ç > c tonlulaşması: İlk olarak "Hurûf-ı İbdâl" başlığı altında ele alınmıştır. Örnekler hep aynıdır ve ç > c şeklindeki lonlulaşmayı ifade ederler:

"Türkçe kelimelerde hurûf-ı ibdâl olmak üzere şu ( o £İ, r, j, ) harfleri vardır. . . C ( ^ ) harfi Ç ( £ ) harfine bedel olur: kerpiç > kerpici gibi." (13.-14.S.)

"Mefûlün ileyh" konusunun "ihtar"ında yine aynı örnek başka bir şekilde dile getirilir:

"Gerek mefûlün bih, gerek mefûlün ileyh olacak Türkçe kelime-lerin -bir heceli olmamak şartıyla- âhirinde. . . ç bulunursa c'ye tebdil olunur: . . . kerpiç, kerpici, kerpice gibi." (58. s.)

Burada dikkati çeken husus, tek heceli kelimelerin sonundaki sert ünsüzlerin ünlü de başlayan bir ek aldıklarında yine sert telâffuz olun-duğu durumlara yer verilmiş olmasıdır:

"Bir hecelder tahavvülât-ı mezkûreden mahfûzdur üç-üçü-üçe gibi." (58. s.)

"ç' ünsüzünün tonlulaşması, "muzâfun ileyh" bahsindeki "ihtar" da da aynen yukarıdaki ifadelerle yer almıştır. (96. s.)

14.2. t > d tonlulaşması: Bu değişme ilk önce "hurûf-ı ibdâl" konusu işlenirken, " . . . dâl harfi tâ'ya bedel olur: git-> gider gibi..." (13.-14. s.) ifayesiyle örneklenmiştir. Burada t ünsüzü fiil kökünde yer alan aslî bir sestir. Buna benzer olarak fiillerde aslî olan ve olmayan t'lerin tonlulaşmasına ayrıca yer verilmiştir. Etken ve edilgen fiiller anlatılırken t > d değişmesinin "kıyâsî" ve "semâî" olduğu durum-lara dikkat çekilir:

"İhtar-(tâ) de müteaddî olanların meçhûlünde (t) harfi dâl'a mün-kalib olur: eritti-eridildi, aratmış-aradılmış, okutmalı-okudulmalı gibi. Edât-ı tadiye olmayıp da nefs-i kelimeden madûd olan (t)nin dâl'a kalb olunması semâca mütevakkıftır: işitti-işidildi, attı-atıldı

(14)

"t" ünsüzünün tonlulaşmasma, zarf yapan ekler işlenirken de aynı ifade şekliyle değinilir:

"Sîga-i tevkîtiyyeden başka diğer rabt sîgalarmda tâ-i tadiyenin dâl'a tahvili de kıyâsîdir:erit -, eridip, eriderek, cridince... gibi. (312. s.) Edât-ı tadiye olmayan tâ'laıın dâl'a tebeddülü semâîdir: git-, gidip, giderek... at-, atup, atarak... gibi." (312 s.)

Sonu "t" ile biten isim soylu kelimeler ise ayrıca ele alınmış ve örneklendirilmiştir. Burada, tek heceli kelimelerde yumuşama (ton-lulaşma) olmadığı belirtilir ve istisnaları gösterilir:

"Ahirinde (t) bulunan kelimelerde -bir heceli değilse- semâî olarak tâ, dâl'a tebdil olunur, söğüt-söğüdü-söğüde; yoğurt-yoğurdu-yoğurda gibi. Kelime bir heceli olursa tebdil eddmez: at-atı-ata, ot-otu-ota gibi. süt, dört gibi bazı kelimât müstesnâdır: süt-südü-süde, dört-dördü-dörde gibi." (58. s.)13

Aynı konu ve "semâî", "kıyâsî" ayrımı ile "söğüt" örneği, "muzâf ve muzâfun ileyh" konusu anlatılırken tekrar edilir. (96. s.)

14.3.1 k (il) ünsüzü: İnce sıradan ünlü bulunduran kelimelerde yer alan bu ses dönemin diğer gramer kitaplarına göre daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır Eski yazıda sadece ( il) harfi ile gösterilen bu sesin beş ayrı telâffuzu bulunduğu belirtilerek örnekler verilmiştir:

"( il ) harfi, beş türlü okunabilir: 1- kâtip, kâr, kütük;

2- genç, güfte, güzîde; 3- anlamak, deniz, son;

4 - bey, iyne (<iğne), deynek (<değnek); 5 - güvercin (<güvercin), güveyi (<gügeyi) gibi. Bunların birincisine kâf-ı Arabî (veyâ kaf-ı mehmûse),

ikincisine kâf-ı Farisî (veyâ kâf-ı rahve), üçüncüsüne kâf-ı nûnî,

dördüncüsüne kâf-ı yâ'î,

beşincisine kâf-ı vâvî denir." (5. s.)

13 süt örneğinde bu gün farklılaşma olmuştur, südü, süde şekilleri Anadolu ağızlarında kalmış; yazı dilinde ise süte, sütü biçimi yerleşmiştir. Bu oluşumun sebebi de izaha muhtaçtır.

(15)

TÜRK G R A M E R C İ İ N İ N TARİHÎNDE. 297

Burada en dikkat çekici olan, dördüncü sırada "kâf-ı yâ'î" terimiyle adlandırılmış "bey, iyne, deynek" şeklindeki okunuşlardır. Bu gün, bu tür kelimemden bazıları okundukları gibi (bey, çeyrek, seyrek diye) yazılmakta; diğerleri eski imlâlarını muhafaza etmekle beraber (iğne, değnek, değil, eğer, geğirme, öğün), "ğ" yerine " y " ünsüzüne yakın bir

sesle telâffuz edilmektedirler. ^ Öte yandan ( ii) harfinin Türkçe kelimelerde iki ünlü arasında "ğ"

olarak telâffuzuna başka bir yerde değinildiğini görüyoruz.

14.3.2. k>g tonlulaşması: Bu durum, sadece "hurüf-ı ibdâl" başlığı altında ele alınmış ve ince sıradan ünlü bulunduran kelimelerle kullanılan k ( ii) harfinin "g" biçiminde tonlulaşmasma dikkat çekil-miştir.

"Türkçe kelimelerde hurûf-ı ibdâl olmak üzere şu ( il, o, j, j, j-, ) harfleri vardır, Bunlardan kâf-J rahve, kâf-ı mehmûseye bedel olur: küçük-küçügü gibi..." (13-14. ş.)

Sadece burada bir k > g değişmesinden söz edilir. D'ğer konu-larda bu değişme hep k > y biçiminde işlenir,

14.3.3. k > y ses değişmesi: Bu değişme, yazıda değil okuyuşta söz konusu olmaktadır, "k ( il)" sert ünsüzü iki ünlü arasında kalınca tonlulaşır ve "ğ" haline gelir. Bu ses de, ğ ile y arasında daha çok y sesine yaklaşık bir surette telâffuz edilir. Konu, "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"de birkaç yerde örnekler verilerek tekrar edilir:

"Gerek mefûlün bih, gerek mefûlün ileyh olacak Türkçe kelimelerin -bir heceli olmamak şartıyla14- âhirinde kâf-ı mehmûse bulunursa

kâf-ı yâ'îye tebdil olunur: elek, eleyi, eleye." (58. s.)15

k > y değişmesi, 96. sayfada "eşik, eşiyi, eşiye" örneği verilerek yine ifade edilir.

Gelecek zamanı bildiren (-acak-/-ecek-) ekinin ince sıradan kelimelere gelen (-ecek-) şeklinde bulunan - k - sert ünsüzünün 1. tekil ve çoğul kişide tonlulaşmasma da değinilir:

14 Görüldüğü gibi, tek heceli sözlerin özel bir durum içerdiği, yazarların da dikkatini çekmiş, hatta bu konuda bir de not düşmüşlerdir: "Bir heceliler tahavvülât-ı mezkûreden mahfûzdur: tek, teki, teke." (58. s.)

15 Yabancı dillerden Türkçeye girmiş kelimelere de değinilir: "Türkçe olamayan bazı kelimâtm da bu yolda tahavvülâta maruz kaldığı vardır: tabak, sanduk, felek, melek, lâstik kelimelerinde olduğu gibi." (58. s.)

(16)

"Hafîf harekeli fiillerin mütekellim şahıslarında (-cek) (doğrusu -ecek-) edâtının kâfi diğer şahıslarda olduğu gibi kâf-ı Arabî tarzında telâffuz olunmayıp kâf-ı yâ'î sûretinde okunur, (geleceğim > geleceyim; geleceğiz > geleceyiz)." (188. s.)

14.3.4. k (3) > ğ tonlulaşması: Kalın sıradan (a, i, o, u) ünlü bulundurul kelimelerin sonunda yer alan k ( J ) sesinin ünlü de başlayan bir ek kelimeye eklendiğinde tonlulaşarak "ğ" ünsüzüne dönüşmesine kitabın birkaç yerinde ve farklı konularda yer verilmiştir.

"Hurûf-ı ibdâl" bahsinde, "bıçak-bıçağa" örneği verderek "gayn harfi kafa bedel olur" ifadesi kullanılmıştır. (13.-14- s.)

"Mefûlün ileyh" bahsinin sonundaki "ihtar"da "uşak-uşağı-uşağa" örneği, "Gerek mefûlün bih, gerek mefûlün deyh olacak Türkçe kelimelerin -bir heceli olmamak şartıyla- âhirinde kaf (k) bulunursa gayn'a (ğ) tebdil olunur." (58. s.) şeklindeki açıklamayla birlikte

bulu-nur.16 '

"saçak-saçağm-saçağı" örneği ise "muzâfun ileyh" konusu anla-tılırken verilmiştir. (96. s.)

Kelimeler dışında, k ( ö ) > ğ tonlulaşması eklerde söz konusu olduğunda, şu şekdde ifade edilir. Meselâ "fiil-i müstakbel" konusu anlatdırken yapılan açıklamaya bakalım:

"Sakil harekeli olanların mütekellimlerinde (-cak) (doğrusu -acak-) edâtının kaf'ı da gayn'a tahavvül eder. (anlayacağım, anlayacağız gibi.)." (188. s.)

14.3.5. k (il) ->• k (3 ) : Aslında br tür bir ses değişmesinin varlığından bahsedilemez. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" yazar-larının, yanbş bir açıdan konuya baktıklarını söyleyebiliriz:

"Dâima hafîf hareke ile telâffuz edden işbu (idi, imiş, ise) fiilleri hemzenin yahut yâ'nın hazfı sûretiyle tahfif olunduğu zamân, lâhık olduğu kelimenin harekesine tâbi olur; bu cihetle cem mütekellimlerinde zamîr-i fiilî olarak âhirine ( il) ilâve olunması lâzım gelen (idi, ise) fiil-leri sakîl bir kelimeye lâhık olduğu takdirde zamîr-i fiilî ( J ) kaf'a tahav-vül eder: kalmış idik > kalmışdık; olmuş isek > olmuşsak gibi." (235. s.)

16 Tek heceli kelimeler için özel bir not düşülmüştür: "Bir heceliler talıavvülât-ı mez-kûreden mahfuzdur: ok-oku-oka gibi. çok, yok gibi bazı kelimât müstesnadır: azı çoğu, aza çoğa, varı yoğu, vara yoğa gibi." (58. s.)

(17)

TÜRK GRAMERCll,İĞİNİN TARİHÎNDE. 299

Burada, k ( i! ) > k ( 3 ) değişmesi şeklinde değerlendirden durum aslında, "büyük ünlü uyumu" dediğimiz ses hadisesinin kelime kök veya gövdesine bağlanan ekleri de etkilemesi sonucu oluşmaktadır. Böylece -dik < i-dik ve -sek < (i-sek) yanında -dik ve -sak biçim-lerinin dilin tarihî gelişimi içinde ortaya çıkması mümkün - olmaktadır.

15.1. Konumuz olan "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye" adlı kitapta, Türkçenin ünsüzleri hakkındaki açıklamalar bu kadarla kalmaz, r, z ve d ünsüzlerinin karşılıklı olarak birbirinin yerine geçtiği örnekler de ele alınmış ve bu günkü bilgilerimize göre oldukça farklı bir açıdan değerlendirilmiştir.

15.2. z r ve d —z değişmesi: "Hurûf-ı ibdâl" bahsinde ele alınan bu dil hadisesinin bir "kavâid" kitabında tespit edilmiş olmasını olumlu olarak değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte izahlar yetersizdir. Ancak, kitabın yazıldığı dönem göz önüne alınınca bu husus tabiî karşılanabilir.

"Türkçe kelimelerde huıûf-ı ibdâl olmak üzere şu (d, r, c, ğ, g, n) harfleri vardır: Bunlardan

râ harfi zâ'ya bedel olur: semiz-semirmek gibi,

zâ harfi dal'a bedel olur: emdirmek-emzirmek gibi." (13.-14. s.) Görüldüğü gibi 2 r ve d 2 arasındaki karşılıklı yer değiştir-meye dikkat çekilmiş, fakat ayrıntılı bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu gün ise elimizde konuyla ilgili pek çok yayın bulunmaktadır.

16. "Mükemmel Kavâid-i Osmâniyye"nin kelime yapımı, fiil çatıları, etimoloji ve cümlenin kuruluşu ile ilgili açıklamaları, oldukça geniş ve ayrıntılıdır. Bu konuları ayrı bir makalede ele alarak değer-lendirmek istiyoruz.

I 17. 1850'den 1920'ye kadar geçen 70 yıllık süre içinde Osmanlı aydınlarının kaleme aldıkları çeşitli gramer kitaplarının bu günkü bilgilerimizin temellendirilmesinde önemli ve vazgeçilmez bir yeri olduğu inkâr edilemez. Bu tür kitapların terim ve kavram dizinlerinin yapılması, kelime ve ek hazinesinin tespit edilmesi bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır. Bu alanda yüksek lisans ve doktora çalış-malarının yapılması, konunun bilimsel olarak ortaya konulmasını sağlayacaktır.

(18)

Referanslar

Benzer Belgeler

Belli bir alanı sınırlandıran kendini kesmeyen dayanak eğrisine (s) sahip olan si- lindir yüzeyinin sınırladığı bölgeye silindirik bölge, silindirik bölgenin E ve P

Keops piramidinin yüksekliğini ölçülmek isteyen Mısır Arkeoloji Departmanı bünyesindeki harita teknisyenleri; Piramidin uzun kenarı tarafındaki yan yüzeyinin

İçine girilemeyen bir bataklıktaki ağaç (A) ile bataklığın dışındaki B noktası arası ölçülmek isteniyor; Bunun için teknisyenler aşağıdaki gibi; C deki dik

İçine girilemeyen bir bataklıktaki ağaç (A) ile bataklığın dışındaki B noktası arası ölçülmek isteniyor; Bunun için teknisyenler aşağıdaki gibi; C deki dik

• Lider artçının emniyetini alırken, ana istasyonun 0.5 m yanına ve yukarısına tek bir emniyet noktası alıp artçıdan gelen ipi buradan geçirmek emniyet alma işini daha

Bu çalışmada lineer ve nonlineer denklem takımlarının çözümünün bulunmasında oldukça önemli yeri olan ve operatörlerin maksimum veya minimum tespitinde

Dik üçgende 90° nin karşısındaki kenara hipotenüs, diğer kenarlara dik kenar adı verilir.. Hipotenüs, üçgenin daima en uzun

1.. TEST 29  Dik Üçgen ve Pisagor Bağıntısı 7. şekilde verilen ve bir kenar uzunluğu 4 cm olan bir kare her adımda ok yönünde katla- narak IV. şekle dönüştürülüyor..