• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ ( )

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ ( )"

Copied!
109
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ (1991-2019)

Yüksek Lisans Tezi

Kamal KUSAEV

Ankara-2020

(2)

2

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ (1991-2019)

Yüksek Lisans Tezi

Kamal KUSAEV

Tez Danışmanı:

Dr. Öğretim Üyesi Atay Akdevelioğlu

Ankara-2020

(3)

3

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

Kamal KUSAEV

ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ (1991-2019)

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı:

Dr. Öğretim Üyesi Atay Akdevelioğlu

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Dr.Öğr. Üyesi Atay AKDEVELİOĞLU Dr.Öğr. Üyesi Gökhan ERDEM

Prof.Dr. Türel Yılmaz ŞAHİN

………

……….

……….

Tez Sınavı Tarihi: 29.05.2020

(4)

4

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (……/……./2…….)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

………...

İmzası

………...

(5)

i

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... i

KISALTMALAR ... iiii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM SSCB’NİN YIKILIŞINDAN 2000’Lİ YILLARA KADAR ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ 1.1. ÖZBEKİSTAN’IN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ VE RUSYA İLE İLİŞKİLERİ ... 6

1.1.1. 1924 Ulusal Bölünme Öncesinde Orta Asya’nın Durumu ve Özbekistan . 6 1.1.2. Ulusal Bölünme Sonrası Özbekistan’ın Teşekkülü ve Rusya İlişkileri (1924-1991) ... 11

1.1.3. Özbekistan’ın Sınır Komşuları ile İlişkilerinde Rusya Faktörü ... 16

1.2. SSCB SONRASI SİYASİ DÖNÜŞÜM VE ÖZBEKİSTAN–RUSYA İLİŞKİLERİ (1991-2000) ... 19

1.2.1. SSCB’nin Yıkılışı ve Sovyet Sonrası Rusya’nın Siyasal İnşası: Boris Yeltsin Dönemi ... 19

1.2.2. Sovyetler Birliği’nin Yıkılmasının Ardından Özbekistan’ın Dönüşümü . 26 1.2.3. Özbekistan Dış Politikası Işığında Rusya ile İlişkiler (1991-2000) ... 35

1.3. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN YIKILMASININ ARDINDAN ABD’NİN ORTA ASYA’DAKİ VARLIĞI VE ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİSİNE YANSIMALARI...40

İKİNCİ BÖLÜM ÖZBEKİSTAN VE RUSYA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU (2000-2019) 2.1. VLADİMİR PUTİN İKTİDARININ ORTA ASYA POLİTİKASI ... 52

2.1.1. Putin’in İktidara Gelişi ve Attığı İlk Adımları………....…...52

2.1.2. Rusya’nın Orta Asya Politikasının Esas Unsuru……...………54

2.2. PUTİN DÖNEMİNDE ÖZBEKİSTAN VE RUSYA İLE İLİŞKİLERİ... 60

2.2.1. 2000’lerden İtibaren Özbekistan’ın Bölgesel Örgütlerdeki Üyeliği ve Hareketliği………...60

2.2.2. Fergana Vadisindeki Olaylar ve Rusya’nın Bu Konudaki Tutumu……..67

(6)

ii

2.2.3. Şevket Mirziyoyev’in İktidara Gelişi ve Etkisi……….…..……...79

2.3. 2000 SONRASI ABD-ÖZBEKİSTAN İLİŞKİSİNİN RUSYA İLE İLİŞKİLERİNE YANSIMASI ... 81

2.3.1. ABD - Özbekistan İlişkilerinde Ortak ve Ayrılma Noktaları………81

2.3.2. Özbekistan’ın Rusya ve ABD ile İlişkilerinde Dengeleme Çalışmaları………...85

SONUÇ ... 8989

KAYNAKÇA ... 92

ÖZET ... 101

ABSTRACT ... 102

(7)

iii

KISALTMALAR ABD : Amerika Birleşik Devletleri

AET : Avrasya Ekonomi Topluluğu

AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı BAIBÜ : Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu CENTCOM : United States Central Command CENTRASBAT : Central Asian Peacekeeping Battalion COMECON : Council for Mutual Economic Assistance EurAsEC : The Eurasian Economic Community FMF : Foreign Military Financing

GUUAM : Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan, Moldova IMET : International Military Education and Training

IRI : International Republican Institute KAİK : Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi KGA : Kolektif Güvenlik Anlaşması

KGAÖ : Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü NATO : The North Atlantic Treaty Organization NDI : National Democratic Institute

ÖDHP : Özbekistan Demokratik Halk Partisi ÖİH : Özbekistan İslami Hareketi

RSFSC : Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti SBKP : Sovyetler Birliği Komünist Partisi

SSC : Sovyet Sosyalist Cumhuriyet

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ŞİÖ : Şanghay İşbirliği Örgütü

KAMG : Kolektif Acil Müdahale Gücü VTP : Vatan Terakkiyet Partisi

(8)

1 GİRİŞ

Literatür taramaları sonucunda elde edilen çıkarımlara göre Rusya ve Özbekistan arasında gerek coğrafi gerekse de kültürel açıdan sorunlar yaşanmaktadır ve bu sorunların temelinde her iki ülkenin de Orta Asya bölgesinde üstünlük kurma istemeleri yatmaktadır. Fakat tarihten gelen birçok yakınlık da bulunmaktadır.

Literatürde çoğunlukla bahsedildiği gibi aslında iki ülke arasında soğukluk ya da açılma söz konusu olmayacaktır. Tezimizde de hipotez olarak yansıttığımız varsayım iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden olacak sorunlara rağmen, iki ülkeyi yakınlaştıran yapısal unsurların daha belirgin olduğudur.

Rusya ve Özbekistan’ın coğrafi yakınlığı ve yakın geçmişteki birlikteliklerinden ötürü günümüzde de çeşitli alanlarda birliktelikleri devam etmektedir. Bu birlikteliklerin ne olduğu araştırılıp daha sonra gerek olumlu gerekse de olumsuz getirileri incelenecektir. Bu incelemelerden ziyade tezimizde asıl problem olarak belirlemiş olduğumuz iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulamayacağı yönündeki varsayımımızı güçlendirecek ve hatta bu varsayımımızı kanıtlayacak çalışmaları inceleyip tezimizde yer vereceğiz.

Cengiz Han ile Türkistan’a giren ve sonrasında Timur ile Maveraünnehir (Aral Gölü’nden Fergana Vadisi’nin doğusuna kadar uzanan ve Sırderya ile Amuderya nehirleri arasında kalan geniş coğrafya) bölgesinde hâkimiyet kuran Özbek Türkleri (Özbekler),1552’de başlayan Rus hâkimiyetinden, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dağılıncaya kadar, Türkistan’ da, Ruslar tarafından potansiyel bir tehdit olarak görülmüşlerdir. Bu nedenle de, sürekli olarak kontrol altında tutulmaya çalışılmış ve müstakil bir güce dönüşmeleri engellenmiştir. Fakat Özbekler, SSCB dağılmasından sonra, kendi Cumhuriyetlerini ilan etmelerini müteakip, kısa bir süre içerisinde, Türkistan’ın parlayan yıldızı olmuşlar diyebiliriz.

(9)

2

1 Kasım 1990 tarihinde, Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti, aldığı bir kararla, Bakanlar Kurulunu lağvetmiş. hükümet fonksiyonları, İslam Kerimov’ a bağlı bir kabineye geçmiştir. 20 Haziran 1990 tarihinde egemenliğini ilan eden Özbekistan, 1 Eylül 1991’de bağımsızlığını duyurmuş, 29 Aralık 1991’ de yapılan referandum ile bağımsızlığı onaylanmıştır. 31 Ağustos 1991 tarihinde, SSCB’nin Özbekistan’ın bildirisini kabul etmesiyle, “Özbekistan Cumhuriyeti” doğmuştur.

Özbekistan, Rusya karşısında bağımsızlığını kazanıp, Rusya ile olan ilişkilerinde mesafeli olmayı tercih etmiştir. Bu mesafeli durumun iki temel sebebi vardır. Bu sebeplerden birincisi, uluslararası problemlere karşı farklı bakış açılarında bulunmaları;

bir diğer sebep ise Özbekistan’ın Rusya’yı bölgesel rakip olarak değerlendirilmesidir.

Fakat iki ülke tam anlamıyla birbirinden kopamamıştır bunun esas nedeni ise aynı bölge üzerinde bulunmaları ve bu iki ülkenin de bölge üzerinde iki ülkenin de stratejik öneme sahip olmasıdır. Genel olarak değerlendirildiğinde ise Özbekistan, Rusya ağırlıklı uluslararası teşekküllerin üyeliklerinden çekilmiş olmasına rağmen Rusya ile olan ikili ilişkilerini üst düzeylerde tutmayı tercih ettiği konular da olmuştur.

Rusya ile Özbekistan’ı aynı çizgi etrafında birleşmesinin temel sebeplerinden biri radikal İslam ile olan mücadeleleridir. Büyük bir kısmı Özbekistan sınırları içinde bulunan Fergana Vadisi, Orta Asya’daki İslam adı altında gizlenen radikal oluşumların yerleşik olarak yaşadığı bir coğrafyadır. Kerimov bu tür oluşumlara karşı Radikal Partileri kapatmak gibi baskıcı politikalar izlemiştir. Ancak bu baskı yönetimi yasaklanan düşünce şeklinin sempati kazanmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Özbekistan bu noktada dış yardımlara ihtiyaç duymuş ve ilk destek Rusya’dan gelmiştir. En başlarda bağımsız bir politika izlemeyi düşünen Özbekistan, bölge üzerinde Rusya’nın konumunu elde etmek istediği için 1994 yılında Orta Asya Birliği oluşumunun öncülüğünü yapmıştır. 2002 yılında Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve

(10)

3

Tacikistan’ın katılımıyla Almatı’da yapılan bir toplantı ile Orta Asya Birliği’ne son verilmesi kararı alınmış, Orta Asya İşbirliği Örgütü (OAİÖ) kurulmuştur. Rusya Federasyonu’nu dışarıda tutan bu hareket Moskova yönetimini rahatsız etmiştir. 2004 yılında Rusya’nın bu topluluğa üyeliği alınmış, hemen arkasından Rusya, bölgede çok fazla işbirliği oluşumunun olması gerekçesiyle OAİÖ’yü Avrasya Ekonomik Topluluğu ile birleştirmek istemiştir. Putin’in cumhurbaşkanı olmasıyla iki ülke arasındaki ilişkilerde pozitif anlamda değişiklikler yaşanmıştır. 2000 yılında Putin’in ziyaret ettiği ilk ülke Özbekistan olmuştur. Özbekistan İslami Hareketi ve Taliban tehdidinin arttığı bu yıllarda Özbekistan ile ek savunma anlaşması imzalamak istemiştir. Ancak Kerimov böyle bir anlaşmanın Rusya’ya olan bağımlılığı artıracağı düşüncesiyle bu öneriye olumlu bakmamıştır. 2003 yılında Rusya’nın kurucusu olduğu Şangay İşbirliği Örgütü Taşkent Ofisi açılmıştır. Orta Asya’da renkli devrimlerin yaşanması ve bu sebeple Özbekistan’ın ABD ile olan ilişkilerine mesafe koyması Rusya açısından olumlu bir gelişmedir. Artan terör saldırıları sonucunda ABD’den gelen terörizme karşı işbirliği önerilerini reddeden Kerimov Putin ile görüşmüştür. Putin de, Haziran 2005’te Taşkent’e gitmiş ve Özbekistan-Rusya arasında Stratejik Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. 14 Kasım 2005 tarihinde imzalanan bir ortaklık anlaşmasıyla daha Özbekistan-Rusya ilişkileri zirveye ulaşmıştır. Bunun en önemli sonuçlarından birisi, 2006 yılında Özbekistan’ın 1999’da ayrılmayı tercih ettiği KGAÖ’ye üyeliğinin gerçekleştirilmesidir. Gelişen ilişkilere rağmen Özbekistan Rusya’ya karşı olan tedirginliklerini atamamıştır. 2009-2010 yıllarından sonraki süreçte ise Rusya’nın, Kırgızistan ve Afganistan gibi ülkelerde artan gerginliklere dahil olması ve KGAÖ’yü bölgesel politikaları için bir araç haline getirmesi Özbekistan’ı rahatsız etmiştir.

Özbekistan’ın da üye olduğu bu örgütte yaşanabilecek böyle bir dönüşüm hem Özbekistan-ABD arasındaki mesafeyi artırabilir hem de Özbekistan’ın Rusya’ya daha çok bağlılığına neden olabilirdi. Bu gerekçelerle ve 2011’den sonra ABD ile artan

(11)

4

yakınlığı sonucunda Özbekistan, 2012 yılında KGAÖ’den bir kez daha ayrılmıştır.

Tüm bu bilgilerden yola çıkarak, Rusya ve Özbekistan arasındaki ilişkiler ele alınıp bununla alakalı sonuçların elde edilmesi amaçlanacaktır. Bu sayede de, bizim ortaya atmış olduğumuz temel varsayım olan Rusya ve Özbekistan arasındaki ilişki her ne olursa olsun iki ülkenin kalıcı düşüncesi bir siyasal çatışmaya giremeyeceği kanıtlanmaya çalışılacaktır.

Çalışmak istediğimiz bu konu ile alakalı literatür taraması yapıldığında görülen;

bu konu ile alakalı Türkiye’de çok az çalışma yapıldığıdır. Öncelikle bundan dolayı literatüre katkı sağlayacağı düşünüldüğünden önem taşımaktadır. Ayrıca Türkiye için değerlendirdiğimizde de Özbekistan ve Rusya arasındaki ilişkinin gerek siyasi gerekse ekonomik açıdan Türkiye’yi de etkileyeceği düşünülmektedir.

(12)

5

BİRİNCİ BÖLÜM

SSCB’NİN YIKILIŞINDAN 2000’Lİ YILLARA KADAR ÖZBEKİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ

Orta Asya; çağlar boyunca tarihsel, toplumsal, siyasal ve uluslararası ilişkiler bağlamında her daim önem arz eden bir yer olmuştur. Sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konum, yeraltı ve yerüstü kaynakları itibariyle özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonrasındaki süreçte Rusya ve ABD gibi “büyük güçler“ için özellikle uluslararası güvenlik bağlamında takip ve kontrol edilmesi gereken bir alan olmuştur. 1

Başta sahip olduğu jeopolitik konum olmak üzere ekonomi ve askeri alanlarda Orta Asya’nın tek bölgesel gücü olmaya aday gösterilen Özbekistan, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki süreçte GUUAM ve Şangay İşbirliği Örgütü gibi bölgesel işbirliği örgütlerine üye olmuştur. 1991 sonrası Orta Asya’da oluşan otorite boşluklarından faydalanarak gittikçe büyüyen ve terör eylemleri düzenleyerek can kayıplarına sebep olan Hizb-ut Tahrir ve Özbekistan İslami Hareketi gibi örgütlerle mücadelede önde gelen ülkelerden olmuştur.

1 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte jeopolitik önemi daha da artan Orta Asya, konumu itibariyle hem Rusya, Hindistan, Pakistan ve Çin gibi nükleer güce sahip olan devletlere hem de Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlere yakın olmuştur. Ayrıca Dünya petrolünün % 2,7’sini çıkartabilecek ölçekte petrolü barındıran yatakları, ispatlanmış doğalgaz miktarı 230 ila 360 trilyon metreküpü bulan ve dünyadaki ispatlanmış doğalgaz miktarının % 7’sine tekabül eden doğalgaz yatakları; altın başta olmak üzere kömür, çelik, cıva, uranyum gibi önemli yeraltı ve yerüstü kaynakları bölgenin önemini arttırmıştır.

Birliğin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını ilan eden Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik sistemlerini yeniden yapılandırmıştır. Bu ülkeler gerek bu dönüşümleriyle gerekse RSFSC rejimi sonrası dünyada hızla artan bir tehdit haline gelen Radikal İslam, terörizm ve uluslararası narkotik madde sevkiyatı gibi öneli sorunlarla mücadele hususunda Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov gibi siyasi aktörlere sahip olmalarından dolayı Dünya siyasetinde söz sahibi olmuşlardır. 1991 sonrası Orta Asya’nın önemine ilişkin bkz: Mohammad Reza Djalılı; Thıerry Kellner, Yeni Orta Asya Jeopolitiği: SSCB'nin Bitiminden 11 Eylül Sonrasına, Çev. Reşat Uzmen, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2009; Sait Sönmez, “Özbekistan Dış Politikasını Oluşturan Temel Faktörler”, BAİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:13 Sayı:2 Güz 2013, ss. 387-415; Çağlar Şakı, Büyük Güçler Politikasında Orta Asya Enerji Kaynakları: Jeopolitik Mücadele, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2018.

(13)

6

1.1. ÖZBEKİSTAN’IN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ VE RUSYA İLE İLİŞKİLERİ

1.1.1. 1924 Ulusal Bölünme Öncesinde Orta Asya’nın Durumu ve Özbekistan

Günümüzde Özbekistan’ın başat ülke olduğu Orta Asya, Rusya tarafından konumunu ve kaynaklarını kendi lehine kullanabileceği bir yer olarak görülmüş ve bu sebepten dolayı 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna kadar seferler düzenlenerek istila edilmeye çalışılmıştır. 1480’de Altın Orda Devleti’nin yıkılması ile birlikte başlayan Rus yayılmacılığı yüzyıllar içerisinde artarak devam etmiştir. Yüzyıllar içerisinde yürütülen siyasetler çerçevesine Rusya’ya her yönden bağımlı konumuna getirilen Orta Asya’da bulunan Türk Cumhuriyetleri, 1991 sonrasında Rusya’yla olan organik bağlarını kopartmış olsa da Rus tesirinden tam olarak kurtulamamış; gerek iç, gerekse dış politikaları Rusya etkisiyle şekillenmiştir.

Yukarıdaki paragrafta da belirtildiği gibi Orta Asya ve dolayısıyla Özbekistan’da Rusya’nın varlığı 16. yüzyıldan başlamış olsa da bölgedeki en önemli adımlar 19.

yüzyılda atılmıştır. Bu dönemde Rusya ile İngiltere arasında, Orta Asya’ya hâkim olabilmek adına “Büyük Oyun“2 olarak adlandırılan stratejik mücadeleler yaşanmış; bu mücadeleler askeri çatışma düzeyine kadar ulaşmıştır. Orta Asya için iki ülke arasındaki rekabet 1895’te Afganistan’ın bölgedeki sınırının belirlenmesi amacıyla imzalanan Pamir Anlaşması ile son bulsa da tamamen uzlaşma 11 Ekim 1907’de imzalanan anlaşma ile sağlanmıştır. (Cafersoy, 2001, s. 154-156)

Ekim Devrimi’nin öncüsü olarak da değerlendirilen 1905 Devrimi, Orta Asya’da yaşayan Türkleri siyasal açıdan doğrudan etkilememiş olsa da toplumsal açıdan huzursuzluk artmış; bu huzursuzluk özellikle su sorunu üzerine yoğunlaşmıştır. Rus

2 İlk kez İngiliz Yüzbaşı Arthur Conolly’nin 1820'lerde İran ve Buhara’ya yaptığı seyahatler sırasında kullandığı iddia edilen bu terim, başta Hindistan ve İran olmak üzere Güney Asya ile Orta Doğu’da hâkimiyet kuran İngiltere’nin, 1840’larda Rusya’nın Orta Asya ve Kafkasya’da hızla ilerleyişinden ötürü hâkimiyet bölgelerini korumak adına giriştiği kontrol ve nüfuz mücadelesini betimlemek için kullanılmıştır. (Sabol, 2019)

(14)

7

etkisinde yaşanan pamuk üretimi ile gelişen tekstil endüstrisi, demir yolu ağının genişletilmesi ve telgraf iletişimin başlaması sayesinde dış dünya ile olan bağlar kuvvetlenerek artmış; bunun sonucu olarak düşünsel hayatta modernist gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Pantürkist hareketler kitleler arasında büyük rağbet görmüş özellikle Cedidçilik Orta Asya’nın düşünsel hayatına büyük katkı sağlamıştır. (Melvin, 2000, s. 12-13) Osmanlı Devleti’nde 1908 Devrimi’nin yaşanmasına neden olan Jön Türkler ‘in siyasi fikirlerinin eğitim ve kültür alanındaki yansıması olarak da tanımlanabilen Cedidçilik (usul-ü cedid), hem kültürel açıdan yenilenmeyi savunurken hem de ideolojik açıdan Türkçü fikirlerin gelişerek milliyetçilik bilincinin gelişmesine katkı sağlamıştır. Ayrıca 1905 Devrimi’nin sağladığı kısıtlı özgürlük ortamı sayesinde bölgedeki Müslüman unsurlar “Rusya Müslümanları İttifakı” ve “Rusya Müslüman Türk Kavimlerinin Haklarını Koruma Cemiyeti” gibi cemiyet tipi örgütlenmişlerdir.

Rusya’da Çarlık rejiminin Şubat 1917’de Bolşevikler tarafından devrilmesinin ardından geçici olarak Aleksandr Kerenskiy başkanlığında ihtilal hükümeti kurulmuştur.

İhtilal hükümetinin ülkedeki azınlıklara karşı olumlu tutumundan cesaret alan Müslüman azınlık 1-11 Mayıs 1917’de Moskova’da “Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı” adı altında toplanmışlardır. Kurultayda toprak bütünlüğü baz alınarak bu bütünlüğü sağlayanların bağımsızlıklarını ilan etmesine, bütünlüğü sağlamayanlaraysa kültürel özerklik verilmesine karar verilmiştir. (Saray, 1993, s. 34-35) Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinin akabinde kurulması planlanan rejimi korumak ve milliyetçilik hareketini sürdüren Müslümanları yanına çekmek başka bir deyişle onları denetim altına almak için 2 Kasım 1917’de “Doğu’daki Müslüman Emekçilere Çağrı” adlı bir beyanname yayımlanarak söz konusu unsurlara self determinasyon doğrultusunda dini ve siyasi özgürlük içeren birtakım haklar tanınmıştır. (Braker, 1984, s. 5)

Beyannamenin beraberinde getirdiği ılımlı hava sayesinde Müslümanların bağımsızlık hareketleri de canlanmış ve bunun sonucunda sırasıyla Hokand Muhtariyeti,

(15)

8

Alaş Orda Hükümeti, Buhara Cumhuriyeti kurulmuş; İdil-Ural, Azerbaycan ve Kırım’da da buna benzer siyasi yapılanmalar meydana gelmiştir. (Bayraktar, 2013, s.

310)

Müslümanların aralarında etnik köken ve ideoloji gibi temel farklılıklar bulunmalarına rağmen örgütlenerek siyasi arenada aktif bir tutum sergilemeleri karşısında Bolşevikler, bölgedeki hâkimiyetini korumaya çalışmıştır. Buna rağmen Müslümanların tutumu değişmemiş; düzenledikleri çeşitli konferanslarda özerklik taleplerini dile getirmişlerdir. Bu konferansların biri de Aralık 1917’de Hokand’da yapılan Dördüncü Orta Asya Müslümanları Kongresi olmuştur. Hive ve Buhara şehirlerinden gelen temsilcilerin yanı sıra önemli sayıda Slavın da katıldığı bu kongrede Türkistan (Hokand) Özerk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Ancak bu cumhuriyetin ömrü kısa sürmüş; 19 Şubat 1918‘de Kızıl Ordu’nun Hokand’ı işgal etmesi ve binlerce insanın işgal sırasında hayatını kaybetmesi ile birlikte söz konusu cumhuriyete de son verilmiştir.(Melvin, 2000, s. 15)

Hokand Özerk Cumhuriyeti ve sonrasında yaşanan Bolşevikler ‘in işgalinde görüldüğü gibi Müslümanların oluşturdukları siyası yapılanmaların ömrü kısa sürmüş;

Kazakistan’daki Alaş Orda hükümeti hariç tüm siyasi yapılanmalar lağvedilerek 1 Mayıs 1918’de günümüzdeki Özbekistan’ın sınırlarını da kapsayacak şekilde Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Buna ilaveten Türkistan’da hâkimiyetini güçlendirmek adına Bolşevikler, 17 Haziran 1918’de bölgedeki Türkler arasında komünizmi benimseyen bulunmadığı için ilk üyeleri Ruslardan oluşan Türkistan Komünist Partisi’ni kurmuş ve ayrıca yine aynı amaç doğrultusunda 8 Ekim 1919’da “Türkistan Komisyonu” oluşturarak bölgeye göndermiştir.(Saray, 2014, s. 337)

Bolşeviklerin bölgede kontrolü sağlamak adına Müslümanların özerklik talebi karşında sergilediği tutum ve yürüttüğü politika tepkilere neden olmuştur. Hokand’da

(16)

9

yaşananlar bir nevi tetikleyici işlevi görmüş ve Müslüman halk “Basmacı Hareketi” 3 adı altına silahlanmıştır. Basmacı Hareketi, etnik köken ayrımı olmaksızın Müslüman kesimin önce Çarlık Rusya’ya daha sonra da Bolşevikler ’in politikalarına yönelik tepkiden ileri gelmiştir. Yapısı itibariyle belli bir kesme ya da etnik kökene hitap etmeyip her kesimden insanı barındıran bu hareket bağımsız bir Müslüman devleti kurma gibi bir amaç taşımaksızın halkın yaşananlar ve uygulanan politikalar karşısında verdiği tepkinin somut bir göstergesi olmuştur. (Roy, 2009, s. 82-83) 1918’de Korbaşı Ergaş önderliğinde Hokand’da başlayan bu hareket zaman içerisinde Fergana Vadisi başta olmak üzere diğer bölgelere de yayılmıştır. Silahlı direnişe rağmen Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) işgal hareketine girişerek Şubat 1920’de Hive’yi ele geçirerek 4 Nisan 1920’de Harezm Halk Cumhuriyeti’ni; Eylül 1920’de ise Buhara’yı ele geçirerek 1921’de Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.

(Cafersoy, 2001, s. 159)

İşgal sırasında ilan edilen cumhuriyetlerde de anlaşıldığı üzere Bolşevikler, 1920’den itibaren bölgenin siyasi haritasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye ve söz konusu ulusları önceden geri planda tuttukları etnik kimliklerine göre sınıflandırmak suretiyle yeni bir ulusal yapılanma elde etmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır. (Melvin, 2000, s. 15-16) Bu amaç doğrultusunda ilk adım 8 Ekim 1919’da bölgeye gönderilen Türkistan Komisyonu’nun Mart 1920’de hazırladığı rapor olmuştur. Raporda hâkimiyetin arttırılması açısından Türkistan’ın Uzbekia, Turkmenia ve Kırgıziya olmak üzere üç ayrı birime bölünmesi önerilmiştir.(Amineh, 2007, s. 282)

3 Basmacı Hareketi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Baymirza Hayıt, Basmacılar: Türkistan Milli Mücadele Tarihi (1917-1934), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997; Abdülkadir Donuk,

“Basmacı Hareketi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 5, İstanbul 1992, s. 107-108; Fazal- ur-Rahim Han Marwat ,The Basmachi Movement in Soviet Central Asia, Peshawar 1985; Ali Bademci, 1917-1934 Türkistan Millî İstiklal Hareketleri ve Enver Paşa, Cilt: 1-2, Ötüken Yayınları, İstanbul 2008;

Glenda Fraser, "Basmachi I.", Central Asian Survey, Cilt: 6 Sayı: 1 Yıl 1987, ss: 1-73; Glenda Fraser, ,

"Basmachi II.'' Central Asian Suryey, Cilt: 6 Sayı: 2 Yıl 1987, ss: 7-31; Sultan Gök, “Türkistan Mücadelesi ve Basmacılar”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi, Cilt: 2 Sayı:1 Yıl 2012, s.75-77; Ramazan Ata, Türkistan'da Basmacılar Hareketi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 1995.

(17)

10

Öte yandan Bolşevikler 1921’in sonuna gelindiğinde Orta Asya hanlıklarının yönetimini ele geçirerek yerel komünist partiler kurarak iktidara gelmelerini sağlamışlardır.

İlerleyen yıllarda hanlıkların dış dünyayla iletişim kurabildikleri ulaşım, iletişim ve ekonomi gibi kanalları ele geçirilmiş dolaysıyla Bolşevikler‘in hâkimiyeti bölgede tümüyle tesis edilmiştir.(Tikence, 1997, s. 32-33) Bu noktadan sonra komitenin Mart 1920’de öne sürdüğü bölgenin yerel birimlere ayrılması önerisi işleme konmuştur.

(Saray, 2014, s. 355)

Çarlık Rusya hâkimiyetindeki topraklara hâkim olma süreci 1922’ye kadar devam etmiş; 30 Aralık 1922’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen kurulmuştur. Birliğin kuruluşundaki anayasa 6 Temmuz 1923’ye yeniden gözden geçirilmesinin ardından 31 Ocak 1924’te ilan edilmiştir. (Gürkan, 1964, s. 180-181) 1924 Anayasası’nın ardından Mart 1924’ te Taşkent’te düzenlenen Türkistan Birlik Kongresi öncesinde RSFSC tarafından birlik aleyhtarları teşkilatlandırılarak kongre zamanında kargaşa yaratmaları sağlanmıştır. Yaratılan kargaşa neticesinde kuruluşuna RSFSC’nin ön ayak olduğu komünist partiler bağımsız cumhuriyetler halinde yaşamayı talep etmişlerdir. Söz konusu taleplerin kabulü kabul 12 Haziran 1924’te ilân edilmiştir.

(Gündüz, 2005, s. 4) Sovyet Merkezi Toprak Komitesi’nin Türkistan’ın idari birimlerine ayrılmasına ilişkin raporunun Eylül 1924’te tamamlanmasının ardından sınırların yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. 27 Ekim 1924’te Türkistan coğrafyası haritası self determinasyon ilkesi doğrultusunda Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Türkmen Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, SSCB’ye bağlı Kırgız Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve Kara Kırgız Özerk Bölgesi olmak üzere yeniden düzenlenmiştir.(Cafersoy, 2001, s. 160)

Görüldüğü üzere Mart 1920’de Türkistan sınırlarının yeniden inşasının ardından 1924 Anayasası’nın ilanıyla birlikte kimlik inşasına dönüşerek yeni topluluklar yaratılmıştır. Çizilen sınırlara verilen adlar söz konusu toplulukların da adı olmuştur.

(18)

11

Devletlerin idari sınırlarının çiziminde sahip oldukları etnik yapı, diğer devletlerle ilişkileri ve anlaşmazlıkları bilinçli bir şekilde dikkate alınmamış, Sovyet hâkimiyeti en üst düzeyde tutulmak istenmiştir.

1.1.2. Ulusal Bölünme Sonrası Özbekistan’ın Teşekkülü ve Rusya İlişkileri (1924 1991)

1929’da devletlerin statüleriyle oynanmaksızın ad değişikliğine gidilerek esasen Kazakları karşılayan Kırgızların ve Kırgızistan’ın adı Kazak ve Kazakistan’a; esasen Kırgızları karşılayan Kara Kırgız ve Kara Kırgızistan’ın adı Kırgız ve Kırgızistan’a dönüşmüştür. Ayrıca 1929’da Özbekistan’dan ayırılarak bir birlik cumhuriyetine dönüşen Tacikistan’da yaşayan Farsça konuşan topluluklar da Tacik ismini almıştır.

(Eker, 2011, s. 371)

Türkistan coğrafyasının 27 Ekim 1924’te dört idari birime ayrılmasının ardından Özbekistan, eskiden Buhara Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan Buhara, Kermin, Nur-Ata, Karşi gibi şehirlerin yanı sıra Taşkent ve Semerkant gibi şehirleri kapsayacak şekilde kurulmuştur. (Saray, 2014, s. 355) Şubat 1925’te Özbek SSC Birinci Sovyet Kongresi düzenlenmiş; bu kongrede “Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Kurulması Beyannamesi” kabul edilmiştir. Beyannamenin ardından 13 Mart 1925’te Özbekistan, Türkmenistan ile birlikte SSCB’nin eşit üye olan devletlerden birine dönüşmüştür.(Cafersoy, 2001, s. 160)

Özbekistan kurulduğunda Gorno Bedehşah Özerk Bölgesi’nin de bağlı olduğu Tacikistan Özerk Cumhuriyeti’ni de sınırları içine almış ancak 1929’da Tacikistan, Özbekistan’dan ayrılarak bir Sovyet Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Tacikistan’ın ayrılmasının ardında Özbekistan’da başkent değişikliği yaşanmış; 1930’da Tacikistan’la olan ortak mirasının yıkılması için başken Semerkant’tan Taşkent’e taşınmıştır. 1936’da yine bir sınır değişimi yaşanmıştır. 1924’te Kazakistan’a (kurulduğu dönemdeki adıyla

(19)

12

Kırgız Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) bağlı bir özerk bölgeyken Temmuz 1930’da SSCB’ye devredilmesinin ardından Mart 1932’de Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti statüsünü kazanan Karakalpakistan 1936’da Özbekistan’a bağlanmıştır.

(Roy, 2009, s. 100)

Stalin iktidarının Rusya’da güçlenmesinin ardından 1928’den itibaren yürürlüğe koyduğu reformist politikalar diğer Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler ‘de de uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikalarla söz konusu ülkelerde Stalin’in hâkimiyeti güçlendirilirken aynı zamanda sosyalizmin derinlemesine nüfuz etmesi istenmiştir. Bolşevik iktidarının tesis edilmeye çalışıldığı dönemde uygulanan ılımlı ve Müslüman halkların kararlarını öne çıkaran politikalar 1927’de Stalin’in başa geçmesinden itibaren sertleşmeye başlamıştır. O döneme kadar uygulanan “Yeni Ekonomi Politikası”4 başta olmak üzere özellikle tarımla uğraşan kesimi gözeten politikaların yerini “kolektivizasyon”5 gibi devletin söz konusu ülkelerde devletin hâkimiyetini güçlendiren politikalar uygulamaya konmuştur. Bununla birlikte kültürel, din, dil, eğitim ile ilgili de reformlar zaman içinde uygulamaya konulmuş aynı zamanda planlanan reformların tümüyle uygulanabilmesi için yönetim kadroları ve aydın arasında tasfiye hareketlerine de girişilmiştir.

Özbekistan’da yönetim kadroları sahip olduğu jeopolitik konumdan dolayı hep Özbek kökenlilerden seçilmiştir. Cumhuriyet’in ilanının ardından 1925-1937 yılları arasındaki yönetim kadrosu Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti başbakanı Feyzullah Hocayev, Özbekistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Akmal İkramov ve Yüksek Kurul’un Başkanı Yoldaş Akhundbabayev’den oluşmuştur. Bu dönemde

4 Sovyetler Birliği Komünist Partisi 10. Kongresi kapsamına kararlaştırılarak 21 Mart 1921’de yürürlüğe giren ve 1929’a kadar devam eden ekonomi politikasıdır. Hem Rus ekonomisini güçlendirmek hem de köylülerin yeni rejimi desteklemesini sağlamayı amaçlayan bu politikayla köylülerin mallarına zorla el konulmasına son verilerek ürettikleri ürün üzerinden vergilendirme sağlanmıştır (Turan M. , 2011, s. 313- 315).

5Çiftçiler tarafından kurulan üretim çiftliklerinde üretilen ürünlerden elde edilen kardan devletin pay alması şeklinde özetlenebilecek bu politika RSFSC’de Stalin’in başa geçmesinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Bu politika kapsamında toprak mülkiyeti devlete ait olup; üretim ya ücreti sarf ettiği emek ya da çalıştığı yıla göre belirlenen köylülerin ortaklaşa çalıştıkları kolektif üretim çiftliklerinde (kolhoz) ya da yönetimi devlette olan tarım işletmeleri (sovhoz) aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. (Kınacı, 2015, s.

2-5)

(20)

13

Hocayev ve İkramov, dönemin ılımlı havasından da faydalanarak Özbeklerin milli menfaatleri gözetmek suretiyle komünist politikaları uygulamaya çalışmıştır. (Roy, 2009, s. 158) Ancak 1928’den itibaren uygulamaya konan politikalarla ülkedeki bu durum değişmeye ve giderek sosyalizm doktrinleri kapsamında yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. RSFSC tarafından hazırlanan Birinci Beş Yıllık Plan (1928-1932) kapsamında uygulamaya kolektivizasyon kapsamında tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkın temel geçim kaynaklarına devlet tarafından el konularak kolhozlara devredilmiş (Roy, 2009, s. 131) ; emek ve çalışma süresine göre maaşa tabi tutulan halk sahip olduğu topraklarda işçi konumuna düşmüştür. Bu sisteme karşı çıkanlar ya sürgün ettirilmiş ya da göç etmek zorunda kalmıştır. Siyasi arenada ise 1937-38 yılları arasında bir nevi cadı avı baş göstermiş; emriyle Pantürkizm, Panislamizm ve Milliyetçilik suçlamalarıyla Hocayev ve İkramov başta olmak üzere pek çok diplomat ve aydın kesim Stalin’in emriyle ya kurşuna dizilerek idam edilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir.

(Bulut, 2017, s. 140)

Hocayev ve İkramov’un tasfiyesinin ardından Stalin’in direktifiyle 1937’de Özbekistan Komünist Partisi’nin başına Usman Yusupov getirilmiş; onun getirilmesiyle birlikte Özbekistan tamamen Sovyetler Birliği’nin kontrolüne girmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından Abdülkadir Muhiddinov’un başa geçmesiyle kısa süreliğine de olsa halk arasında rahatlama görülmüş; hatta Muhiddinov, 1956’da Özbeklerin milli kültürlerini koruması gerektiğini beyan etmiştir. Ancak gerek bu beyanatı gerekse milliyetçi tutumundan ötürü görevinden alınarak yerine 1959’da rejime sadık kalmasıyla bilinen Şeref Raşidov Özbekistan Komünist Partisi’nin 1. Sekreterliğine getirilmiştir. (Saray, 2014, s. 370)

1937 tasfiyelerinin ardından siyasi arenada bölgesel hizipçilik hâkim olmuş;

yönetim kadroları RSFSC’nin doktrinleri doğrultusuna ülkeyi yönetmekle sorumlu olan kişilerden oluşmuş; yönetim genellikle Taşkent - Fergana hizbi arasında el

(21)

14

değiştirmiştir. (Roy, 2009, s. 158-162) Ancak söz konusu hizipler arasındaki iktidar değişimi 1959-1983 yılları arasında iktidarda olan Şeref Raşidov tarafından değiştirilmiştir. 24 yıllık iktidarı boyunca Stalinist geleneği devam ettiren ve muhalif sesleri engelleyen Raşidov yönetimi, merkezi yönetimin muhafazakâr yapısını ve status quo yansıtırken aynı zamanda yapısı itibariyle doğu despotizminin Özbekistan’a uyarlaması şeklinde görülmüştür. Bu dönemde her alanda Özbek unsurlar öne çıkartılmış, özellikle 1970’lerden itibaren bir nevi milli köklere dönüş olarak da algılanabilecek “Özbekizasyon” uygulanmaya başlanmıştır.(Avcı, 1997, s. 1308-1309)

1983’te Sovyet uydu devletlerinin normalde pamuk tarımının yapılması gereken yerlerde pamuk tarımının yapılmadığının saptanmasının ardından başlatılan yolsuzluk soruşturması Sovyet Özbekistan’ı için sonun başlangıcı olmuştur. Soruşturma neticesinde yıllık pamuk üretim rakamlarının 1978-1983 yılları arasında 4,5 ton fazla gösterildiğinin ve bu sayede Özbekistan’ın bu yıllar arasında bir milyar ruble fazla ödeme aldığının belirlenmiştir. Soruşturma kapsamında 2600 bürokrat hapse atılmış, Özbekistan Pamuk Bakanı Yakubcan Osmanov idama mahkûm edilmiş ve soruşturmanın devam ettiği süreçte vefat eden Raşidov’a o güne kadar verilen tüm liyakat nişanları geri alınarak naaşı devlet mezarlığından çıkartılarak başka bir yere nakledilmiştir.(Alkan, 2011, s. 126)

1986’da RSFSC’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte RSFSC’nin hâkim olduğu Özbekistan gibi ülkelerdeki merkez komite üyelerinin birçoğu başarısızlıklarından dolayı görevden alınmıştır. (Bulut, 2017, s. 141-142)

1983’te başlanan yolsuzluk soruşturması 1989 Fergana Olaylarına kadar devam etmiştir. Haziran 1989’da Fergana Vadisi’nde Özbeklerle Ahıska Türkleri arasındaki RSFSC destekli etnik çatışma sonucunda RSFSC verilerine göre 103 kişi ölmüş, 1011 kişi yaralanmış, 757 konut ve 27 devlet binası yakılmış, aynı zamanda farklı etnik kökenlerden yaklaşık 21 bin kişi terk etmiştir.(Devrisheva, 2019, s. 1178)

(22)

15

Yaşanan bu çirkin olay belli ki gizli güçler tarafından planlanmış ve hainler tarafından gerçekleşmiştir. Fergana olayları neticesinde Moskova hükümeti Özbekistan’daki mevcut politikasında değişikliğe giderek Refik Nisanov görevden alınarak yerine İslam Kerimov getirilmiştir. Kerimov dönemiyle birlikte Özbekistan yeni bir çizgiye girerek RSFSC ile bağlarını koparmaya başlamıştır. RSFSC’nin yıkılışını engellemek amacıyla 1990’da yürürlüğe konulan Glastnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılandırma) politikalarının akabinde yapılan Yüksek Kurul Seçimleri sonuçları Özbekistan’ın bağlarının tümüyle kopmasına neden olmuştur.

Yaşanan tartışmaların ardından Özbekistan 20 Haziran 1990’da egemenliğini ilan etmiş, 1 Eylül 1991’de bağımsızlığını duyurmuştur. Özbekistan Yüksek Kurul’u 1 Kasım 1990’da alınan karar doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nu lağvetmiş; hükümet fonksiyonları İslam Kerimov’a bağlı bir kabineye devredilmiştir. RSFSC’deki darbe girişimin başarısız olmasının ardından Kerimov Sovyetler Birliği Komünist Parti Politbürosu’ndan istifa etmiş, Özbek Komünist Parti’si Sovyetler Birliği’nden ayrılmıştır. Bağımsızlık ilanından üç ay sonra, 29 Aralık 1991’de ise yapılan referandumla bağımsızlık ilanı onaylanmıştır. (Avcı, 1997, s. 1310)

Ülkenin Ruslaştırılarak sosyalizm doktrinleri kapsamında yeniden inşasını sağlamak için eğitim, kültür ve dini alanlarda bir dizi reform yapılmıştır. Eylül 1927’de Adli Sistem, Nisan 1928’de ise Ceza Kanunu değiştirilmiş ve Şeriat mahkemeleri yasaklanmıştır. Kadının özgürleştirilmesi Mart 1927’den itibaren hücum adı verilen kampanyalar6 öne çıkmış; toplu başörtü açma törenleri düzenlenmiştir. (Roy, 2009, s.

122) Eğitim alanında temel eğitim zorunlu kılınarak okuryazar oranını yükseltilmesi hedeflenmiş ve laik bir eğitim düzeni geliştirilmeye çalışılmıştır. Dil alanında alfabe değişikliğine gidilerek Latincenin Özbek diline göre uyarlanarak Arapça kullanımı

6 Hücum ve Özbekistan’da kadının yeniden konumlandırılışı ile ilgili bkz: Douglas Taylor Northrop;

Veiled Empire: Gender and Power in Stalinist Central Asia, Cornell University Press, New York 2004;

Marianne Kamp; The New Woman in Uzbekistan: Islam, Modernity, and Unveiling Under Communism, University of Washington Press, Seattle 2006.

(23)

16

daraltmıştır. Ancak 1940’ta yine alfabe değişikliğine gidilerek Özbek Latin alfabesinin yerini Kiril alfabesi almıştır. (Melvin, 2000, s. 20-22) Yine Ruslaştırma kapsamında bölgeye çok sayıda Rus ve Slav unsur getirtilmiş ve bunların kültürel ve politik güçleri arttırılmaya çalışılmıştır. (Avcı, 1997, s. 1308)

Özbekistan’da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından savaş sırasında Avrupa’dan fabrikaların personelleriyle birlikte nakledilmesiyle hem ekonomide bir ivme yaşanmış hem de fabrikaların olduğu yerlerde Rus nüfusu arttırılarak bu bölgelerde Ruslaştırma politikası uygulanmaya çalışılmıştır.(Bulut, 2017, s. 141)

1.1.3. Özbekistan’ın Sınır Komşuları ile İlişkilerinde Rusya Faktörü

İlk bölümün başında kısaca bahsedildiği gibi Türkistan coğrafyasının 1924’teki bölünmesi RSFSC’nin belirlediği strateji çerçevesinde gelişmiş; bu bölünmede nüfus homojenliği, cumhuriyetler arasında geçmişten gelen sorunlar ve doğal sınırlar dikkate alınmamıştır. Yapay olarak bölünmenin ardından sınırlar 1936’a kadar sabit kalmamıştır. Sınırların yapay olarak çizilmesi Batılı kaynaklara göre ilk defa 1924’te gerçekleşmemiş; 19. yüzyılın sonunda Çarlık Rusya’nın Orta Asya bölgesinde yaptığı işgaller neticesinde toprak mülkiyeti hususunda gerçekleştirdiği yeniden yapılandırma ve İngiltere karşısında hâkimiyet alanını belirleme düşüncesi Avrupai tarzda sınırların belirlenmesi şeklinde algılanmıştır.(Eisener, 2002, s. 862)

1924’teki yapay bölünme, Lenin’in “Ulusal Birleşme”7 olarak tanımlanabilecek sürecin Orta Asya toplumlarının yapısı itibariyle kendiliğinden gerçekleşmeyeceğine kanaat getirmesi üzerine belli bir plan doğrultusunda geçici bir süre için yapılması düşüncesinden hareketle ortaya çıkmıştır. Suni sınırların çizilmesi öncesinde kurulması planlanan devletlerin yapısı ve büyüklüğünün nasıl olacağı hususunda üç farklı görüş

7Ulusal birleşme süreci olarak tanımlanan süreç kültürel bir topluluğun devletleşme sürecindeki yaşadığı aşamaları betimlemek amacıyla kullanılmıştır.

(24)

17

ortaya çıkmıştır. İlk görüş, söz konusu bölgedeki emirliklerin liderlerinin yerine RSFSC’nin görüşlerini benimseyecek emanetçiler getirmek ancak sınırlar hususunda hiçbir düzenleme yapmamak olmuştur. İkinci görüş Orta Asya’nın mevcut etnografik yapısına uygun olacak şekilde yeni devletler meydana getirmek olmuş; üçüncü görüşte ise Orta Asya uluslarını “Türkistan” adı altında tek bir çatı altında toplamak olmuştur.

Başlangıçta tek çatı altında toplanma görüşü üzerinde durulmuş ve hatta 1 Mayıs 1918’de Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Ancak Pantürkizm, Panislamizm gibi milliyetçi görüşlerin giderek güç kazanması ve yaşanan bu ivmenin sosyalizme tepkili kitleler yaratmasına engel olmak amacıyla bu görüşten vazgeçilerek Türkistan coğrafyasının devletlere ayrılması kararlaştırılmıştır. (Gleason, 2002, s. 855-861)

1924’teki bölünme geçici olarak yapıldığı düşünülse de 1936’ya kadarki düzenlemeler haricinde kalıcı olmuş, devletlerin günümüz sınırlarının temelini oluşturmuştur. Bölünmenin ve ne amaçlar doğrusunda gerçekleştirildiği hususuna fikir ayrılıklar yaşanmıştır. Bir kısım RSFSC’nin “böl ve yönet” stratejisi kapsamında bölümlendirme yapıldığını ileri sürerken bir kısım da sosyalist amaçlar doğrultusunda bunun gerçekleştirildiğini savunmuştur. (Djalili & Kellner, 2009, s. 28-30) İkinci kesimin ileri sürdüğü sosyalist amaçlarıysa Gregory Gleason şu şekilde sıralanmıştır:

(Gleason, 2002, s. 862-863)

“…Ulusal düşmanlıkları ortadan kaldırmak; Sovyet sistemini halka yaklaştırmak; Basmacılar hareketini yok etmek; Kızıl Ordu’nun işçi- köylü ulusal bölümlerini teşkilatlandırmak; ülkenin ekonomik rehabilitasyonunu hızlandırmak; sulama sistemini iyileştirmek ve pamuk üretimini artırmak; toprak reformu yoluyla fakirlerin ve topraksızların durumlarını iyileştirmek; kadınların özgürleşmesini hızlandırmak; bölgenin mali durumunu iyileştirmek; bölgenin kültürel gelişimini kuvvetlendirmek, demiryolu ağını, posta ve telgraf haberleşmesi hizmetlerini geliştirmek”

(25)

18

1924 bölünmesi RSFSC’nin amaçlarını bir ölçüde gerçekleştirmekle birlikte cumhuriyetler arasında sınır ve arazi ihtilaflarının yaşanmasına neden olmuştur. Bu ihtilafların bir kısmını Djalili ve Kellner şu şekilde sıralamıştır: (Djalili & Kellner, 2009, s. 28)

“…Özerk Karakalpak Cumhuriyeti’nin Özbekistan’dan muhtemel ayrılışı; bu cumhuriyetin Kazakistan tarafından ilhakı; Kazakistan’ın Mangistav bölgesinin bir kısmının Türkmenistan’a bırakılması;

Türkmenistan’ın Taşavuz bölgesinin bir kısmının Özbekistan’a bırakılması; Buhara bölgesinin kuzeybatı bölgesinin Karakalpakya’

ya bırakılması; Karakalpakya’nın güneybatısının Özbekistan’ın Harezm bölgesine ilhak edilmesi; Türkmenistan’ın Şarcu bölgesinin bir kısmının Özbekistan’a bırakılması; Kazakistan’ın Çimkent bölgesinin güney kısmının Özbekistan’a bağlanması; Özbekistan’ın Semerkant ve Buhara bölgesinin bazı kısımlarının Tacikistan’a girmesi; Özbekistan’ın Sühandarya bölgesinin Tacikistan’a bırakılması; Kırgızistan’ın Oş bölgesinin bir bölümünün Tacikistan’a bağlanması; Tacikistan’ın Gorno-Badahşan bölgesinin bir kısmının Kırgızistan’a bağlanması; Kırgızistan’ın Oş bölgesinin bir bölümünün Özbekistan’a bırakılması; Kazakistan’ın Alma Ata ve Taldı-Kurgan illerinin güneyinin Kırgız Cumhuriyeti’ne bırakılması;

Kırgızistan’ın Isık-kul bölgesinin kuzeyinin Kazakistan’a bağlanması;

Kazakistan’ın kuzey ve doğusunun (Kokşetav, Çelinograd, Kustanay vd.) Rusya’ya bağlanması ..”

Alıntıdan da anlaşıldığı üzere kâğıt üstünde belirlenen sınırlar devletlerarası sınır ihtilaflarını da beraberinde getirmiştir. Sınır çizilmesinin ardından Özbekistan konumlandırılışı itibariyle Türkistan coğrafyasının tam ortasında yer almış; Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Afganistan ile sınır komşusu olmuştur. Yapay bölünmenin ardından Özbekistan sınır komşularıyla anlaşmazlıklar yaşamış; bu anlaşmazlıkların yarattığı gerilim beraberinde silahlı çatışmaya dönüşme ihtimalini de getirmiştir. Söz konusu sınır anlaşmazlıklarının en önemlisi bölünme sonrasında Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasında paylaştırılan Fergana Vadisi Sorunu olmuştur. Yaklaşık 9 milyon kişiyi barındıran ve Türkistan’ın en kalabalık 5.bölgesi olan bu bölgenin %70’lik kısmı Özbekistan sınırları içinde kalmıştır. Vadinin önemli

(26)

19

olmasının bir diğer nedeni SSCB sonrası dönemde İslam Kerimov rejimini hedef alan ve onun yerine İslami bir devlet kurmayı amaçlayan “Özbekistan İslami Hareket “8 gibi Radikal İslami grupların konuşlandığı bölgelerden biri olmuştur. (Kodaman & Birsel, Bağımsızlık Sonrası Özbekistan ve Dış Politikası, 2006, s. 422-423)

Özbekistan’ın sınırlarıyla ilgili problemin bir başka boyutu da Rusya Federasyonu ile olmuştur. 1991’deki çözülmenin ardından Rusya, Türkistan coğrafyasındaki hâkimiyetini sürdürebilmek adına bölgedeki söz konusu ülkelere askeri garnizonlar inşa ederek ve sınır muhafızları yerleştirerek kontrol altında tutabilmeyi amaçlamıştır. (Roy, 2009, s. 259)

1.2. SSCB SONRASI SİYASİ DÖNÜŞÜM VE ÖZBEKİSTAN–RUSYA İLİŞKİLERİ (1991-2000)

1.2.1. SSCB’nin Yıkılışı ve Sovyet Sonrası Rusya’nın Siyasal İnşası: Boris Yeltsin Dönemi

RSFSC’de 1970’lerin ortalarında petrol fiyatları yükselmiş ve buna paralel olarak büyüme oranında da artış meydana gelmiştir. Ancak söz konusu bu büyüme 1980’lerin sonuna kadar devam eden durgunluk sürecini de beraberinde getirmiştir. Bu süreçte gerek içte gerekse dışta sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların yaşanması reform taleplerini de gündeme getirmiştir. Nikita Sergeyeviç Hruşçov, Leonid İlyiç Brejnev, Yuriy Vladimiroviç Andropov ve Konstantin Ustinoviç Çernenko gibi Josef Stalin’den sonra gelen liderler bu ihtiyaç doğrultusunda kendilerine has reform politikaları

8 Tahir Yoldaşev ve Cuma Namangani tarafından kurulan bu örgütün kökleri 1990’ların başına uzanmaktadır. Yapılanması Namangan’daki Otavalihon Camii çevresinde başlayan bu örgüt; Adalet, İslam Laskarlari, Barak ve Tauba olmak üzere dört radikal İslamcı grubu tek çatı altında birleştirmiştir.

Örgütün liderlerinden Yoldaşev, 1990’ların başında Özbekistan’da varlık gösteren sayısız siyasi hareketten biri olan ve Özbekistan’da İslami hukuk sisteminin yürürlüğe konmasını isteyen Adalet Partisi’nin liderliğini üstleniştir. Namangani ise 1979-1989 yılları arasında yaşanan Afganistan Savaşı’nda RSFSC tarafında yer almış; savaşın ardından Tacikistan İslami Direniş Örgütü’nün liderlerinden Muhammet Şarif’in desteklediği İslamcı Tauba Hareketi gibi birçok İslami örgütün içerisinde yer almıştır. A (Çaman & Dağcı, 2014, s. 17)

(27)

20

geliştirmiştir. (Yıldırım, 2018, s. 22-28) Mihail Gorbaçov’un 11 Mart 1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği'ne gelmesinin ardından gerek RSFSC’de gerekse Sosyalizmin tesis edildiği diğer Sovyet Cumhuriyetleri’nde yeni bir dönem başlamıştır. Genel sekreter olarak göreve başlamasının ardından 1986’da yaşanan sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların çözümü için “yeniden yapılanma“ yani Perestroyka sürecini başlatmıştır. Yaşanan sorunların nedeninin RSFSC’nin kendi siyasal sisteminden kaynaklandığını; özellikle ekonomi alanında yapılan reformların bürokrasinin kendi çıkarlarını korumak için tepki gösterdiği için başarıya ulaşmadığını saptayan Gorbaçov, bürokrasinin üstünlüğünün kırılması için glasnost (açıklık) ve demokratizatsiya (demokratikleşme) politikalarını yürürlüğe koymuştur. Bu politikalar kapsamında RSFSC gerek iç politikada gerekse dış politikada bir dönüşüm sürecine girmiş; bu süreçte söylem değişikliğine de gidilmiştir. Sınıf eksenli, tek bir kazanan tarafın olduğu politikalar yerine uluslararası işbirliğine ve ortak çıkar ülküsüne dayanan politikalar geliştirilmiştir.1985’te başlayan bu kabuk değiştirme 1991’de SSCB’nin yıkılmasına ve Rusya Federasyonu’nun kurulmasına neden olacak sürecin tetikleyicisi olmuştur. (Tellal, 2003, s. 158-161)

1985 sonrasındaki süreçte Gorbaçov’un yetkileri artarken tek adama dönüşmesi karşısında muhalif sesler de artmıştır. Uygulanan politikalar kapsamında Komünist Parti’nin 19. Parti Konferansı'nda parti ile hükümet ayrılmış böylelikle partinin devlet üzerindeki vesayeti kaldırılmıştır. Ayrıca bu konferansla birlikte demokratizatsiya (demokratikleşme) politikası uygulanmaya başlanmıştır. Gorbaçov’un demokratizatsiya politikası kapsamında Halk Temsilcileri Kongresi ve Yüksek Kurul olmak üzere iki meclisli yapıyı benimseyen bir sistem uygulanmaya çalışılmıştır. (Seyaz, 2018, s. 72) Gorbaçov, 1 Aralık 1988’de SSCB Devlet Başkanı seçilmesiyle ülkenin hem devlet başkanı hem de SBKP Genel Sekreteri olmuştur. Şubat 1990’da anayasada değişikliğe gidilerek SBKP’nin ülkenin yönetimini tek başına elinde tutmasını sağlayan 6. madde

(28)

21

iptal edilerek çok partili hayatın önü açılmış; bunu takip eden süreçte başkanlık sistemine geçilerek partinin gücü ve etkinliği sınırlandırılmıştır. 15 Mart 1990’daki Halk Temsilcileri Kongresi tarafından SSCB’nin ilk ve tek başkanı olarak seçilmesinin ardından Gorbaçov, kendisine on beş siyasetçiden oluşan bir Başkanlık Konseyi oluşturmuştur. (Yapıcı, 2009, s. 127-128)

Perestroyka süreciyle birlikte 1987’den itibaren SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerde milliyetçilik ve bağımsızlık söylemleri yükselmiş; bu söylemlere dayalı bağımsızlık hareketleri; 1987’de Letonya, 1988’de Estonya ve 1989’da ise Litvanya’da yaşanmıştır.

(Uçarol, 1995, s. 799) Soğuk Savaş’ın simgelerinden Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkımına kararlaştırılmasının ardından Varşova Paktı ve COMECON’u oluşturan ülkelerin sosyalist çizgiden uzaklaşmalarıyla Doğu Bloğu’nda da çözülmeler başlamıştır. (Yıldırım, 2018, s. 38-39) 1990’daki parlamento seçimlerini neticesinde Baltık, Gürcistan, Ermenistan ve Moldova Cumhuriyetleri’nde Sovyet karşıtları yönetimi devralmış ve bu durum RSFSC’de giderek yükselen radikal demokratlar tarafından da desteklenmiştir. (Yapıcı, 2009, s. 130-132)

Demokratik Rusya Hareketi’nin liderlerinden Boris Yeltsin, 1990’daki seçimler neticesinde Halk Temsilcileri Kongresi’ne vekil olarak girmiş Mayıs 1990’da ise Yüksek Kurul Başkanı seçilmesinin ardından Haziran 1990’da Rusya Federasyonu’nu egemen bir devlet olarak ilan etmiştir. Yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında Gorbaçov ise bütünlüğün korunması adına Aralık 1990’da muhafazakâr kesimin hükümetteki ağırlığını arttırmıştır. Ocak 1991’de ayrılıkçı eylemlerin gücünü kırmak için Baltık Cumhuriyetleri’ne Sovyet askerleri göndermesi kitlelerce tepkisi karşısında Yeltsin diktatörlükle suçladığı Gorbaçov’u istifaya çağırmıştır. (Seyaz, 2018, s. 75) Tüm bu tartışmaların gölgesinde 16 Mart 1991’de yeni bir federasyonun kurulmasına ilişkin yapılan referandumda, referandumu boykot eden Estonya, Letonya, Litvanya,

(29)

22

Gürcistan, Ermenistan ve Moldova hariç diğer federe cumhuriyetlerin %76,2’si ve Rusya’nın da %71,3’ü SSCB’nin devam etmesi yönünde oy vermiştir. 11 Haziran 1991’de Rusya Federasyonu’nun egemenliğini ilan etmesinden bir gün sonra federasyonun ilk seçimi yapılmış ve Yeltsin Rusya Federasyonu Başkanı seçilmiştir.

(Uçarol, 1995, s. 799)

16 Ağustos 1991’de parti ve ordu içindeki muhafazakâr kadroların Gorbaçov iktidarını devirmeye yönelik başarısız darbe girişimi, SSCB’yi tamamen sona erdiren 25 Aralık 1991’de Gorbaçov’un istifasına giden süreci başlatmıştır. Darbe girişiminin ardından 24 Ağustos’ta Ukrayna; 25 Ağustos’ta Beyaz Rusya, 27 Ağustos’ta Moldova ve 18 Ekim’de ise Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık ilanlarının ardından 8 Aralık 1991’de Minsk’te Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya arasında Belavezha Anlaşması imzalanmış; bu anlaşmayla SSCB resmen dağıtılarak Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) kurulmuştur. (Seyaz, 2018, s. 78) Topluluğun kurulmasının ardından 21 Aralık 1991’de imzalanan Alma Ata Antlaşması’yla da Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Moldova BDT’ye katılmışlardır. (Yapıcı, 2009, s. 139)

Rusya Federasyonu’nun kurulmasının ardından inşa süreci başlamıştır. Bu süreçte komünist sistemden batılı devletlerdeki gibi kapitalist sisteme geçiş ve RSFSC mirasının pay edilmesi sürecinde sosyo-ekonomik sorunlar da beraberinde gelmiştir.

Pay edilme sürecinde sosyal eşitsizlikler artmış; önceden devlete ait olan varlıkların özelleştirilmesiyle bir kesim zengin olurken genelde ise işsizlik artmış, enflasyonun yükselmesiyle birlikte gelir ve kazanç olumsuz etkilenmiştir. Bürokraside ise yolsuzluk ve rüşvet artmış; çalışanlar kendi çıkarları doğrultusunda hesap verilebilirlik ve disiplin ilkesini kullanmaya başlamıştır. Kısacası RSFSC döneminde belli bir düzen içerisinde

(30)

23

devam eden faaliyetler birliğin dağılmasıyla birlikte bir nevi kaos ortamı yaşanmıştır.

(Çobanoğlu, 2014, s. 46-47)

Federasyona geçişle birlikte siyasal sistem de yeniden yapılandırılmıştır. Siyasal sistemin yeniden yapılandırılması sürecinde Sovyet mirası olan geleneksel düzenin tasfiye edilerek kapitalizm ekseninde batıyı temel alan siyasal sistem inşa edilmeye çalışılmış bu süreçte muhalif seslerle karşılaşılmıştır. (Yıldırım, 2018, s. 49) RSFSC’den kalma meclis yapısı ve yürütmeyle ilişkisi anayasa krizinin yaşanmasına neden olmuş; halk tarafından seçilen başkanın uygulanması planlanan politikalarda Yüksek Kurul ve Konsey ile uyuşmazlık yaşanması durumunda geri adım atmaması krizlere neden olmuştur. Bu bağlamda ilk kriz parlamentonun ekonomi politikalarını uygulayan Yegor Gaydar’ın başbakan olarak atanmasını onaylamaması olmuştur. İkinci kriz ise anayasanın yapılandırılması sürecinde yaşanmıştır. Parlamentonun reform politikalarını engellemekle suçlanmasının ardından parlamento sözcüsü Ruslan Hasbulatov ile Yeltsin yeni anayasanın taslak metni ile ilgili Nisan 1993’te referandum yapılması üzerine mutabakata varmışlardır. Nisan 1993’teki referanduma nüfusun % 65’i katılmış; referandum kapsamında Yeltsin iktidarı ve erken seçimle ile ilgili dört soru sorulmuş; referandum neticesinde Yeltsin’in istediği sonuçlara ulaşılmıştır.

Referandumdan sonraki süreçte halkın 12 Aralık 1993’te hem başkanlık seçimi hem de anayasa taslağını onaylamak için sandığa gideceği duyurulmuştur. 12 Aralık’ta yapılan seçim sonucunda Gaydar’ın iktidara geleceği düşünülse de seçimi Yeltsin kazanmış ve Yeltsin iktidarı ülkede yerleşik hale gelmiştir. (Seyaz, 2018, s. 87-97)

Seçimle birlikte belirlenen anayasa 25 Aralık’ta yürürlüğe konmuştur. De Gaulle’ün 1958 Fransız Anayasası baz alınarak hazırlanan bu anayasayla Fransız’daki yarı başkanlık yönetimi uyarlanmaya çalışılarak ABD’deki gibi iki parlamentolu bir sistem kurulmuştur. (Çobanoğlu, 2014, s. 48) Seçimlerin ardından Yeltsin’in 31 Aralık

(31)

24

1999’da istifa etmesine kadar yeni bir dönem başlamış; bu dönemde ülke yönetiminin temel aktörü olarak konumlandırılan başkanın yetkileri arttırılmış, güçlü-başkanlık olarak da adlandırılabilen bir siyasi sistem oluşturulmuştur. (Yapıcı, 2009, s. 173)

Soğuk Savaş sonrasında Rusya Federasyonu’nun dış politikası ile ilgili Avrasyacılık ve Atlantikçilik olmak üzere iki farklı ekol ileri sürülmüş; federasyonun rejim sonrası Orta Asya politikası da bu iki ekol içerisinde şekillenmiştir. Atlantikçilik ekolünü savunanlar Rusya’nın Batı Avrupa Topluluğu’na olabildiğince çabuk dâhil olmasını istemiş; ilerleyen yıllarda Avrupa ve Rusya’nın göç, terörizm, köktendinciliğin artışı gibi tehlikelere maruz kalacaklarını ve bunlara karşı birlikte hareket etmeleri gerektiğini savunmuşlardır. Atlantikçiler ayrıca Rusya’nın içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik problemlerin çözümünün Batı’da olduğunu, ülkenin kalkınması için batı merkezli işbirliği örgütlerine ve NATO’ya üye olunması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Avrasyacılık ekolünü savunanlarsa Atlantikçilerin aksine entegrasyon sürecinin normalden hızlı gerçekleşmesine karşı çıkmışlardır. Tarihsel bağlamda Rusya’nın hiçbir dönemde Batı’ya ait siyasal ve kültürel değerlere yakınlık göstermediğini ileri süren Avrasyacılar, Rusya’nın nihai maçının Asya’daki köklerini açığa çıkarmak olduğu ve Asya ile Batı arasında bir köprü işlevi görmesi gerektiğini savunmuşlardır. (Şimşek , 2013, s. 62-63)

Boris Yeltsin döneminde Sovyet rejimi sonrası Rusya’nın dış politikasını önemli ölçüde belirleyen “Yakın Çevre Doktrini” ileri sürülmüştür. Federasyonun ilk Dış İşleri Bakanı Andrei Kozyrev, Savunma Bakanı Pavel Graçev ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Evgeni Ambartsumov gibi isimler tarafından formüle edilmiştir. Bu doktrin daha sonrasında Dış İşleri Bakanlığı, Dış Ekonomi Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı, İstihbarat Servisleri ve Güvenlik Konseyi gibi kurumlar tarafından revize edildikten sonra 1993’ün başında Rusya’nın yakın çevresine yönelik resmi dış politikası halini

(32)

25

almıştır. (Sönmez, 2010b, s. 277) Başlangıçta Yakın Çevre Doktrini, Sovyet rejiminin yıkılmasının ardından Rusya’nın bağımsızlığını kazanan ülkelerde güvenliğin ve istikrarın sağlanmasında sorumlu olduğunu iddia etmesinin ardından bu bölgeleri

“yaşamsal çıkar alanı” ilan etmesiyle birlikte gelişmiştir. Bu politikayla birlikte Rusya;

çıkar alanı olarak gördüğü yakın çevresini dağılmayla birlikte o ülkelerde kalan Rus azınlığın 9 haklarını koruma ve söz konusu ülkelerin sınır problemleri gibi nedenler ileri sürerek siyasi, ekonomik ve askeri konularda yeniden Moskova’ya bağımlı hale getirmeyi amaçlamıştır. (Keskin M. , 2015, s. 46-50) Sait Sönmez, Yakın Çevre Politikası ile öne çıkan hususları şu şekilde sıralamıştır: (Sönmez, 2010b, s. 78)

“...Rusya’nın çevresindeki çatışmaların sona erdirilmesi ve bölgedeki Rusça konuşan nüfusun azınlık ve insan haklarının korunması, Rusya’nın birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması, BDT ülkeleriyle yasal normlar doğrultusunda ortak bir güvenlik çerçevesi hazırlayarak komşu ülkelere Rus askerlerini “Barış Koruma Gücü”

olarak yerleştirilmesi ve bu şekilde Rusya’nın yakın çevresinde bir güvenlik kuşağının oluşturulması, BDT’nin ortak çıkar anlayışına sahip, egemen devletlerarasında değişik sahalarda uluslararası işbirliğine gidecek bir kuruluş haline getirilmesi ve bu şekilde Topluluğun etkinliğinin artırılması, Eski Sovyet coğrafyasında Rusya’nın yaşamsal çıkarlarının olduğunun deklare edilmesi, Eski Sovyet coğrafyasında Moskova’nın özel rol ve sorumluluğunun olduğunun ve bunun diğer bir güç ve/veya uluslararası örgüt tarafından doldurulamayacağının dış dünyaya bildirilmesi, START II Antlaşması doğrultusunda eski Sovyet sahasındaki silahsızlanma ve nükleer silahların azaltılması gibi faaliyetlerin Rusya’nın öncülüğünde gerçekleştirilmesi, Kimyasal ve biyolojik silahların konvansiyonunun uyarlanması ve füze teknolojisi ihracatının kontrol edilmesi, ABD, Batı Avrupa ve Asya ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi, “

Esasında Rusya, Yakın Çevre Doktriniyle Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kendisine entegre edilmesini, topluluk ülkelerinde önceden var olan askeri üslerinin

9 Mevlüt Tikence, 29 Temmuz 1994 tarihli Adelphi Paper no:289’dan aldığı verilerden yola çıkarak Orta Asya Cumhuriyetleri içerisindeki Rus azınlığın toplam nüfustaki oranının Kazakistan’da 37,8;

Özbekistan’da 8,4; Tacikistan’da 7,6; Kırgızistan’da 21,5 ve Türkmenistan’da ise 9,5 olduğunu kaleme almıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Tikence, a.g.e. , s. 57.

(33)

26

varlığını korumayı ve topluluk ülkelerinin ulaşım, ekonomi, siyasi, askeri ve hatta toplumsal sorunlarını kendi çıkarlarını korumak suretiyle çözmeyi amaçlamıştır.

Amaçlarının gerçekleştirilmesi için topluluk ülkelerinden herhangi birinin itirazı karşısında söz konusu ülkelerin etnik yapısındaki farklılıkları kendi aleyhine kullanarak etniler arası sorunları gündeme getirerek kargaşa yaratmış daha sonra da bunun çözümünü üstlenmiştir. (Keskin M. , 2015, s. 50) Yani bir başka deyişle hem sorunu çıkartan hem de çözümü sağlayan taraf olarak bu ülkelerle olan bağlarını sağlamlaştırmıştır.

Nicholas V. Riasanovsky, 1991-1999 yılları arasındaki Yeltsin iktidarını üç döneme ayırarak şu şekilde özetlemiştir: (Riasanovsky & Steinberg, 2014, s. 674-675)

“…Ağustos 1991’den Ekim 1993’e kadar geçen ve bazen ‘Birinci Rus Cumhuriyeti’ olarak anılan dönem, tepeden radikal reformlarla başlamış büyüyen kutuplaşma ve açık çatışmalarla bitmiştir. Ekim 1993’ten Ağustos 1998’e kadar süren dönemde Yeltsin’in gücü artmış, ancak reform sürecinde sorunlar derinleşmiş, krizler yaşanıştır.

Ağustos 1998’den Aralık 1999’a kadar olan dönemde reformdan uzaklaşılmış sosyal istikrar vurgulanmış Yeltsin’in kendi kişisel gücü ve güvenliği artmıştır.”

Yeltsin’in istifasının ardından Birleşik Rusya Partisi lideri Vladimir Vladimiroviç Putin geçici olarak başkan ilan edilmiş; Mart 2000’de yapılan seçimlerde de Rusya Komünist Partisi genel sekreteri Gennadiy Zyuganov’un iki katı oy alarak başkan olarak seçilmiştir. (Riasanovsky & Steinberg, 2014, s. 688)

1.2.2. Sovyetler Birliği’nin Yıkılmasının Ardından Özbekistan’ın Dönüşümü

Gorbaçov’un başlattığı reform hareketlerinin Özbekistan’ın korumacı ekonomik sistemine zarar verebileceği ve devleti zor duruma sokabileceği endişesini taşıyan Kerimov bu politikalara karşı mesafeli durmuş; hatta Ağustos 1991’deki darbe

Referanslar

Benzer Belgeler

Kentsel reforumun başlatılmasıyla tüm Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KYT)’ne ürünlerini serbest pazarlama yetkisi verilmiştir. Bu kurumların özel sektöre

yüzyılın ikici yarısından sonra Afganistan’da dini hareketlerin bir siyasi aktör olarak ortaya çıkması ve bu dönemden sonra Afgan siyasetinde öne

Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzde yürütülen, “Ani Taşkın Erken Uyarı Projesi”nin genel değerlendirilmesi, dünyadaki uygulamaları, ihtiyaçların tartışılması

Hazar Havzası ve Kafkasya'da bulunan enerji kaynakları bölgede bulunan Azerbaycan, Türkmenistan, Rusya, Kazakistan ve İran gibi Hazar Denizi'ne kıyısı bulunan

Anahtar kelimeler: Popüler kültür, güvenlik, Türk Sineması, söylem analizi, uluslararası

(www.sabah.com.tr, 2011).Türkiye’nin bu sıralamanın en üstünde bulunması iki açıdan değerlendirilebilir. Yukarıda da değinildiği üzere, terör sorunu Türkiye’nin

Orta Doğu’da Rusya’nın ilişkide olduğu tek ülke Suriye olmadığı için ve pek tabii Suriye ihtilafındaki tek aktör de Rusya olmadığı için Rusya’nın

“Medvedev: Türkiye ile ortak projeleri iptal edebiliriz”, Al Jazeera Türk, 25.11.2015, http://www.aljazeera.com.tr/haber/medvedev-turkiye-ile-ortak-projeleri-iptal-