• Sonuç bulunamadı

KONUŞMA MAKALE. Haziran Türkiye Bankalar Birliği 55. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KONUŞMA MAKALE. Haziran Türkiye Bankalar Birliği 55. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları"

Copied!
124
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türkiye Bankalar Birliği 55.

Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları

Prof. Dr. Hakan Çetintaş

Türkiye’de 2005-2010 Döneminde Mevduat Bankalarının Etkinliği ve Toplam Faktör Verimliliğindeki Değişme

Levent Başak

Türkiye’de Bankacılık Faaliyetinde Bulunan Dar Mükellefiyete Tâbi Yabancı Bankaların Türkiye’de Elde Ettiği Faiz Gelirleri ve Yabancı Bankaların Türkiye

Ekonomisi Üzerindeki Etkilerine Yönelik Makro Bir Analiz

Hüseyin Gültekin

Şüpheli İşlem Bildirim Süreci

Pelin Ataman Erdönmez İpotekli Konut Finansmanı

Sisteminde Menkul Kıymetleştirme Yöntemleri: Seçilmiş Ülke

Uygulamaları

Onur Altın

Avrupa Birliği Bankacılık Sektöründe Finansal Stresin Değerlendirilmesi:

Panel-Var Yaklaşımı

Şirin Mutlutürk

Makro İhtiyati Politika Aracı Olarak Zorunlu Karşılıkların Kullanılması:

Türkiye Örneği

ve Bankacılık Sektörü

KONUŞMA

MAKALE

(2)

Y›l/Volume: 23

Say›/Issue: 81 - Haziran 2012 / June 2012 Yay›n Türü /Type of Publication:

Yerel Süreli Hakemli Yay›n/ Refereed

Yay›n Aral›¤› / Frequency: 3 ayl›k / Quarterly Bas›m Yeri / Place: ‹stanbul

ISSN 1300-0217 e- ISSN 1307-8631 www.tbb.org.tr

Sertifika No/ Certificated Number 17188

Türkiye Bankalar Birli¤i ad›na

‹mtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü

Doç. Dr. Ekrem Keskin Genel Yay›n Yönetmeni Melike Mumcu

Editörler Emre Alpan ‹nan Pelin Ataman Erdönmez Dan›flma Kurulu

Prof. Dr. Erhan Aslano¤lu Dr. ‹hsan U¤ur Delikanl›

Prof. Dr. Orhan Göker Buket Himmeto¤lu Prof. Dr. Ahmet K›rman Prof. Dr. Seza Reiso¤lu Prof. Dr. Burak Salto¤lu Doç.Dr. Vedat Sar›kovanl›k Dr. Veysi Sevi¤

M. Cüneyt Sezgin Özcan Uluda¤

Da¤›t›m Sorumlusu Hacer Çimen

‹dare Merkezi Nispetiye Caddesi Akmerkez B3 Blok Kat:13 34340 Etiler-‹STANBUL Tel : 212-282 09 73 Faks : 212-282 09 46 E-posta : tbb@tbb.org.tr Bask› Tarihi: Haziran 2012 Bask›-Yap›m

G.M. Matbaac›l›k ve Tic. A.fi.

100 Y›l Mah. MAS-S‹T 1.Cad. No:88 Ba¤c›lar 34204 ‹stanbul

Tel: 212-629 00 24-25 Para ile sat›lmaz.

Bankac›lar Dergisi Hakk›nda

Bankac›lar dergisi, ekonomi, finans, bankac›l›k konular›nda ve bu konularla ilgili alanlarda bilimsel özgün makalelere yer veren hakemli bir dergidir. Bankac›lar, akademisyenler, araflt›rmac›lar, uygulamada yer alan profesyoneller ve politika yap›c›lar› aras›ndaki bilgi paylafl›m›n›n art›r›lmas›na, bankac›l›k mesle¤inin gelifltirilmesine ve literatüre katk›da bulunmay› amaçlar.

Y›lda dört kez yay›mlan›r. Üç ana bölümden oluflur. Birinci bölümde, hakemler taraf›ndan de¤erlendirilen, yay›mlanmas› uygun görülen makalelere, ikinci bölümde konferans bildirisi ve konuflma metinlerine, üçüncü bölümde ise bankac›l›k uygulamalar›na iliflkin özel araflt›rma yaz›lar›na ve çevirilere yer verilir.

Yay›mlanmak üzere gönderilecek makalelerin, daha önce herhangi bir yerde yay›mlanmam›fl olmas› ve de¤erlendirme süreci içerisinde baflka bir yerde yay›nlama girifliminde bulunulmamas›

gerekir.

Bankac›lar dergisi, kapsad›¤› konularla ilgili alanlarda, Türk Dil Kurumu ve dergi yaz›m kurallar›na uygun olarak haz›rlanan makaleleri kabul eder. Makaleler, “anonim yazar/anonim hakem” sistemine göre de¤erlendirilir. Uygun bulunan makaleler konu ile ilgili iki hakeme gönderilir. Hakem raporlar›na göre makalelerin yay›nlan›p yay›mlanmayaca¤›na karar verilir.

Yay›mlanacak makalelerde yaz›m kurallar›na ve biçime iliflkin de¤ifliklikler yap›labilir veya bunlar›n yap›lmas› yazardan istenebilir.

Dergide yay›mlanmas› talep edilen makaleler, Birlik idare adresine, posta adresine veya e- posta gönderilebilir.

Yay›mlanmas› kabul edilen makalelerin bas›l›

ve elektronik tüm yay›n haklar›, süresiz olmak üzere Türkiye Bankalar Birli¤i’ne aittir. Makaleler için yazarlara telif ücreti ödenir. Yay›mlanmas›

uygun görülmeyen yaz›lar geri gönderilmez.

Bankac›lar dergisinde yay›mlanan yaz›lar, Türkiye Bankalar Birli¤i’nin resmi görüfllerini yans›tmaz;

yazar ve görüfl sahiplerini ba¤lar. Yaz›lardan kaynak göstererek al›nt› yap›labilir.

(3)

İçindekiler

KONUŞMA

Türkiye Bankalar Birliği 55. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları 4

MAKALE

Prof. Dr. Hakan Çetintaş

Türkiye’de 2005-2010 Döneminde Mevduat Bankalarının Etkinliği ve Toplam Faktör

Verimliliğindeki Değişme 21 Levent Başak

Türkiye’de Bankacılık Faaliyetinde Bulunan Dar Mükellefiyete Tâbi Yabancı Bankaların Türkiye'de Elde Ettiği Faiz Gelirleri ve Yabancı Bankaların Türkiye

Ekonomisi Üzerindeki Etkilerine Yönelik Makro Bir Analiz 35 Hüseyin Gültekin

Şüpheli İşlem Bildirim Süreci 50

Pelin Ataman Erdönmez

İpotekli Konut Finansmanı Sisteminde Menkul Kıymetleştirme Yöntemleri: Seçilmiş

Ülke Uygulamaları 61

Onur Altın

Avrupa Birliği Bankacılık Sektöründe Finansal Stresin Değerlendirilmesi: Panel-Var

Yaklaşımı 81

Şirin Mutlutürk

Makro İhtiyati Politika Aracı Olarak Zorunlu Karşılıkların Kullanılması: Türkiye Örneği

ve Bankacılık Sektörü Üzerine Etkisi 102

(4)
(5)

Türkiye Bankalar Birliği 55. Genel Kurul Toplantısı

Türkiye Bankalar Birliği’nin, 55. Genel Kurul toplantısı 31 Mayıs 2012 İstanbul’da gerçekleştirildi.

Yönetim Kurulu; (i) mevduat bankalarından yıl sonu bilançolarına göre; aktif toplamları en büyük ilk on bankadan oluşan gruptan sekiz üye, aktif toplamları itibariyle yukarıdaki grubu teşkil eden bankalardan sonra gelen sekiz bankadan oluşan gruptan üç üye, aktif toplamları itibariyle yukarıdaki iki grubu teşkil eden bankalardan sonra gelen bankalar grubundan bir üye, (ii) kalkınma ve yatırım bankalarından bir üye,

Denetçiler; Yönetim Kurulu’nu oluşturan mevduat bankaları gruplarından iki üye ile kalkınma ve yatırım bankaları grubundan bir üye olmak üzere Genel Kurul’da teşkil edilir.

Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu’nun yapacağı ilk toplantıda belirlenmektedir.

Yönetim Kurulu ve Denetçilerin Genel Kurul sonrası üye dağılımı* aşağıda verilmiştir.

Yönetim Kurulu Üyeleri**

T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Hüseyin Aydın Yönetim Kurulu Başkanı Türk Ekonomi Bankası A.Ş. Varol Civil Yönetim Kurulu Başkan V.

Türkiye İş Bankası A.Ş. Adnan Bali

Türkiye Garanti Bankası A.Ş. Sait Ergun Özen

Akbank T.A.Ş. Hakan Binbaşgil

Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Faik Açıkalın Türkiye Halk Bankası A.Ş. Süleyman Aslan Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. Süleyman Kalkan

HSBC Bank A.Ş. Martin David Spurling

ING Bank A.Ş. Pınar Abay

Şekerbank T.A.Ş. Meriç Uluşahin

Türk Eximbank Hayrettin Kaplan

Turkland Bank A.Ş. Dinçer Alpman

Yönetim Kurulu Denetçi Üyeleri**

Denizbank A.Ş. Hakan Ateş

T. Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Fevzi Onat

Eurobank Tekfen A.Ş. Mehmet Sönmez

** Genel Müdür (Sıralama 2011 sonu itibariyle banka aktif büyüklüklerine göre oluşturulmuştur)

(6)

Türkiye Bankalar Birliği’nin 55. Genel Kurulu

*

Türkiye Bankalar Birliği’nin 31 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen 55.

Genel Kurul Toplantısı’nda yapılan açılış konuşmaları aşağıda yer almaktadır.

Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Hüseyin Aydın:

Sayın Başbakan Yardımcım, Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım, Medyamızın Değerli Temsilcileri; Türkiye Bankalar Birliği’nin Elli Beşinci Genel Kurul Toplantısına hoş geldiniz. Birliğimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Aramızda bulunmanızdan dolayı teşekkürlerimizi sunuyorum. Toplantımızın bu bölümünde ekonomide ve bankacılıkta yakın dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirmek, gündemde önemli gördüğümüz konuları ve Birliğimizin bazı faaliyetlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Küresel ekonomide toparlanma başladı, sürecek, krizden çıkış senaryoları hazır derken, sorunların çözümüne duyulan güvensizlik nedeniyle 2011’de sıkıntılı bir dönem yaşadık. Kısa dönemde, iki alanda sorunun ciddiyetini koruduğunu ve büyümeyi aşağıya çektiğini görüyoruz. Bunlar, kamu borç stoku milli gelirini aşan bazı gelişmiş ülkelerde kredi notlarının düşmesinden dolayı risklerin daha da artması ve finansal sektörün zayıflığının devam etmesidir.

Geçen yılın ikinci yarısında Avrupa Birliğinde alınan önlemler dünya ekonomisinde hızlı bir yavaşlama riskini düşürmüş ve bazı ülkelerde finansal sektörde sistemik risk tehditini azaltmıştır. Daha da önemlisi, beklentilerde kısmi bir iyileşme olmuş, 2012 yılına ilişkin büyüme tahminleri sınırlı da olsa yukarı yönlü revize edilmiştir. Büyümenin dünya genelinde yüzde 3,5 olacağı öngörülüyor. Bizim de yer aldığımız gelişmekte olan ülkeler grubu için büyüme tahmini yüzde 5,7 iken, önemli ticaret ortağımız olan Avrupa Birliği ekonomisinde yüzde 0,3 oranında daralma bekleniyor. Özellikle Avrupa Birliği’ndeki siyasi gelişmeler son dönemde büyümenin desteklenmesine yönelik yaklaşımları ön plana çıkarmıştır. Bu yöndeki çabaları olumlu karşılamakla birlikte, kalıcı bir iyileşme için mali konsolidasyon ve finansal sektörün güçlendirilmesi öncelikli olmak üzere, ciddi reformlara ihtiyaç olduğunun da göz önünde tutulmasını önemli görmekteyiz.

Kamu borç stokunun milli gelire oranı ortalama olarak, gelişmiş ülkelerde yüzde 107, AB ülkelerinde yüzde 90, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 36 düzeyindedir. Dünyanın hali ihtiyatlı olmayı gerektiriyor. Sorunların kalıcı olarak çözümüne kredibilitesi olan yaklaşımlar geciktikçe dünya ekonomisi açısından en kritik konu haline gelen istikrarlı büyüme için sağlıklı bir ortam yaratılamıyor.

Bu durum gelişmekte olan ülkeleri de olumsuz etkiliyor. Büyümenin yavaşlaması yanında, dış ticaret hadlerinin değişmesi, enerji fiyatlarının artması, sermaye hareketlerinin ani değişiklikler göstermesi ve politik gelişmeler bu ülkeler için başlıca riskleri oluşturuyor.

Riskleri iyi yönetmenin en etkili yolu makro dengeleri güçlü tutmak, uluslararası rekabet gücünü artıracak reformları yapmak, üretim ve yatırım ortamını iyileştirmek, ulusal paraya duyulan güveni korumak, finansal kurumların özkaynaklarını güçlü kılmak, ekonomi politikalarında proaktif bir yaklaşım içinde olmaktır. Hem içeride hem dışarıda yakın dönemde yaşadıklarımız, belirttiğim bu hususlarda ilerleme sağlayan ülkelerin daha hızlı büyüdüklerini ve zenginleştiklerini göstermektedir. Bu çerçevede, konuşmamın bu bölümünde, bazı

* Açılış konuşmaları program akışına göre sıralanmıştır.

(7)

yorumculara göre içinden ekonomi tarihinin gördüğü en ciddi krizin geçtiği son on yılda, ekonomide ve bankacılıkta yeniden yapılandırmanın sonuçlarını değerlendirmek istiyorum.

Bu dönemde, bankacılık sektörünün düzenleme ve denetiminde önemli değişiklikler olmuş, kamunun ekonomideki davranışı farklılaşmış, para politikasının öncelikleri değişmiş, özel sektör büyümede inisiyatif almış, faaliyet ortamının riski düşmüş, bankacılık sektörü daha sağlıklı bir yapıya kavuşmuştur. 2002-2011 döneminde:

• Kamu kesiminin borçlanma gereğinin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 10,6’dan yüzde 1’e gerilemiştir.

• Kamu kesimi borç stokunun gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 69’dan yüzde 40’ın altına düşmüştür.

• Kamu kesiminin iç borç stokunun banka bilançosuna oranı 40 puan azalarak yüzde 30 olmuştur.

• Kişi başına gelir 3 kat artarak 10 bin doları aşmıştır.

• Enflasyon yüzde 30’dan yüzde 10’a inmiştir.

• Portföy ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının toplamı 346 milyon dolardan 35 milyar dolara sıçramıştır.

• Tasarruf mevduatı baz alındığında, para ikamesi yüzde 64’ten yüzde 32’ye gelmiştir.

• Finansal olmayan şirketlerin toplam kredileri içinde, Türkiye’de yerleşik bankaların payı yüzde 46’dan yüzde 77’ye çıkmıştır.

• Toplam aktifler cari fiyatlarla 6 kat, dolar bazında ise 4 kat artarak 1 trilyon 218 milyar TL’ye, 644 milyar dolara ulaşmıştır.

Bu dönemde, bankacılık sektörü bir yandan yeniden yapılanırken bir yandan da faaliyet ortamını iyileştiren reformları kısa sürede algılayan ve büyümeye destek veren bir yaklaşım içinde olmuştur. Diğer taraftan, küresel krizde yaşanan gerçek stres testinde gösterdiği performans ile ülkemizin pozitif yönde ayrışmasına da katkı sağlamıştır. Konuşmamın bu bölümünde bankacılık sektöründeki değişme ve gelişmelerden önemli gördüklerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

• Toplam aktiflerin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 33 puan artarak yüzde 94’e yükselmiştir.

• Ortaklık yapısında hızlı bir değişme yaşanmıştır. Yurtdışında yerleşik yatırımcıların aktif toplamı içindeki payı yüzde 3’ten yüzde 25’e çıkmıştır.

• Bilançoda TL’nin payı aktifte 12 puan, pasifteki payı 14 puan artmıştır.

• Menkul kıymetlerin payı yüzde 40’tan yüzde 23’e gerilerken, kredilerin payı yüzde 25’ten yüzde 56’ya artmıştır.

• Kredilerin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 15’ten yüzde 53’e, TL kredilerin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 6’dan yüzde 38’e yükselmiştir.

(8)

• Krediler portföyü oldukça çeşitlenmiştir. Bireysel kredilerin toplam krediler içindeki payı yüzde 14’ten yüzde 32’ye çıkmış, kredilere erişimi kolaylaşan KOBİ’lerin payı yüzde 23 olmuştur.

• İstanbul, İzmir ve Ankara dışında kalan illerimizin mevduat payında önemli bir değişiklik olmamış, yaklaşık aynı kalmış, kredilerden aldığı pay ise yüzde 7 puan artışla yüzde 46’ya yükselmiştir.

• Kredi kalitesi ve aktif kalitesinde önemli iyileşmeler olmuştur. Tahsili gecikmiş alacakların kredilere oranı yüzde 21’den yüzde 3’ün altına gerilemiştir. Duran aktiflerin toplam aktifler içindeki payı 6 puan düşüşle yüzde 5’e gerilemiştir.

• Mevduat ana finansman kalemi olmaya devam ederken, kaynaklarda çeşitlenmiştir.

Toplam aktiflerin finansmanında mevduatın payı 8 puan düşüşle yüzde 57’ye inerken, mevduat dışı kaynakların payı 7 puan artarak yüzde 24 olmuştur. Maalesef, mevduatın vade yapısında önemli bir değişiklik olmamış, ortalama vade 3 ay civarında kalmıştır.

• Mevduatın krediye dönüşme oranı yüzde 38’den yüzde 98’e sıçramıştır.

• Faiz oranlarının düşmesi yanında, ürün ve hizmet yelpazesinin genişlemesine ve hizmetlerin daha dikkatli fiyatlanmasına bağlı olarak gelirlerin faiz gelirlerine olan bağımlılığında düşüş gerçekleşmiştir. Faiz dışı gelirlerin toplam gelirler içindeki payı yüzde 12’den yüzde 21’e artmıştır.

• Özkaynak karlılığı 2004 yılından sonra enflasyonun üzerine çıkmıştır. Karlılık performansındaki iyileşme özkaynakların büyütülmesini özendirmiş ve desteklemiştir.

• Özkaynaklar cari fiyatlarla 4,7 kat, dolar bazında ise 3,9 kat artarak 145 milyar TL’ye, 77 milyar dolara yükselmiştir. Bu sayede, risk yapısındaki hızlı değişmeye rağmen sermaye yeterliliği oranı yüzde 16,6 ile yüksek bir düzeyde kalabilmiştir.

Büyüme ve başlıca sağlamlık göstergelerine göre yapılan bu değerlendirme, sadece geçmiş on yıla göre değil, uluslararası kıyaslamaya göre de başarılı bir trendi ortaya koymaktadır. Nitekim, toplam aktiflerin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının dünya ortalaması ve gelişmekte olan ülkeler ortalaması düşerken Türkiye’de yükselmiştir. Bankacılık sektörünün Dünya’da toplam aktiflerin içindeki payı 2002’de yüzde 1’in altında iken 2010 itibariyle yüzde 3,5’e gelmiştir.

2011 sonu itibariyle, bankacılık sektörümüz, G-20 ülkeleri arasında sermaye yeterliliği oranına göre ikinci, özkaynak karlılığında beşinci, tahsili gecikmiş alacak oranında yedinci sırada yer almaktadır.

Son dönemde bazı göstergelerimizde düşüş yaşanmaktadır. Bunun ana nedeni, tasarruf açığını daraltmak ve küresel risklerin olumsuzluklarını sınırlandırmak amacıyla alınan önlemlerin bankacılık sektörüne getirdiği maliyetlerdir. Para politikası düzenlemeleri, bir yandan kredi miktarını sınırlandırırken bir yandan da kaynak maliyetini yukarı doğru itmiştir. Bankacılık düzenlemeleri ise risk ağırlığının yükseltilmesi yoluyla özkaynak yeterliliğini aşağıya çekmiştir. Özellikle belirtmeliyim ki bankacılık sektörü, ekonomide istikrarın korunmasını ve uzun dönem büyümesini destekleyen politika yaklaşımını hassasiyetle değerlendirip, ihtiyatlı ve uyarıları dikkate alan bir yaklaşım içinde olmuştur.

(9)

Bu nedenlerle;

• Kredi faiz oranları yükselmiş, kredilerin büyüme hızı yavaşlamıştır. Kur artışlarından arındırılmış olarak kredilerdeki büyüme hızı Nisan 2012 itibariyle yüzde 20 olmuştur.

Büyüme hızı kurumsal kredilerde yüzde 19, bireysel kredilerde ise yüzde 21’dir. TL krediler yüzde 24 oranında artarken, yabancı para kredilerdeki artış ise yüzde 11 olmuştur. Bugünkü veriler ışığında, 2012 yılında kredilerdeki büyümenin yüzde 15-18 dolayında olacağı tahmin edilmektedir. İlk çeyrek verilerine göre KOBİ kredilerindeki büyüme hızı yüzde 18’dir.

• Ekonomik faaliyetin ve kredilerin artış hızının yavaşlamasına bağlı olarak, son dönemde tahsili gecikmiş alacakların kredilere oranında yavaş da olsa artış olmuştur.

• Kar hacmi reel olarak düşmüş, özkaynak karlılığı gerilemiştir. Sermaye yeterliliği oranı düşmüştür.

Türkiye Bankalar Birliği’nin en fazla önem verdiği konuların başında bankaların özkaynaklarının güçlü olması gelmektedir. Güçlü özkaynaklar, sadece hala yüksek olan küresel riskler ile baş edilmesi ve finansal istikrarın sürdürülmesi için değil aynı zamanda, 2023 yılı ekonomik hedeflerine ulaşılması için de önem arz etmektedir. Son 10 yıldaki deneyim ve bankaların davranışı önümüzdeki döneme ilişkin güçlü kanıtlar sunmaktadır.

Cumhuriyetimizin 100. yılı olan ve 2023 vizyonunda belirlenen hedefler dikkate alınarak yaptığımız çalışmaya göre bankacılık sektörü önümüzdeki dönemde de hem kendisi büyümeye hem de ekonomiyi büyütmeye devam edecektir.

Reel büyümenin ortalama yüzde 5,5, enflasyonun da yüzde 5 olacağı varsayımıyla, gayri safi yurtiçi hasılanın oranı olarak, toplam aktiflerin yüzde 150, kredilerin ise yüzde 98 olmasını tahmin ediyoruz.

Kredilerin toplam aktiflere oranının yüzde 65’e ulaşmasını bekliyoruz. Bu büyümeyi ve değişimi sağlıklı olarak desteklemek ve finansal istikrarı sürdürmek için özkaynakların 600 milyar TL olması gerektiği hesaplanmaktadır ki bunun için özkaynakların ortalama yüzde 15 oranında büyümesi gerekmektedir.

Beklentimiz makro dengelerin sağlam tutulmasını sağlayacak reformların ve fiyat istikrarının sürdürülmesi, bankaların özkaynaklarını zayıflatacak yaklaşımlardan kaçınılmasıdır. Bu nedenlerle, yurtiçi tasarruf oranının artırılması, kaynakların vade yapısının uzatılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi, kayıtdışılıkla mücadele, sermaye piyasasının büyütülmesi çabalarını olumlu buluyor ve destekliyoruz. Müşterilerimizin finansman maliyetinin düşürülmesini teminen aracılık maliyetini yukarıya iten yüklerin azaltılmasını, yeni ek yük getirilmemesini talep ediyoruz. Son dönemlerde karşılaştığımız riskler arasında, sektörün performansını olumsuz yönde etkileyecek sürpriz düzenlemeler de yer almaktadır.

Talebimiz, düzenlemelerin piyasa kuralları ile uyumlu, uluslararası standartlara ve iyi uygulamalara paralel olması; finansal sektörün büyümesine ve rekabet gücüne olumlu yönde katkı sağlamasıdır. Bankalar Kanunu dışındaki düzenlemelerin de doğrudan veya dolaylı olarak finansal kurumların performansı üzerindeki etki analizlerinin iyi değerlendirilmesini önemli görüyoruz.

Bankacılık sektörü ekonomik faaliyeti ve özel sektör yatırımlarının finansmanında kredileri artırmaya devam edecektir. Buradaki belirleyici olan temel faktörlerden bir tanesinin işletmelerimizin mali yapıları ve borçlarını geri ödeme kapasiteleri olduğunun altını çizmek isterim. Bu bağlamda, bankaların müşterilerinden beklentisi, üstlenilen risklerin iyi yönetilmesi için kredi değerliliklerinin ve ödeme güçlerinin ölçülmesini sağlayacak bilgileri bankalar ile

(10)

paylaşmaları, şirketlerinin sermayelerini güçlendirmeleridir. Basel II’nin yakın bir zamanda yürürlüğe girmesinden sonra riske dayalı kredilendirme bankaların yönetim anlayışında daha da belirleyici olacaktır.

Sayın Başbakan Yardımcım, Değerli Konuklar,

Bu bölümde Birliğimizin gündeminde yer alan düzenlemeler ve faaliyetler hakkında bilgi sunmak istiyorum.

Gündemimizdeki bazı konulara 2011 yılında çözümler getirilmiştir. Tapu ve Kadastro Kanununda yapılan değişiklikle, gayimenkul ipoteğinde Türkiye’de yerleşik yabancı sermayeli bankalar aleyhine haksız rekabete neden olan düzenlemeler değiştirilmiştir. Genel vergi düzenlemelerine göre yapılmakta olan, ancak özel nitelikler taşıyan türev işlemlerin, vergi düzenlemelerindeki durumuna önemli ölçüde açıklık getirilmiştir. Altın tasarruflarının finansal sektöre çekilmesine yönelik önerilerimiz tamamlanarak ilgili kurumlara sunulmuştur. Konut finansmanında menkul kıymetleştirme işlevinin artması, dolayısıyla ikincil piyasaların büyütülmesi amacıyla uluslararası uygulamalar da değerlendirilerek hazırlanan rapor tamamlanmıştır. Risk Merkezi kuruluş çalışmaları tamamlanmış, uygulamaya geçiş çalışmaları hızlandırılmıştır. Kredi kartlarında fiktif işlemlerin önlenmesini teminen muafiyet başvurusu hazırlıkları son aşamaya gelmiştir.

Üzerinde çalışmakta olduğumuz konuların başlıcaları ise şunlardır:

Bildiğiniz gibi yılın ikinci yarısından itibaren Basel II uygulaması başlıyor. Bu konudaki talebimiz; düzenlemenin uluslararası düzenlemelere uyumlu olması ve bankalarımız aleyhine haksız rekabet yaratılmamasıdır. Bu nedenle, kredi kartları ve uzun vadeli tüketici kredileri risk ağırlıklarının düşürülmesini, uluslararası asgari sermaye yeterliliği oranının yeniden gözden geçirilmesini, yabancı para cinsinden Merkez Bankası’nda tutulan zorunlu karşılıklar ile yabancı para cinsinden eurobond ve DİBS’ler ile Hazine garantili kredilere uygulanacak risk ağırlığının yüzde sıfır olarak belirlenmesini bekliyoruz.

Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan ve uygulamada ciddi sorunlara neden olacak maddelerin yeniden değerlendirilmesini talep ediyoruz. Borçlar Kanunu’nda özellikle “genel işlem koşullarını” düzenleyen hükümler ile kefalet hükümlerinin yeniden düzenlenmesini çok önemli görüyoruz.

İflasın ertelenmesi kurumunun, uygulamada yaşanan sorunlar ışığında taraf menfaatlerine daha uygun bir yasal zemine oturtulmasını bekliyoruz. Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanan kurumsal yönetim tebliğinin, düzenleme, denetim ve işleyişindeki farklılıklar gözetilerek, bankalar açısından yeniden değerlendirilmesini bekliyoruz. Esasen, ilgili kurumların olumlu değerlendirmesini aldığımız bu konuda Birliğimiz görüş ve önerileri tamamlanmak üzeredir.

Banka sandıklarının sosyal güvenlik sistemine devredilmesine imkan verecek alt düzenlemelerin, ilgili Kanunda öngörülen çerçevede hazırlanarak, devir işleminin tamamlanmasını bekliyoruz.

Sermaye Piyasası Kanunu taslağı ile ilgili olarak görüş ve önerilerimiz şunlardır. Meri Kanunda olduğu gibi, bankaların sermaye piyasası faaliyetleriyle sınırlı olarak SPK Kanununa tabi olmasını, bankaların sermaye piyasası faaliyetleriyle ilgili olarak yetkilerinin muhafaza edilmesi ve hangi hizmetlerin hangi kuruluşlar tarafından gerçekleştirilebileceğinin ikincil düzenlemelere bırakılmamasını; kasıtla işlenen fiiller ile ihmal sonucu oluşabilecek fiillerin aynı çerçevede ele alınmamasını, sermaye piyasası suçları tanımları içinde özel kast unsuruna yer verilmesini; sorumlulukların kurumların kusurları ölçüsünde düzenlenmesini;

(11)

bankalara yatırım fonu kurma yetkisinin iptal edilmemesini, portföy saklama hizmetini yürüten kuruluşların yöneticilerinin fon yönetim şirketinde ortak, yönetici veya temsilci olmalarına izin verilmesini talep ediyoruz.

Bankacılık sektörünün algısının güçlendirilmesi hassasiyet gösterdiğimiz bir konudur.

Bu çerçevede, bankaların hizmetleri ve aldıkları ücretlerin müşterilere doğru ve etkin olarak bilgilendirilmesi, müşteri şikayetlerinin çözümü, bankacılık faaliyetleri hakkında kamuoyuna bilgi verilmesi, bankaların çalışanlarına ve müşterilerine yönelik finansal eğitimin ve finansal sektör-üniversite ve reel sektör işbirliğinin artırılmasına çaba sarf ediyoruz. Bölgesel işbirliklerinin geliştirilmesine yönelik bölge ülkeleri ile çalışmalarımız sürüyor.

2003 yılından beri sürdürülen sosyal sorumluluk pojesi olan “Çok Yaşa Bebek”

kapsamında 66 ilde 138 hastahaneye 965 adet cihaz bağışlanmıştır. Bebek ölüm oranlarının düşmekte olduğunu gösteren istatistikler bizleri memnun etmektedir.

Sürdürülebilir başarı için kurumsal mükemmellik sistemi uygulamalarında Birliğimiz

“kalite yönetiminde yetkinlik” belgesi almıştır.

Birliğimiz ve sektörümüz, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ülkemizin çıkarlarını menfaatlerini ilk sırada tutacaktır. Biliyoruz ki ülkemizin menfaatleri iç tasarruflara ve yerli paraya dayalı güçlü, sağlam ve daha büyük bir finansal sektörü gerektirmektedir. Bu bilinçle, Birliğimizin bankacılık sektörünün hak ve menfaatlerini gözeterek büyümesine ve rekabet gücünün artırılmasına, haksız rekabetin önlenmesine, bankacılık mesleğinin gelişmesine ve İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olmasına katkıda bulunmaya devam edecektir.

Sektörümüzün ve Birliğimizin bugünlere gelmesinde emeği geçenlerden hayatta olmayanları rahmetle anıyor, hayatta olanlara sağlık ve esenlikler diliyoruz. Desteğinizden ve katkılarınızdan dolayı sizlere ve çalışanlarımıza teşekkür ediyoruz. Genel Kurulumuza katılmanızdan dolayı şükranlarımızı sunuyoruz. Genel Kurulumuzun hayırlı olmasını diliyor, Yönetim Kurulumuz ve Denetçilerimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

(12)

Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan:

Türkiye Bankalar Birliği’nin Değerli Yönetim Kurulu Başkanı, Değerli Merkez Bankası Başkanımız, Bankalarımızın Çok Değerli Yöneticileri, Değerli Mensuplar, Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Bankalar Birliği’nin 55. Olağan Genel Kurulu’nun bankacılık sektörümüze ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bu toplantı vesilesiyle sizlerle tekrar bir arada olmaktan da ayrıca mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.

Küresel kriz sürecinde, özellikle 2008, 2009 yıllarında ve sonrasında bankalarımızın gösterdiği başarılı performanstan ötürü sizlere, Türk bankacılık sektörümüze teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca, tüm bu kritik dönemde sergilemiş olduğu yapıcı tutum ve gösterdiği gayretlerden dolayı Türkiye Bankalar Birliği’ne de özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,

Küresel kriz aslında çok farklı dönemler, farklı evreler geçiriyor. Ama 2008, 2009 ile bugünü mukayese ettiğiniz zaman aslında sorunların köküne hala inilebilmiş değil, sorunlara kalıcı çözümler üretilebilmiş değil. 2009’dan sonra, krizin en derin etkilediği dönemden sonra 2010 yılı ümitlerin arttığı bir yıl oldu. 2010 yılında artık bu iş çözülüyor, işte “V” mi olacak, “W”

mu olacak, krizin şekli ne olacağı tartışılırken, 2010 yılında artık bu iş toparlıyor havası bir miktar oluşmuş idi. Ancak 2011’in ikinci yarısından itibaren beklentiler tekrar bozulmaya başladı. Bu dönem, ağırlıklı olarak merkez bankalarının şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte likidite operasyonlarıyla ülkelerin ya da bankaların gerekli tedbirlerini almalarıyla geçti. Ancak sadece merkez bankaları sahnede olunca, sadece para basmak bir çözüm olarak ortaya konunca maalesef güveni sağlamak, istikrarı sağlamak mümkün değil. Nitekim 2011 yılının ortasında Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl bir maliye politikası izlenir, bütün bu konulardaki tartışmalar, bütün bu konulardaki belirsizlik beklentileri bozdu. Bunun hemen yanında Avrupa Birliği’nde köklü kararların alınmaması, geçen sene Ağustos ayında hemen aybaşında Liderler Zirvesi’nde doğru bir karar almayıp, bütün liderlerin tatile çıkması beklentileri olumsuza çevirdi. 2011’in ikinci yarısı genel anlamda pek de olumlu olmayan, belirsizliklerin arttığı ve piyasalardaki volatilitenin oldukça arttığı bir dönem oldu.

Nihayetinde bu yıl başında, ocak ve şubat aylarında yine ümitlerin arttığı kısa bir dönem yaşadık. Avrupa Merkez Bankası yeni bir operasyona daha başladı. Yeni Başkanla beraber, Mario Draghi’yle beraber, Avrupa Merkez Bankası daha uzun vadeli bir likidite operasyonuna girdi. Yine yüksek miktarlarda para bastılar, piyasaya sürdüler. Avrupa güvenlik duvarı bir miktar arttırıldı, beklentiler kadar olmasa yine de, en azından Avrupalılar bir araya gelip bir şeyler yapabiliyormuş sinyalini verebildiler.

Komisyon’un üzerinde çalıştığı 6 kural seti, Avrupa Birliği Komisyonu’nun üzerinde çalıştığı ve 25 ülkenin katıldığı mali anlaşma, yine Avrupa’da bir birlik, beraberlik ve karar alabilme kapasitesinin sınırlı da olsa, yavaş da olsa çalıştığını bize gösterdi. Bu arada tabi Yunanistan’la ikinci anlaşma yapıldı, 110 milyar üzerine 130 milyar daha eklendi. O aradaki teknokrat hükümetle bir süre işler devam etti, reformlar hız kazandı.

Bütün bu tabloya baktığınızda, bu senenin ocak, şubat ayı tekrar bir rahatlama, galiba işler çözüm yoluna giriyor mesajlarının verildiği bir dönem oldu. Ancak biz hep şunu vurguladık: dedik ki, bu kararların hepsi güzel ama bunların bir kısmı şu anda sadece bir taahhütten ibaret, bir plandan ibaret. Uygulama çok önemli olacak. Uygulamayı dikkatle takip etmemiz gerekiyor, dedik.

(13)

Nitekim bu mali anlaşmayı, yani 25 ülkenin bütçe açığı konusunda ve bütçe açıklarını hangi hızla düşürecekleri konusunda varmış oldukları mutabakatı uygulamaya çalışan Hollanda’da koalisyon hükümeti dağıldı ve şimdi Hollanda erken seçime gidiyor. Eylül ayında seçim ne olacak? O seçimden çıkan hükümet bu işleri nasıl yapacak? Tabi bu soruların yanıtlarını şimdiden öngörmek zor. Yine Romanya’da hükümet düştü. Yunanistan seçimleri bir hükümet kurmaya elverişli meclis tablosu ortaya koyamadı. Fransa’da seçimler oldu ve seçim kampanyası boyunca, “Ben eğer seçilirsem bu 25 ülkenin yapmış olduğu anlaşmayı tekrar pazarlığa açacağım, tekrar masaya yatıracağım” diyen Sayın Hollande seçimleri kazandı. Şimdi tabi bu konuda ne yapacaklar, seçim döneminde halka verdiği sözlerle bu uygulamasını nasıl örtüştürecek? Bunu da hep beraber izleyeceğiz.

İspanya’da bankacılık sistemiyle ilgili problemlerin çözülememesi ve yerel yönetimlerin özellikle bütçe kontrolünün merkez tarafından sağlanamaması İspanya’yla ilgili riskleri de son derece artırdı. Bugünlerde İspanyol borçlanma faizleriyle Alman borçlanma faizleri arasındaki fark tarihin en yüksek seviyelerinde dolaşıyor. İspanya’nın Alman tahvilleriyle mukayese edildiğinde risk primi hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti, yani 2009, 2010, 2011 dönemlerinde dahi bu kadar yükselmemişti.

Yine İtalya’daki Monti hükümeti bu yılın ilk iki, üç ayında hızlı adımlar atarken, kilit bazı reformlarda takılmaya başladı. Bütün bu tablo, son iki, üç aydır beklentilerin tekrar bozulmasına sebep oldu. Hele hele komşumuz Yunanistan’ın en kibar, en zararsız gibi görünen tabiriyle Avro Bölgesi’nden çıkartılması ihtimali artık daha çok konuşulur hale geldi.

Biz başından beri şunu söyledik: Yunanistan, Avrupa Birliği ekonomisinin yaklaşık yüzde 2’si kadar küçük bir ekonomidir. Ancak Yunanistan’ın iflasının ya da Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden çıkması demek, bir çöküş demektir arkadaşlar. O kadar basit bir şey değil bu. Sizler bankacısınız, bir düşünün. Bunun mekanizması nasıl kurulacak? Borcu olan var, alacağı olan var, mevduatı olan var, yurt dışına mevduatını çıkaranlar var. Bunu nasıl düzenleyeceksiniz? Nasıl bir gecede bir başka para birimine dönüvereceksiniz? Üstelik o para birimi de uygulamaya girdiği ilk dakikada çok ciddi bir şekilde devalüe olmak zorunda olan bir para birimi olacak. Ne kadar devalüe olacağını da ya piyasa mekanizmalarına bırakacaklar ya da kendileri bir şekilde belirleyecek. Söyledikleri tutmayacak çünkü bu durumlarda nokta atış, tahmin çok zor. Bu konular bugünlerde çok tartışılıyor Avrupa’da.

Ben, geçtiğimiz hafta OECD toplantıları vesilesiyle Paris’teydim ve bu sene Türkiye dönem başkanlığına seçildi. Bu sırayla olmuyor, seçimle oluyor. Biz geçen sene ekimde adaylığımızı koymuştuk, seçildik ve iki gün boyunca toplantıları yönettik. Bundan bir hafta önce de New York’taydık. 2009’dan sonra ilk defa 2012 yılında bir genel kurul faaliyeti düzenlendi ve küresel ekonomi, küresel finans sistemi Birleşmiş Milletler’de 193 ülkenin katılımıyla tartışıldı. Yaklaşık 15 kadar devlet ve hükümet başkanı, 40 kadar da bakan vardı.

Genel Sekreter Ban Ki-Moon bu toplantının eş başkanlığını bizim yapmamızı istemişti. Onun daveti üzerine aslında biz ordaydık. Bu ortamlarda da biz çok açık bir şekilde şunları söyledik, dedik ki, Bakın Yunanistan’ı kurtarmanın maliyeti belli. Bankaların hesabını biliyorsunuz, kamu hesaplarını biliyorsunuz. Bunun rakamı ortada. Yani belli bir rakamı gözden çıkartıp bunun tamamını ödüyoruz dediğinizde bu sorun burada çözülür.

Diyeceksiniz ki, Yunanlılar hiçbir şey yapmıyor. O ayrı, onu siz kendi aileniz içinde halledeceksiniz. Yani Avro Bölgesi’nin aynı zamanda bir aile olduğunu unutmamak lazım. En önemli egemenlik göstergesi olan paranızı, kendi aranızda paylaşıp, ortak bir para birimine girdikten sonra artık bunun ötesinde biz hiçbir ülkeye karışmayız, herkes başının çaresine bakar, diyemezsiniz. Eğer bu kapı açılırsa, Avro Bölgesi’nde meşru olan bir ülkenin iflasına izin verilirse ki Avro Bölgesi’nden çıkması tam bir iflastır. Çünkü Avro Bölgesi’nden çıktığı anda zaten dönüp de avro cinsinden borcunu ödeme imkanı Yunanistan’ın kalmayacaktır.

Dolayısıyla ne yapıp edip Avro Bölgesi’ndeki bir ülkenin iflasına kesinlikle izin verilmemesi gerektiğini bütün bu oturumlarda açık yüreklilikle söyledik ve gerekli bütün uyarıları yaptık. O

(14)

kapı açılırsa, o açılan kapıdan geçen tek ülke Yunanistan olmayacaktır. Bu bir örnek teşkil edecektir. Bu da olabiliyormuş denecektir. Avro Bölgesi’ndeki pek çok ülkeyle ilgili risk primleri çok daha yükselecektir. Çünkü her bir ülke için artık yeni bir kapı açık, o kapıdan geçme ihtimali hesaplara katılacaktır. Bunun hem avro üzerinde, hem de dünya üzerindeki olumsuz etkisinin çok çok büyük olacağını düşünüyoruz.

Tabi ki her ülke kendi üzerine düşen ödevi yapmalı. Kendi reformlarını mutlaka yerine getirmeli, bütçe açığı varsa bunu kapatmalı. Ama düşünün ki, 17 mensubu olan bir aile ve bu ailenin bir ferdi şu ya da bu sebeple sıkıntıya düştüyse, şu ya da bu sebeple beceremediyse, başarısız olduysa “sen başarısızsın, onun için biz seni aile mensubu olmaktan çıkarıyoruz”

denmez. Ne yapıp edip bir dayanışma ruhu oluşması gerekiyor.

Biz, Avrupa Birliği’nde daha güçlü bir dayanışma görmek istiyoruz. Bu maalesef aslında tek tek görüşmeler yaptığımızda bu çok doğru diyorlar ama her ülkenin kendi iç siyaseti maalesef liderleri farklı tutum almaya yönlendiriyor, hele hele bu liderler güç kaybeden, ara seçimlerde ve yerel seçimlerde başarısızlığa uğrayan liderlerse. Kamuoyu da “sen elindeki parayı al, elin adamına ver” demeyecektir hiçbir zaman. “Bu bizim paramız, kimin parasını kime veriyorsun?” diyecektir. Genel algı budur çünkü bu işi derinlemesine anlayan, simülasyonunu yapabilen, yan etkilerini ölçebilen toplumda belli bir yüzdedir. Yani toplumun tümünün bütün bu mekanizmaları ve sonuçlarını anlayacak derecede finans konusuna hakim olmasını bekleyemeyiz. İşte bu noktada siyasi liderlik çok önemli. Siyasi liderlik, çoğu zaman halkın nabzını tutmaktır, halkın beklentisini, arzusunu, talebini iyi ölçebilmektir, onları yerine getirmek için çabalamaktır. Ama bazı durumlarda da siyasi liderlik, kamuoyunun genel kanaatine rağmen “Böylesi doğrudur, ben bunu yapmak zorundayım” diye adım atabilmektir.

İşte bunu maalesef pek çok Avrupa ülkesinde bugünlerde göremiyoruz. Ciddi bir siyasi liderlik açığı var, ciddi bir devlet adamlığı açığı var.

İşte böyle bir ortamda Türkiye’deki bankacılık sektörümüz gerçekten çok farklı bir duruş sergiledi. 2004, 2005, 2006 yıllarında yapmış olduğumuz reformlar, bu reformlarla beraber iyi bir düzenleme ve denetleme çerçevesinin oluşması, kurumlarımızın bu konuda istisnasız bir şekilde, tavizsiz bir şekilde uygulama yapması çok çok önemli doğrusu. Yani kural koyuyorsunuz ama adamına göre, duruma göre esnetiyorsunuz. Şu, şunu istedi, bu, bunu istedi, hadi senin için böyle yapayım, hadi senin için de şunu yapayım diyorsunuz, tabi bu maalesef beraberinde çok kötü sonuçları getirir. Türkiye’de bu olmadı. Gerçekten açık kurallar kondu ve bankacılık sektörümüz de bu kuralları benimseyerek uyguladı. Bu da çok önemli. Belki tabi kısa vadede bu kurallar zorladı. Daha çok sermayelerde karını tekrar koyacaksın dendi, uluslararası bankalar Türkiye’ye yatırım yaparken en az şu kadar sermaye getirmen lazım dendi. Bunlardan belki ilk başta çok da hoşnut olmadı sektör ama öte yandan da uygulama konusunda ciddi bir sahiplenme gözlemledik açıkçası ve bu sahiplenme sonucunda, iyi yönetim sonucunda da bugün Türk bankacılık sektörü artık dünyada parmakla gösterilir hale geldi. Hatta öyle örnekler oluştu ki, bakıyorsunuz Amerikan bankalarının ya da Avrupa bankalarının Türkiye’deki operasyonları, Türkiye’deki kolu, tamamına yakın sahip olduğu kuruluşlar, kendi ülkelerinde bunlardan bazıları büyük sıkıntıya düştüler fakat Türkiye operasyonları sapasağlam ayakta kaldı.

Bunun tabi en önemli sebebi, her ne kadar bu kuruluşlar uluslararası sermayeli kuruluşlar da olsa, Türkiye’deki operasyonları, bizim Türkiye’deki kurallara uygun çalışmak zorunda. Başta BDDK ama aynı zamanda Merkez Bankası, TMSF gibi kuruluşlarımızın koymuş olduğu kurallara ve ilgili yasal düzenlemelere uymak zorundalar. İşte bunun içindir ki bu bankaların hepsi bütün bu kaosta, bu türbülansta, kendi evlerinde sıkıntı yaşayan bankaların en önemli varlığı haline geldi, en kıymetli varlığı haline geldi. Hatta kendi bilançolarını düzeltebilmek adına “en kıymetli varlığımız nedir nakde çevirip de sermaye olarak bilançomuza katabileceğimiz” diye baktıklarında Türk bankalarına dönmek zorunda kaldılar. Kendi ana bankanın piyasa değeri, Türkiye’deki operasyonunun değerinin altına

(15)

düşmüş, Türkiye operasyonu çok daha değerli. Madem böyle bir kıymet var, işte Avrupa’daki regülatörler, Amerika’daki regülatörler ya da piyasa baskısı sebebiyle bazı örnekler gördük.

Tabi bu aslında bizim bankalarımızın değerini gösteriyor, bizim bankalarımızın kıymetini gösteriyor. Bunu yapanlar da, hisse satanlar ya da bankasını satmak durumunda kalanlar da tabi zoraki, istemeye istemeye, hatta geçenlerde de ifade ettim, içleri kan ağlayarak bu işlemleri yapmak durumunda kalıyorlar. Ama nereden bakarsak bakalım, bu dönem, Türkiye’nin, Türk bankacılık sektörünün çok çok başarılı bir sınav verdiği bir dönem oldu.

Değerli Arkadaşlar,

Bankacılık eşittir itibar. Bankacılık eşittir güven. İtibar ve güven olmadıktan sonra bankacılık gibi bir sektörün varlığı, devamı mümkün değil. İşte Türkiye’nin şu anda ekonomisi bu kadar hızlı büyüyorsa, Türkiye’de bir istikrar ortamı varsa, Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşanan sorunlar Türkiye’de yaşanmıyorsa bu Türkiye’deki siyasi istikrar, makroekonomik istikrar, tüm bunlar kuşkusuz önemli, ama bankacılık sektörünün de itibarını ve güvenini bütün bu dönemde korumuş olmasıdır aynı zamanda. Bizim eğer güçlü, sıhhatli, iyi işleyen bir bankacılık sektörümüz olmasaydı o dönemde yüksek büyüme oranlarını yakalamamız da mümkün değildi. Bu krizde dönem dönem yaşadık. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde çok ciddi miktarda bankalara likidite sağlandığı halde bankalar kredi kullandırmakta güçlük çekti. Kimi durumda bankalar reddetti, kimi durumda talep olmadı, yani halk ya da şirketler güvenip de kredi talebinde bulunmadılar ve sonuç vermedi.

Biz hep uluslararası ortamlarda da söylüyoruz, katıldığımız tüm toplantılarda da ifade ediyoruz. Eğer güven ortamı yoksa merkez bankaları ne kadar likidite sağlarsa sağlasın piyasaya o ülkenin hükümeti ne kadar harcamasını artırırsa artırsın güven ortamı yoksa, maalesef işler yürümüyor. Güven olmayınca halk harcamaktan korkuyor. Güven olmayınca şirketler yatırım yapmaktan korkuyor. Güven olmayınca bankalar kredi vermekten korkuyor.

Sadece işte kasada şu var, hesapta şu var, şu kadar nakit var, şu kadar likidite var, bu rakamlar kendi başına bir şey ifade etmiyor, bunu suni şekilde yapmak da mümkün. Hele hele ülkenizdeyseniz, kendi ülkenizin parasını basıyorsanız, o karşılıksız bastığı parayı da bol bol dağıtıyorsanız likidite sorununu o şekilde çözebiliyorsunuz kendi para biriminizle ilgili kısmını. Ama resmin tümünde güven yoksa bunların hiçbirisi bir işe yaramıyor.

Değerli Arkadaşlar,

Bugün bankacılık sektörümüze baktığımızda, Mart 2012 itibarıyla, 48 bankamız var. 10 bin 579 şubemiz var ve 195 bin 547 tane de çalışan personelimiz var. Bunlar bizim BDDK tarafından kontrol edilmiş rakamlarımız. Aktif büyüklüğü 1,2 trilyon TL’yi aşmış durumda.

Türkiye’de neredeyse artık milli gelirimize yaklaşan bir bankacılık sektörü büyüklüğü söz konusu.

Öte yandan biraz önce Hüseyin Bey’in sunuşunda da dikkat çekmişti kendisi. Menkul kıymetlere baktığımızda bilançolarda yatay bir seyir var. Yani bilançolar büyüyor, aktifler büyüyor, bütün rakamlar büyüyor ama menkul değerler yerinde duruyor. Bankalarımız artık daha çok gerçek bankacılık faaliyeti yapıyor. Bir bakıma ağırlıklı olarak kamuyu finanse eden kuruluşlar olmaktan çıkıp, artık bankalarımız asli fonksiyon olan, kredi veren kuruluşlar haline geldi. Kamunun borçlanma gereğinin azalması tabi burada çok çok kilit bir rol oynadı.

Kamunun borçlanma gereği Türkiye’de biliyorsunuz ciddi ölçüde düşmüş durumda ve bu Hazine’nin borçlanarak piyasaya domine ettiği durum da geride kalmış durumda şu anda.

Biliyorsunuz artık özel sektör de tahvil çıkartmaya başladı, içeriye ve dışarıya. Bunun önünü önemli ölçüde açtık. Öyle görünüyor ki, bir süre sonra özel sektörün tahvil ihraçları, Hazine’nin tahvil ihraç rakamlarını geçebilecek. Trendler bunu gösteriyor. Yani Türk özel sektörünün çıkartacağı tahvil miktarı bir süre sonra Hazine’den daha fazla olabilecek gibi

(16)

görünüyor. Bunlar hep normalleşmenin işaretidir, işlerin aslına dönmesinin, normale dönmesinin işareti.

Öz kaynaklar 153 milyar liraya ulaşmış durumda ve sermaye yeterlilik rasyosu da her ne kadar geçen seneye göre bir miktar düşmüşse de hala yasal oran yüzde 8’in ya da fiili olan yüzde 12’nin oldukça üzerinde, yüzde 16,6 seviyesinde. Bu düşüş aslında sermayenin kendisinden olan bir kayıp değil. Bilançolar büyüdüğü için, bu bilanço içerisindeki sermayenin payı nispeten küçülmüş gibi görünüyor. Yoksa bankacılık sektörümüzde ağırlıklı olarak karlar ve sermaye eklendiği için ve karlılık da oldukça makul düzeyde seyrettiği için o açıdan herhangi bir problem, herhangi bir risk yok.

Tabi biraz önce Sayın Başkanın, Hüseyin Bey’in de işaret ettiği noktalar, yani önümüzdeki bazı gündem maddeleri var, işte Basel II olsun, diğer konular olsun. Bunları tabi dikkatli yürütmemiz gerekiyor ve her aşamada da iletişim içinde olmamız gerekiyor. Bu konuda Bankalar Birliği’nin gerçekten çok önemli bir rolü var, fonksiyonu var ve bize çok zamanlı şekilde uyarılar geliyor. Diyelim ki bir Ticaret Kanunu, diyelim ki bir Borçlar Kanunu, diyelim ki işte bu SPK’nın Kurumsal Yönetimle ilgili yapmış olduğu düzenlemeler. Biz biliyorsunuz orada şunu yaptık: SPK’dan arkadaşlarımız da benim ricam üzerine, bankalarla ilgili kısmını bir yıl sonra yapalım, bir şirketlerle bunu iyice test edelim, çünkü bankalarda dene yanıl maliyeti çok daha yüksektir, risklidir, şirketlerde deneyelim dedik. Orada sistem otursun, bir sene sonra dönüp bankalarla ilgili uygulamamıza başlarız diye. Şimdi şirketlerle ilgili uygulamada ufak tefek sorunlar çıkıyor, onlar düzeltiliyor, tebliğ biliyorsunuz üç defa düzeltildi bu yeni bir konu olduğu için. Uygulamada sonuçlarına baka baka gidiliyor. Ama ümit ediyorum ki bu tarihe kadar bunlar iyice oturmuş olur ve bankalarımızda da sorunsuz bir geçiş yaşanır. Ama buna rağmen sizlerin önerileri varsa, bizlere söylemek istediğiniz şeyler varsa, kuşkusuz her an biz bunları dinlemeye, dikkate almaya hazırız.

Bizim özellikle bu dönemde yakın iletişim içerisinde olmamız çok çok önemli. Bazı ülkelerde bunu da göremiyoruz. Yani bazı ülkelerde karar veren otoritelerle, sektör arasındaki diyalog çok çok zayıf. Hele bu son krizde bankacılık bir popülizm alanı haline geldi. Fransa başta olmak üzere, bazı ülkelerde bu krizin sebebi bankalardır. “Biz, bu bankalara iyi bir ders vermeliyiz, bankaların canına okumalıyız” dendiğinde tabi bu karşılık buluyor biraz. Hem sorumlu siz değilsiniz bankalar oluyor, yani hükümetin, hiçbir suçu yok, tamamen suç bankalarda, dolayısıyla cezayı da bankalar ödemeli. Zaten bu finansal işlemler vergisi bu popülizm rüzgarlarının ürünüdür. G-20’ye bazı ülkeler getiriyor, buna ön ayak olarak. Avrupa Birliği’nde de bayağı zemin buldu. İngiltere şiddetli bir şekilde bu vergiye karşı çıkıyor ama bakalım onlar ne kadar dayanacak, ne kadar etkili olabilecekler göreceğiz. Ama Avrupa Birliği’nin yarıdan fazlasında bu finansal işlemler vergisi zemin buluyor. Çünkü konuşuldukça halkta karşılığı var. Halk, evet diyor. “Madem paraya ihtiyaç var, niye benim maaşımı kesiyor ki? Devletin paraya ihtiyacı varsa bankalardan alsın, bankalar daha çok vergi ödesin” diyor.

Tabi şunu gözden kaçırıyorlar- ki ben bunu OECD toplantılarının sonunda uluslararası basınla yaptığımız basın toplantısında dile getirdim- siz dedim zannediyor musunuz ki, bankalara daha yüksek vergi getirdiğinizde o vergi sadece bankanın karından çıkacak ya da bankanın bünyesinden çıkacak. Bunun önemli bir kısmı daha yüksek faiz olarak, daha yüksek maliyet olarak tüketicilere ve şirketlere yansır. Yani bankalar bu maliyetlerin önemli bir kısmını kredi verdikleri kesimlere aktaracak. Dolayısıyla hiç popülizme gerek yok, gerçekçi olalım ve yapılabilecek şeyleri konuşalım, yapılamayacak şeylerle uğraşmayalım.

Banka yöneticilerinin aldıkları ikramiyeler, bunlara sınırlama getirmeliyiz. İyi ama, bu iş biraz da yönetim becerisi işi, bu iş biraz da gerçekten kabiliyetin, becerinin ve rekabetin olduğu bir alan. Dolayısıyla işini iyi yapan, çok kazandıran, farklılık ortaya koyabilen yöneticilerin de bununla örtüşen bir şekilde ücret alabilmesi lazım. Yani eğer adam iyiyse, para kazandırıyorsa patronu ona ilave imkanlar sağlar. “Bu adamların maaşlarından keselim”

(17)

demek bir başka popülizm örneğidir. Fransa’dan kaynaklanan fikirler bunlar. Dolayısıyla biz bu konulara Türkiye’de hep gerçekçi baktık, ayağı yere basan bir şekilde baktık ve asla bu alanı bir popülizm alanı haline getirmedik. Ama bunu yaparken de tabi adalete de dikkat etmemiz gerekir. Geniş kesimlerle bankacılık sektörü arısında bir dengesizlik ortaya çıktığı zaman da bununla ilgili adımları da atmamız gerekiyor. Rekabetin iyi çalışmadığı alanları tespit edersek, rekabet iyi çalışmadığı için bazı kesimler bundan zarar görürse de kuşkusuz devletin birimleri bu konuda gerekil adımları atmalı ve atıyor da.

Değerli Arkadaşlar,

Önümüzdeki dönemde bankacılık düzenlemeleri önemli olacak. Avrupa Birliği’nde düzenlemeler yapılıyor. Aslında FSB var ve Türkiye bunun bir parçası oldu, G-20 ortamında oluşturulan Finansal İstikrar Kurulu küresel düzenlemeleri yapan şu an önemli bir yapı haline geldi. Hatta bir de kurumsal tüzel kişilik de buna verelim diye G-20 toplantılarında en son konuştuk. Ama bunun haricinde Basel uygulamaları var. Bir de Avrupa Birliği düzenlemeleri var.

Avrupa Birliği, bankacılık konusunda son yaptığı düzenlemelerde biraz aşırıya kaçtı. Bu aşırıya kaçmakta yine biraz otoritenin sorumluluktan kaçınmasından başka bir şey değil.

“Ben yüksek bir şey isteyim de, sonradan beni suçlamasınlar” diye düşünüyorlar. Biraz ondan kaynaklanıyor. Biraz da işin içinde popülizm var. Ama düzenlemenin de zamanlaması çok önemli. Bankacılıkta sıkılaştırma işler iyiyken yapılır. İşler kötüyken, zaten bankalar sıkıntıdayken siz daha sıkılaştırarak ne elde edeceksiniz? Sıktığınız zaman bankaların ilk yapacağı iş, hemen kredi kanallarını kapatacaklar, küçülecekler, hemen bilanço küçültme operasyonuna girecekler. Bankaların başka çaresi yok. Sermayeye bunu koy. Tamam, sermayeye bunu koy da, Avrupa bankalarının, özellikle büyük bankaların bir bölümünde sermaye kimin belli değil ki, karşında muhatap yok ki, karışmış gitmiş yani. Fonlardır, işte vakıflardır, karşınızda muhatap bulmakta güçlük çekiyorsunuz ve hadi sermaye bulun diyeceğiniz zaman muhatabınız belki yüz binler. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nde bu konuda çok aşırıya gidildiğini düşünüyoruz ve hedefler gösterip daha uzun vadeli hedefler gösterip o uzun vadeli hedeflere göre basamak basamak bir düzenleme stratejisi uygulanması gerektiğini düşünüyoruz. Bugün hemen şunu istiyorum dediğinizde, bankalar daha sıkışınca ne olacak? Siz gideceksiniz yine kurtarma operasyonlarına gireceksiniz, yine maliyetler gelecek. Dolayısıyla bu çok çok hassas bir dönem.

Maalesef Avrupa Birliği pek çok konuda iyi sınav veremiyor. Avrupa Birliği bu dönemde hem tek tek ülkeler bazında baktığımızda iyi sınav veremiyor ve hem de bir bütün olarak hareket etmeye çalıştığında yine iyi sınav veremiyor. Ortak bir Merkez Bankası var, Avrupa Merkez Bankası. Ortak para birimi var ve Avrupa Merkez Bankası, bazı ülkelerin, bazı hükümetlerin söylemine bakıyorsunuz çok itaat etmek zorunda kalıyor.

Avrupa Merkez Bankası, Almanya’nın Merkez Bankası olduğu kadar İspanya’nın da Merkez Bankası, İtalya’nın da Merkez Bankası. Hele hele artık eski kuralların da bir kenara bırakıldığı bir dönemde bunu görmek de bizi biraz kaygılandırıyor. Bu, Avrupa’daki birlik beraberlik ruhunun kaybolmasına sebep oluyor.

Egemenlik, paylaşılmış bir egemenlik artık. En büyük ülkenin egemenliğinin diğer ülkelere empoze edildiği bir tablo, parçalanmayı beraberinde getirir. Dolayısıyla her ülkenin, Avro Bölgesi içerisindeki büyük ülkelerin de bu sorumluluk içerisinde hareket etmesi lazım.

“En büyük benim, dolayısıyla şuna para ver, buna verme” şeklindeki yaklaşım doğru değil.

Çünkü o ülkelerde o sisteme girerken bu bizim de ortak olduğumuz bir Merkez Bankası diye girmiş. Sen orada otur, musluğu açtığın ülke olsun, musluğunu kapattığın ülke olsun, iyi de adamın başka kendi merkez bankası yok, işte buraya bağlı. Dolayısıyla bunların aile

(18)

içerisinde oturup konuşup ama ailenin kendi içinde daha iyi bir dayanışma içinde olması mutlaka şart.

Türkiye’ye gelecek olursak; önümüzdeki dönem Türkiye için de önemli olacak. Bizim şimdiye kadar aldığımız büyümeyle ilgili sonuçlar gayet olumlu, istihdam sonuçlarımız çok çok olumlu. Ben onları tekrar etmeyeceğim burada ama bu yıl bakıyorum neredeyse yılın ortasına geldik. Yüzde 4 büyüme hedefimiz gerçekçi, rahatça ulaşılabilir bir hedef olarak görülüyor. İstihdam artışı devam ediyor Türkiye’de. Bu son derece önemli. Gelir dağılımı düzeliyor yine bu da çok nadir örneklerden birisi dünyada şu anda. Kriz döneminde genelde gelir dağılımı bozulurken pek çok ülkede, Türkiye’de düzelmeye devam ediyor.

İki önemli sorun alanımız biliyorsunuz enflasyon ve cari açık. Enflasyonla ilgili Merkez Bankamızın aldığı tedbirler gerçekten zamanında ve isabetli tedbirler oldu. Artık bundan sonraki dönemde eğer olağanüstü bir gelişme, bir dış etki olmaz ise enflasyonun bundan sonraki dönemde hedefe doğru adım adım gideceği görülmekte. Zaten sadece Merkez Bankamızın yaptığı tahminleri değil, piyasada oluşan rakamlara baktığınızda da enflasyondaki düşüş beklentisi oldukça güçlü. Aksi halde, enflasyonun yüzde 10 olduğu dönemde gösterge tahvilin faizi nasıl yüzde 9,5 olur? Demek ki, o gösterge tahvilin vadesi içerisinde, ödeme süresinin içerisindeki ortalama enflasyon ya da o dönemdeki enflasyonun bugünkünden çok daha düşük olacağına piyasa inanıyor ki faiz oranı bu seviyede oluşuyor.

Biz, hükümet olarak kuşkusuz elimizden gelen desteği vereceğiz ama Merkez Bankamızın da bu konudaki kararlı tutumu önümüzdeki dönemde son derece önemli olacak. Asla o eski günlere dönüşle alakalı bir algı, bir beklenti oluşmaması gerekiyor. Öyle bir şeye izin vermemiz mümkün değil Türkiye’de. O dönem artık kapandı, maliyeti ne olursa olsun. Çünkü enflasyonun yüksek seyretmeye başlamasının maliyeti, enflasyonla mücadelenin maliyetinden çok daha büyük olacaktır ileride. Dolayısıyla biz bugünden belki bir miktar fedakarlıklarda bulunacağız ama mutlaka enflasyonun kontrol altında tutulması gerekiyor.

Temel öncelik olmaya devam ediyor, orada asla bir gevşemeye marj yok.

Cari açık konusunda da aşağı yukarı son 6-7 aydır trend tersine döndü. En kötü geride kaldı ve 12 aylık dönemler halinde baktığımızda her ay bir önceki aydan daha düşük bir cari açık rakamı görüyoruz. Kaldı ki, bugün açıklanan ticaret verilerinde biliyorsunuz ithalatta düşüş var, geçen senenin aynı ayına göre. İhracatta artış var ve dış ticaret açığında da bir devir, düşüş var. Yani dış talep artarken ithalat nispeten daha düşük seyrediyor ve iç talep de eskisi kadar hızlı artmıyor. Buradaki bu dengelenme çok önemli ve bu artık bu sağlanmaya başlandı. Tabi bu tedrici bir düşüş olacak. Hemen biz cari açığı böyle bir sene, iki sene, üç sene içerisinde sıfırlayamayacağız. Çünkü konjonktürel sebepler var, bir de yapısal sebepler var. Yapısal sorunların çözülmesi vakit alacak.

Önümüzdeki dönemde gündemimizde neler olacak diye baktığımızda bütçe disiplini devam edecek. Ne olursa olsun bütçe disiplininden taviz asla söz konusu değil. Para politikaları zaten Merkez Bankamızın dikkatli bir şekilde yürüttüğü bir alan. Oradaki duruş çok çok önemli.

Makro ihtiyati tedbirler bankacılık sistemimizle ilgili yine önemli bir alan olmaya devam edecek önemli bir politika alanı. Bu alan sıkılaştırma ya da gevşetme yönünde kullanılabilecek ve konjonktüre göre değişik politikalar uygulanacağı bir alan. Onu bir ölçüde Merkez Bankası ama aynı zamanda BDDK gerektiği zaman gerektiği adımları atmakla zaten politikaları ortaya koyuyorlar. Ayrıca bizim yeni kurmuş olduğumuz Finansal İstikrar Komitesi’nde de tabi bütün bu konular görüşülüyor, tartışılıyor. Finansal İstikrar Komitemizin oluşturduğu o genel mutabakat hangi yöndeyse, o mutabakat yönünde de bağımsız kurullarımız kendi bağımsızlık çerçevelerinde atması gereken adımları atıyorlar ya da yeni bir reform alanı tespit ettiysek, o reform alanlarıyla ilgili adımlar atılıyor. Kaldı ki Finansal İstikrar Komitesi’nin gündemine giren pek çok hususta biz yasal düzenlemelerimizi yapmış

(19)

durumdayız. Bunların pek çoğu şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine gönderilmiş durumda ve önümüzdeki dönemde bunların tek tek yasalaşması sağlanacak.

Enerji önemli bir alanımız. Dışarıya bağımlılığımızı azaltmakta son derece önemli.

Yenilenebilir enerji kaynakları artık Türkiye’de daha çok kullanılıyor ve bununla ilgili özel sektör yüzlerce lisans almış durumda. Daha çok yenilenebilir enerji yatırımlarını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Enerji verimliliği yine temel bir alan. Enerjiyi daha verimli nasıl kullanacağız, bununla ilgili strateji belgemizi geçtiğimiz ay yayınladık Enerji Bakanlığımızın hazırladığı ama Yüksek Planlama Kurulu kararı olarak gündeme girdi ve uygulanmaya başlandı.

İhracat pazarlarımızın çeşitlendirilmesi de yine iyi giden bir alan. Avrupa Birliği’ne biliyorsunuz bağımlılığımız yüzde 45 seviyelerine kadar düştü. Şu anda ihracatımız yaklaşık yüzde 45 Avrupa Birliği’ne, yüzde 55’i Avrupa Birliği dışındaki pazarlara. Eskiden denge diğer tarafa doğruydu.

Yeni yatırım teşvik paketimiz orta ve uzun vadede cari açığın azaltılması için faydalı olacak. Kısa vadede çok bir şey beklememek lazım yeni yatırım teşvik sisteminden, hatta o yatırım harcamalarının bizatihi kendisi aslında cari açığı artıran konular. Yatırım harcaması olduğunda bir kısmı da ithalse yatırım harcamasının kendisi zaten cari açığı artırıyor. Ama o yatırım yüksek katma değer üreten bir yatırımsa ve o yatırımdan elde edilecek ürünler bizim dışarıya bağımlılığımızı azaltacaksa, ithalatımızı nihayetinde azaltacaksa işte o noktada orta ve uzun vadede bize dönüşü çok olumlu olacak diye bekliyoruz.

Bireysel emeklilikle ilgili düzenlememiz Salı günü Plan Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi ve şimdi Genel Kurul’un gündeminde. Yine sigortacılıkla ilgili yeni önlemler, yeni uygulamalar başlatıyoruz. O da yine Meclis Genel Kurulu’nun gündeminde.

Mevduatta uzun vadeyi teşvikle ilgili yasal düzenlememiz muhtemelen bugün Türkiye Büyük Millet Meclis’inin Genel Kurulu’nda görüşülecek. Böylece hükümet, kısa vadeli mevduatla, uzun vadeli mevduat arasında stopajı farklılaştırabilecek. Bunun bir yasal zeminini oluşturmuş oluyoruz. Sadece böyle bir yetki alıyoruz, daha sonra bu oranları tespit edip Bakanlar Kurulu Kararıyla açıklayacağız.

Hizmet sektörünü desteklemek için, hizmet ihracatını desteklemek için önemli yasal düzenlemeler yapıyoruz. O da yine bu paketin içerisinde bugün Genel Kurul’da görüşülecek.

Örneğin, Türkiye’de mühendislik hizmeti üretip bunu yurt dışı müşterilerine sağlayan kuruluşların da Kurumlar Vergisi’ni sıfırlıyoruz. Dün Güneydoğu Asya’nın en büyük mühendislik firmalarından bir tanesiyle yaptığımız görüşmede, bunun gerçekten çok önemli bir teşvik olduğunu ve bütün bu bölgedeki mühendislik hizmetlerinin İstanbul’da toplanabileceği kadar önemli bir teşvik unsuru olabileceğini söylüyorlar ki bu konuda da yine bizim beklentilerimiz oldukça iyi. Mesela sağlık hizmetinde eğer bir tesis tamamen yurt dışına hizmet veriyorsa, yurt dışından gelen uzun vadeli, uzun süreli tedaviler, yaşlılık bakım merkezleri gibi. Avrupa’nın bu konuda çok çok ihtiyacı olacak ileride. Türkiye’deki uygun maliyetlerden yararlanabilmek için Türkiye’deki tesisleri biz Avrupalıların gittikçe daha fazla oranla kullanacağını düşünüyoruz. Bu teşviklerle beraber yine hizmet ihracı yapan firmalarımıza Kurumlar Vergisini sıfır olarak uygulayabileceğiz.

Bireysel katılım sermayesi sistemi, melek yatırımcılarla alakalı yasal düzenleme de Plan Bütçe Komisyonu’nda kabul edildikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclis’in Genel Kurul gündemine alındı. Bu da özellikle girişimcilerin desteklenmesi için önemli bir alan olacak.

“Business Angels” ya da “Angel Investors” dediğimiz, artık kanuni tabirle bu, bireysel katılım sermayesi olarak yerini buldu mevzuatta. Artık bunun terminolojisi kullanıldığı dönemlerde ortaya çıkacak. Burada da sistem şöyle yürüyor: başlangıç aşamasındaki bir şirkete bu

(20)

yetkiyi, akreditasyonu sağlamış bir yatırımcı sermaye koyduğunda koyduğu sermayenin yüzde 75’ni ya da yüzde 100’ünü vergi matrahından düşebilecek. Koyduğu sermayeyi iki sene tutarsa orada, iki sene sonra sattığında hissesini bu hisseyi alışla satış arasındaki kazancı da tamamen vergi dışı tutulacak. Bu da yine pek çok ülkeye göre oldukça ileri bir teşvik uygulaması. Özellikle başlangıç aşamasındaki firmalar için ki, asıl orada katma değeri oluşacak. Yüksek teknoloji, araştırma geliştirme, inovasyon bütün bunlar çok çok önemli alanlar. Belki 100 firmadan 10 tanesi, 15 tanesi nihayetinde başarılı oluyor ama, 10-15 tanesinin ürettiği katma değer, bizim genel ekonomik yapımız açısından son derece önemli olacak.

Venture capital, girişim sermayesi konusunda da yine düzenlemeler paketin içerisinde, Genel Kurul’da görüşülecek paketin içerisinde. Burada da yine ister şahıs bazında, ister şirket bazında girişim sermayesi konumunda ya da o hisse daha sonra satıldığında çok ciddi vergi avantajlarını getirmiş oluyoruz.

Yeni bir finansal enstrüman olan kira sertifikasının devlet tarafından da düzenlenebilmesiyle ilgili yasal düzenleme Plan Bütçe Komisyonu tarafından kabul edildi. Biz zaten özel sektörün önünü açmıştık bu konuda. Özel sektörün hem mevzuat hem vergi açısından kira sertifikalarıyla bonoları, tahvilleri eşit düzleme zaten getirmiştik. Şimdi Hazine’nin de bu enstrümanları çıkarabilmesiyle ilgili yasal düzenlememizi yapıyoruz.

Altın tasarruflarının ekonomiye kazandırılması, bankacılık sistemi içinden bu tasarrufların yönlendirilmesi yine önemli bir alan. Çünkü hiçbir kayıtta görülmeyen, kimsenin bilmediği rakamı da ancak tahminlerle söyleyebildiğimiz bir ülke rezervi var aslında orada ve ciddi bir rezerv. Şimdi atıl duruyor, getirisi yok. Döviz ödeyip dışarıdan ithal ediyorsun.

Türkiye’nin hani altın kaynakları kendi ihtiyacını, kendi iç talebini karşılayacak seviyede değil, sürekli ithal ettiğimiz bir kalem. Ama aynı zamanda ithal ediyoruz yastık altına gidiyor, stokunu göremiyoruz ve üstelik halk açısından da tabi devamlı bunun saklanması, hırsızlık tehlikesi gibi pek çok problemi de beraberinde getiriyor. Ben Bankalar Birliği’nden bir çalışma yapmalarını rica etmiştim ve dün o çalışma elimize ulaştı. O çalışmayı da biz dikkate alacağız ve ilgili kurullarımızı bir araya getirip bu konuyu ayrıca çalışıp iyi bir düzenleme oluşturursak bunun da bir miktar katkısı olacaktır diye bekliyoruz.

İşgücü piyasası reformlarımız önemli olacak. Bu işgücü piyasası reformları içerisinde özellikle kıdem tazminatı sorununu çözüyoruz. Kıdem tazminatı artık toplu ödenen bir rakam olmaktan çıkacak. Bir kıdem tazminatı fonu oluşturulacak ama fonun içinde herkesin kendi hesabı ayrı ayrı tutulacak. Tüm çalışanların kendi şahsı adına açılmış bir hesapta bu kıdem tazminatı hakkı birikecek. Bunun da yine tasarruf oranlarına faydalı olacağını düşünüyoruz.

Çünkü şu anda işverenin bir yükümlülüğü olarak birikiyor. Her işverenin kendi bilançosunda hatta bilançosunda da kimi gösteriyor kimi göstermiyor, yani orada kalıyor. Ama bu çalışanın bir hakkı olarak hesabına yatırıldığında bireysel emeklilik sistemi üzerinden bu büyük ihtimalle çalışacak. Yine tasarruf oranlarımızın artmasında faydalı olacak diye düşünüyoruz.

Yargı reformu son derece önemli. İstanbul Tahkim Merkezi’yle ilgili yasal düzenlememizi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdik. Bu İstanbul Tahkim Merkezi’nde tüm ticari uyuşmazlıkların önlenmesiyle alakalı bir sistemi getirmiş oluyoruz. Ayrıca yeni SPK yasa tasarısına koyduğumuz bir düzenlemeyle finans alanında ihtisas mahkemeleri kuruyoruz. Savcısıyla, hakimiyle bu işin eğitiminden geçmiş, tamamen o dosyalara bakan mahkemeler. SPK yasa tasarısını Adalet Bakanlığımızla beraber çalıştık ve unsurları da oraya yerleştirdik. Dolayısıyla İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olmasında bu ihtisas mahkemelerinin de çok önemli bir fonksiyon üstleneceğimizi düşünüyoruz. Kendi kolluk gücü olan, kendi yaptırım mekanizmaları olan finans sektörünün tüm hassasiyetlerini bilen, konuyu derinlemesine anlayan ve böylece hızlı, güvenilir, tutarlı kararlar üreten mahkemeler, varmak istediğimiz nokta inşallah bu. Tabi yargı reformunda başka pek çok konu var ama özellikle

(21)

bankalarımızı ilgilendiren bir grup ihtisas mahkemeleri bir de İstanbul Tahkim Merkezi önemli bir mekanizma olacak diye düşünüyoruz.

Eğitim reformu uzun vadede Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’nin cari açık sorununu da çözecek en önemli konu. Tek tek, birey birey yüksek katma değer oluşturmadıktan sonra, değerli arkadaşlar, Türkiye’deki cari açık sorununu çözmemize imkan yok. Çünkü geleceğe güvenle bakan bir toplumuz, bu sebeple de çok tüketen bir toplum olma yolundayız. Ama çok tüketmek için öncelikle çok üretmemiz gerekecek. Çok üretmek de ancak daha yüksek eğitimli bir nüfusla mümkün.

Bugün bizim çalışma yaşındaki nüfusumuza baktığımız zaman çalışma yaşındaki nüfusun ortalama eğitim süresi 6,5 yıl. Türkiye’de çalışma yaşındaki nüfusun tümüne bakıyorsunuz, işte ilkokul mezunu olanlara 5 yıl yazıyorsunuz, ortaokul mezunu olanlara 8 yıl, lise mezununa 12 yıl, 11 yıl, üniversite mezununa 14-15 yıl yazıyorsunuz. Hepsinin ortalamasını alıyorsunuz rakam 6,5 çıkıyor. İlkokul 6. sınıfı bitirmiş, ama 7’yi bitiremeden terk etmiş. Ya da eski tabirle orta ikiden terk bir çalışma yaşı nüfusumuz var. Şimdi bu eğitim seviyesiyle Türkiye’nin üretebileceği rakamlar sınırlı. Bu eğitim seviyesiyle biz 30 bin dolar, 40 bin dolar kişi başına milli gelire sahip bir ülke olamayız, yüksek katma değer üretemeyiz.

Üretmeden tükettiğimizde de işte cari açık ortaya çıkıyor. Dolayısıyla uzun vade de Türkiye’nin asıl ekonomik sorunlarını çözecek, gerçek bir refah topluluğu haline getirecek ve cari açığı kalıcı şekilde düşürecek en önemli reform alanı eğitim.

İşte biz niye 12 yıl zorunlu dedik, bu 4+4+4? Bir ara çok gürültü çıktı, bir sürü ideolojik söylemler. İşin özüne bir baktığımızda biz fiilen Türkiye’de zorunlu eğitim süresini 8 yıldan aldık 12 yıla çıkarttık, esneklikler kurduk eğitim sistemi içerisinde.

Öğretmen üzerinde duruyoruz. Öğretmenleri nasıl daha dikkatli seçebiliriz, nasıl daha iyi yetiştirebiliriz ve daha iyi nasıl performans ölçüp performansına göre öğretmenlerimizi nasıl ödüllendirebiliriz? Bunlar çok çok önemli konular olacak. Şu anda biz tam 900 bin öğretmene maaş ödüyoruz arkadaşlar, 900 bin. Buna üniversitedeki öğretim üyeleri dahil, onları da sayarsak 900 bin kişiye maaş ödüyoruz genç nesilleri yetiştirsinler diye. Ama şu anda performans ölçümü diye bir şey yok. Bakıyorsunuz, öğretmenlerin başlangıç maaşıyla emeklilik maaşı arasındaki fark yüzde yaklaşık 20. İşe başladığında 100 lira alıyorsa emekli olurken 120 lira alıyor. İşini iyi yapsa da yapmasa da bir şey fark etmiyor. Dolayısıyla bunu mutlaka ele almamız gerekiyor. Sağlıkta nasıl atılım yaptıysak, sağlıkta bizim bu yaptığımız reformun özünde performans vardır, doktorlarımızın performansını ölçümlendirmemiz vardır ve performansla ilgili yaptığımız adımlar vardır. Dolayısıyla eğitimde de mutlaka buna bakmamız, bu alanda adım atmamız gerekiyor.

Türk Ticaret Kanunu biliyorsunuz eğer üzerindeki maddelerdeki değişiklikleri tamamlayabilirsek 1 Temmuz’da yürürlüğe giriyor; önemli bir tasarı. Ama belki en az 40-50 maddesinde de değişiklik olacak gibi görünüyor. Biz iki defa uzun Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantıları yaptık. Üçüncüsünü önümüzdeki Pazartesi günü yapacağız. Tabi uygulama burada çok önemli, Türk ticaret hayatının önünü açmak burada önemli. Bir yandan da uluslararası standartlarda güvenilen bir şirketler hukukunun Türkiye’de tabi oluşması gerekiyor. Eğer kurumlar arası mutabakatı sağlayabilirsek ve bu çalışmayı tamamlayabilirsek bu değişiklik paketini Meclis’e gönderip, düzenlemeleri yapıp 1 Temmuz’dan itibaren değişikliklerle beraber yürürlüğe girmesini istiyoruz. Ama kanun bu haliyle, mevcut haliyle 1 Temmuz’da yürürlüğe girmemeli diye düşünüyoruz çünkü çok ciddi sakıncaları beraberinde getiriyor. Öyle maddeler var ki uygulaması ticaret hayatında çok önemli sıkıntıları beraberinde getirebilir. Biliyorsunuz bunu Mecliste, komisyonlarda hemen hemen hiç tartışmadık, Genel Kurulda hiç tartışmadık. 3 bin madde 3 günde geçti, 3 bin madde. Ama ne şartla? Dedik ki, bunu böyle geçirelim, uygulama tarihini ileri atalım, Resmi Gazete’de yayınlanınca herkes daha ciddiye alıyor, okuyor, yoksa kimse okumuyor bakmıyor yani hele

Referanslar

Benzer Belgeler

Seçim oylamasını müteakip Groupama S.A. temsilcisi ġebnem Ulusoy söz alarak Groupama'nın Yönetim Kurulu'nda temsil edilmesi amacıyla Jean François LEMOUX ile

 2010 yılında IFIE‟nin (Uluslararası Yatırımcı Eğitimi Forumu) alt komitesi olarak kurulan Asya Yatırımcı Eğitim Forumu AFIE‟ye üye olduk..  21-22 Ekim

Sorunlu krediler için ayrılan özel karşılık oranı yüzde 80, ikinci grupta olan krediler için ayrılan genel karşılık oranı yüzde 22 düzeyindedir.. Yeniden yapılandırılan

• Resmi Gazete’nin 6 Mart 2007 tarih ve 26454 sayılı nüshasında yayımlanan 5582 sayılı Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik

2005 sonuna göre, kamu banka- larının mevduattaki payı 2 puan ve özel bankaların payı 4 puan azalırken, yabancı sermayeli bankaların mevduattaki payı ise 6

Risk yönetimi fonksiyo- nunun nasıl bir organizasyonel yapıda icra edildiğine ilişkin anket sorusuna, kamu sermayeli bankaların tümü, özel sermayeli bankaların yüzde 75’i,

TSPB yönetim kurulunda görev alacak sektör temsilcilerinin (aracı kurum, kaldıraçlı işlem, banka, portföy yönetimi, GYO, vb.) büyük bir uyum içinde

Değerli meslektaşlarım, ben ve tüm yönetim ve denetim kurulu üyesi arkadaşlarım bu gönüllü görevde sermaye piyasalarımızı daha güçlü bir hale getirmek yönünde