• Sonuç bulunamadı

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI"

Copied!
116
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI

BİREYİN İKTİSADİ DAVRANIŞLARINDA DİNİ TERCİHLERİN ROLÜ

Hazırlayan Savaş SAVAŞ

Danışman

Prof. Dr. Ekrem ERDEM

Bu çalışma; Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından SYL-2016-6211 kodlu proje ile desteklenmiştir.

Yüksek Lisans Tezi

Haziran 2016

KAYSERİ

(2)

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK

Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve referans gösterdiğimi belirtirim.

Savaş SAVAŞ

(3)
(4)
(5)

ÖNSÖZ

Din ve iktisat birbirini doğrudan ve dolaylı yollardan etkileyen, insanların bireysel ve toplumsal yaşamında etkisi olan iki önemli kurumdur. İki kurum arasındaki etkileşim iktisatçılar, din adamları, tarihçiler, toplumbilimciler, politikacılar ve genel anlamda da insanlar için önemlidir. Bu sebeple bu iki kurum için çalışmalar yapmak son derece önemlidir. Çalışmayı hazırlamak bu açıdan beni teşvik etmiş ve hazırlama aşamasında büyük keyif almamı sağlamıştır.

Çalışmam boyunca ilminden faydalandığım, insani, ahlaki ve mesleki değerleri ile hem iş hem özel hayatımda örnek aldığım tez danışmanım, değerli hocam Prof. Dr. Ekrem ERDEM’e, çalışmamı kısıtlı bir zamanda inceleyen ve tavsiyeleri ile teze büyük katkı yapan değerli jüri üyeleri Doç. Dr. M. Fatih İLGÜN ve Doç. Dr. Uğur ADIGÜZEL’e, bu süreç boyunca her zaman yanımda olduğunu bildiğim ve hissettiğim değerli arkadaşlarım, meslektaşlarım Araş. Gör. Ahmet KÖSEOĞLU’na, Araş. Gör. Ali Gökhan YÜCEL’e, Arş. Gör. Çağrı İLKAY’a ve Yrd. Doç. Dr. Recep ULUCAK’a en içten teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca bu süreçte psikolojik olarak desteklerini esirgemeyen eski ve yeni arkadaşlarıma ve kuzenim Fatih ÖZCAN’a da minnetlerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Bugünlere gelmemde en büyük pay sahibi olan aileme bu süreçte yanımda oldukları için en derin teşekkürlerimi sunuyorum.

(6)

BİREYİN İKTİSADİ DAVRANIŞLARINDA DİNİ TERCİHLERİN ROLÜ Savaş SAVAŞ

Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2016 Danışman: Prof. Dr. Ekrem ERDEM

KISA ÖZET

Din ve iktisat toplumsal hayatın içinde bulunan ve kültür, toplum, yaşam standardı, politika ve siyaset gibi pek çok kurumu etkileyen ve onlardan etkilenebilen iki kavramdır. Aynı zamanda bu iki önemli kavram birbirini de etkilemektedir. Buradan yola çıkarak çalışmada bu iki kavram birlikte incelenmiş ve bu çalışma, bireyin iktisadi davranışlarında dinin rolü olup olmadığını, varsa bunun ne şekilde olduğunu ve nelere dayandığını özellikle İslam dini olmak üzere, semavi dinlere göre değerlendirmiştir.

Çalışmada iktisadi hayat ve dinlerin nasıl bir bağlantı içinde olduğu, semavi dinlerin emirleri, öğretileri ve dönemsel iktisadi yaşam tarzları, bazı bilim adamlarının din ve iktisat üzerine görüşleri ve son olarak da son yıllarda din ve iktisat çalışmalarında kullanılan, bireylerin dini davranışlarını maliyet kar bakış açısıyla anlamaya çalışan rasyonel seçim teorisi irdelenmiş ve bireylerin iktisadi davranışlarında dini inanışlarının etkisi kanıtlanmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Din, İktisat, Din - İktisat ilişkisi, İnsan Davranışları, Rasyonel Seçimler

(7)

THE ROLE OF RELIGIOUS BELIEF ON AN INDIVIDUAL’S ECONOMIC BEHAVIOR

Savaş SAVAŞ

Erciyes University, Social Sciences Institute Master Thesis, July 2016 Supervisor: Prof. Dr. Ekrem ERDEM

ABSTRACT

Religion and economy are two terms which take part in social life and affect culture, society, standard of living, policy and politics and which are also affected by those terms themselves. These two important terms also affect each other. For this reason, religion and economy are compared each other and searched if there is any relation between economic behavior and religious belief. If there is relation between them, how does it occur and what is the reason behind of it? In this study, these questions are tried to be answered through Abrahamic religions and especially Islam.

In this study, the relations between economic life and religions, disciplines and economic orders of religion, periodical economic life styles, various philosophers’

thoughts and views about religion and economics and lastly rational choice theory which has been used to explain the economic aspect of religious behaviour of individuals and groups were examined. Thereby it has been tried to prove that the role of religious belief on an individual’s economic behaviors

Key Words: Religion, Economics, Religion and Economy Relation, Human Behaviour, Rational Choices

(8)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK ... i

YÖNERGEYE UYGUNLUK SAYFASI ... ii

ONAY : ... iii

ÖNSÖZ ... iv

KISA ÖZET ... v

ABSTRACT ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

GİRİŞ ... 1

I.BÖLÜM ... 6

İKTİSAT VE DİN ... 6

1.1. İktisadın Tarihsel Gelişimi ... 7

1.1.1. İlkçağda İktisadi Hayat ... 8

1.1.2. Ortaçağda İktisadi Hayat ... 9

1.1.3 Merkantilizm ... 9

1.2.4. Sanayi Devrimi ve Sonrasındaki İktisadi Hayat ... 11

1.2.4.1. XX. Yüzyıl Bilgi Toplumu ve İktisadi Hayat ... 14

1.3. Din İktisat İlişkisi ... 16

1.3.1. İlkçağ ve Ortaçağda Din - İktisat İlişkisi ... 18

1.3.1.1. Eski Yunan ve Roma Toplumu ... 18

1.3.1.2. İbraniler ... 19

1.3.1.3. Ortaçağ Avrupa’sı ... 20

1.3.1.4. Ortaçağ Arap ve İslam Âlemi ... 21

1.3.2. Merkantilizm ve Sonrasında Din - İktisat İlişkisi ... 22

... 26

(9)

II.BÖLÜM ... 26

SEMAVİ DİNLER VE İKTİSADİ HAYAT ... 26

2.1. Musevilik ve İktisadi Hayat ... 26

2.2. Hristiyanlık ve İktisadi Hayat ... 31

2.2.1 Katolik İnancının İktisadi Hayata Bakışı... 31

2.2.2 Protestanlık İnancının İktisadi Hayata Bakışı ... 33

2.3. İslam ve İktisadi Hayat ... 36

2.3.1 İslam Kültürü ... 36

2.3.2 İslam ve İktisadi Sistem ... 37

2.3.3 İslam ve Bazı İktisadi Kavramlar ... 39

2.3.3.1. Emek ... 39

2.3.3.2. Para ... 40

2.3.3.3. Vergi ... 41

2.3.3.4. Mülkiyet ... 42

III. BÖLÜM ... 44

İKTİSADİ DÜŞÜNÜRLER VE DİN İKTİSAT İLİŞKİSİ ... 44

3.1. Bazı İktisadi Düşünürlerde Din ve İktisat İlişkisi ... 44

3.1.1. Adam Smith (1723-1790) ... 45

3.1.1.1. Doğal Özgürlük Sistemi ... 45

3.1.1.2. Devlet Tekeli ... 46

3.1.1.3. Rekabet ... 46

3.1.2. Karl Marx (1818-1883) ... 48

3.1.2.1. Tarihi Materyalizm ... 48

3.1.2.2. Din ve Üretim İlişkileri ... 49

3.1.3. Max Weber (1864-1920) ... 50

3.1.3.1. Protestan Ahlakı ve Kapitalizm ... 50

(10)

3.1.3.2. Karşılaştırmalı Din Çalışmaları ... 53

3.1.4. İbn Haldun (1332-1406) ... 54

3.1.5. Sabri Ülgener (1911-1983) ... 57

IV.BÖLÜM ... 61

DİNİ TERCİHLER, İKTİSADİ DAVRANIŞLAR VE RASYONEL SEÇİM TEORİSİ ... 61

4.1. Bireyin İktisadi Davranışları ve Dini Tercihleri ... 61

4.1.1. İslam’daki İnsan Modeli ve İktisattaki Rasyonel Birey ... 64

4.1.2. Müslüman Bireyin İktisadi Davranışları ve Dini Tercihleri ... 71

4.2. Rasyonel Seçim Teorisi ve Din İktisat İlişkisi ... 73

4.2.1 Rasyonel Seçimler Teorisinin Temel Unsurları ... 76

4.2.2. Rasyonel Seçimler Teorisinde Dini Modeller ... 77

4.2.2.1 Mikro Düzey Din İktisadı Modelleri ... 78

4.2.2.1.1 Ev Üretimi Modelleri... 78

4.2.1.2. Dini Beşeri Sermaye Modeli ... 82

4.2.2.2. Makro Düzeyde Din İktisadı Modelleri... 85

4.2.2.1. Şirket Olarak Dini Kurum Modeli ... 85

4.2.2.2. Sivil Toplum Örgütü Olarak Dini Kurum Modeli ... 86

4.2.2.2.3. Dini Pazar ... 88

4.3. Rasyonel Seçim Teorisine Yöneltilen Eleştiriler ... 90

SONUÇ ... 93

KAYNAKÇA ... 97

ÖZGEÇMİŞ ... 106

(11)

GİRİŞ

Çalışma, konusu itibariyle hem ilahiyat hem de iktisat alanıyla ilgili yani disiplinler arası

Çalışma, konusu itibariyle hem ilahiyat hem de iktisat alanıyla ilgili yani disiplinler arası bir yapıya sahiptir. Bu iki alan da insan yaşamında büyük bir ağırlık teşkil etmekte ve büyük bir yer tutmaktadır. İki alanın sosyal bilimler açısından çok yönlü bir ilişkisi bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu denli disiplinler arası bir sebeple her iki alan da çok çalışılan bir konu olmamıştır.

Çalışma, din iktisat ilişkisini birey açısından ele aldığından dolayı ilk olarak iktisadın ve din – iktisat ilişkisinin tarihsel gelişimi üzerinde durulmuştur. Temel olması açısından ilk bölümde iktisadın yıllar boyunca nasıl gelişip değiştiğine göz atılarak ikinci bölümde çeşitli toplumlar ve önemli bölgeler bazında din ve iktisat ilişkisine ışık tutulmuştur.

Sonraki bölümde üç büyük din olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet dinleri ile iktisadi gelişme arasındaki ilişki incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise din – iktisat ilişkisi bu konuya ışık tutan bazı iktisadi düşünürlerin bakış açısı ve teorileri dâhilinde incelenmiştir. Dördüncü bölümde ise bireylerin dini tercihleri ve bunun iktisadi davranışlara etkisi İslam dini ağırlıklı irdelenerek, birey ve dini tercih açısından önemli olan ve son yıllarda dini grupları ve dini davranışları iktisadi bakış açısıyla ele alıp çözümlemeye çalışan rasyonel seçim teorisi, teorinin kavramları, modelleri ve temel unsurları izah edilmiş ve teorinin Türkiye’deki dini hayata ve dini grupların davranışlarına uygulanabilirliği tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise, bireyin iktisadi davranışlarında dini tercihlerinin nasıl etki ettiği tartışılmış ve rasyonel seçim teorisinin ve modellerinin ülkemizdeki bireysel ve toplumsal dini hayatı anlamamız için uygun olup olmadığı tartışılmıştır. Bu anlamda, Türk toplumunun dini tercihlerinin şekillenme sürecinin nasıl geliştiği konusu üzerinde teorik olarak durulmuştur.

Çalışmanın amacı; dinin bireylerin iktisadi davranışlarına olan etkisinin belirlenmesi, bu çerçevede de semavi dinlerin ortaya çıktıktan sonra, toplumların iktisadi yapılarını nasıl değiştirdiğinin ve bu iktisadi yapılar içerisinde ne gibi müesseseler kurduğunun tespit edilmesi ve incelenmesidir.

(12)

Çalışmanın konusu iktisadın ve dinlerin toplumsal yaşamla birlikte nasıl etkin olduğu ve birbirleriyle ne şekilde etkileşim kurduğu ve bunun sonucunda bireylerin iktisadi kararlarına ne denli etki ettiğidir. Çalışmadaki bireyden varsayımımız inandığı dinin emirlerine uyan ve dinini, yaşam biçimine de yansıtan kişilerdir.

Din ile iktisat arasındaki ilişki ilgi çeken bir konu olmuş fakat gördüğü ilgi oranında çalışmalara konu olamamıştır. Din ve iktisat arasındaki ilişki, birbirlerini nasıl ve ne derece etkiledikleri incelenmesi gereken konular arasında yer almaktadır. Çalışmada genel anlamda din – iktisat ilişkisi üzerine, özel anlamda ise bireyin kararlarında dinin rolüne odaklanılacaktır. Dolayısıyla çalışmanın din ve iktisat ilişkisi üzerine bir katkı sağlaması beklenmektedir ve bu açıdan önem taşımaktadır.

Çalışma, din iktisat ilişkisini birey açısından ele alacağından dolayı ilk olarak iktisadın ve din iktisat ilişkisinin tarihsel gelişimi üzerinde durulacaktır. Temel olması açısından ilk bölümde ilk olarak iktisadın yıllar boyunca nasıl gelişip değiştiğine göz atılarak ikinci bölümde çeşitli toplumlar ve önemli bölgeler bazında din ve iktisat ilişkisine ışık tutulacaktır. Sonraki bölümde üç büyük din olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet dinleri ile iktisadi gelişme arasındaki ilişki incelenmiştir. Hristiyanlık dininin Katolik ve Protestan mezhepleri arasında büyük farklılıklar olması sebebiyle burada iki mezhep de ayrı ayrı incelenecektir. İslam dini ise yaşadığımız coğrafyada en çok inanılan din olması ve halkın neredeyse tamamına yakınının inandığı din olması sebebiyle çalışma boyunca üzerinde en çok durulacak inanış olacaktır. Üçüncü bölümde din – iktisat ilişkisi bu konuya ışık tutan bazı iktisadi düşünürlerin bakış açısı ve teorileri dâhilinde incelenecektir. Dördüncü bölümde ise bireylerin dini tercihleri ve bunun iktisadi davranışlara etkisi İslam dini ağırlıklı olarak irdelenerek, birey ve dini tercih açısından önemli olan ve son yıllarda dini grupları ve dini davranışları iktisadi bakış açısıyla ele alıp çözümlemeye çalışan rasyonel seçim teorisi, teorinin kavramları, modelleri ve temel unsurları izah edilecek ve teorinin Türkiye’deki dini hayata ve dini grupların davranışlarına uygulanabilirliği tartışılacaktır. Sonuç bölümünde ise, bireyin iktisadi davranışlarında dini tercihlerinin nasıl etki ettiği tartışılacak ve rasyonel seçim teorisinin ve modellerinin ülkemizdeki bireysel ve toplumsal dini hayatı anlamamız için uygun olup olmadığı irdelenecektir. Bu anlamda, Türk toplumunun dini tercihlerinin şekillenme sürecinin nasıl geliştiği konusu üzerinde teorik olarak durulacaktır.

(13)

Bir toplumun siyasi, ahlaki, kültürel, hukuki, iktisadi, ticari, dini vb. olmak üzere sahip olduğu birtakım özellikleri vardır. Bunlar birbirinden ayrı ve bağımsız bir biçimde değil, birbiriyle ilişkili ve karşılıklı etkileşim halindedirler. Bu özelliklerden birinde meydana gelen değişiklik sadece o alanla ilgili olarak kalmamakta, diğer alanları da belirli oranlarda etkilemekte ve değiştirmektedir. Bunlarda meydana gelen değişimleri ve bunların etkilerini ölçmede kullanılan en bilindik ve en çok yararlanılan göstergeler arasında şüphesiz ki iktisadi göstergeler ilk sıralarda yer almaktadır. Tarım devrimi, sanayi devrimi, tüketim toplumu, bilgi toplumu, teknoloji çağı diye adlandırılan gelişmelerin çoğu, iktisadi anlamda meydana gelen gelişmelerdir. İktisadi anlamdaki gelişmeler toplumun diğer alanlarında meydana gelen değişme ve gelişmelerin sonuçlarıdır.

Dinle ilgili çalışmalar iktisadı zenginleştirmeyi vaat etmektedir. Bunlar; önemsenmemiş olan piyasa dışı davranışlar hakkında bilgi üretilmesi; iktisadi modellerin inanç, kural ve değerler tarafından nasıl değiştirildiğinin belirlenmesi; dinin iktisadi tutumları ve birey, grup ve toplumların aktivitelerini nasıl etkilediğinin keşfedilmesi gibi çeşitli unsurlardır.

Alfred Marshall, din ve iktisadın dünya tarihini biçimlendiren en önemli unsurlardan iki tanesi olduğunu söylemiştir. İktisat ve din arasında karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır. İktisat dini, din de iktisadı etkilemektedir. İktisadın din üzerinde etkisi olduğunu ileri süren birinci görüşe göre iktisadi gelişme bireylerin daha az dindar olmalarına yani din ile ilişkilerinin azalmasına yol açmakta, kişilerin dini inançlarını ve dini faaliyetlere katılımlarını azaltmaktadır. Bir ülkenin iktisadi ve politik gelişimi o ülkenin dindarlığını etkilemektedir. Diğer görüşe göre ise dindarlığın yapısı ve boyutu iktisadi performans üzerinde etkilidir. Özellikle Allah, cennet, cehennem, ahiret vb.

inançlar iktisadi performans açısından önemli etkiye sahiptir.

Din ve dindarlık, iktisadi verileri ve iktisadi çıktıları etkilemektedir. Dini inançlar çalışma etiği, dürüstlük, güven, tutumluluk, hayırseverlik, konukseverlik gibi özellikleri teşvik etmek suretiyle insan davranışlarını etkilemekte ve sonunda da iktisadi düzen üzerinde tesirli olmaktadır. Bu özellikleri artırmak, insanları bu tür özelliklerle donatmak dindarlığı artıracak ve yatırımları ve iktisadi büyümeyi teşvik edecektir.

Barro ve McClery’ye göre, dini inançlar sabitken kiliseye katılımın artışı iktisadi büyümede azalma eğilimi oluşturmaktadır. Bunun tersine, kiliseye katılım sabitken

(14)

cennet, cehennem, ahiret gibi bazı dini inançlardaki artış, iktisadi büyümede artış eğilimi meydana getirmektedir. Yani daha güçlü dini inançlar, belirli bireysel davranışların korunup aynı biçimde sürdürülmesine yardımcı olmakta ve üretkenliği artırmaktadır. Bu inançlardan cehennem korkusunun iktisadi büyüme üzerinde diğer inançlara göre daha güçlü ve daha etkili olduğu belirlenmiştir. Bu da göstermektedir ki dinin iktisat üzerinde yadsınamayacak derecede bir etkisi vardır.

Bütün toplumlarda dinin çok büyük bir etkisi olmasa da bazı toplumlarda din ve dine bağlı olarak oluşmuş bulunan değer yargıları genel yaşayışı etkileyerek iktisadi hayatı da büyük oranda etkilemekte, değiştirmekte ve yönlendirmektedir. Bir toplumun siyasi, ahlaki, dini vb. olmak üzere sahip olduğu özellikleri vardır. Bu bütün unsurların toplumlardaki değişim süreçlerinde az veya çok etkisi bulunmaktadır. Bu unsurlardan etkisi daha kalıcı olan, daha derinlere inen ve toplumun genel yapısı içerisinde iktisadi yapısını da değiştiren unsurlardan birisi de dindir. Mesela İslam’dan önce Arabistan’da faiz çok yaygın bir müesseseydi. Ancak İslam bu müesseseyi tamamen kaldırmıştır ve bu değişiklik halen daha geçerlidir. Aynı şekilde içkinin yasak edilmesi iktisadi yönü olan bir değişikliktir ve halen daha geçerlidir.

Bütün dinler gibi İslam da insan davranışlarını önemli oranda değiştirmekte ve yönlendirmektedir. Zaten dinler insanlardaki davranış kalıplarını değiştirmeyi, düzenlemeyi ve yönlendirmeyi amaç edinmektedirler. İnsan davranışlarındaki değişim ve yönlendirme hiç kuşkusuz insanın iktisadi kararlarını ilgilendirdiği için çok önemlidir. İktisadi hayat insan üzerine kurulu olduğundan insan davranışlarında meydana gelecek olan değişiklikler de bu yüzden önemli olmaktadır. Dinlerin getirdiği kurallar ve düşünce biçimleri insanların pratik hayattaki davranış, tutum, tercih ve eğilimlerini değiştirmektedir.

İslam dinine mensup bir bireyin davranışları, Budist olan bir bireyin davranışlarından farklı olacaktır. İslam’ın hâkim olduğu bir toplumda tüketim ve üretime, doğa ve diğer varlıklara, sermaye ve zenginliğe atfedilen değer diğer dinlerin hâkim olduğu toplumlardan farklı olacaktır. Bu yüzden insan davranışlarında dinlerin de etkisinin olduğunu dikkate alarak iktisadi değerlendirme ve analizler yapmak daha objektif sonuçlar verecektir. Çünkü iktisat tümüyle insan davranışları tarafından belirlenmekte ve şekillendirilmektedir.

(15)

Dinlerin verdiği emirlerdeki farklılığa dikkat etme açısından sadaka iyi bir örnek olacaktır. Hemen hemen bütün dinlerde sadaka vermeye önem verilmekte, bazılarında tavsiye edilmekteyken bazılarında zorunlu olabilmektedir. Örneğin Budizm, Hristiyanlık ve İslam’da var olan sadaka verme inancı farklı iktisadi etkilere sahiptir.

Her dinde sadaka verme işine atfedilen değer aynı seviyede değildir. Kalvinist Protestanlık ’ta ya hiç ya da çok az sadaka verme inancı vardır. Buna karşın Budizm’de en fazla sadaka verme inancının olduğunu görmek mümkündür. Katolik inancında, Hinduizm ve İslam’da ise orta seviyede sadaka verme inancı mevcuttur. Yani Kalvinist Protestanlık bir uçta, Budizm bir uçta yer almaktayken, Hinduizm, Katoliklik ve İslam ortada yer almaktadır. Bunlara karşın İslam’da zekât vermek zorunlu yani farzdır.

Sadaka verme inancındaki değişikliklere bağlı olarak bu farklı dinlere sahip toplumlardaki iktisadi göstergelerde de farklılıklar yer almaktadır.

Dinlerde yer alan bazı kurallar ve inançlar yüzünden dinin iktisat üzerinde olumsuz etkileri olduğu kanısı hâkim olmuştur. Fakat hayırseverlik sonucunda toplumda oluşabilecek adil gelir dağılımı sayesinde ve alt gelir grubunda yer alan kişilerin hayırseverlik sonucunda kendilerine verilen yardımların etkisiyle talebi ve ekonomik canlılığı tetikleyebileceği göz önünde bulundurulmamıştır.

Son olarak tezin içeriği sebebiyle iktisadi verilerin elde edilmesi çok zordur. Bu yüzden sayısal anlamda bir analiz yapılması da mümkün olmamıştır. Dolayısıyla tez analitik değil, açıklayıcı, betimleyici ve tasvir edici bir tez olarak yazılmıştır.

(16)

I.BÖLÜM İKTİSAT VE DİN

Çalışmanın ilk bölümü olan iktisat ve din başlığı altında iktisadın tarihsel gelişimi ve din iktisat ilişkisi incelenmiştir. Din iktisat ilişkisinin daha iyi anlaşılması açısından bölümün ikinci başlığında iktisadın ve iktisadi hayatın tarihsel gelişimine dönemsel bazda göz atılmıştır. Bu kısımda ilkçağ, ortaçağ, merkantilizm, sanayi devrimi ve sonrası ve son olarak da 20. Yüzyıl dönemlerinde iktisadi hayat incelenmiştir. Böylece bölümün diğer başlığı olan din - iktisat ilişkisi başlığına temel hazırlanmıştır.

İktisat terimi ile aynı anlamda kullanılan bir diğer sözcük ekonomidir. İktisat kelimesi Arapça kökenlidir, "kasd" kelimesinden gelmektedir. Kasd sözcüğü aşırıya gitmeme, aşırı davranmama, tutum, biriktirme, artırma gibi anlamlara gelir. Ekonomi kelimesi ise Yunancadaki “oikia” (ev) ve “nomos” (kural) kelimelerine dayanır. “Ev Yönetimi”

demektir. Ekonomi tabiri de kullanılmakla birlikte, Türkçeye Arapçadan geçen İktisat kelimesi daha çok kullanılmaktadır.1 Bu çalışmada da büyük çoğunlukla iktisat kelimesi kullanılmıştır.

İktisadın tanımı konusunda ortak bir görüş hâkim değildir. Adam Smith’e göre iktisat sadece malların üretimiyle ilgilenmez. Bir zenginlik bilimi olarak iktisat, zenginliğin üretimi, değişimi ve dağılımı ile ilgili her şeyi kapsamaktadır.2 Lionel Robbins ise “An Essay on the Nature and Significance of Economic Science” isimli kitabında iktisadı

“Toplumların sınırlı kaynakları sınırsız isteklerin karşılanmasında nasıl kullandıklarını inceleyen bir sosyal bilim” olarak tanımlar.3 Yani Robbins’e göre iktisat işlem olarak ele alınmıştır. Ortada para olsun ya da olmasın, toplumu oluşturanlar arasındaki değişim işlemlerinin incelenmesidir. Polonyalı bir iktisatçı olan Oskar R. Lange’a göre iktisat, insan toplumlarında kıt kaynakların yönetimi bilimidir. İktisat, sınırsız arzularla sınırlı

1 Abdullah Mesud Küçükkalay, Dünya İktisat Tarihi, Beta Yayınları 2014, İstanbul s. 362.

2 Sam Adian, İslam İktisat Teorisi, Sam Adian, Hong Kong 2014, s. 708.

3 Erdal M. Ünsal, Mikro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara 2009, s. 10.

(17)

kaynaklar arasındaki gerilim nedeniyle güçlükle düzenlenebilen bir dış dünyada insan davranışlarının aldığı biçimi inceler. Liberal görüşlü bir iktisatçı olan Paul Samuelson‘a göre iktisat, insan ve toplumların kıt üretken kaynakları zaman içinde çeşitli mal ve hizmet üretimine ayırma ve bunları anında ya da gelecekte tüketmek amacıyla toplumu oluşturan birey ve topluluklar arasında dağıtma ile ilgili kararları nasıl aldığını araştırır.

Marx‘a göre ise iktisat, bir toplumun kendi üretim ilişkileri içinde insanların üretim, tüketim, değişim ve dağıtım biçimlerini inceler.4

İktisadı tüm bu bilim adamlarının ve saymadıklarımızın ışığında tanımlayacak olursak kısaca iktisat için, üretim, dağıtım, tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm ile ilintili etkinliklerin bütününü inceleyen bir bilim dalıdır, diyebiliriz. İnsan yaşamını matematik diliyle birlikte somut hale getiren toplumsal bir sosyal bilimdir. İktisat bilimi, dünyadaki kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olması sebebiyle, kaynakların nasıl daha verimli bir şekilde kullanılabileceğini araştırmaktır. İktisat, toplumların nasıl zenginleşeceği ve refah seviyelerinin artacağı sorusuna cevap arar. Toplumda üretim, tüketim ve bölüşümün en etkin şekilde sağlanmasına çalışır. Bu süreçte izlenecek işsizlik, enflasyon, üretim düzeyi gibi kavramlar iktisadın inceleme alanına girer.

1.1. İktisadın Tarihsel Gelişimi

İlkel toplumlarda üretim düzeyi çok düşüktür. İlk çağlarda insanlar, hayatlarını devam ettirebilmek için zorlu ve büyük mücadeleler vermişlerdir. Bu dönemlerde insanlar ihtiyaçlarını genellikle bireysel olarak karşılamıştır. Bunun sebebiyse toplumsal yaşayış ve aile kültürünün gelişmemiş olmasıdır. İnsanlar doğayla mücadele içerisinde olmuş ve hayatta kalma mücadelesi vermişlerdir. Daha sonraları insanlar hayatlarını devam ettirebilmek için birbirleriyle yardımlaşma yoluna gitmiş, doğanın zorlukları karşısında daha da ustalaşmışlardır. Babanın ava gitmesi, çocukların odun toplayıp ateş yakması, annenin yemek pişirip giysi dikmesi, aile dışında da ortak avlanma, ortak savunma gibi ortak yardımlaşmalar ve davranışlar sonucunda aile yaşamı (homosapiens dönemi) oluşmuştur. Aile yaşamı hayatı kolaylaştırmış, işlerin paylaşılması ile oluşan refah, güveni de beraberinde getirerek “ev ekonomisinin” doğmasına yol açmıştır.5

4 Küçükkalay, Dünya İktisat Tarihi, s. 264.

5 Abdullah Mesud Küçükkalay, İktisadi Düşünce Tarihi, Beta, İstanbul, 2008, s. 64.

(18)

Yardımlaşma ve dayanışmanın, getirdiği huzur ve yaşamın devamını idame ettirmede gösterdiği kolaylık toplu yaşayışın yaygınlaşmasına neden olmuştur. Daha sonra da topluluklar arasında dayanışma ve zorunlu ihtiyaçların karşılanması için işbirliği gelişmiştir. Dağlık bölgelerde yaşayanlar av, kürk, kereste ürünlerini; yayla ve ovalarda yaşayanlar tarım ürünlerini, sahilde yaşayanlar da deniz ürünlerini takas etmeleriyle karşılıklı değişime dayanan “mübadele ekonomisi” doğmuştur.

Mübadele ekonomisi büyük ölçüde toplumda refahı daha da arttırmış, mülkiyetin bir hak olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bununla birlikte takasta yaşanan sorunlar, (et karşılığı odun, sebze karşılığı balık, kürk karşılığı eşya vb.) adil değer takdiri yapılamaması ile ortaya çıkan adaletsizlikler giderilememiştir. Buna çare olarak ilkel Mal Para (Çin’de çakı, Kuzey Avrupa da geyik derisi, Kutuplarda morina balığı, Hindistan da buğday vb) kavramı doğmuştur.6

Bunların sonucunda, göçebe yaşayan, kendine ya da birine ait bir mülkiyet kavramı olmayan, sadece yaşamını devam ettirmek için üreten insan artık sadece kendi ihtiyaçları için değil, başkaları için de fayda sağlamaya başlamıştır. Kendi refahını arttırmak için fazladan üretim yapan insan, ihtiyaç fazlasını diğer insanlara vererek ve karşılığında da farklı ve çeşitli malzemeler alarak giderek iktisadi bir sistem içine girmiştir. İnsanların iktisadi faaliyetler nedeniyle birbirleriyle etkileşimde bulunmaları da ilk medeniyetlerin oluşmasına etkide bulunmuştur.

1.1.1. İlkçağda İktisadi Hayat

İlk medeniyetlerde ticaret büyük oranda tarımsal faaliyetler üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde tarımsal faaliyetler yalnızca yıllık su baskınlarının tarlaları verimli hale getirdiği bazı nehir vadilerinde sürekli yapılmıştır. Tarımın ilk geliştiği bölgelerden yalnızca iki vadi böyle bir imkânı sağlamıştır. Bu vadiler, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölge ve Mısır’ın Nil Vadisi’dir. İlk medeniyetler de tarımın elverişli olduğu bu bölgelerde ortaya çıkmıştır.7

Fenikelilerin denizciliği, Mısırlıların tarımı, Hindistanlıların dokuma ve baharatı, Çinlilerin ipeği, devletlerarası ticaretin başlamasına yol açmış, bunun sonucunda da ilk iktisadı fikirler gelişmiştir. Doğu coğrafyasındaki bu gelişmeler Eski Yunan ve

6 Kerem Alkin, Genel Ekonomi, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları (TSPAKB) Yayınları, İstanbul 2007, s. 3

7 Tevfik Güran, İktisat Tarihi, Ed. Burhan Erdem, Anadolu Üniv.Yayınları, Eskişehir 2004 s. 33.

(19)

Romalılar tarafından gözlenip alınmış, sömürgeci yaklaşımla daha da geliştirilerek yaygınlaştırılmıştır.

1.1.2. Ortaçağda İktisadi Hayat

Çok uzun bir dönemi kapsayan feodalizmin hâkimiyetinde geçen ortaçağ da önemli değişiklikler olmamıştır. Köleci düzenden feodal düzene geçmekle monarşi, krallık, aristokrasi gibi feodal devlet şekilleri ortaya çıkmıştır. Feodalizm MS 5. ve 17. yüzyıllar arasında geniş bir zaman dilimi içerisinde yaşanmıştır. Feodalizm her toprak ağasının bir üsttekine bağlı olduğu, toprak mülkiyetinin belli bir hiyerarşi içinde bir alttaki asilzade veya toprak ağasına aktarıldığı, bunun karşılığında da belli hizmetlerin beklendiği, pazar ekonomisinin ve özgür ücretli emek ekonomisinin bulunmadığı toplumsal, iktisadi ve siyasi bir düzendir.8 Bu döneme “Toprağa dayalı zenginlik” devri denilmektedir. Bu dönem kısaca “Ne kadar toprağın, ne kadar askerin varsa o kadar zenginsin” dönemidir.9

Ortaçağın ilk dönemlerinde kasabalar ve kentler feodal üretim tarzının bir parçası olarak gelişmeye başlamıştır. Böylece köy ile kent arasındaki işbirliği gelişmiştir. 12. ve 13.

yüzyıllar arasında Avrupa feodalizmi gelişme göstermiş, bir yandan nüfus artarken, öte yandan bataklıkların kurutulmasıyla yeni toprak alanları elde edilmeye başlanmış, tarımsal üretim arttırılmıştır. Ancak bu dönemden sonra 14. ve 15. yüzyıl ortalarına kadar bir durgunluk dönemi başlamıştır. Hem nüfus hem de ekilen tarım alanı azalmıştır. Bu durumun nedenlerinin başında ise sıklıkla savaşların yaşandığı bu dönemde çok fazla insanın hayatını kaybetmesi ve böylece tarımla uğraşan kişi sayısının azalması gelmektedir.

1.1.3 Merkantilizm

Bağımsız bir iktisadi sistem gelişimi göstermeyen ortaçağın sonu ile iktisadi fikirlerin belli bir birikim kazanmasına kadar geçen bu uzun zaman içindeki iktisadi gelişmelere

“Merkantilizm” adı verilir. 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa ekonomisinin coğrafi sınırları gittikçe genişlemiştir. Yeni bölgeler ve kıtalar keşfedilmiş, yeni ticaret yolları bulunmuştur. Ticaretin genişlemesiyle birlikte serbest dalgalanma gösteren ve

8 Küçük Ve Orta Ölçekli San. Gel. Ve Dest. İdaresi Başkanlığı (Kosgeb), Dünya Ekonomisi (Tarihi Gelişimi), Kosgeb Yayını, Ankara 2004, s. 6.

9 Alkin, s. 3.

(20)

fiyat kar sistemini içeren ticari anlayış şehirlerden kırsal alanlara doğru yayılmaya başlamıştır. Kurulan yeni iletişim bağlantıları yerel piyasaların engellerini ortadan kaldırmıştır. Arz ile sınırlı olan üretim giderek talebin özelliklerine göre şekillenmeye başlamıştır. Tüketici tercihleri, piyasa büyüklükleri, taşımacılıktaki gelişmeler ve ödeme araçları herhangi bir tahılın üretim miktarından daha önemli hale gelmiştir. Bu sayede ticaret hızla gelişmiş, değerli madenler keşfedilen bu yerlerden toplanıp ülkeye sokulmaya başlanmıştır. Rönesans ve Reform hareketleri sonucu rasyonel düşünmenin önemi artmıştır.10

Merkantilizmin doğmasını tetikleyen ana unsurlardan biri “King kanunu” olmuştur. Bu kanun; tarımda mahsulün ve üretimin yüksek olması, gelirin düşük kalmasına yol açar tespitiyle otoritelerin tarım ile zenginleşme beklentilerini ortadan kaldırmıştır.

Merkantilistler, Orta Çağ düşüncesini reddedip onun yerine daha rasyonel ilkeler oluşturmaya yönelmişlerdir. Bu yönleri nedeniyle sonradan ortaya çıkacak ve gerçek politik iktisadın kurucusu sayılan Fizyokratların öncüleri olarak kabul edilirler. Bu döneme merkantilizm ismini veren Adam Smith’tir. Ulusların Zenginliği adlı ünlü eserinde bu dönem düşüncesini eleştirirken kullandığı bu sözcük sonradan bu dönemin resmi adı olmuştur.11

Merkantilist düşünürlere göre en önemli öğe servettir. Buradan hareketle Alman merkantilist Thomas Munn “Devletlerin zenginliği ve gücü hazinesindeki değerli madenlerle ölçülür” tezini ileri sürmüştür. Merkantilistlerin amaç olarak gösterdikleri asıl fikir ise; “Devlet zengin olursa daha az vergi toplar, zenginlik için savaşlara girmez, asker ihtiyacı da azalır. Sonuçta, devletin zenginliği halkın refahına yol açar”

şeklindedir. Bu dönem, “Ne kadar sömürgen, ne kadar makinen varsa o kadar zenginsin” dönemidir.12

Bu düşünceye sahip olan feodal lordlar savaşları finanse edebilmek için para ve değerli maden biriktirmeye büyük önem vermişlerdir. Külçecilik olarak adlandırılan altın ve gümüş biriktirme politikası, ülke içinde olabildiğince çok altın ve gümüş biriktirmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla özellikle Portekiz ve İspanya gibi ülkeler denizaşırı sömürgeleşme yarışına girişmişlerdir. Fransa, İngiltere ve Hollanda ise sömürgelerinden

10 Küçükkalay, İktisadi Düşünce Tarihi, s. 59.

11 Güngör, s.3.

12 Güngör, s.4.

(21)

az miktarda altın temin ettikleri için ticarete önem vermişler ve böylece değerli madenlerin yurt içine girmesini sağlamışlardır.13

Yaşanan bu dönem boyunca nüfus hızla artmıştır. Nüfusun hızlı artışı temel gıda maddelerine olan gereksinimi da arttırmıştır. Artan ihtiyaçları karşılayabilmek amacıyla İngiltere’de pazar için üretim yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda kapitalist üretim ilişkileri gelişmiş ve bu eğilimlere bağlı olarak da üretimde verimlilik artmıştır.

Bu sebeple tarımla uğraşan köylüler zamanla topraklarını bırakıp ücretli olarak çalışmaya başlamışlardır. Zira talebin ve verimliliğin artışı kar artışını da beraberinde getirmiştir.

Yeni bulunan ülkelerden Avrupa'ya büyük ölçüde altın girmeye başlamasıyla; altın para enflâsyonu baş göstermiştir. Fiyatların yükselmesi iktisadi faaliyetlerin gelişmesine yol açmıştır. Ticaret ve para ekonomisinin gelişmesi tüketim için üretim yanında para için üretimi hızlandırmıştır.14 Merkantilistler, bireysel zenginlik ile ulusal zenginliği bir görmüşlerdir. Onlara göre bir birey ne kadar altın ve gümüşe sahipse zengindir ve bu durum ulus için de aynıdır.

1.2.4. Sanayi Devrimi ve Sonrasındaki İktisadi Hayat

Sanayi devrimi öncesinde İngiliz ekonomisi, sanayileşememiş ekonomilerin ortak özellikleri olan yoksulluk, durgunluk, uzmanlaşamamak, coğrafi bütünleşmeyi sağlayamamak, ekonomilerinin tarıma dayanması, kendi tüketimleri için üretim yapmak ve iş bölümünü gerçekleştirememek gibi özellikleri bünyesinde barındırmıştır.15

Sanayi devrimini hazırlayan şartları dörde ayırabiliriz. Bunlar; Buluşlar, tarım alanındaki gelişmeler, ulaşım alanındaki gelişmeler ve ticaret alanındaki gelişmeler olarak sayılabilir.

Buluşlar: Coğrafi keşifler sayesinde önceden dışarıdan kimse tarafından ayak basılmamış yerlere gidilmiş ve buralardaki değerli madenler toplanmıştır. Sömürgecilik faaliyetleri başlamıştır. Yeni suyollarının bulunması doğu ve batı arasındaki taşıma maliyetlerini düşürmüştür. Böylece ticaret gelişmiştir. Ticarette başlayan gelişmeler ve artan ihtiyaçlar sanayi devrinin başlamasını güdülemiştir.

13 Güngör, s.18.

14 Küçükkalay, Dünya İktisat Tarihi, s. 156.

15 Kosgeb, s. 6.

(22)

Tarım Alanındaki Gelişmeler: Nüfus artışıyla birlikte gıda maddelerine olan talep artmış ve sınırlı tarım alanı olan Avrupa’da buna yönelik arayışlar başlamıştır.

İnsanların ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla sınırlı olan tarım alanlarından maksimum verim almak için çalışmalar başlamış, tarımda makineleşme sanayi devrimiyle başlamıştır.

Ulaşım Alanındaki Gelişmeler: Coğrafi keşifler sonucu bulunan Amerika kıtası ve Ümit Burnu deniz taşımacılığının önemini arttırmıştır. O dönemlerde gemiler insan gücüyle hareket ettirildiklerinden, çok uzun mesafeleri içeren yolculuklarda sıkıntılar baş göstermiş, bu da insanları çözüm arayışlarına itmiştir. Ayrıca karasal ulaşımı daha verimli hale getirme fikri de bilim adamlarını çözüm arayışına itmiştir. Tüm bu arayışlar sonucunda da buhar makineleri bulunmuştur.

Ticaret Alanındaki Gelişmeler: Sanayi devrimi öncesinde hammadde açısından fakir olan Batı Avrupa’da bulunan İngiltere ihracatını yün ve yün ürünleri üzerine kurmuştu.

Amerika’da yaşayan insanların da İngiliz göçmeni olmasında bu hammadde sorunu etkili olmuştur. İngilizler 18. yüzyıl boyunca geniş demirleme yerleri ve depolar yapmışlar, zengin bankalar ve denizcilik sigortası sistemleri kurmuşlardır. Bunun sonucunda da Londra bir finans merkezi haline gelmiştir. Önemli hacimlere ulaşan liman ticareti sayesinde de dünyanın kredi merkezi haline gelmiştir. Bu da İngiltere’de sanayi devriminin başlamasını ve diğer ülkelere de yayılmasını sağlamıştır.16

Sanayi Devrimi bir anlamda da tarım ekonomisinden makine ekonomisine geçiş anlamına gelmektedir Bu dönüşüm 19. yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinde başlamış ve oradan dünyaya yayılmıştır.

Sanayi devriminin ortaya çıkmasında kısaca Batılı devletlerde ortaya çıkan bilimsel ve teknik yenilikler etkili olmuştur. Bu anlamda, İngiliz sanayi devrimi tarihte bir ilki teşkil etmesine rağmen aniden veya bir alt yapısı olmadan ortaya çıkmamıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda iktisat, sanat, tıp, savaş, din gibi faktörlerin etkisi ve bilimadamlarının çok olması nedeniyle bilimsel faaliyetler gelişmiştir. Buna bağlı olarak cam, saat, gübre ve cephane yapım yöntemlerinde ve dokuma, kumaş, boyama, ağaç kesme, basım ve gemi inşası gibi alanlarda ilerleme gösterilmiştir.17

16 Kosgeb, s. 7.

17 Kosgeb, s. 12.

(23)

Çoğunlukla el yordamıyla yürütülen ve ağırlıklı olarak insanın fiziksel gücüne dayanan işler, 1770’li yıllarda önemli bir değişime uğramıştır. Sanayi devrimi ile birlikte insanların çalışma şartlarında çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler de toplumda köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Fabrika örgütleri kurulmaya başlanmış ve böylece işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Bu fabrikalarda iş bölümü gelişmiş ve teknik bir hal almıştır. Çok uzun süreler boyunca insan hayatına egemen olan çalışma, zamanımıza yakın bir dönemde kendi doğal yapısından ayrılıp teknik hale gelmiştir.18 Sanayi devrimi sonrasında Avrupalı devletler çok hızlı gelişen “Kolonicilik, Sömürgecilik” politikaları uygulamışlar ve özellikle Amerika kıtasını ele geçirmişlerdir.

Bu gelişme İspanya, Fransa, Portekiz, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde finansal sermaye oluşumuna katkıda bulunmuştur.19

18. yüzyılın sonlarına doğru doğup gelişmeye başlayan sanayi devrimi ve yeni iktisadi atılımlar, liberal bir düşünce ortamı içinde oluşmuştur. Sanayi devrimi ile doğan, büyüyen, kalabalıklaşan ve giderek sınıf bilincine ulaşan işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşulları giderek değişime uğramıştır. Yeni düşüncelerin iktisadi, sosyal ve siyasal yaşamda ağır basması, üretim için buhar gücünün ve yeni tekniklerin uygulanması bedenen çalışarak üretimde bulunan zanaatkârların ihtiyaç duyulmaz hale gelmelerine sebep olmuştur. El ve tezgâh sanayisinden büyük sanayi ve fabrika yaşamına geçiş, emek ile sermaye arasındaki bağları derin bir biçimde değiştirmiştir. Sermayenin giderek yığılması işveren sayılarında artışı peşinden getirmiştir.20

19. yüzyılda elektrik, dinamo ve mekanik güç itici güç haline gelmiştir. Bu kapsamda Amerikan modeli üretim (özelleşmiş makine, değiştirilebilir parçalar, standardizasyon, makine yapan makine) ortaya çıkmıştır. Çıktıları ucuza imal eden üretim süreci önem kazanmıştır. İşbirliği gittikçe uzmanlaşıp, üretim gittikçe monotonlaşmış, işçilerin nitelikleri çeşitlenmiştir. Maliyet düşürülürken makineleşmeye ve böylece de aynı iş için daha az insan çalıştırılmaya başlanmıştır. Düşük stok, hedeflerden bir tanesi olmuştur. Emek süreci, zihinsel etkinlik ve uygulama alanı olarak ikiye ayrılmıştır.21

18 Christopher Hill, İngiltere’de Devrim Çağı 1603-1714, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2016 s. 256.

19 Kosgeb, s. 13.

20 Hill, s. 276

21 Hill, s. 278.

(24)

Sanayi devrimi ile başlayan aşamada insan ile işin arasına yeni bir unsur olan makine girmiştir. Bu dönemde en önemli sermaye makineler ve sanayi olmuş, insanların ilgisi topraktan sanayiye yönelmiştir. Hızlı sanayileşme ve yoğun teknolojinin üst noktaya çıktığı bir dönemde özellikle 1940’lı yıllarda günlük hayata giren bilgisayarlar yoluyla

“Bilgi Toplumu” kavramı gündeme gelmiştir.

Bilgisayar teknolojisinin sayesinde bilgilere çok kısa sürede ve kolay şekilde ulaşılabilmiştir. Sanayi, bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte insanoğlunun sahip olduğu bilgi seviyesi çok hızlı şekilde artmıştır. Bu bilgi dalgası ile her alanda hızla artan bilginin üretimi, pazarlanması, paylaşılması ve insanlara ulaştırılması ve en uygun bilginin yapılan işlerde kullanılması başlı başına yeni bir iş alanı, bir pazar olarak öne çıkmıştır. Böylece günümüz insanının ilgisi sanayiden bilgiye yönelmiştir.

1.2.4.1. XX. Yüzyıl Bilgi Toplumu ve İktisadi Hayat

Bilgi toplumu, hızlı sanayileşme ve yoğun teknolojinin zirveye çıktığı bir dönemde, özellikle 1940’lı yılarda günlük hayata girmeye başlayan bilgisayarlar yoluyla gündeme gelmiştir. Bu dönemle birlikte, bilgisayar teknolojisinin sağladığı hızlı iletişim olanakları bilginin çok kısa sürede yayılabilmesini sağlamıştır. İhtiyaç duyulan bilgilerin hızla sağlanmasıyla bilgi artışı ortaya çıkmıştır. Neredeyse her alanda hızla artan bilginin üretimi pazarlanması, ulaştırılması, en uygun bilginin uygulamada kullanılması başlı başına bir iş alanı, bir sektör olarak öne çıkmıştır. Böylece günümüz insanının ilgisi sanayiden bilgiye yönelmiştir. Bilgi temel sermaye, ana güç halini almıştır.22

1960’lı yıllardan itibaren ABD ve Japonya gibi en ileri düzeyde sanayileşmiş ülkelerde toplumun temel niteliklerinde köklü değişikliklerin başladığı gözlemlenmiştir. Bu süreçte, sanayi sonrası toplum üzerinde çalışmalarıyla tanınan bazı bilim adamları, gelişmiş ülkelerde artık sanayi toplumunun yer almadığını düşünmeye başlamıştır.

Bunlara göre, sanayi sonrası toplum; mühendisler, teknisyenler ve bilim adamlarının oluşturduğu hâkim bir sınıf eşliğinde, teorik bilginin merkezileşmesi ve ekonomide hizmetlerin payının artması ile tanımlanmaktadır. Bazıları ise bürokrat ve uzman sınıfların ortaya çıkması, bilgi ve organizasyona dayalı yeni iş trendleri ve boş zaman faaliyetleri ile tanınan programlı bir toplumdan söz etmektedir. Bu tanımlar bir sosyo-

22 Hill, s. 119.

(25)

ekonomik dönüşüm sürecinin gerçekleştiğini göstermektedir. Bu dönüşüm, daha önceki tarım ve sanayi toplumlarından çok farklı özelliklere sahip bilgi toplumunun ortaya çıkmasına vesile olmuştur.23

Bilgi toplumu, iş gücünün önemli bölümünün bilişimle ilgili işlerde çalıştığı ve ekonomide en etkili faktörün bilginin kullanılması ve uygulanması olduğu toplumdur.24 Bu toplumsal bakış açısı, başta çalışma olmak üzere tüm üretim faktörlerinin, kamu ve özel sektör işletmelerinin, bireylerin ve devletin teknolojik gelişmeler karşısında yeniden yapılanması, yeni bir dünya görüşü ve yaşam felsefesini beraberinde getirmektedir.25

Bu yeni yaşam felsefesi iktisadi alanda da değişikliklerin görülmesine neden olmuştur.

Emek yoğun işler düşük gelir grubundaki ülkelere geçmiş, sanayileşmiş ülkeler ise ürünlere yaratıcılık, yenilik ve teknoloji temeline dayalı değer ekleyen bilgi yoğun faaliyetlere geçmişlerdir.

Bilgi ekonomisi 1929 ekonomik krizi sonrasında ortaya çıkan ve en fazla güvenilen iktisadi yaklaşım olan Keynesyen iktisatla farklılıklar göstermektedir. Bu hususta çalışmalarda bulunan Ted Lewis’e göre, bilgi ekonomisinin önemli özelliği Keynesyen olmayan bir ekonomi olması ve geleneksel ekonominin arz-talep eşitliği kuralına uymamasıdır.26

Sinan Ülgen de aradaki farklılığı şu şekilde açıklamaktadır, “Geleneksel iktisatta bir ürün ne kadar azsa değeri de o kadar fazladır. Hâlbuki bilgi ekonomisinde bu kural tersine işlemektedir. Bir şebeke ürününün değeri, onunla bağlantı kurabilecek ürünlerin sayısına bağlı olarak artmaktadır.”27

Şu ana kadar çalışmada iktisadi sürece tarihsel açıdan bakılmıştır. Bölümün bu kısmından sonra din iktisat ilişkisine tarihsel açıdan bakılacaktır.

23 Kosgeb, s. 17.

24 Kosgeb, s. 18.

25 C.Can Aktan ve Mehtap Tunç, “Bilgi Toplumu ve Türkiye”, Yeni Türkiye Dergisi, Ocak-Şubat 1998, s. 118-134.

26 T. Graham Lewis, Friction-Free Economy: Marketing Strategies for a Wired World, New York:

Harper Business, 1997, ss. 1-32.

27 Sinan Ülgen, Yeni Ekonomide Rekabet Kuralları, Rekabet Kurumu Perşembe Konferansları, Rekabet Kurumu, Ankara, 08 Mayıs 2000.

(26)

1.3. Din İktisat İlişkisi

Genel anlamda din maneviyatı, iktisat ise maddiyatı çağrıştırır. Bu açıdan bakıldığında ilk etapta bu iki kavramın birbiriyle ilişkili olması biraz zor görünmektedir. İktisat her ne kadar maddiyat yani mal, mülk ve para ile ilgilenen bir bilim dalı olsa da bir taraftan da içinde bulunan insan faktörüyle duygu, düşünce ve his barındırmaktadır.

İktisatçıları inanç, duygu, ilişki ve sonuçta yaşama biçimi olarak dini hayatın varlığı ve sürekliliği, din ile ilgilenmeye itmiştir. İktisatçıların din ile olan ilişkileri, dinin iktisadi kalkınmadaki rolünün ne olduğu konusunun incelenmesiyle başlamıştır. 28

İktisatçıların, dini konuların iktisadi analizine ilgileri yeni sayılsa da Adam Smith’in meşhur Milletlerin Zenginliği isimli eserinde dini konuları ele aldığı görülmektedir.

Smith’in buradaki temel tezi, diğer alanlarda olduğu gibi, dini alanda da serbest piyasa yaklaşımının daha uygun olduğu, devletin devreye girerek bir din lehine tekel yaratmasının yanlış olacağıdır. 29

İktisatçıların din olgusuna yaklaşmasını sağlayan ve din ve iktisadın daha sıkı bir ilişki kurmasını hızlandıran sebepleri üç ana faktörde inceleyebiliriz.

1. Dinin toplumda önemini koruması

Din ve dini olgular gün geçtikçe toplumda değerini kaybetmesinin aksine gerek geleneksel gerekse yeni formlarla varlığını devam ettirmiş ve hatta bazı yönlerden etkinliğini daha da arttırmıştır. Bu durum da siyaset biliminden, sosyolojiye, uluslararası ilişkilerden iktisada kadar tüm sosyal bilimcilerin çalışmalarında din olgusunun daha görünür hale gelmesine yol açmıştır.

2. İktisadın ekonomik hayata yön vermesi ve din faktörü

İktisat bir bilim olma yanında ekonomik hayatın gidişatına yön veren ilke, uygulama ve kurumların analizi olduğu için, ekonomik gelişmelerden duyulan hoşnutsuzlukların sorumluluğunun bir kısmı da iktisada yüklenmiştir. Özellikle dinî kökenli muhalefet hareketlerinin, iktisadi alanda da alternatif öneriler geliştirme ihtiyacının bir sonucu olarak dinî inançlardan esinlenen ekonomi modellerinin üretilmesi özendirilmiş ve desteklenmiştir. Dinlerin toplumları mobilize etme gücünün, sadece dinî hedefler için

28 Ömer Demir, Din Ekonomisi İnanç, Zenginlik ve Mutluluk, Sentez Yayıncılık, Ankara 2013 s. 18.

29 Demir, Din Ekonomisi, s. 18.

(27)

kullanıldığı söylenemez. Ekonomik krizlerden çıkmak için seküler elitlerin de dinî argümanları bir kurtuluş reçetesi olarak sunmaları mümkündür. Hatta bu bağlamda din istismarından da bahsedilebilir. Bu da iktisat ve din ilişkilerine içerden bakışı ve bu ikisinin yakınlaşmasını artırmıştır.30

3. Sosyal bilimlerde belirli bir alanda uzmanlaşma eğilimi

Sosyal bilim alanındaki uzmanlaşma ve alt bölümleşme, her bir sosyal bilim için araştırmacıları yeni bakir alan arayışına yöneltmiştir. Daha önce çalışılmamış özgün konulara yönelme eğilimi, gelişen bir alan olan din araştırmaları ile iktisadın arasındaki buzların erimesine yardımcı olmuştur.

Tüm bu gelişmeler iktisat literatüründe din ile ilgili çalışmaların sayısında bir artışa yol açmıştır.

Dini kaynaklara bakıldığında iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, neredeyse tüm kaynaklarda iktisatla ilgili bölümler ya da öğütlerin bulunuyor olmasıdır. Bunun sebebi iktisadın yaşamın her anında etkin şekilde olmasıdır. İkinci nokta ise, tüm ilahi dinlerin ortaya çıktığı dönemlerde ve en son ilahi din olan İslâmiyet'in ortaya çıktığı dönemde, henüz kesin olarak sermayenin ortaya çıkmamış olmasıdır. Bu nedenle, dinlerin yaklaşımlarında ve dinsel eserlerde kapitalizm ya da sosyalizm gibi günümüzün hâkim sistem dokuları yer almamakta ve sorunlara ya da çözümlemelere günümüzün hâkim sistemleri bağlamında yaklaşılmamaktadır. Bu kaynaklarda, genel anlamda, doğruluk, dürüstlük, adalet vb. gibi davranışlarla ilgili genel kavramlara yer verilmektedir.31

İktisat ile din arasındaki ilişkiyi Sabri F. Ülgener şu şekilde değerlendirmektedir,

“Bir yanda dünya malının insanı Tanrı katından saptırma tehlikesi ve ona karşı züht ve riyazet! Diğer yanda, hayatı velev en mütevazı çizgide sürdürmenin vazgeçilmez aracı olarak mal mülk edinme ve o yüzden de - yine vazgeçilmez olarak - dünya malı ile ilgi

30 Demir, Din Ekonomisi, s. 18.

31 İzzettin Önder, İktisat ve Din, Ekonomi Din İlişkisi, http://www.ekodialog.com/Makaleler/iktisat- ekonomi-din-iliskisi.html

(28)

ve ilişki; İktisat ahlakı, din açısından, iki unsurun kâh birine kâh öbürüne ağırlık vermek suretiyle aralarını bulma yolunda harcanan gayretlerin bütünü olarak anlaşılabilir.”32 Tarihsel süreç içerisinde din ve iktisadın toplum içerisindeki ilişkileri farklılıklar göstermiştir. İlk uygarlıklardan günümüze kadar gelen süreçte, kimi zaman iktisat ile din bir bütün olmuş ve iktisat dini kurallar çerçevesinde yürütülmüş, kimi dönemlerde ise aralarındaki ilişki zayıflamış hatta birbirlerini dışlama noktasına kadar gelmiştir. Bu bölümde din ile iktisat arasındaki ilişkinin, tarihsel dönemler itibariyle nasıl bir seyir izlediği gösterilmeye çalışılacaktır.

1.3.1. İlkçağ ve Ortaçağda Din - İktisat İlişkisi

İlkçağ ve Ortaçağda din ile iktisadın ilişkisinin sonraki dönemlere göre daha yoğun olduğu görülmektedir. Bu dönemlerde, özellikle de Ortaçağda iktisadi hayat genel olarak dini kurallar çerçevesinde yürütülmeye çalışmıştır. Alt başlıklarda bu dönemlerde yaşamış olan toplumlardaki din ve iktisat ilişkisi irdelenecektir.

1.3.1.1. Eski Yunan ve Roma Toplumu

Eski Yunan yerleşimlerinde tarıma dayalı, durgun ve yapıya sahip bir iktisat vardır. Kar elde etmek amaçlı ticari faaliyetler iyi görülmemiştir. Bu sebepten dolayı, akılcı ve bireysel düşünceler yer tutmaya başlamıştır. İsa’dan önce 3. ve 4. yy. ’da Atinalıların Persleri yenmesiyle Atina’nın en iyi dönemi başlamıştır. Bu dönemde Atina bütün Yunan dünyasını hâkimiyeti altına almaya başlamış, ekonomi de bu vesile ile ilerlemiştir. İsa’dan önce 334 yılında Makedonya kralı İskender Hindistan’a kadar işgaller yapmış, bu sayede batı ile doğu arasında ilişkiler başlamış ve bu başlangıç Helenizm döneminin başlamasına vesile olmuştur. Makedonya Kralının ölümünden Roma dönemine kadar geçen bu 3. yy. içerisinde Doğu ve Yunan medeniyetlerinin birleşmesinden meydana gelen yeni bir medeniyet anlayışı ortaya çıkmıştır.33

Yakın Doğu ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştiren Atina, ticari ve denizcilik faaliyetleri sonucunda bu bölgelerde kesin bir üstünlük elde etmiştir. Buna paralel olarak sanat, fikir ve bilim mecralarında da üstünlük sağlamıştır. Helenistik dönemin etkisinin hissedilmesiyle beraber Yunan düşünürlerin siyaset, felsefi düşünceler ve toplum

32 Sabri F. Ülgener, Zihniyet ve Din: İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Derin Yayınları, İstanbul 1981, s. 24.

33 Tevfik Güran, İktisat Tarihi, Ed. Burhan Erdem, Anadolu Üniv.Yayınları, Eskişehir 2004 s. 33.

(29)

yönetimi hakkında meydana getirdikleri eserlerinde iktisadi görüşlere de değindikleri açık şekilde bellidir. Bu görüşler iktisadi organizasyon, gelir fazlası, faiz, değer ve para gibi konular içermektedir. Örnek verecek olursak, Platon, Devlet ismini verdiği kitabında uygun bir millet betimlemesi yapmış, zamanının bireysel hazzı elde tutan düşüncelerine karşı ahlak kurallarına dayanan “güçlü bir devlet” görüşünü desteklemiştir. Toprak hakkının adaletli ve sabit şekilde dağıtılmasını ve devir hakkının kısıtlanmasını istemek düşüncesi ile kolektivist fikirlere uygun görüşler su, paranın her şey olmadığını, sadece değişim aracı olduğunu açıklamıştır.34

Ahlak kurallarına göre yaşamı savunan Eflatun’a göre, “ruhunun kurtuluşunu hazırlamak isteyen insan, iyi bir yaşam sürmek zorundadır. İyi bir yaşam da, adalete uygun düşen bir yaşam demektir.”35

Eflatun, adalet kavramını ve adalete uygun yaşayabilmeyi araştırırken toplumsal yaşamın örgütlenmesi ve daha da fazla olarak iktisadi örgütlenme konularına değinmiştir. Kanunlar adını verdiği kitabında reelde olan bir şeyi olması gerekene yaklaştırmanın nasıl olabileceğini incelemiştir. Devlet adını verdiği kitabında da, olması gereken siteyi “Kusursuz biçimde adaletli olan site” düşüncesi ve sözleriyle tanımlamıştır.36

Eski Roma’da ise iktisadi olan konulara ilişkin görüşler, eski Yunan düşünürlerinin görüşlerinden daha da olumlu bir gelişme gösterememiştir. Sağlam ve sözü geçen bir hukuk sistemi oluşturmayı başaran Roma İmparatorluğu’nda iktisadi görüşler daha çok Roma Hukuku içinde bulunmuştur. Krediler ve ticaretle yaşamını ikame ettirmek, Eski Yunan’da görüldüğü gibi, üstün sınıfların yaşam biçimlerine hatta onun da ötesinde şan ve şereflerine uygun görülmemiş, bu sebeple bu kesim tarıma dayalı gelirler elde etmenin yolunu bulmuş ve geçimlerini bu yöntemle sağlamışlardır.

1.3.1.2. İbraniler

Bazı iktisatçılara göre, iktisat politikası kavramının ortaya çıkması Musa Peygamberle birlikte olmuştur. O iktisatçılara göre, Tevrat kutsal kitabında bulunan; “İbranilerin yaşantılarında fakirlere yardım edilmeli”, “Zenginlik ve fakirlik olgusunun tanrının

34 Masca, s.4.

35 Masca, s.5.

36 Ekonomi Biliminin Doğuşu ve Evrimi,

http://www.ekodialog.com/Konular/iktisatcilar/ilk_caglarda_ekonomi_dusunceleri.html

(30)

buyruklarına uyup uymamanın bir sonucu olduğu” sözlerin, fikirlerini destekler niteliktedir. İbrani kültürüne odaklandığımızda, belki hâlâ bugüne yansıyan biçimde çalışmanın kutsandığını görüyoruz. Bu görüş biçiminde, "Çalışan kul Allah'a ibadet ediyor" diye düşünülmektedir. Mesela, toprak işleri, ekip biçme işleri, zamanı verimli kullanma, boşa harcamama ve iktisat diliyle çevirecek olursak "fırsat maliyeti meselesi"

bu görüşte dikkatli bir şekilde ele alınmıştır. Toprağı işleme işi ile meşgul olmak ya da hiçbir iş yapmamak kişinin şahsi karar vereceği bir durumdur. Bu durumda din görüşü her zaman çalışmadan yana olmuştur.37

1.3.1.3. Ortaçağ Avrupa’sı

Ortaçağda iktisadi görüşlere daha çok din ile ilgili görüşler hâkim olmuştur. İktisadi fikirlerin merkezini, İlk çağlarda site ve devlet meydana getirirken, bu durum yerini Ortaçağın gelmesi ile birlikte Tanrı ülkesi ve İslam topluluğu teşkil etmeye başlamıştır.

Geçerli dönemdeki Hıristiyan ve Yahudi dini gelenek görenekleri iktisat ile ilgili genel bilgileri barındırmaktadır. Din ve iktisattaki ideal yaklaşım, dinin eski İsrail ve klasik Hıristiyanlıkta bir çeşit güçsüzleştirilmiş politik iktisat tarafından meydana getirildiğini savunmaktadır.38

Bahsi geçen zaman diliminde iktisadi etkinlik ile ilgili çalışmalarda bulunan kişiler de genelde din adamları olmuştur. Saint Thomas d’Aquin (1225-1274) ortaçağda iktisadi düşünceleri üzerinde fikirlerini paylaşmış ve bu düşünceler doğrultusunda popüler olan filozoflardandır. Aynı zamanda bir rahip de olan Saint Thomas, Aristo’nun düşüncelerinin himayesinde kalmış, Aristo’nun düşüncesini Hıristiyanlıkla eşleştirmeye çaba göstermiştir. Saint Thomas’ın zamanında bulunan kilise papazlarının fikirlerine hâkim olan düşünce adalet kavramıdır. Bu düşünceye göre değiş tokuşta, verilen herhangi bir şey ile bunun karşılığı olarak alınan herhangi bir şey arasında eşitlik olmalıdır. Adil fiyat düşüncesi bu görüşe dayanır ve benimsenir. İktisat 17. yy.’ın sonlarına kadar bu teolojik geleneklerin tam ortasında olmuştur.39

37 Masca, s.7.

38 M. Douglas Meeks, God the Economist: The Doctrine of God and Political Economy, Fortress Press, Minneapolis 1980. S. 75

39 Masca, s. 12.

(31)

1.3.1.4. Ortaçağ Arap ve İslam Âlemi

İslamiyet’te dünya fikri ikilidir, düalisttir. Bu demek oluyor ki, İslamiyet gerek bu dünyayı gerekse ahiret kavramını birlikte ele alır ve bu kavramları araştırır. Bu sebeple de iktisadi çalışmalar her zaman ahlak kavramını içeren bir mantıkla düzenlenmiştir.

İslamiyet’te mülkiyet, iktisadi hayatın temelini ortaya çıkarmaktadır ve toplum hayatının merkezi konumunda bulunan aile ile bir araya getirilmiştir.40

İslâmın ilim ve kurumlarının başlıca kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Kur’an’da ve Sünnet’te; üretim, üretim faktörleri, bu elemanlar arasındaki ilişki ve dengede olmayla paylaşım, tüketim, istihdam, insan ile tabiatın ilişkisi, insanın varolma amacı sebebi, servet, ihtiyaç gibi konu ve kavramlar bazı genel ilkeler, çeşitli özel hükümler ve örnekler olarak bulunmuş, tüm bu olanlarla ilgili yönlendirme ve açıklamalar yapılmıştır. Vahyin ışığında devam eden İslami akıl ve tecrübe; hukuk, ahlak, siyaset vb. konuları gibi iktisata ilişkin konuları da İslâm çerçevesinde bir bilim dalı olan fıkıh içerisinde işlemiş ve bunu geliştirmiştir.41

Kur’an ve Sünnet çerçevesinde belirlenen iktisat ilkeleri ilk defa Medine’de uygulanmıştır. Tüm bu ilkeler zaman içerisinde kurumsal bir kimliğe bürünmüş ve İslam iktisat doktrini meydana gelmiştir. İslama göre ticaret; “farzdan sonra (namazdan) emredilen diğer bir farz”dır.42 Bununla birlikte inananlara namaza gitmeyi emreden ayetin sonrasında gelen ilahi sesleniş “Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın”43 biçimindedir. Tüm bu anlatılanlar ışığında ticaret, tarım, sanayi gibi haklı ve haramdan uzak yollardan mal, mülk ve kazanç elde etmek farzdır.

Kur’an’dan ve Sünnetlerden de belli olduğu gibi İslamiyet, üretim yapmaya ve ticari faaliyetlere önem vermektedir. Ticaretin ne şekilde olması gerektiğini ve hangi kurallar çerçevesinde olacağını da bizzat peygamberler, inananlara göstermektedir.

Peygamberlerin birçoğu hayatları boyunca ticaretle uğraşmıştır. Peygamberler kendilerine inanan inanmayan ayırt etmeden herkesi; çalışıp ticari işlerde bulunarak para kazanmaya teşvik etmiş, kendileri de ticari işlerle uğraşıp geçimlerini sürdürerek herkese örnek olmuşlardır. Hz. Adem ile Hz. İbrahim çiftçi, Hz. Nuh marangoz, Hz.

40 Sabahattin Zaim, İslam – İnsan ekonomi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1992, s. 25.

41 Hayrettin Karaman, Laik Düzende Dini Yaşamak, İz Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 208.

42 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, X, 74.

43 Kur’an-ı Kerim, Cuma 62/ 10.

(32)

İdris terzi, Hz. Davut demirci, Hz. Musa çoban, Hz. Salih tüccardır. Hz. İsa yarına bir şey saklamayacak şekilde yaşamış, Hz. Muhammed de çobanlık yapmıştır. Hz. Zekeriya marangozluk yapmış, kendisine fazla gelen parayı ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır. Hz.

Muhammed, ticaret amacı ile iki defa ülke değiştirmiş, davranışları ve sözleri ile de insanları ticari hayata teşvik etmiştir.44

İslam dini toplum içerisinde huzurlu, mutlu bir hayat sürmek ve adaletli, tertipli, ahlak kurallarına uygun bir ticareti alışverişin ve iktisadi hayatın sürdürülmesi için belli başlı kurallar getirmiştir. Bu kuralları şu şekilde sıralayabiliriz; zekat, miras sistemi, faizin yasaklanması, lüks ve israfın yasaklanmasıdır. 45

1.3.2. Merkantilizm ve Sonrasında Din - İktisat İlişkisi

Ortaçağ zaman dilimlerinde dinin, toplum üzerinde tüm alanlarda olduğu gibi iktisat üzerinde de azımsanmayacak bir etkisi olmuştur. Bu zaman diliminde Avrupa’daki kiliseler başta olmak üzere birçok kilise en iyi dönemlerini yaşamışlardır. Kiliseler halktan vergi almış, ticari faaliyetlerde bulunmuş ve bu şekilde zenginleşmişken, halkın ise durumu kötüye gitmiş hatta açlık sınırına dayanmıştır. 16. yy.’a kadar bütün sosyal yaşamda ciddi ölçüde kilise kuralları geçerli olmuştur. Bu kurallar; İncil, papaların keyfi kararları, gelenek, adetlerden meydana gelmiştir. Fakat 16. yy.’dan sonra yapılmaya başlanan önemli buluş ve keşifler sonucu kiliseler tarafından savunulan düşüncelerin tersi çıkması sebebiyle, halk nezdinde kiliseye güven giderek azalmıştır. Bu buluş ve keşifler ışığında tamamen dini merkez alan bir düşünce tarzı olan Skolastik düşünde tarzı gerilemeye ve yıkılmaya başlamıştır. Batıda feodalite rejiminin gerilemesi ve kapitalizme dönüşüm sürecinde ortaya çıkan yeni bir düşünce tarzı olan burjuvazi ortaçağın tüm feodal düşünce, görüş ve meydana gelen yapılarına meydan okumuş ve bunun sonucunda da kiliseye karşı mutlak bir üstünlük elde ederek onu dışarda bırakmıştır. Bahsini ettiğimiz görüşe eş olarak, Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat isimli eserinde Laisizmin, kilisenin feodal bir yapı olarak siyasi, hukuki ve iktisadi etkinliğinin minimum seviyeye indirilmesi anlamına da geldiğini söylemektedir.46

44 Yahya Arslan, İslam İktisat Doktrini Üzerine Mülahazalar, İnkişaf Dergisi, sy.10, http://inkisaf.net/sayi-10/islam-iktisat-doktrini-uzerine-mulahazalar.aspx

45 Sabahattin Zaim, İslam – İnsan ekonomi, s. 25.

46 Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1987, s. 13.

Referanslar

Benzer Belgeler

İKTİSAT POLİTİKASI ANABİLİM DALI DOÇ... KENTLEŞME VE ÇEVRE SORUNLARI ANABİLİM DALI

Kullanılması Sonucu Kur Riskinde Meydana Gelen Azalmalar………...84 Tablo 31: İhracat Yapan İşletmelerde Döviz Kurundaki Değişimlere Bağlı Olarak

Geçmiş deneyimleri hatırlamak için kodlama sırasında kullanılan şemalar ile hatırlama sırasında kullanılan mevcut şemalar (bellek yapıları) aynı

Bu bölümde, Ankara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Fõrat Üniversitesi, İnönü

1) Araştırmanın başlangıcında yapılan ön gözlem sonucu kontrol ve deney gruplarının okul ve sınıf kurallarını davranışa yansıtmaları bakımından

Bilgi iletişim teknolojilerinin, çok çeşitli uygulamalar, fonksiyonlar içerdiğinden genellikle bilişsel yönden farklı yetilere değindiği ve bu yetiler için

Bu araştırma, RRMS hastalarının kısa süreli bellek, çalışma belleği ve yönetici işlevlerin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve bahsi geçen bu işlevlerin, hastaların

Türkiye’de, damping fiyatlı veya sübvansiyonlu ithalatın yerli üretim dalı üzerinde neden olduğu zarar veya zarar tehdidine karşı önlem prosedürünü düzenleyen